Kur’an kıssaları soyut ve yüksek hakikatlerin ete kemiğe bürünmesi, elle tutulur, gözle görülür hale gelmesidir. Özelde Yusuf kıssası genelde de Kur’ân kıssalarının tamamı bize tarihin akışının Allah’ın irade ve ilminden bağımsız ve başına buyruk bir gidişatının olmadığını gösterir. Özellikle kıssalar kronolojik olarak tersten okunduğunda tarihin yalnızca insanın eseri değil aynı zamanda Allah’ın mimarisi olduğu açıkça hissedilir. İnsan düşünerek ve kendini vererek Yusuf kıssasını okuduğunda, kıssa ile kendi ruhu arasında bir med-cezir yaşar. Bu kıssa, Allah’ın bir kulunu imkânsızlığın en dibinden imkânın zirvesine nasıl ulaştırabileceğine şahit kılar muhatabını. Hz. Yusuf’u kuyudan Kral’ın sarayına taşıyan olaylar zinciri, onun gördüğü rüyanın müjdesine giden yola döşenmiş taşlar mesabesindedir adeta. Yasin Pişgin, Yusuf suresi tefsiri olarak hazırlanan Mısır’a Sultanı Kuyudan Gelir’de Yusuf kıssasını kendi hayatımıza taşımamızın yollarını aşikar ediyor bize. Çünkü Hz. Yusuf’un kuyudan çıkışı, aynı zamanda bizim de kendi kuy(t)umuzdan ve milyonlar içindeki yalnızlığımızdan kurtulmamızın hikmet yüklü yoludur. Can gözüyle bakan, can kulağıyla dinleyenler için elbette…
Yıllanmış bir kan davası uğruna kararan hayatlar… Aşk adı altında meşru görülen cinayetler… Ve intikam ateşiyle kavrulan yürekler… Pınarbaşı Beldesi’nin yağız delikanlısı Efruz, tanık olduğu menfur bir suçun ağırlığı altında ezilmektedir. En yakınlarının eliyle işlenen bu günah ruhunda derin yaralar açar. Geçmişin kirinden arınarak hakikatin izini sürmek isteyen Efruz için uzaklarda yeni bir yaşam filizlenecektir. Peki ya türlü suçun, günahın ve intikam hırsının kararttığı hayatlarda gerçekler gün yüzüne çıkacak mı? Aşk, dostluk, vefa ve sadakat gibi kavramların yanı sıra türlü insani haslete dikkat çeken, toplumsal ve ferdi meselelere mercek tutan, ibret dolu bir Ahmed Günbay Yıldız romanı…
İş adamı Yakup Atmaca’nın biricik torunu Harun dürüst, ahlaklı ve vefalı bir gençtir. Küçük yaşta yüreğine ektiği, yıllarca sır gibi sakladığı bir sevda içinde kök salmış, gönlünü esir almıştır… Yakup Atmaca ve torunu, kaderin sürprizlerinden habersiz yaşarken türlü zorlukla mücadele eder. Bir yanda dedesine düşman kesilmiş, mal mülk hırsıyla körleşmiş anne ve babasına karşı çetin bir imtihan veren Harun diğer yanda kardeş bildiği, dostuyla nişanlanmasına vesile olduğu Rüveyda’nın başına gelenlerle sarsılır… İhanet ve iftiranın kararttığı hayatlarda, sevda yeniden filizlenecek mi? Türlü acı ve bedel sonrası sevenler kavuşacak mı? Usta yazar Ahmed Günbay Yıldız’dan kökleri çocukluğun masumiyetine dayanan sevda, vefa, arayış ve dostluk gibi kavramlarla pişmanlığın, kederin ve manevi olgunlaşmanın harmanlandığı, sürükleyici bir roman…
İki kudretli hükümdar, ikisi de cihana hükmedecek güçte, cesarette, dirayette. Biri savaş dehası olarak anılan, dünyanın tek hâkimi olmaya cehdetmiş, önüne çıkacak her engeli devirmeye ant içmiş Emir Timur. Diğeri Anadolu’dan yeşeren koca çınarın, Osmanlı’nın genç padişahı. Niğbolu fatihi, azmiyle, gözü karalığıyla Haçlılara korku salmış, Timur’a bile “O yiğidin göçtüğü âlemin sultanlığından ne çıkar!” dedirtmiş Sultan Yıldırım Bayezid. Okay Tiryakioğlu yeni romanı Devlerin ve Savaşı’nda bizleri yine dünya tarihine yön vermiş şahsiyetlerle bir araya getiriyor. Emir Timur imparatorluğunu batıya doğru genişletmek isterken, Yıldırım hem doğuda hem batıda şanlı bir mücadeleye girişiyor. Bir yandan İstanbul’u kuşatıyor, bir yandan Anadolu’nun birliğini sağlayan adımları atıyor. İstihbarat teşkilatı Karatuğlar, Kanoniklerin en derin hatlarına kadar sızmışken ihanet bir yerlerden yüz gösteriyor; Haçlılar ve Emir Timur arasında gizli bir ittifak oluşuyor. İki büyük komutan, iki cengâver hükümdar, Ankara’da, Çubuk Ovası’nda çarpışan iki ordu ve hiç bitmeyen nefis muhasebeleri… Belki de en büyük şanssızlıkları aynı zamanda yaşamaktı. Okay Tiryakioğlu yenginin, yenilginin, dünyaya hükmetmeye bir adım kalmışken kendi içindeki savaşta yenik düşmenin, onurla kaybetmenin destansı romanını yazdı… Timurlenk, kıl çadırından fırladığı gibi çıktı. Biz de peşinden seğirttik. Bakışlarında merak ve hayret vardı Koca Hakan’ın. Sonra harp alanının kızıl dumanları ve onca pusun arasından çıkanları görünce gözleri faltaşı gibi açıldı. Ak donlu atının iki yanında toplanmaya çalışan piyade ya da süvari, onlarca muharibi baltasının tek bir salvosuyla devirerek geliyordu Yıldırım Bayezid Han. İnanılmazdı ama gerçekten de oydu. Etrafında bir avuç hassa muhafızı olduğu halde karşı konulmaz bir kolaylıkla ilerliyordu. “Hele şu yiğide bakın,” dediğini işittim Timurlenk’in. “Şu yiğide bakın hey! Aman ya Rabbi, şu yiğidi görün ve torunlarınıza anlatın!”
Bir gün başlıyor Ahmet’in evinde, tıpkı bizim evimizde başladığı gibi. Günün sürprizleri, heyecanları, kolaylık ve zorlukları onu bekliyor. O, sadece bir bardak portakal suyuyla çıkmayacak karşımıza. Çok sevdiği Peygamberimizin (s. a. v.) örnek davranışlarını da bizlere aktaracak. O’nun gibi gülümsemeyi, O’nun gibi çalışmayı, O’nun gibi komşularını düşünmeyi, Onun gibi yardımsever olmayı, canlılara saygı duymayı, iyiliksever olmayı, sevgi dolu olmayı, azimli olmayı … O’nun güzel davranışlarını öğrenip hayatımızda uygulamak, mutluluk ülkesine hepimizi ulaştıracaktır. Tıpkı kitabın içinde hikâyesini okuyacağınız portakal suyu satıcısı Ahmet’i ulaştırdığı gibi.
Komik, saf, deli dolu Levent ve tayfası, bir gün Osman’ın çözmeye çalıştığı bir bilmecenin peşine düşüyor. Hem de ne bilmece! Onları Türkiye’den Çin’e, yok yok, İtalya’ya, durun daha bitmedi, Mısır’a, hatta Hindistan’a sürüklüyor bilmeceler… Birlikte neredeyse tüm Türkiye’yi gezen tayfa, bu sefer dünyaya açılıyor. Tabii yine başlarını türlü belalara sokuyorlar, bir suçlunun peşinden koşuyorlar… Her şey dünyanın harikalarını korumak için! Kendilerini eğlenceli olduğu kadar heyecanlı, tehlikeli mi tehlikeli bir maceranın içinde buluyorlar. Dünya mirasını korumak, onlar için her şeyden önemli. Dünya harikalarının tarihini öğrenirken onları korumaya hazır mısın? Bambaşka bir Levent macerası seni bekliyor!
Bir fikir önce sezgilerle belirir, içimizde büyür. Bazen bizi hüsrana uğratan yollara götürür ama kararlılıkla ve denemekle ‘fikir’ tohumları filizlenir, büyür. Üretmek böyle bir şeydir. Rengârenk olan zorlu bir yolculuktur. Çocuklara ve de kalbi büyük olan yetişkinlere hitap eden ‘Bir Fikrim Var’; hem metniyle hem de renk renk büyüyen görselleriyle üretmenin peşinden gidenlere bir ilham kitabı.
Leonard bir uzaylı. Onun hiçbir zaman bir adı olmadı. Ya da bir vücudu. Ya da en iyi arkadaşı. Leonard’ın galaksisinde yaşayan her uzaylı, üç yüzüncü doğum gününde ödül olarak dünyadaki bir canlının bedeninde vakit geçirmeye hak kazanır. Bu fırsat ayağına geldiği için çok heyecanlı olan Leonard, ulusal bir parkta orman koruyucusu olarak dünyaya gelmeyi beklerken kendini bir sokak kedisinin bedeninde bulur. Neyse ki Leonard’ın yolu Olive adındaki genç bir insanla kesişir ve birlikte bir yuva bulmak için yolculuğa atılırlar. Ben Cosmo’nun yazarından bir aile bulmanın ne demek olduğuna dair eğlenceli, dokunaklı ve sürükleyici bir hikâye.
“Bir kişi görünmeyendir. Ya iki kişi? Görünen, koca bir destektir!” Çimen, Yağmur ve Polen… Birbirini tanımayan üç çocuğun yolu “Başarısızlar Kulübü”nde kesişiyor. Peki, bu kulübe kimler katılabilir? Başarısız olma korkusuyla yüzleşmek isteyen herkes! İşte, bu hikâye kendilerini derslerde, sporda, sanatta veya aklımıza gelebilecek her alanda başarısız hisseden herkesi kucaklıyor. Sen de başarı yarışında kendini geride kalmış hissediyorsan bu kitap sana “Pes etme!” diye fısıldıyor.
Meraklı Murat’ın yağmurdan bulutlara, dağlardan hayvanlara dünyamızdaki her şeyi öğrenme macerasında olmak ister misin? Unutma, soru sormak serbest! Haydi, bütün soruların cevabını arayan Meraklı Murat’la tanış.
“Kur’an insanın Rabbiyle, alemle ve diğer insanlarla ilişkilerinden bahseden bir kitaptır.” Elmalılı Hamdi Yazır “Kur’an öyle bir nimettir ki bizi, inançlarımız, nihai hedeflerimiz ve hakikat konusundaki algılarımız hususunda yanılmaktan korur.” diyor Fatma Bayram. 35 yıllık vaizelik hayatı boyunca okudukça Elmalılı’nın mantığının sağlamlığına, bir konuyu dört başı mamur bir şekilde ele alışına, hukukçu olmasına rağmen felsefî, kelâmî tartışmaları derinlemesine analiz edip kişisel kanaatini cesurca ortaya koymasına, dili ustalıkla kullanmasına ve tefsirin yazıldığı dönemin ağır şartlarının temel kavram ve hükümlerini etkilememesine hayran kaldığı Hak Dini Kur’an Dili tefsirini camilerin hanım cemaatine, Osmanlıca tefsir metinlerini sadeleştirip hayatın içinden örneklerle zenginleştirerek kendine has üslubuyla anlattı; o anlattıkça dinleyenler de kendisi gibi bu dile aşina oldu, aşina oldukça sevdi, sevdikçe Kur’an’la olan hakikat bağları güçlendi. Bu gayret şimdilerde sosyal platformlarda ilk günkü heyecan ve dikkatle devam ediyor. Elmalılı Hamdi Yazır ile Kur’an Sohbetleri, Rabbini tanımaya ve O’nu muhtaç gönüllere anlatmaya vakfedilen bir ömrün, 1986 yılından beri bir kanaviçe gibi ilmek ilmek işlenen, işlendikçe zerafeti daha da ortaya çıkan meyvesidir.
Cesaret, sadakat, affetme, paylaşma, cömertlik, alçakgönüllülük, özeleştiri, adalet ve diğerleri… Toplumun geneli tarafından kabul edilen bu ortak kavramlar; bir anlamda, mutluluğun standartlar kümesidir. Değerleri bir banka hesabına benzetirsek, iyi yatırımlar yapan kişinin hesabı ona kâr getirecektir. Ne kadar kâr ettiği hemen anlaşılmasa da bu, ileri yaşlarda faydasını göreceği bir birikim olacaktır. Doğaya ya da ailesine yatırım yapan kişinin, bu yatırımların kendisine geri döneceğini bilmesi gerekir. Bugünün toplumsal yapısına baktığımızda, değerler artık cümle içinde kullanılan kelimelerden ibaret. Oysa değerleri gölgeleyerek toplumları değiştiren bütün kötülükler, ağaçlarda saklı kurtlar gibidir. Nasıl ki kurtlar ağacı içten kemirerek devirirse, sosyal yozlaşma ve kuralsızlık da toplumu böyle çürütür. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bizleri toplumun manevi dinamikleri olan değerlerin hayatımıza yeniden hakim olması için bir adım atmaya çağırıyor, değer eğitiminin insandan başlayarak topluma yayılması gerektiğini söylüyor ve bir Güzel İnsan Modeli sunuyor.
Nevzat Tarhan, 10 Adımda Pozitif Psikoloji’de her biri psikoloji ve psikiyatrinin farklı sahalarında uzman on dokuz kişiden oluşan bir ekiple duygusal zekâ becerilerini 10 adımda geliştirme yöntemlerini pratik uygulamalarla birlikte sunuyor. Kendini tanıma-farkındalık, iletişim becerileri, motivasyon, sebatkârlık, uzlaşmacılık gibi kavramların tek tek açıklandığı kitapta anlatılan 10 adım, psikodrama ve alıştırmalarla pekiştiriliyor. Hayatın her anında karşınıza çıkabilecek krizleri birer avantaja çevirebilmenin inceliklerini anlamak ve öğrenmek isteyenler için 10 Adımda Pozitif Psikoloji kaçırılmayacak bir imkân.
Bir sahur programında engelli bir çocuk babası olan ve on dokuz yıldır ibadet bilinciyle oğluna hizmet eden Ali Bey’i misafir etmiştim. Konu engellilerdi. Karşılaştıkları problemleri, toplumun engellilere bakışını anlatıyordu. O anlattıkça ben kendimden utanıyordum. Yer yarılsa yerin dibine girecektim. Bu konuda ne kadar gafil olduğumuzu fark ettikçe mahcubiyetim katlanarak artmıştı. Sivas’taki bir konferans sırasında tanıdığım Fatma Tatlı kardeşim, imanın imkânını fark etmemi sağladı. İlk Almanya ziyaretinde tanıdığım Gülseren Gümüş kardeşim, bana sahip olduklarımı hatırlattı. Ne kadar zengindim ve ne kadar az şükrediyordum. Zaman içinde tanıştığım kardeşlerim arttı. Hepsi Allah’ın ayrı bir ayetiydi. Hepsinde ayrı bir cevher vardı. ‘Bu kardeşlerimin derdine merhem olabilir miyim,’ düşüncesiyle hayatımızda onlara yer açalım diye bu çalışmaya başladım. Onlar, en zor imtihana tabi tutulmalarıyla Allah’ın özel kullarıydılar. Rabbimiz onlara dünyada bazı sıkıntılar verse de şundan emin olmalıyız ki onları çok seviyor. Ve onların hayatları bizler için ibretlik numuneler sunuyor.” Ahmet Bulut, Cennete Koşanlar’da bizleri Allah’ın verdiği nimetlerin kıymetini anlamaya, her gün soluduğumuz nefesin değerini bilmeye, çok olağanmış gibi kullandığımız uzuvlarımızın önemini fark etmeye davet ediyor. Okuduğunuzda hayatınızda çok şey değişecek. Ne kadar zengin olduğumuzu ancak buna karşın, ne kadar az şükrettiğimizi göreceksiniz.
Gelirken getirmediğin, giderken de gitmelerine mâni olamadığın hiçbir şeye benim diyemezsin. Benim diyemediğin şeyden hak talep edemezsin. Hak talep edemediğin şeyden şikâyet edemezsin. Ama aldandın bir kere. Damarlarına kadar işlemiş haram sevdaya mukabil, sana şah damarından daha yakın olduğunu söyleyen bir Rabbin vardı. Duymadın! Kimse bilmez diye derinlere gömdüğün dertlerine mukabil, yarattığı kalbin atomlarına kadar işiten Rabbin vardı. Anlamadın! Onların batıp giden sevgilileri çiçek alırken, bizim Sevdiğimiz (c.c.) tüm çiçekleri yarattı. Görmedin! Şimdi hüzünlü yüreğine şöyle söyle dostum: Geçmez sandığın ne varsa geçiyor. İçin geçiyor önce. Sonra anıların gözlerinin önünden geçiyor. Geçmez sandığın kabuk tutan yaraların da geçiyor. Ben de gidiyorum artık, gözümün önünden kabrim geçiyor. Kestiğim elimi ispat olsun diye gözlerimin önünde tamir eden Allah’ım! Kırık gönlümü başka cerrahlara götürdüğüm her gün için affet! Tırtıl öldüm demiş, Allah kelebek yaratmış… Kitapları ve videolarıyla milyonlarca insana ulaşan Mehmet Yıldız, Aşk 5 Vakittir’te de akıcı ve keyifli üslubuyla Allah’ı, ibadeti ve namazı anlatmaya devam ediyor.
Allah’a Teşekkür Ediyorum
Allah’ın Güzel İsimlerini Biliyorum
Beni Kimin Yarattığını Biliyorum
Cenneti Merak Ediyorum
Dua Etmeyi Biliyorum
Kitabımın Kur’an Olduğunu Biliyorum
Melekler Beni Seviyor
Namaz Kılmayı Seviyorum
Oruç Tutmayı Seviyorum
Peygamberimin Kim Olduğunu Biliyorum
Fatih Sultan Mehmed, Midilli’yi fethedeli uzun yıllar olmamıştı. Türkleri kendilerine en büyük tehdit olarak gören Rodos Şövalyeleri mazlumlara zulmetmeye devam ediyordu. İşte bu şövalyelerin önderliğinde, zenginliğin ve gücün merkezi Akdeniz’i ele geçirmeye ant içmiş yeni bir Haçlı ittifakı Türk varlığını mavi sulardan silmeye kararlıydı. Fatih’in yiğit askerlerinden Yakup Ağa’nın ele avuca sığmayan yaman oğlu Hızır, bu ittifaka karşı vatanını müdafaa etmek istiyordu, ama nasıl? İşlenmeyi bekleyen cevher misali, Hızır’ın ona yol gösterecek bir rehbere ihtiyacı vardı. Bu cevheri işleyecek olansa kim olduğu ve nereden geldiği bilinmeyen gizemli Derviş’ti. Ulvi bir amaç peşinde, tarihi değiştirecek bir sırra vakıftı… Ve bu sırrı sahibine aktaracağı günü beklemekteydi. Peki… Hızır ile Derviş’in yolları nasıl kesişecek? Hızır, sırrın sahibi olmaya mahir olduğunu gösterebilecek mi? Derviş gerçekte kim? Cem Sultan’ın mirası Hızır’ın ve Derviş’in kaderinde nasıl bir rol oynayacak? Kitapları ve oyunculuğuyla Türkiye’de ve dünyada büyük ilgiyle takip edilen Bahadır Yenişehirlioğlu, Derviş’te ustalıklı bir kurgu ve etkileyici bir üslupla bambaşka bir tarih anlatısı sunuyor.
Bir ev kedisi ile özel bir çocuğun sıra dışı arkadaşlığı… Ev kedisi Pepe, insanları Anne, Baba ve Tato ile birlikte sıradan bir kedi hayatı yaşamaktadır. Oldukça meraklı ve hareketli bir kedidir. Günleri komşunun köpeğiyle atışarak, güvercinlere söylenerek ve uyuyarak geçer. Pepe’nin hayatı, yaşadığı binanın dördüncü katına daha önce hiç görmediği bir çocuğun taşınmasıyla değişir. Bu çocuk onun tanıdığı diğer çocuklardan farklıdır. Hiçbir zaman evden dışarı çıkmaz. Penceresinde kilit olduğu için camdan dışarı bile bakamaz ve zamanının çoğunu resim çizerek geçirir. Pepe, onun eve hapsedildiğini düşünür ve çok tuhaf bulduğu küçük çocuğu yakından tanımayı ister. Fakat o bir kedidir ve insanlarla nasıl iletişim kuracağını bilmez. Yine de yeni arkadaşını güldürmenin ve her şeyden önce onun kalbini ısıtmanın bir yolunu bulmalıdır.
Türkiye’de Orta Çağ Avrupa tarihi üzerine yapılan çalışmalar genellikle Geç Orta Çağ’a odaklanırken yaptığı başarılı çalışmalarla dikkatleri üzerine çeken Doç. Dr. Özlem Genç, bu eserinde Erken Orta Çağ Avrupası’nın önde gelen toplumlarından biri olan Franklar üzerine yoğunlaşmıştır. Yazar, Erken Orta Çağ Avrupası’nda Hayat isimli bu çalışmasında, Frankların tarih sahnesinde görülmeye başladıkları andan onları merkezî bir güç altında birleştiren Clovis`e kadar siyasi faaliyetleri, Roma İmparatorluğu ile ilişkileri ve en önemlisi Orta Çağ Avrupası`na etkilerini değerlendirmiştir. Bu etki, Clovis döneminde derlendiği düşünülen ve Frankların bilinen ilk yasaları olan Pactus Legis Salicae üzerinden incelenmiştir. Bu metni orijinal dili Latinceden Türkçeye çeviren Özlem Genç, böylece ülkemizde hem kaynak azlığından yeterince bilinmeyen Erken Orta Çağ`ın hem de Frank tarihinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamaya çalışmıştır. Özlem Genç’in uzun süreli ve meşakkatli çabalarının sonucu olan bu eser, Türkçe literatürde Erken Orta Çağ Avrupası hakkında önemli bir boşluğu dolduracaktır.
Osmanlı tarihi üzerine yaptığı dikkat çekici çalışmalarla ön plana çıkan Prof. Dr. Ali Akyıldız, Tarihçilik ve Yöntem Üzerine adını verdiği ve tarihçilik mesleği ile tarihçiliğin yöntemine dair yazdığı makalelerini bir araya getirdiği bu eseriyle tarih öğrencileri ve genç tarihçiler için bir rehber oluşturmaktadır. Osmanlı tarihi araştırmaları sırasında karşılaşılan bazı problemler ve bunlara dair ileri sürülen çözüm yollarını içeren bu makaleler, tarih araştırmacıları için ufuk açıcı analizler içermektedir. Tarih yazımında yükselen trendlerden biri olan biyografi yazıcılığının Osmanlı dünyasındaki kısıt ve imkânları, hanedan tarihi çalışmanın problem ve tuzakları, tarih araştırmalarına temel teşkil eden belgelerin niteliği, güvenilirliği ve neyi söyleyip neyi söylemediği, Hicri takvimin zaman zaman tarihi yanlış göstermesi ve bu sorunu aşmak için önerilen çözüm yolları, Yakınçağ Osmanlı sosyo-ekonomik tarihinde karşılaşılan kaynak sorunları gibi konular bu kitapta üzerinde durulan başlıklardan birkaçıdır. Bu eser, tarihçilerin ve tarihçiliğe adım atan genç araştırmacıların bu uzun ve meşakkatli yolda karşılaşacakları problemlere dikkat çeken bilgi ve analizlerle dolu bir el kitabı mahiyetindedir.
Türkiye’nin en çok okunan pedagoji kitapları yazarı Pedagog Dr. Adem Güneş, bu kez çocukluk döneminin en kritik çağını ele aldı. Çocuğun kişiliğinin ana hatlarının oluştuğu 0-6 yaş dönemi ve bu dönemde kaçırılmaması gereken 100 Temel Kural’ı kısa, öz ve sade bir dille bu eserde topladı. Bir Hint atasözü; “Çocuklarınızı 6 yaşına kadar bana verin, 60 yaşına kadar sizin olsun…” der… Pedagojik açıdan doğrudur bu söz… Zira çocukluk dönemi, his edinim dönemidir… Ve hangi his yerleşirse 6 yaşına kadar çocuğa; o, huya dönüşür… İncecik sızı bırakır duyguda, sökülüp atılması kolay olmayan… Kiminde, uğursuz bir iç ses gibi fısıldar durur, bütün bir ömür değersizlik hissettirir insana iliklerine kadar… Kiminde ise cıvıl cıvıl bir iç kıpırtısı verir, dinmek bilmez yaşama sevinci… Ve en zor anlarda çocukluğun tebessümü koşar gelir yardıma… Her insanın sadece bir kez çocuk olma hakkı vardır… O da anne babasının çocukluğunu yaşamasına izin verdiği kadardır…
Birçok anne baba onlarca kitabı uzun uzadıya okumak yerine; çocuk eğitiminin temelini oluşturan, kısa, öz, uygulanabilir bilgilere “kolayca” erişme ihtiyacı hisseder… Çocuk Eğitiminde 100 Temel Kural, tam da bu ihtiyaca yönelik olarak, “olmazsa olmaz” konuların özeti şekilde hazırlandı… “Güvenli bağlanma”dan “dikkat dağınıklığı”na, “sahte benlik” oluşumundan “duyarsızlığa”, “mahcubiyet” kavramından “minnet duygusu”na kadar, her yetişkinin bilmesi gereken çocuk eğitimine dair 100 temel kural bir araya getirildi. Kızmadan, çatışmadan, dost olarak çocuk yetiştirmek mümkün… Utandırmadan, mahcup etmeden, çocuğa saygın bir kişilik kazandırmak hayal değil… “Pedagojinin Anayasası” şekilde hazırlanan bu eser, Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş’in kaleminden, çocuk eğitimini önemseyen herkes için…
“Oyun, çocuk için sadece bir oyalanma ve eğlence aracı değildir; fiziksel, zihinsel, dilsel, motor, sosyal-duygusal gelişim alanlarını destekleyici bir role sahiptir. Oyun çocuğun en ciddi işidir” diyerek yola çıkan Ali Çankırılı Benimle Oynar mısın Anne’den sonra Benimle Oynar mısın Baba ile çocuklarıyla kaliteli vakit geçirmek isteyen anne ve babalara bir destek eli uzatıyor. Bilgisayar ve internet odaklı oyunların çocuklarımızı adeta işgal ettiği şu dönemde evdeki basit materyallerle bazen de hiçbir malzemeye ihtiyaç duymadan uygulanabilecek oyun ve etkinlikler giderek daha da önem kazanıyor. Çünkü çocuğun duygusal, bedensel, zihinsel olarak aktif biçimde katılacağı oyun ve etkinlikler dikkat, algı, duyusal gelişim ve farkındalık üzerinde olumlu etkilerde bulunuyor. Bu ihtiyacın farkında olan ama çocuklarıyla basitçe ve gelişimlerine destek olacak içerikte farklı oyunlar ve etkinlikler oluşturmakta zorlanan anne babalar Benimle Oynar mısın Baba’da yaş gruplarına, uygulanacakları mekâna ve kazanımlarına göre gruplandırılmış etkinliklerle çocuklarıyla dolu dolu vakit geçirecek, zaman zaman da geçmişin sokak oyunlarının bugüne taşınan versiyonlarıyla kendi çocukluklarına doğru keyifli bir yolculuğa çıkacaklar.
Komik, saf, deli dolu Levent ve tayfası, “Genç Arkeologlar Yetişiyor Projesi” için Göbeklitepe’ye gidiyor! Göbeklitepe’nin milattan önceye uzanan gizemli tarihini keşfedecekleri bu kitapta tayfa başını yine binbir belaya sokuyor. On binlerce yıllık heykellerin peşine düşen hırsızları yakalamak ve arkeolojik hazineyi korumak için kendilerini heyecanlı, tehlikeli mi tehlikeli bir maceranın içinde buluyorlar. Göbeklitepe’yi tayfayla birlikte korumaya ve arkeoloji bilimine daha yakından bakmaya hazır mısın? Her şey, insanlık tarihini değiştiren Göbeklitepe için! Bambaşka bir Levent macerası seni bekliyor!
Kim ki lütuflar için şükretmez, O’nu kaybetme riskiyle karşı karşıyadır; Kim ki şükreder, o lütufları manevi bağlarla Kendine bağlamış olur. (İbn Atâullah) Şehir boğuluyor, şehrin sakinleri de öyle. Güzide dimağların pervasızlığı, anlayışsızlığa dönüşmüş. Modern hayatın cazibesi kısa süreliğine başımızı göğe erdiriyor; ama ardı sıra, külleri kalıyor geriye ve insanlık boşanma, intihar, depresyon ve uyuşturucu yüklü kişisel ve sosyal kabristana düşüyor. İlerlemeye dair sloganlarımıza rağmen, Machado’yla birlikte acı çekiyoruz: “İnsanlarla barış içinde, ama iç organlarımızla savaş içinde yaşayış.” Ve Nabokov gibi, “beşiğin dipsiz bir kuyuya doğru yuvarlandığı”na kâniyiz. Tevhidin tarihi, kurtuluş anlarını dinler adını verdiğimiz parlak ve erişilebilir ışığın burçlarını, yahut kadim ihtişamın katışıksız bakiyelerini belgeliyor. İslâm, bütün ihtişamıyla, başlangıçta bize verilen insaniyetimize, fıtratımıza yeniden erişme imkânı sağlıyor. Postmodern yaşayış okyanusları boyunca selametle yol almamızı mümkün kılan bir cankurtaran gemisi olarak kılavuzluk ediyor. Modern insan daima bekleme odasında duran, daha gerçek bir gelecek umudu taşıyan, ama asla buna tamı tamına erişemeyen puer aeternus olarak gözüküyor; oysa İslâm insanı, homo Islamicus kemale ermiş biridir, makinelerin ve nefsinin getiremediği türden bir seyr u sülûku tecrübe etmiş bir yetişkindir. Sosyalliğin yurdu, işte burasıdır: Erkekler ve kadınlar, çocuklar ve yaşlılar arasındaki ilişkiler için mevcut bir norm, kişisel arınma ve nefis terbiyesi arayışının yüreklendirdiği, kutlu hayat tecrübesine dair içtenlikli ve neşe yüklü bir vizyon. T. J. Winter (Abdülhakim Murad), postmodernitenin ve bütün sahte kurtuluşların kadehinden içmiş ve sonra İslâm’ı insanın anlam arayışına götüren kesin bir anahtar olarak tanımış bulunan bir postmodern dönem çağdaşı ve düşünür olarak Allah’ı bütün isimleriyle öğreten tek dinin potansiyel ihtişamını ortaya seriyor.
Asimetrik Savaş, ilk baskısını 2010 yılı Mayıs ayında yaptı. Kitabın 93. sayfasında bugünden bakınca oldukça ilginç bir öngörü vardı. “Toplum artık darbecilerin siyasi ajandalarını biliyor. Eğer bir darbe girişimi olsa, binlerce arabanın askeri birlikler önünde, trafiği kilitleyeceğini söylersek abartmış olmayız. Çünkü toplum özgürlüğün ve insanlığın tadını aldı.” Gerçekten de kitabın yayınlanışından 6 yıl sonra gerçekleşen 15 Temmuz darbe girişiminde, sivil halk sokaklara fırladı, bazıları arabalarını askeri birliklerin önüne yığdı. Dünya tarihinde ilk kez bir halk darbe girişimini engellemiş oldu. “Asimetrik Savaş, savaşmadan kazanma sanatı” diyor Nevzat Tarhan ve bu gerçeği oldukça detay bilgilerle ve derin incelemelerle biz okurlara yansıtıyor. Kitapta yer alan bilgiler, öngörüler, analizler hayati derecede önemli olduğu için, Nevzat Tarhan Asimetrik Savaş kitabını yeniden ele aldı, genişletti ve güncelledi. Toplumsal sadakat, Türkiye’de laiklik ve adalet ilişkisi, Kolektif psikoz, Demokrasi algılamaları, ‘Babam bilir’ tarzı yönetimi, Olgu/Algı farklılıkları, Ergenekon bitti mi, Kategorik siyasal düşünce, Yakın tarihin travmaları, Öfkenin kadın ve erkekte etkisi, “Ordu yıpranmasın, Türkiye yıpransın” diyemeyiz, Fobi; ‘aşırı uyarılmışlık hali’, Karıncaya tüfekle ateş etmek, Politik psikoloji, 15 Temmuz ve Asimetrik Savaş gibi, kitabın içinde yer alan yüzlerce konunun her biri sarsıcı, analizler ve öngörülerle yarınlarımıza uyarıcılık yapıyor. Savaşmadan kaybetmemek için Asimetrik Savaş’ı okumak gerek…
Yer O’nun için… Gök O’nun için… Deniz kıyısındaki kum tanelerinin her biri O’nun için… Tüm alem O’nun, O ise tüm alem için… Kul ve resul planında vücuden en evvel, manen en ahir… O ki Allah’ın sevdiği kulu, son resulü… Hürriyetini bulmak isteyen O’na esir olsun. Allah’a kul olmak isteyen O’na uysun. Kurtuluş O’nda… Ferahlık O’nda… Selamet O’nda… Aranıp da bulunamayan hiçbir güzellik yok O’nda… Öyleyse bugün kimin gönlü bunalıyorsa, kim başına gelen imtihanlardan yorgunsa, kim sıkıntılar içinde göğüs kafesi çatlayacakmış gibi hissediyorsa, kim her şeyi olmasına rağmen hâlâ huzursuzsa, kim aldatılmışsa, kim ağlatılmışsa Resulullah’la arasındaki bağa baksın… Kim de hayatına yeni bir başlangıç yapmak istiyorsa bir besmele çekip bundan sonra O’na biraz daha benzeyebilmek için adım atsın. Allah’ın bizlere yol göstermek için gönderdiği Peygamber Efendimize(sav) tutunursak aklımızdaki birçok soru cevap bulacak, kalbimizdeki birçok şüphe yerle bir olacak ve karanlıklar aydınlanacak.
Ne yaparsan yap olmaz bazen. Ama o kadar güzel olmaz ki, “Ancak bu kadar güzel olmayabilirdi,” dersin. Ve aklına gelir: “Kadere iman eden kederden emin olur.” Sonra anlarsın ki, nar tanelerini teker teker yerli yerine yerleştiren Rabbin, seni de hangi gönle yerleştireceğini bilir. Tek yapman gereken kara geceleri kudret kalemiyle güneşe boyayan, kahverengi odundan pembe çiçekler açtıran Allah’a inanmak. O’na inanırsan yaklaşmak için tuttuğun elin aslında Allah’tan uzaklaştırdığını anlarsın. O’na inanırsan batıp gidenlerden medet ummaz kalbin esas sahibine yönelirsin. O’na inanırsan Aşk neden can yakar, anlar ve sabır ipliğiyle diktiğin tüm yaralarını tedavi edersin. İstemez misin kor ateşler etrafını sararken yanmayan bir İbrahim olmayı… Kitapları ve videolarıyla milyonlarca insana ulaşan Mehmet Yıldız, Aşk Neden Can Yakar’da da akıcı ve keyifli üslubuyla Allah’ı, nefsi ve ibadeti anlatmaya devam ediyor.
Aşk, evlilik, eş, aile, ev hanımlığı, sevgi, akrabalar, aldatma, şiddet, boşanma, annelik- babalık, mutlu bir ailenin sırları ve daha fazlası… Aile kurumunun yıkılmaya yüz tutması, aile bireyleri arasındaki bağların zayıflaması ve modern dünyanın getirdiği sorunlar aile üzerinde yeni baştan durulması gerektiğini gösteriyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın kaleminden Son Sığınak Aile, aileye ilk adım olan evliliğin biyolojik, psikolojik, sosyal ve kültürel temellerini irdeliyor. Yaşanmış örneklerin ve ‘evlilik niyet sözleşmesi’nin desteğiyle aile üyelerinin ve evliliğe hazırlık sürecinde olanların yollarını aydınlatıyor. “Aileyi” bütün yönleriyle anlatırken aileleri, karşılaşılan sorunları ve olguları bilimsel bir bakış açısıyla ele alıyor. Bu kitap, her ailenin ve aile olma yolunda ilerleyenlerin mutlaka kitaplığında bulunması gereken, mutlu aileler için rehber niteliğinde bir başvuru kitabı.
Yol uzun, ömür kısa olduğuna göre, hayatı güzelleştiren sırları çözmek gerekiyor. Bunun için de kültür hazinelerinin kapılarını açmak, mücevherleri ortaya saçmak icap ediyor. Unutmayalım ki, medeniyetimizin pırlantaları, dün olduğu gibi, bugün de hem gözlerimizi hem gönüllerimizi dinlendiriyor. Kültür tarihçisi Dursun Gürlek’in hazırladığı bu kitap Osmanlı medeniyetinden ve İstanbul kültüründen kesitler sunuyor. Evliya Çelebi’den anekdotlar, eski kitapların tozlu sayfalarında unutulmaya yüz tutan latifeler, Süleyman Nazif’ten fıkralar, hediyelik altınlar, camilerimizi süsleyen şaheser tablolar, eli öpülecek insanların özellikleri, Mehmed Âkif’in gözünü yaşartan sahneler, Şair Haşmet’ten haşmetli sözler, şifalı tozlar, Mevlevi medeniyetinden ibretler, uyuyanları uyandıracak fıkralar Kültür Dünyamızdan Manzaralar’ı oluşturuyor. Cana can, yüreklere heyecan katacak, enikonu okunacak birçok konu sizleri bekliyor.
13. yüzyılın ikinci yarısı ile 14. yüzyılın ilk yarısında yaşayan İbn Teymiyye, kaleme aldığı eserlerle İslam düşünce tarihini büyük ölçüde etkilemiş isimlerden biridir. İbn Teymiyye’nin es-Siyâsetü’ş-Şer’iyye fî Islâhi’r-Râî ve’r-Raiyye isimli bu en kıymetli eseri, Yöneticinin ve Yönetilenin İyiye Yönlendirilmesine Dair Şer’î Siyaset başlığıyla okuyuculara sunulmaktadır. Bu çalışma, İslam siyaset düşüncesi alanında kaleme alınan eserler arasında en önemlilerinden biridir. Eseri ayrıcalıklı kılan hususlardan birisi yazarın kendi döneminde rastladığı yönetimler, gruplar, farklı devlet görevlerini üstlenmiş memurlara dair yaptığı tespit, tasnif ve taksimlerdir. Özellikle din-siyaset ilişkisi, siyasîlerin olumlu ve olumsuz davranış tarzları, kamu görevi üstlenenlerin ahlakî vasıfları konusunda yazarın orijinal tespit ve değerlendirmeleri bulunmaktadır. Eserinde ideal siyasetten bahseden İbn Teymiyye, yeri geldikçe kendi döneminde rastladığı olumsuzluklara temas etmekte, bunlardan hareketle “imkân ölçüsünde sorumluluk” konusuna vurgu yaparak reel siyasete bu bağlamda temas etmektedir. İslam siyaset düşüncesinin önde gelen isimleri arasında bulunan İbn Teymiyye’nin bu eseri, bir bütün hâlinde bakıldığında bu alanda farklı bir perspektiften nassların ve tarihî uygulamanın nasıl görüldüğünü tespit konusunda değerli bir birikim sunmaktadır. Bu yönüyle, eser, konuya ilişkin araştırma yapanlar için önemli metinlerin başında gelmektedir.
“Aklınızın denizlerinde yüzen bir balık, kalbinizin kıyılarına vuran dalgalar yaratır.” Tebriz’de bir sokak çocuğu olarak yaşayan Emir için dünyanın bütün sesleri onun duyabildiği kadardı. Fakat iyi duyamayan kulakları, kalbinin hissetmesine veya zihninin hayaller kurmasına engel değildi. Tesadüfen gördüğü kırmızı balığın, hayatını değiştireceğinden tümüyle habersiz olan Emir, onu özgürlüğüne kavuşturmak isterken farkında olmadan kendisini balıkla özdeşleştirmişti. Kendi özgürlüğü, kırmızı balığın özgürlüğüne bağlıydı sanki. Annesiz babasız, yuvasız ve sevgisiz yaşamanın zorluğuna İran ile Irak arasında yıllardır süren savaş da eklenince sokaktaki yaşam artık daha tehlikeliydi. Hayallerinin ve umutlarının peşinde hayatının ışığını arayan Emir, korkunç bir savaşın gölgesinde uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkmak üzereydi. Düşperest serisi ve Canım Arkadaşım kitaplarının yazarı Özgür Balpınar’ın masalsı kaleminden, dünyayı olduğu gibi değil olması gerektiği gibi gösteren umut dolu bir hikâye.
“Nasıl bakılacağını bilirseniz, yıldızların özüne işlenmiş hikâyeler vardır. Bir yıldız gibi olun, ışığınız parlasın. Hikâyeniz parlasın. Çünkü bizi eve hikâyeler götürecek.” Mülteci kampında günler birbirinin aynı geçer: sıkıcı, aç ve gergin. Kampta ne yeteri kadar yiyecek vardır ne oyalanacak bir şey ne de ihtiyaç duyulan ilaçlar. Hayatının büyük kısmı kampta geçen Omar, okula gitme fırsatı doğduğunda bunu hem kendi hem kardeşi Hasan için bir umut ışığı olarak görür. Fakat bu aynı zamanda konuşamayan kardeşini, ailesine dair tek hatırasını yalnız bırakacağı anlamına gelir. Omar ve kardeşinin hayalini kurdukları yeni hayata başlamaları içinse beklemeleri, beklemeleri ve daha çok beklemeleri gerekir. Ömrünü karşılaştığı zorluklarla mücadele ederek ve değer verdiği şeyleri var gücüyle koruyarak geçiren Omar, nereye giderse gitsin ve yanında kim olursa olsun ailesini ve evini yüreğinde taşır. Yıldızlar Saçıldığında, Omar Mohammed’in kendi hikâyesini tüm içtenliğiyle anlattığı, ödüllü çizgi roman yazarı Victoria Jameson’un kaleminde hayat bulan, bekleyişin ve umudun buluştuğu etkileyici bir çizgi roman.
Masal okuyan çocuklar, masal kahramanlarının olaylara nasıl yaklaştığını ve hangi durumlarda hangi tepkileri gösterdiğini çok iyi kavrarlar. Kavradıklarını da kısa sürede yaşamlarına aktarırlar. Bu nedenle onlara okunan ya da kendilerinin okuyacakları masalların seçimi, son derece önemlidir. Hem ebeveynler hem öğretmenler tarafından beğeniyle karşılanan Cep Masallar dizisi, Pofuduk Masallar POF POF ile devam ediyor. Bu masallar ile çocuklarımız hem eğlenecek hem de birçok kavram kazanımı elde edecek!
İsmail Ediz’in kaleminden, Orta Doğu’da bir Yahudi devleti kurma düşüncesinin nasıl şekillendiğini Neoklasik Realizm teorisiyle açıklayan alanında öncü bir çalışma: Balfour Deklarasyonu: Yahudi Devletinin Kökenleri. 1917 Balfour Deklarasyonu’nu İngiliz hükümetinin ortaya çıkardığı bir karar olarak incelemeye alan eser, konuyu hem tarih hem de uluslararası ilişkiler perspektiflerinden değerlendiriyor. İngiliz arşiv belgelerini mercek altına alan kitap, günümüz araştırmalarında ihmal edilmiş yönleri, ara değişkenleri, İngiliz iç siyasetini ve dünyanın durumunu gözler önüne seriyor. Filistin’in jeostratejik konumu, İngiltere’nin savaş sırasındaki değişken durumu, Yahudilerin Çarlık Rusyası karşıtı tutumu, uluslararası ekonomik kriz, Amerikan-Yahudi sermayesine duyulan ihtiyaç, gizli ve sözlü yürütülen görüşmeler, nihayetinde kökünden değişen uluslararası dengeler… Balfour Deklarasyonu: Yahudi Devletinin Kökenleri, Orta Doğu’yu çıkmaza sürükleyen ve Yahudi devletini adım adım inşa eden Balfour Deklarasyonu’nun tarihi. Geçmişi uluslararası ilişkiler metodolojisiyle okuyup çok boyutlu bir nedensellik kurgusu görmek isteyen okurlar için vazgeçilmez bir çalışma.
Kusurlu bir sikke elden ele, keseden keseye geçerek bütün Roma’yı nasıl dolaşır? Hikâyeyi hikâyeye, yolu yolcuya, rüyayı rüyete, yedi kişiyi erdemli bir köpeğe nasıl bağlar? Gölgelerin mağarasına dönen haberci her defasında niye taşlanır? Kehribar Geçidi, MS 300’lü yıllarda İmparator Diocletianus Roma’sında bu sorulara cevap arıyor. Okuyucularını Forum’un, Colosseum’un, Senato’nun, Tiber ırmağının, Şifa Tapınağı’nın, sonradan kaybedilmiş veya hiç edinilmemiş özgürlüklerin, hitabetin, yazmaların, lâhitlerin, şifalı otların, kurtların kuşların, dağların, en dehşetli dövüşlerin, toga picta’nın ve dikenli deniz salyangozlarının arasında uzun bir yolculuğa davet ediyor. Berrak fakat derin dili, karakterlerinin canlılığı, olaylarının sürükleyiciliği, dönemsel detaylarının zenginliği, can yakıcı meselelerinin her daim geçerliliği ile tarihin özel bir noktasından çekip çıkarılmış olsa da evrensel insanlık hallerine dair söyleyecek sözü olan destansı bir başyapıt. Sekiz yıllık bir emeğin sonucu. “Sanki ölmüşüz de bu dünyadaki günlerimizi anarak konuşuyoruz seninle. Sanki bu dünyadaki yaşamımız bitmiş de biri, bütün dertlerimize dönüp şöyle bir bakalım diye omuzumuzu okşar gibi. Bitti artık, geçti, der gibi.”
Kemal Sayar bugüne kadar pek çok kitapla buluştu okurlarıyla, yazdığı kitaplar aracılığıyla bizlerle söyleşti. Şimdi sıra Hayat Teselli Bulmaktır’da. Bugüne kadar yayımlanan yazılarının en sevilenleri, en çok paylaşılanları bir araya getirilerek oluşturulan Hayat Teselli Bulmaktır birbirimize hoşça bakabileceğimiz bir dünyanın, insanın insanda dirileceği bir hayat anlayışının mümkün olduğunu fısıldıyor kulağımıza. Üstelik bir şairin ince dokunuşlarıyla…
Garaudy, bu eserinde okuruna şöyle sesleniyor: Sosyalizmin iflas ettiği, kapitalizmin de çöktüğü bu yüzyılımızda, insanlığı uçuruma yuvarlanmaktan kurtaracak tek çare, ilk insandan günümüze kadar gelen tek ve yegâne temel ilâhî din olan İslâm’ı yeniden şahlandırmaktır. İslâm, doğuşunun hemen ardından, bir yüzyıl içinde Pirenelerden Himalayalara kadar şimşek hızıyla yayıldı. Çünkü o ilk dönemde İslâm, karşılaştığı bütün halklara kucak açmış, bütün kültürleri bağrına basmış ve insanlar arasında adaleti tam anlamıyla sağlamıştı. O dönemin insanlığını bağnazlıklar, despotluklar ve zulümlerden kurtarmıştı. Günümüzde de İslâm, tüm dünya halklarını aynı hedefe kilitlenmiş olarak yayılma, kucaklama ve kurtarma gücüne sahiptir. Çünkü İslâm, yeryüzünde huzur, refah ve saadeti gerçekleştirebilecek yegâne ilâhî ve ebedî mesajdır. Yeter ki İslâm, o ilk yüzyıldaki ruhuna ve canlılığına tekrar kavuşturulsun! Yeter ki Müslümanlar, can çekişmekte olan Batı’yı taklit etmekten vazgeçsinler! Yeter ki günümüz Müslümanları, bundan bin sene öncesinin dâhî âlimlerinin kendi dönemleriyle ilgili çözümlerini değil de, onların her çağa cevap verebilecek yöntemlerini, metotlarını, usullerini benimsesinler! Yeter ki Kur’ân ve hadisler, ölülerin gözleriyle değil de, dirilerin gözleriyle okunabilsin! İşte o zaman, bu ilk ve son ilâhî mesaj, insanları tekrar sahte mutluluklardan gerçek mutluluğa ve huzura kavuşturacaktır.
KAYI serisi ile 7’den 70’e yüz binlerce okurun beğenisini kazanan Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, OSMANLI GERÇEKLERİ serisinin üçüncü kitabında Osmanlı’daki sosyal meselelerle ilgili akla takılan pek çok soruya temel kaynak referanslarıyla cevap veriyor. Şimşirgil bu çalışmasında kadınların Osmanlı’daki sosyal, kültürel ve politik konumlarını; kuruluş döneminden son döneme kadar Osmanlı donanmasının durumunu; tarikatların ve tasavvufun teşekkülünü; casusluk ve istihbaratı; iskân siyasetini ve Ermeni tehcirini detaylarıyla inceliyor. Osmanlı kadınlarının evlilikte ve boşanmada söz hakları var mıdır? Osmanlı’da taciz, tecavüz ve şiddete verilen cezalar nelerdir? Dünyada biyolojik silah kullanılarak yapılan ilk saldırı Osmanlılarda hangi padişah döneminde gerçekleşmiştir? Neden Batı’da Müslüman yerine Türk kelimesi kullanılmaktadır? II. Abdülhamid Han nasıl bir istihbarat ağı kurmuştur ve bu teşkilatın çalışma şekli nedir? Osmanlı elçilerinden hakarete uğrayanlar veya öldürülenler olmuş mudur? Şehir ve kasabalara sistemli iskânlar yapılmasının nedeni nedir? Barbaros Hayreddin Paşa korsan mıdır? Amerika kıtasını aslında kim keşfetmiştir? Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve yükselişinde tasavvufun rolü nedir? Osmanlı Gerçekleri – III Osmanlı Devleti’yle ilgili zihinleri kurcalayan daha pek çok soruya verdiği cevaplarla bütün okurların beğenisini kazanacak…
Karaların ve denizlerin hâkimi Kanuni Sultan Süleyman, aynı zamanda “Muhibbi” mahlasını kullanan büyük bir şairdi. Önemsediği, fakat karıncaların bürüdüğü bir ağacı kesmek için Şeyhülislam Ebussuud Efendi’ye bir tezkire yazar ve konuyu sorar: Dırahta ger ziyan etse karınca ziyanı var mıdır anı kırınca Şeyhülislam aynı yolda cevap verir: Yarın Hakk’ın divanına varınca Süleyman’dan hakkın alır karınca!
“Felaketimizin kaynağı kültür yokluğu. Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak, kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekanın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek. Harami mağaralarının kapılarını değil, hükümdar hazinelerinin kapılarını açan büyü, kitap!..” Gözlerinin ışığı tükenene kadar gözünü kitaptan ayırmayan Üstad Cemil Meriç böyle söylüyor kitap hakkında… Bir başka kitap aşığı da “Benim sevgilim kitap ve kalemdir. Geride kalanların hepsi mihnet, endişe ve gamdır.” diyerek muhabbetini dile getiriyor. Matbaanın bulunmadığı ve kitapların büyük zorluklar içinde çoğaltıldığı çağlarda kitabın, ilmin ve ilim adamının gördüğü itibar aranır hale gelmişse; kitaplar çoğaldıkça, matbaalar arttıkça okuma oranı düşüyorsa; ve artık “medeniyet” sahnesinde bize bir rol verilmiyorsa, kitaba yeniden dönmenin vakti gelmiştir. Dursun Gürlek, medeniyet tarilimizdeki yolculuğu esnasında derlediği kültür hazinesini bir bardak demli çay eşliğinde paylaşmak üzere sizi Çınaraltı’na davet ediyor.
Birçoğumuz için ‘kendini affetmek’ tanıdık bir kavram değildir… Halbuki affetmelerin ilki, kişinin kendini affetmesidir. Kendini affetmek; bireyin geçmişte hissettiği ve bilinçaltının derinlerinde yatan suçluluk duygularını bırakıp kötü hissetmelerden kurtulmasıdır. Çoğumuz yaptığımız hatalar karşısında suçluluk duygusunu ne kadar yoğun yaşarsak, affedilmeye o kadar layık olduğumuza inanırız. Oysa kişinin bir yanlış davranıştan vazgeçebilmesi için duygusal güçlülüğe ihtiyacı vardır… Bir yanlış davranıştan sonra kişi kendini ne kadar suçlarsa psikolojik olarak o kadar zayıflar… Ve içine düştüğü psikolojik zayıflık, onu benzer davranışları yaptıracak bir kısır döngüye sokar… Adem Güneş, Kendini Affet’te okuyucularını, iç sesleriyle, dirençleriyle ve zorlantılarıyla tanıştırıyor… Suçluluk duygusu uyandıran iç seslerle nasıl konuşulacağını, dirençlerden nasıl kurtulunacağını, zorlantılarla nasıl baş edileceğini uygulamalar eşliğinde anlatıyor. Kendini Affet suçluluk duygusunun etkilerinden kurtulup bilinçli seçimlerden oluşan bir yaşama geçişin yollarını gösteriyor.
Dursun Gürlek, Ayaklı Kütüphaneler isimli eserinde bize, hakiki kitap âşıklarını ve “ayaklı kütüphane”, “canlı kitap” gibi deyimlerin hakkını veren, kafasında kütüphane taşıyan, kitapların kadrini kıymetini bilen âlimlerin hayatlarını ilginç anekdotlar eşliğinde anlatıyor. Bu kitabı okuduktan sonra “yıldızları konuşturan âlim”le, “kafasının içi müdürlüğünü yaptığı kütüphane kadar zengin olan hoca efendi”yle, “ölüleri dirilten ve mezarlıklara hayat veren biyografi bilgini”yle, “kahvelerde ders veren ünlü tarihçi”yle, “Osmanlı arşivi belgelerini Bulgarların elinden kurtarmak için çırpınan, akmayan çeşmeleri görünce gözyaşı akıtan muallim”le, “Fransız işgal komutanını kütüphanesinden kovan Hafız-ı Kütüp”le ve “kitapların ve kitapçıların şeyhi kabul edilen sahhaf”la tanışacaksınız. Bu çalışmayla kitabın, kütüphanenin ve kültür tarihimizdeki “ayaklı kütüphaneler”in gizemli dünyalarına yolculuk yapma fırsatını yakalayacaksınız…
Herkes zürafa resmi çizebilir. Siz de çizebilirsiniz! Moni, resim derslerini çok severdi. İlginç şekiller çizmeye ve renklerle oynamaya bayılırdı. Fakat bir gün tuhaf bir şey oldu. Moni resim çizemedi. Hem de zürafa resmini… Öğretmeni, Moni’yi hayal ettiği her zürafayı çizebileceği konusunda cesaretlendirmeye çalışsa da o ikna olmuyordu. Ancak öğretmeninin pes etmeye niyeti yoktu. Tabii Moni’nin de… Peki Moni, zürafa resmi çizebildi mi? Hayal etmenin, kendine inanmanın, azim ve cesaretin önemini vurgulayan “Benim Zürafam Uçabilir”, kendini keşfetmek ve özgürce hayal etmek isteyen herkesi büyüleyici dünyasına ortak olmaya davet ediyor.
Barbaros Hayreddin Paşa… Akdeniz’i bir Türk gölü haline getiren, düşmanlarının bile büyük saygı duyduğu denizcilik tarihinin belki de en büyük denizcisi. Çocukluğundan itibaren cesareti ve iradesiyle hep en önde olan Barbaros, Türklerin denizlere hâkim olmadığı sürece fitnenin bitmeyeceğine inanıyordu… Denizler ise acımasızdı, en yakınlarını, sevdiklerini kaybetti hırçın dalgalarda… Akdeniz’in kalbinde zehirli hançer gibi saplı Rodos Şövalyeleri, Endülüs’e zulüm eden İspanyollar, Müslümanlara zarar veren korsanlar, Habsburglar, Papalık, Venedik, Ceneviz, Malta, Portekiz ve diğerleri… Türkleri denizlerden atmak için bütün gayretleriyle çabalıyorlardı. Denizlerin hâkimi olmak bu Haçlı ittifakı karşısında zordu, fakat Barbaros da yalnız değildi. Leventleri, hocası Kemal Reis, Piri Reis gibi dostları ve Devleti Aliyye bütün imkânlarıyla Barbaros’un yanındaydı. Eserleri altı dile çevrilen, Türkiye’nin en çok okunan tarihî romanlarının yazarı, okurları tarafından “Günümüzün Peyami Safa’sı” olarak anılan Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden sürükleyici, heyecanlı ve derinlikli bir Barbaros romanı…
MUHTEŞEM BİR YOLCULUĞA HAZIR MISINIZ? HEM DE BİLET ALMADAN… Ünlülerle Bir Gün serisi sizi hiç unutamayacağınız bir maceraya davet ediyor… Zamanda yolculuk yapıp geçmişte yaşamış ünlülerle tanışmayı hayal ettiniz mi hiç? Sizi bilmiyoruz ama kitaplarımızın kahramanı Murat’ın böyle bir hayali vardı. Bir gün bir güvercin ona bir anahtar getirdi. O günden sonra Murat, bu anahtar sayesinde geçmişe gidip istediği ünlülerle tanıştı. Onlarla unutamayacağı bir gün geçirdi… Padişah, gezgin, doktor, yazar, şair, düşünür, mimar, coğrafyacı, denizci, mucit… Geçmişte çok önemli işler başarmış bu büyük kişileri Murat’la birlikte tanımak çok eğlenceli olacak. Maceraya hazır mısınız? Piri Reis’le ilk dünya haritasını çizecek, Yunus Emre ve Mevlana ile tüm evreni sevecek, Mehmet Akif’le istiklal marşımızı yazacaksınız… Bunlarla kalmayıp Fatih’le İstanbul’u fethedecek, Barbaros’la denizlere açılacak, Mimar Sinan’la eşsiz eserler inşa edeceksiniz. Evliya Çelebi’yle ülke ülke gezecek, İbn-i Sina ile şifa dağıtacak, Hezarfen’le kuş gibi uçacaksınız! Bu fırsatı kaçırmayın! Sonra sakın ağlamayın.
“Her şeyi yaratan Allah (cc), her şeyi bilir. Peygamberimizi(sav) de Allah seçmiştir. O en güzel ahlakı yaşadı. Bizlere dünyayı Cennet eden dinimizi öğretti. ‘Hadisleri Öğreniyorum’ dizisindeki kitaplar da onun sözlerini, hayatını, davranışlarını çocuklarımıza anlatıyor. Ne güzel!” Hekimoğlu İsmail Dizideki kitaplarda, çocukların ezberleyebileceği uzunlukta ve anlayabileceği konularda hadisler işleniyor. Hadislerde öğütlenen davranışlar, akıcı bir üslupla hikâyeleştiriliyor. Bu hikâyeleri, 5-6 yaşlarındaki çocuklar büyüklerinden dinleyebilir ve 7-8 yaşlarındaki çocuklar kendileri rahatlıkla okuyabilirler.
Neşe çok soru soran, sorularının cevabını almadan asla peşini bırakmayan meraklı bir çocuk… Neşe’nin kimsenin aklına gelmeyen birbirinden ilginç soruları var. “Yıldızlar gündüzleri uyuduğu için mi görünmezler? Turuncu saçlı insanlar çok fazla havuç yediği için mi saçları turuncu? Yemeğimizi yemediğimiz zaman neden yemekler arkamızdan ağlar?” Vee Neşe bir gün en zor sorusunu sorar… “KIRILAN KALPLER NEREYE GİDER?”
– Eğer istersen sana dünyayı gösterebilirim. Sırtıma binmen yeterli, demiş kuş. – Ya istemiyorsam, demiş elma kurdu. – Hiçbir zaman ne kaçırdığını bilemeyeceksin, demiş kuş. – Benim elmamım içi rahat ve güvenli! Sen de kendine bir elma bulmalı, rahat ve güvende kalmalısın, demiş elma kurdu. Dünyayı keşfetmek isteyen bir kuşla elmasını bir türlü bırakmak istemeyen elma kurdunun hikâyesi… KANATLARIM VAR BENİM’le çocuklar, duvarın arkasında sonsuz bir yolculuğa çıkacaklar.
Onların Çağrısına Kulak Ver! Birçok varlık gibi hayvanlar da bizlere bir şeyler söylüyor. Onları dinlediğimizde tüm canlılar gibi onlar da üzerinde taşıdıkları özelliklerle Yaratıcılarını tanıtıyorlar. Kitabın bulmacalarında sırlı bir yolculuğa çıkarken gizlendikleri yerlerde şaşıracağınız pek çok şeyi de bulacaksınız. Okul öncesi okurların çok seveceği bu kitabın meraklıları elbette ki onlarla sınırlı değildir. Şimdi gelin kitabın içindeki “çağrıya” kulak verelim. İyi seyirler.
“İslam bizi geri bıraktı, Batı karşısında yenilgilerimizin sebebi İslam’dır!” hükmü, giderek bir inanç, bir yaşama biçimi halini aldı. Bunu da modernlik kisvesi altında hınç ve taassupla dolu telkinler halinde yaydılar; bu tür ideolojilere ve akımlara neredeyse meşruiyet kazandırıldı… Bu yanılgıların ortasında doğdum ve yetiştim. Gerçeğin ise tam tersi olduğunu pek çok bedel ödeyerek idrak ettim. Hayatımın ilk yarısı bir korku filmi gibi geçti… Varoluşuna sahih neden bulamayan insan; bilsin yahut bilmesin korku, endişe ve vehim içindedir. Ben bu marazî hâli, bir imtihandan geçiyor gibi ve en ağır derecelerde yaşadım… Allah hepimizi ve özellikle yeni nesilleri böylesi azaplardan esirgesin… Şimdi şu eski koltuklarda oturuyorum ve gücümün yettiğince tefekkür ediyorum… Herkes geleceğe doğru hayal kurar; bense geçmişe doğru… Bir bahçeye yolculuk yapıyorum… Manolyalar, frenk üzümleri, yıldız çiçekleri, çimenler; tam bir cennet bahçesi… Bir zamanlar, yani çocukluğumda öyle bir bahçenin ortasındaydım; ama o günlerde o nimetin şükrünü eda edebilme hassasiyetine sahip değildim. Şimdiki halimle; aklım ve gönlümle o güzel bahçeye dönüyorum… Çimenlerin üzerine seccademi serip şükür namazı kılıyorum. Bu benim geçmişe doğru yolculuğum, geçmişe dönük hayalim.”
Ailesi ve halkıyla birlikte memleketinden koparılan Kondo’nun özgürlük mücadelesi, köle olarak satılmak üzere Batı’ya götürüldüğü gemide devam ediyor. Ten renginden dolayı hor görülen Kondo’nun, gemiye saldıran korsanlara karşı cesaretle ortaya koyduğu kahramanlık, geminin kaptanının ve kumandanının Afrika halkına bakışını değiştirir. Fakat cesur yürekli Kondo, nihayet özgür bırakılacaklarına inansa da bu o kadar da kolay olmayabilir. Okay Tiryakioğlu’nun kaleme aldığı, akıllardan uzun süre çıkmayacak bu insanlık hikâyesinde ırkçılık, cesaret ve dayanışma nefes kesen bir deniz macerasıyla harmanlanıyor.
Kondo ailesiyle birlikte bir Gine kabilesinde yaşayan küçük bir çocuktur. Hayatına mutlu mesut devam ederken bir gün kutsal saydıkları “Cennet Çayırı”nda bir aslanın belirmesiyle işler karışır. Bütün Gine kabilelerinin ulu lideri, Kondo’nun dedesi, Dakarai bunu gelecek felaketin ayak sesleri olarak yorumlar. Nitekim Dakarai yanılmaz ve bir grup Avrupalı kabilelerine saldırmaya başlar. Saldırganlar Fransızlardır ve Gine’yi işgalleri, halkı köleleştirmeleri başlamıştır. Tesadüf eseri işgalci askerlerden kaçabilen Kondo, abisi ve dedesi Dakarai ne yapacaktır? Peki yakalanırlarsa ne olacaktır? Ulak serisinden tanıdığımız Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden köleciliği, sömürüyü ve işgali bütün gerçekliğiyle anlatan muhteşem bir roman dizisinin ilk kitabı. Sürükleyici ve kalbe dokunan kurgusuyla Okay Tiryakioğlu’nun ödüllü kaleminin harika birleşimi.
İbrahim bin Cevri el Hamevi el Gassani, Kanonikler adına çalışırken Halid bin Velid’in canına kastedecek kadar gözünü karartan bir Hristiyan Gassani fedaisidir. Yolu sahabe-i kiramın önemli isimlerinden Amr bin As ile kesişince İslam’a tanışır ve o günden sonra genç ve yetenekli bir savaşçı olarak kendini adeta İslam ordularını komutanı, Peygamber Efendimizin Seyfullah unvanını verdiği Halid bin Velid’in hizmetine adar ve macera başlar. Artık komutanların şahı Halid nerede vazife alsa İbrahim de onun yanındadır. İrtidat hareketlerinin bastırılmasında en saflardan olan biteni aktarır. İbrahim’in tuttuğu kayıtlar eşliğinde Halid bin Velid ve ordusunun kahramanca savaştığı cepheler art arda gelir. Sahte peygamber vakalarını başarıyla bastıran Seyfullah, Irak’ta Sasaniler’e, Suriye’de Bizans’a karşı saf tutar. Fetih hareketleri hız kesmeden devam eder. Busra’da, Havran’da, Ecnadeyn’de, Yermük’te, Şam’da İslam düşmanlarının kalbine korku salan Halid bin Velid’in kahramanlık ve cesaret dolu hayatı Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden bugüne taşınıyor.
Oruç tutmak, çocuklarımız için, doğasında otokontrol, iradeli davranabilme, vicdan, empati ve şükür gibi bir çok armağanı taşır. Ve çocuklarımız Ramazan ayının özel manevi ikliminde oruç konusu üzerine düşündükçe, bu özel armağanlar bir bir tohumlar olarak düşer yavrularımızın yüreğine… Anne babalar olarak, çocuklarınızla birlikte okuduğunuz, düşündüğünüz Merve Hanım’ın bu özel kitabının yavrularınızın yaşamlarının inanç boyutuna dair duygu, düşünce ve olumlu davranışlar geliştirmelerinde güzel bir vesile olacağına gönülden inanıyorum. Kudret Eren Yavuz (Çocuk ve Aile Terapisti/Psikoterapist) Merve Hanım, iki harika oğlunun yanında, tanıdığı tanımadığı ama bir şekilde ulaşmanın yollarını bulduğu bütün çocukların geç kalınmamış bir zamanda manevî eğitimlerini kendine gerçek anlamda dert edinmiş bir anne, bir aktivist, kendisini resmî eğitim öğretim kalıpları içine hapsetmemiş bir eğitim fenomeni! Merve Gülcemal’in, onca yoğunluğun arasında, tecrübe ve birikimlerini, kitap olarak da annelerin hizmetine sunması, son derece faydalı ve takdir edilesi bir “faaliyet” oldu. ÖZKAN ÖZE (Çocuk kitapları yazarı) Sevgili Merve’nin yazdığı bu kitap, çocuklara irade gücü kazandırma temrinlerini en güzel yolla, yani soru sorarak yapıyor. Çocuklar “ niçin oruç tuttuklarını” sormaya başladıklarında aslında bir yandan güçlü bir iradenin de temellerini atıyorlar. Bunun yanında, bir ömür hatırlanacak tatlı hatıraların kumunu da karıyorlar tabi. Sonrasında inşa edilen insan ömründe, çocukluk yıllarının içine serpiştirilmiş mutlu Ramazanlar’ın, heyecanlı bekleyişlerin, güler yüzlü namazların kaç kuşağa emanet edileceğini bilmek; bu kitabın sıcacık hislerle okunmasına sebep oluyor. Tuğba Akbey İnan (İletişimci – Yazar)
Bilgin, Bilge ve Bora… Üç kardeş, İstanbul’un tarihî güzelliklerini görmek için gittikleri istanbul’da kendilerini, heyecanlı ve bir o kadar da tehlikeli bir maceranın içinde bulurlar. Yıldız adında birinden Bilgin’e gelen bir mail, onları ne olduğunu bilmedikleri bir haritanın peşine düşürecek ve sonrasında olaylar hiç beklemedikleri şekilde gelişecektir. Tabii, İstanbul’un eşsiz güzelliği eşliğinde!..
“Kirpi çok mutsuzdu. Bir kirpi ne kadar mutsuz olabilirse o kadar mutsuzdu. O kadar mutsuzdu ki sadece tek bir şey onu mutlu edebilirdi.” “Kaplumbağa çok mutsuzdu. Bir kaplumbağa ne kadar mutsuz olabilirse o kadar mutsuzdu. O kadar mutsuzdu ki sadece tek bir şey onu mutlu edebilirdi.” Bir kirpi ve bir kaplumbağa sarılacakları birilerini arıyordur. Birbirlerinden habersiz, karşılaştıkları diğer hayvanlardan kendilerine sarılmalarını isterler; fakat hepsinin çeşitli bahaneleri vardır… Sarılalım, hassas ve duyguları harekete geçiren hikâyesi ve çizimleriyle benzersiz ve etkileyici bir kitap.
İnternet, temelde kablolar ve bağlantılardan oluşan bir ağdır; dünyayı sarıp sarmalayan, veri merkezlerini birbirine ve nihayetinde bize bağlayan teller ağıdır. Peki tüm bu ağların sahibi, finansörü, denetleyicisi kim? Bu devasa sistem nasıl gelişti? Ekonomi ve politikayı kullanarak toplumu nasıl şekillendirdi? James Ball, bilgisayar bilimcilerden kablolu yayıncılara, milyarder yatırımcılardan reklamcılara, aktivistlerden istihbarat kurumlarına kadar pek çok kişiyle röportaj yaparak internetin keşfedildiği ilk günden günümüze kadarki dönüşümünün kısa tarihini yazıyor. Facebook, Google, Amazon, Apple gibi şirketlerin iç işleyişini çözümleyerek buzdağının görünmeyen yüzüne dikkat çekiyor. Silikon Vadisi’nin karizmatik CEO’ları Mark Zuckerberg, Jeff Bezos, Larry Page gibi isimleri masaya yatırarak internetin özgür, karmaşık, tehlikeli ve rahatsız edici tüm yönlerini ortaya koyuyor. Pulitzer ödüllü gazeteci-yazar, bir zamanlar demokrasinin yenilikçi bir uzantısı olarak coşkuyla karşılanan internetin insan hayatına, toplumlara ve sisteme etkisinin portresini titizlikle çiziyor. “James Ball, Sistem’de interneti yönetenlere dair eleştirel bir bakış sunuyor. Mucitlerin, yatırımcıların, vasilerin, kural koyucuların, isyankârların gözünden bakıldığında bu kitap internetin neşe dolu bir tarihinden ibaret. […] Ball, internetin işleyişine daha da dikkat etmemizi tavsiye ediyor; 2008’deki ekonomik krizden önce finans endüstrisinde olduğu gibi ‘eylemsizlik oyununa’ gelmememiz gerektiğini belirtiyor.” ―Financial Times “Bulunduğumuz yere nasıl geldiğimizin ve daha iyi bir internet kurmak için nasıl ilerleyebileceğimizin mükemmel bir özeti.” ―Jimmy Wales, Wikipedia’nın kurucusu “Bizi Zuckerberg, Bezos ve diğerlerinin ötesine; çevrimiçi her şeyin nasıl çalıştığını, bundan kimin yararlandığını keşfettiğimiz daha karanlık bir dünyaya götürüyor. Büyüleyici, ilgi çekici ve önemli.” ―Observer “Tam da bu zamanda okunması gereken bir kitap.” ―Spectator
Profesör amcaları tanışan Bilgin, Bilge ve Bora çok mutlular… Amcalarını ziyarete İstanbul’a geliyorlar. Fakat bir sorun var. Havalimanında onları karşılayacak olan amcaları ortalıkta yok. Tek bildikleri, son romanını yazmaya çalışan amcalarının bir gazeteye verdiği röportaj… Profesör nerede? Onu kimler kaçırdı? Bu işin arkasında hapse tıktıkları Karaltı Çetesi’nin üyeleri olabilir mi? Kahramanlarımız, profesör amcalarının bıraktığı izleri takip ederek hem onu hem de İstanbul’u kurtarabilecekler mi? İşte bütün gizem bu kitapta çözülüyor!
Komik, saf, deli dolu Levent ve tayfası, bir gün Osman’ın çözmeye çalıştığı bir bilmecenin peşine düşüyor. Hem de ne bilmece! Onları Türkiye’den Çin’e, yok yok, İtalya’ya, durun daha bitmedi, Mısır’a, hatta Hindistan’a sürüklüyor bilmeceler… Birlikte neredeyse tüm Türkiye’yi gezen tayfa, bu sefer dünyaya açılıyor. Tabii yine başlarını türlü belalara sokuyorlar, bir suçlunun peşinden koşuyorlar… Her şey dünyanın harikalarını korumak için! Kendilerini eğlenceli olduğu kadar heyecanlı, tehlikeli mi tehlikeli bir maceranın içinde buluyorlar. Dünya mirasını korumak, onlar için her şeyden önemli. Dünya harikalarının tarihini öğrenirken onları korumaya hazır mısın? Bambaşka bir Levent macerası seni bekliyor!
Okul öncesi dönemde, kitabın çocukların gelişimi üzerinde tartışılmaz bir yeri vardır. Kitaplar, çocukların dil ve iletişim becerilerini geliştirmenin yanında hayal dünyalarının gelişmesine katkıda bulunurlar. Bu açıdan bir ebeveyn ve eğitimci olarak söylemeliyim ki Binbir Oyun kitabını görüp de heyecanlanmamak mümkün değil. Binbir Oyun; el çırpma, sayı ve kavramları kullanma, renkleri ayırt etme, nesneler arası ilişki kurma gibi okul öncesi eğitiminin temel taşları ile çocukların bilişsel ve psikomotor gelişimlerine destek olurken aynı zamanda onların hayal dünyalarına ışık tutacak. Bu keyifli çalışmayı tavsiye etmekten mutluluk duyuyorum. Asuman Kılıç- Okul Öncesi Öğretmeni Binbir Oyun’un desteklediği okul öncesi kazanımları: – Dikkat ve takip yeteneğinin gelişmesi, – El-göz koordinasyonunun gelişmesi, – Renkleri tanıyabilme ve eşleştirme, – Renkleri ve şekilleri gruplandırma, – Az-çok, büyük-küçük gibi kavramları tanıma, – Algılananları hatırlayabilme, – Yön bilgisi geliştirme… 2011’de “Prix Sorcières En İyi Kitap” ödülü alan Binbir Oyun Mart 2011’de ABD’de yayımlandığında 100 haftadan daha fazla süre New York Times en çok satanlar listesinde kaldı. School Library Journal, Publishers Weekly ve Kirkus Reviews’den olumlu eleştiriler alan kitap, Amazon, Kirkus Review ve Wall Street Journal tarafından 2011 yılının en iyi çocuk kitaplarından biri olarak seçildi.
Size hiç “fazla hassas biri” olduğunuz ve duygularınızı çok abarttığınız söylendi mi? Bazen duygularınızın ağırlığı altında ezildiğinizi hisseder misiniz? Gözyaşı yağmurlarında, yakıcı öfke ataklarının ortasında, ıstırabın kucağında kalakaldığınız olur mu? Sanki bir düğmenize basılmış gibi kontrolden çıkar mısınız? O an tam da hissettiğiniz gibi davrandığınız için sonrasında pişman olur musunuz? Yorucu duyguların iniş çıkışından, sizi sağa sola savurmasından yorgun düşer misiniz? Bunların hepsi sadece “çok-hisseden” biri olmanızdan kaynaklanıyor. İyi hissetmek ve dengede kalmak için daha az hissetmeniz, kendinizi değiştirmeniz ve başkaları gibi olmaya zorlamanız gerekmiyor. Bu kitap; kendi değerlerinizi temel alarak daha sevecen, tatminkâr ve canlı bir hayat yaşamanız için ACT (Kabul ve Kararlılık Terapisi) teknikleri doğrultusunda adım adım ilerleyen bir yol haritası sunuyor. Çok-hissedenlerden misiniz? Doğru yerdesiniz!
Kariye Müzesi ile başlayıp Kudüs’e varan bir serüvende kendi hikâyesindeki aşkı nihayet bulmuştu Aslı. Onu yola düşüren içinde yılların ukdesi olarak taşıdığı bir talebiydi. Aradığına orada kavuşacağına inanmış ve Allah’a yakarmıştı. Kolay olmayacaktı elbet. Kudüs bir aşk hikâyesi ise onda bir nokta dahi olabilmek bedel isterdi. Kudüs; “Aşk”tı. Çileli, zor, zahmetli ve tutkulu bir aşk. Kudüs; bir “Aşk Yolu” idi. Bu yolun yolcusu olmak sabır ve direnç gerektiriyordu. Kudüs; yaşlı Ümmî Hatun’du, çocuk Fâtıma’ydı, inançlı Abdulkâdir El-Said’di, cesur Âiyşe Hatun’du… Mescid-i Aksa’ydı, Ömer Mescidi’ydi, Nebi Musa Makamı’ydı, Zeytin Dağı’ydı, El-Halil’di, Batı Şeria’ydı. Orada Miraç’ın gölgesi vardı. Dar sokaklarında inancın, sadakatin, sabrın, direnişin öyküsü gizliydi. * Kudüs’e gidenler bilirler; döndüğünüzde artık tam değilsinizdir. Kalbiniz, aklınız ve sevdaya dair ne varsa bildiğiniz-hissettiğiniz yarısını bırakırsınız o topraklarda… Bir kere havasını çektiyseniz içinize, geriye bıraktığınız her soluğun boşluğunu özlem doldurur… Arzın Kapısı’ndan geçtiyse ayaklarınız, vicdanınız insanlığın türlü hallerini gördüyse, göğüs kafesinize bir yumru oturur, yutkunsanız da geçmez acısı… Hele bir de saçını okşadıysanız Filistinli bir çocuğun, o masum kokusu sindiyse ellerinize… Unutamazsınız… Uyuyamazsınız… Yok sayamazsınız… Nalan Güven, Gecenin Örtemediği Şehir Kudüs’te bir kendinden hiçliğe geçiş yolculuğu anlatıyor samimiyeti her satıra sinen bir duyarlılıkla… Çünkü aşk yolunda her adım hiçliğe atılır…
Kudüs’te, son nefesini verene kadar nöbete duran Iğdırlı Hasan Onbaşı… Yıllar sonra bir fotoğrafın peşinden Kudüs yollarına düşen yazar Ahmet Kalemoğlu… “Aşk, bu topraklarda ölümünedir…” Çölün kavuran sıcağında ilerleyen Türk Ordusu… Direndikleri kum fırtınaları, savaştıkları susuzluk, çaresini bulamadıkları güneş… Çölün ortasında kalacaklarını düşünürken feraha erdiklerinin işareti diye gördükleri hurma ağaçları… Ağaçların ardındaysa düşman askerleri… Çöl, askerin henüz cepheye varmadan savaştığı ilk düşman… Kanal Cephesi ve İngiliz askerleriyle girilen o çetin muharebe… “Ölüm bizim peşimizde değil, biz onun peşindeyiz.” Payına düşen tüm mücadeleleri verdikten sonra, dönüşe hazır beklerken verilen son göreve ilk gönüllü oydu… Iğdırlı Hasan Onbaşı! Mescid-i Aksa’nın, Kudüs’ün yetim kalan Müslümanlarının tutunacakları son umut… Ardında bıraktığı büyük fedakarlık öyküsünün peşine takılan vefalı bir yazar… İsmail Bilgin, bir kere daha Türk tarihinin unutulan kahramanlarını bize hatırlatmak için yazıyor… Kudüs’ün hikâyesini Iğdırlı Hasan Onbaşı’nın nöbetinden izleyeceğiz!
SUSUZ ASLANLAR FİLİSTİN’DE Kendilerini “Susuz Aslanlar” diye niteleyen 57. Alay, Çanakkale Conkbayırı’nda adeta bir kahramanlık destanı yazmasının ardından, önce Galiçya’da çarpışır. Ardından bağlı olduğu 19. Tümen’le birlikte Filistin cephesine doğru harekete geçer. Askerler zorlu cephelerden henüz çıkmalarına rağmen, sahip oldukları her şeyi arkada bırakarak yola çıkmakta tereddüt etmezler. Çetin geçen yolculukta maddî-manevî kayıplar verilir. 1917-1918 arasındaki zaman diliminde, askerler iç ve dış düşmanlarla aynı anda mücadele ederler. 57. Alay, Filistin cephesinde birçok muharebeye katılır. 19. Tümen’in İngilizlerin eline esir düşmesinin ardından işler zorlaşır. Son olarak Nablus meydan muharebesinde, kuvvetlerinin tamamına yakınını kaybeden 57. Alay, İngilizler tarafından kuşatılır. Canları pahasına bile olsa alay sancağını yere düşürmemek, düşmana teslim etmemek için düşmanla 57. Alay arasında kıyasıya bir mücadele başlar.
Besmele Hazinesi nerede? Ormanda mı, bir çiçeğin yaprağında mı yoksa bir ağaç kovuğunda mı? Dedelerinin biricik torunları Selin, Furkan, Osman ve Reyhan; gür ormanlarla kaplı Çiçek Dağı’na gidiyorlar. “Fazla uzaklaşmayalım, kayboluruz.” diyorlar ama korktukları başlarına geliyor. Koca ormanda kayboluyorlar. Ve macera başlıyor… Ama en heyecanlısı, burada “Besmele Hazinesi”ni buluyorlar… Bu hazineyle her şeye sahip olabileceklerini anlıyorlar. Besmele Hazinesi, içerisindeki birbirinden değerli hikâyelerle akrabalık ilişkilerini, inancın gücünü, bilginin kıymetini, yardımlaşmanın mutluluğunu, elimizdekilerle mutlu olmayı, yaratılan her şeyin bir değeri olduğunu anlatıyor. Besmele Hazinesi; eğlendiriyor, heyecanlandırıyor, bilgilendiriyor…
Komik, saf, deli dolu Levent ve tayfası, yepyeni bir geziye çıkıyor, hem de ne gezi! Hep birlikte kamp yapmak için Çanakkale’ye gidiyorlar. Fakat karşılaşmayı hiç ummadıkları kişi de orada: Cesur Taş! Doğanın tadını çıkarmak isteyen tayfa, Troya Efsanesi’ni dinlerken Troya Müzesi’ni de ziyaret ediyor. Tabii Cesur Taş da! Troya hazinesini Cesur Taş’tan korumaya çalışan tayfa, yine başını binbir belaya sokuyor. Her şey, yurduna geri dönen Troya hazinesi için! Kendilerini eğlenceli olduğu kadar heyecanlı, tehlikeli mi tehlikeli bir maceranın içinde buluyorlar. Troya hazinesi, onlar için her şeyden önemli. Bu önemli hazineyi anavatanında tutmak için korumaya hazır mısın? Bambaşka bir Levent macerası seni bekliyor!
Bitirim İkili olarak bilinen kahramanlarımız Avni ile Nuri ajan olarak, KÖFTE isimli teşkilat tarafından aldıkları görevleri her zamanki gibi gayet ciddiye alıyorlar. Böylece “Kötülerle ve Felaketlerle Mücadele” edip iyi bir ajan olma yolunda emin adımlarla ilerliyorlar… Uçuk kaçık iki arkadaş, kötülerle ve felaketlerle mücadele etmek için bu kez Afrika Kıtası’nda! Üstelik bu defa yol boyunca, Afrika’da bir çölün ortasında kaldıklarına; onlara rehberlik edecek bir kitapları da olacak! Bu iki deli dolu arkadaşa, aksiyon ve eğlence dolu maceralarında “Küçük Prens” kitabı rehberlik edecek… Heyecanın ve merak duygusunun eksik olmadığı; şaşırtan kurgusuyla serinin yeni kitabını çok seveceksiniz! Okuyanları yerinden hoplatacak, gülmekten kırıp geçirecek, aksiyon dolu bir “Afrika Kıtası” macerasına hazır olun!
Uçuk Kaçık Maceraların kahramanları “Bitirim İkili” ile aksiyon ve komedi dolu bir yolculuğa hazır olun! Artık hepinizin bildiği gibi Bitirim İkili “Kötülerle ve Felaketlerle” mücadele eden iki ajan! Ve ajanlarımızın bu seferki yolculuğu Güney Kutbu’na! “Dünyanın sonunda ne işleri var!” dediğinizi duyar gibiyim. Sevgili okur, Ne yazık ki kötüler sınır tanımıyor! Ama neyse ki uçuk kaçık ajanlarımız da sınır tanımıyor ve kötülerle mücadele etmekten asla vazgeçmiyorlar! Yalnız doğruyu söylemek gerekirse bu kez çok zorlu bir mücadelenin içindeler. Dünyanın bir ucunda, buzdan bir çölün ortasındalar ve üstelik kutupları eritip dünyanın yapısını değiştirmek isteyen kötülerle karşı karşıyalar! “Eyvah! Bitirim İkili’nin başı fena halde dertte!” dediğinize de duyar gibiyim. Sevgili okur, Tabii ki her şey bu kadar ciddi ve tehlikeli değil! Bitirim İkili buzdan bir çölün ortasında donmak üzereyken bile sizi yerinizden hoplatacak, gülmekten kırıp geçirecek! Aksiyon, gerilim, çok çok komedi ve eğlence sizi bekliyor!
“Merhaba, benim adım Avni. Yani tam olarak söylemek gerekirse Avni Uçuk… Bir de arkadaşım var onun adı Nuri Kaçık… Biz çok önemli, çok gizli bir teşkilatın çok çok çok gizli üyeleriyiz. Bağlı olduğumuz gizli teşkilatın adı “Kötülerle ve Felaketlerle Mücadele Teşkilatı.” Kısaltması: KÖFTE Tamam, gülmeyin. Heyy! Size söylüyorum! Buradan gülüşmelerinizi duyabiliyorum. Köfte diye teşkilat mı olur, demeyin. Oluyor işte. Ben de tam olarak anlamış değilim. Zaten kime anlattıysak inandıramadık. Bari siz inanın diye de yaşadıklarımızı kitap haline getirelim, dedik. Başımızdan geçenleri herkes öğrensin istedik… Size şimdilik sadece şu kadarını söyleyebilirim. Anlattıklarımızın hepsi gerçek! Şşeyy, aslında sadece bir kısmı desek, daha doğru olur… ” Avni’yi duydunuz… Uçuk kaçık iki arkadaşın kötülerle ve felaketlerle mücadelesinde sürüklenmek istiyor musunuz? O hâlde hazır olun! Aksiyon, gerilim, biraz korku ve tabii ki çok çok çok komedi ve eğlence sizi bekliyor!
Bitirim İkili olarak bilinen kahramanlarımız Avni ile Nuri ajan olarak, KÖFTE isimli teşkilat tarafından aldıkları görevleri her zamanki gibi gayet ciddiye alıyorlar. Böylece “Kötülerle ve Felaketlerle Mücadele” edip iyi bir ajan olma yolunda emin adımlarla ilerliyorlar… Uçuk kaçık iki arkadaş, kötülerle ve felaketlerle mücadele etmek için bu kez Uzak Doğu’da! Yine Rüstem’in peşindeler, hem de Japonya’da! Bu iki deli dolu arkadaş, aksiyon ve eğlence dolu maceralarında hem Rüstem’i yakalamaya çalışacaklar hem de Japonya’yı keşfedecekler! Heyecanın ve merak duygusunun eksik olmadığı; şaşırtan kurgusuyla okuyanları yerinden hoplatacak, gülmekten kırıp geçirecek, aksiyon dolu bir “Çoook Uzak Doğu” macerasına hazır olun!
Mustafa Orakçı’nın usta kaleminden eğlenceli hikâyeler; Derya Işık Özbay’ın sıcacık çizimleriyle okumayı yeni öğrenen çocuklarla buluşuyor. Her biri 16 sayfa, renkli, 10 kitaptan oluşan bu set çocuklara kitap okumayı sevdirecek… İlk Okuma Kitaplarım – Levent •Okulöncesi ve 1. sınıflara, •Birlikte okumalar yaparak, •Eğlenceli öykülerle, •Özenle seçilmiş cümle yapılarıyla, •Sürükleyici bir kurguyla, •Sade ve akıcı anlatımı, •Sıcacık resimleriyle çocuklara okuma alışkanlığı kazandıracak…
* Bediüzzaman, düşünce sistemini oluştururken ve inancını delillendirirken mantık ilmini nasıl kullandı? * Maddeci ve tabiatçı anlayışın ileri sürdüğü tezleri nasıl çürüttü? * Atom içi dünyalardan tevhid hakikatine nasıl bir yolculuk gerçekleştirdi? * Bediüzzaman’ın ‘iki hikmet’ analizi nedir ve neden önemlidir? Bu kitap, Bediüzzaman’ın hayret verici kişiliğini ve eserlerini anlamaya yönelik bir çalışma. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Bediüzzaman Said Nursî’nin tefekkür sistemini, kâinat görüşünü ve ulaştığı imanî sonuçları analiz ediyor. Bediüzzaman’ın eserlerini yazarken modern bilimlerin hangi metotlarından faydalandığını tespit edip Bediüzzaman’ın görüşlerini hem akademik olarak doyurucu ile hem de anlaşılır bir şekilde anlatıyor. Diğer bir deyişle, Bediüzzaman’ın hayatı ışığında, insanın “Akıldan kalbe yolculuğu”nu…
Kanuni: Dünya Bir Hayaldir sözünü şiar edinmiş Adalet Sultanı Hürrem: Kanuni’ye, aşkını mektuplara gözyaşlarına işleyen, bir iktidar tutkunu Pargalı İbrahim: Kölelikten sadrazamlığa giden yolda her türlü ihaneti göze alan bir entrika ustası Vehimi: Vatikan ajanlarıyla dünyanın her yerinde çarpışan yavuz bir istihbaratçı Fatih’in kuşatıp alamadığı Belgrad’ın Fethi, 7 ay süren Rodos Kuşatması ve dünya tarihinin en ünlü meydan savaşlarından Mohaç… Tarihte hep merak edilegelmiş bu karakter ve olaylar, ödüllü yazar Okay Tiryakioğlu’nun edebi üslubu ve şaşırtıcı kurgusuyla Kanuni romanında bir araya geliyor. 46 yıl sürecek Sultan Süleyman döneminin ilk yıllarını işleyen KANUNİ, kendisni takip edecek kitap için heyecan oluşturuyor.
Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Anadolu’dan Rumeli’ye kara ve denizlerin yegâne hâkimi Kanuni Sultan Süleyman Han yedi cihana nam salmaya devam ediyor! Devir Muhteşem Süleyman devridir. Düşmanları bir korkudur sarar. Vehimi çıkar her köşe başından; yamandır, aman vermez. Pargalı ise her vezire benzemez, zekâsıyla savaşır da olmazları oldurur. Hürrem’in tek bir sözüyle kayıplara karışır kimi, kiminin hayatı huzur bulur. Ancak başta Cihan Padişahı vardır ki sefer eyler Bağdat’a, Estergon’a; şanıyla Viyana kapılarına ulaşır. Ne Şarlken tanır ne Ferdinand. Denizler ise Barbaros’tan sorulur. Preveze’den gelen kahramanlık haberleri Kutsal Roma ile Safeviler arasındaki ittifakı körüklerken acaba bu güç savaşında kim galebe çalacaktır? Tarihi romanların vazgeçilmez ismi Okay Tiryakioğlu, Kanuni üçlemesinin ikinci kitabı Sultan’da tarihin en ihtişamlı dönemini soluk soluğa bir anlatımla bugüne taşıyor.
Cihanı titreten bir hükümdar, Yavuz Sultan Selim… Doğuya nam salan şahların şahı, Şah İsmail… Yüzünü batıdan sonra doğuya döndüren Osmanlılar… Her geçen gün biraz daha güçlenen, güçlendikçe de sesi yükselen Safeviler… Ve dünyanın kaderini değiştiren bir savaş, Çaldıran… Osmanlı’ya doğunun kapılarını açan savaşın, en zorlu çarpışma anlarında güle oynaya ölüme yürüyebilen adsız kahramanlar, Karatuğlar… Ve Osmanlı’nın geleceğine damga vuran casusların piri, Vehimi! Tarihi romanlarıyla yüz binlerce okuru geçmişin şanlı zaferleri ve heyecan dolu sahneleriyle buluşturan ödüllü yazar Okay Tiryakioğlu, Çaldıran Muharebesi’nin 500. yılında bugünkü Ortadoğu haritasının temellerini atan savaşı yazdı. ÇALDIRAN… Yalnızca kılıçların değil, şiirlerin de en güçlü silahlar kadar etkili olduğu kıran kırana bir mücadele…
Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır Seferi devam ederken, Portekizlilerin Hazreti Peygamber’in kabrini açma ve mübarek naaşını kaçırma planları yeniden mi gündeme geliyordu? Eğer öyleyse, bu menfur girişimin arkasında yatan sebepler neydi ve buna kim mani olacaktı? Vehimi Orhun Çelebi önderliğindeki Hilaliler, bu defa Portekizli Amiral Alfonso d’Albuquerque ve Vatikan istihbarat örgütü Demir Haç’a karşı unutulmaz bir mücadeleye girişiyor… Bu kıyasıya mücadele içinde Vehimi ve Çelik Hilal üyeleri Hazreti Peygamber’in mübarek bedenlerini muhafaza etmek için nasıl çalışacak? Sahip olanın daimi bir muzafferiyeti kucakladığına inanılan Hazreti Davut’un kılıcını İstanbul’a getirebilecekler mi? Onunla seyahat edenlerin bereketli güney denizlerinde görünmez olarak dolaşacağı efsanesindeki Cantino Haritası’nı ele geçirebilecekler mi? Türkiye’nin en çok okunan tarihî romanlarının yazarı, okurları tarafından “günümüzün Peyami Safa’sı” olarak anılan Okay Tiryakioğlu, bu romanıyla tarihte çok önemli bir tuğlayı yerine yerleştiriyor.
Yıldırım lakaplı Şehzade Bayezid, alazlanıp yanan bir entrika çemberinin içinde tahta geçti. En yakınında bulunan Alkan Boğa’nın, kardeşi Yakup’u da yanına katarak ettiği ihaneti seziyordu. Kendisine diş bileyen, kalabalık haçlı ordularının entrikalarını ensesinde hissediyordu. Kadı Burhaneddin’in gölgesini yanı başında görüyor, Anadolu ve uç beylerinin emniyet hislerini bertaraf ettiğini biliyordu. “Adımlarını sağlam basan, yüreğindeki korkuyu da söker atar!” dedi ve mertçe sarıldı belindeki baltaya, düştü harp meydanlarına. Zekâsıyla ve bileğiyle kazandığı onca zaferden sonra Bayezid’in önünde kim durabilecekti artık? Hangi kalleş tuzak onun saltanatını ayağına dolayabilecekti? Tarihi romanların vazgeçilmez ismi, ödüllü yazar Okay Tiryakioğlu’nun, Yıldırım Bayezid’in tahta geçiş ve yükseliş dönemini anlattığı bu muhteşem kurguyu soluksuz okuyacaksınız.
Üç yüz âlimin birden gördüğü rüyayla Hz. Muhammed’in “Âlimlerin Sultanı” hitabına mazhar olan Bahaeddin Veled. Daha çocuk yaştayken bile babası Bahaeddin Veled’in ardından yürürken görüldüğünde “Bir ırmak, koca bir ummanı peşine takmış sürükleyip gidiyor” diye hayret uyandıran, bugün de bütün dünyaya yaydığı ışıkla evrensel bir değere dönüşen Mevlana Celaleddin Rumî. Ve Mevlana’nın hayatına güneş gibi doğan Şems-i Tebrizî. Kısa sürede geniş bir okuyucu kitlesine ulaşan Okay Tiryakioğlu, bu kez tüm dünyanın gönlünde taht kurmuş bir tarihi şahsiyetin hayatını romanlaştırdı: MEVLANA İslam uygarlığının o günkü payitahtı konumunda olan Belh şehrinden bir iftira sonucu göç eden Mevlana’nın babası Sultanü’l-Ulema Bahaeddin Veled ve yakınlarının çile dolu yolculuğuyla başlayan kitap, Mevlana’nın herkese şaşkınlık veren manevi gelişimini ilmek ilmek dokuyor. Mevlana’nın aşkla yoğrulan iç yolculuğunun ve bitmek bilmeyen çilelerinin bir nakış gibi işlendiği bu unutulmaz kitapta, tarihi bilgilerin ışığında anlatılmış çarpıcı bir hikâyeye tanıklık edeceksiniz. Mevlana’yla Konya sokaklarında yürüyecek, Şems’le sema yapacak, çağlar boyu ateşi hiç sönmeyen Mesnevi’nin doğuşuna tanıklık edecek ve tarihe damga vurmuş tasavvuf büyükleriyle birlikte ilahi aşkın şerbetini tadacaksınız…
Bir çağı kapayıp başka bir çağ açan İstanbul’un fethi, imparatorlukların ve insanların kaderinde farklı yankılar buldu. Zafer ve yenilgi kutuplarında birbirine zıt öyküler tarihin o unutulmaz anında buluştu. Kuşatma ve fetih, sadece siyasi manevralar, mezhep çatışmaları, askerî hazırlıklar ve çarpışma değil, aynı zamanda sultanların, imparatorların, paşaların ve askerlerin şahsî öyküsü anlamına geliyordu. Stratejik bir deha ve olağanüstü bir komutan olan, aynı zamanda yedi dil konuşup dönemin âlimlerinin terbiyesinden geçen, Avnî mahlasıyla şiirler yazan II. Mehmed, sultan ve fatih olmanın ötesinde iç hesaplaşmaları, tereddütleri, duygusallıkları olan yirmi bir yaşında bir gençti. “Kuşatma 1453” romanı, dünya tarihini değiştiren İstanbul’un fethinin ve fatihinin öyküsünü sürükleyici bir kurgu ve zengin tarihsel verilerle anlatıyor. *** Konstantiniyye şehri ile sınırlı hale gelen Doğu Roma İmparatorluğu’nun çaresizliği, Latin istilasının Bizans halkında bıraktığı nefret ve bezginlik, gökten inecek Meryem’in şehri koruyacağı efsaneleriyle kendilerini avutan insanlar ve düşmanın hayal bile edemeyeceği donanmalara sahip genç sultan… Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden, tarihin orta yerine saplanmış bir kılıç gibi duran muhteşem kuşatmayı soluk soluğa okuyacaksınız. “Bu kuşatma başarısız olursa eğer, muhaliflerinin babana gösterdikleri hoşgörüyü sana göstermeyeceklerini seziyorsun. Kaybedeceğin itibar kaybıyla tahtında uzun süre oturamayacağının hesabını yapmaya başlıyorsun. Böyle umutsuzluğa kapıldığın zamanlarda Peygamber’in, ‘Kostantiniyye, bir gün feth olunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, onu fetheden komutan ne güzel komutandır’ hadisini hatırlıyor, o komutanın sen olabileceğine dair muhteşem hayallere kapılıyorsun. Yüreğinde müthiş bir güç buluyorsun o anlarda. İşte şimdi yine durmuş, terli bedenin soğuk odanın içinde süratle soğurken, üzerini giyinmen için seni uyaran hizmetkârlarını duymuyorsun bile. Sonra savaş planları ve yeni baştan çizdirip durduğun haritaların üzerinde tekrar ince hesaplara gömülüyorsun…”
“Gök Tanrı’nın kılıcı, ateşten kamçısı, yedi cehenneminin ateşi, yeryüzündeki gazabıyım ben!” Doğduğunda bir damla kan pıhtısı vardı avucunda. Ağladığındaysa gözlerinden kanlı yaşlar dökülüyordu. Tabii sadece bu özellikleri değildi tüm dünyaya nam salan… Bir fırtına gibi esip bütün dünyayı toza dumana bulayandı Cengiz Han. Kendi milletinin dışında bütün dünyanın tarihini geri dönülmez biçimde etkileyendi. Bir kabileden dünya fethine girişecek güçte bir millet uyandırandı. En önemlisi de dünya tarafından acımasız ve kana susamış bir fatih gibi gözükse de aslında yalnızdı Cengiz Han. Dostuyla düşmanıyla, zaaflarıyla başarılarıyla, gücüyle güçsüzlüğüyle, zaferiyle yenilgisiyle ve en önemlisi de herkesten sakladığı yüreğindeki en büyük sırrıyla… Türkiye’nin en çok okunan tarihî romanlarının yazarı, okurları tarafından “günümüzün Peyami Safa’sı” olarak anılan Okay Tiryakioğlu, bu romanıyla tarihte çok önemli bir tuğlayı yerine yerleştiriyor. Cengiz Han/Rüzgâr ve Ateş İmparatorluğu; aşkla savaşı bir arada yaşayanların kitabı…
Tarihi romanlarıyla Osmanlı sultanlarının birbirinden değerli hayat hikâyelerini günümüz okuruna aktaran Okay Tiryakioğlu bu defa Selçuklu topraklarına uzanarak atalarımızın atası Alparslan’ı konuk ediyor sayfalarına. Ve serüven başlıyor! Çağrı Bey önderliğindeki Selçuklu Devleti, Dandanakan zaferinin ardından gücüne güç katarak batıya doğru ilerlemektedir. Henüz yağız bir delikanlı olan Alparslan ise dövüş hocası olan yenilmez Korgan’dan aldığı eğitimle rüştünü ispatlayarak liderliğe doğru yükselir. Vatan aşkına sevda ateşi katan güzeller güzeli Selcen Kız’ı kaçırma planları yapılırken, devletin bütünlüğünü hırpalayan iç isyanlar da bir bir bastırılır. Ve nihayet Anadolu’nun kaderini değiştiren Malazgirt Savaşı’nın vakti gelir. Alparslan ile Roman Diyojen’in tarihe mal olmuş bu destansı yüzleşmesine hazır olun.
Ertuğrul Gazi döneminde süren barış ortamından sonra Türk’ün kılıcını düşmana sallayan, yakınlarının üzerine gölge yapan eli kesen, mevzu Kayı olduğunda amcası Dündar Alp’in dahi ihanetine aman vermeyen bir yiğidin hikâyesi bu… Moğolların varlığına rağmen karşısına dizilenlerin yine en çok korktuğu Osmanlı’nın doğuşu… Yayılmaya başlayan Kayı boyunun karşısına çıkan onca farklılık selamla karşılanırken namertliğe karşı acımasızlığına şahit olduğumuz Osman Gazi’nin yazdığı destansı tarihin ilk adımları… At üstünde gösterdiği hüner, düşman karşısında gösterdiği cesaret, hısım karşısında gösterdiği sabır ona koca bir çınar bağışlıyor… Türkiye’nin en çok okunan tarihi romanlarının yazarı, eserleri Arapça, Azerice, Endonezce ve Boşnakçaya çevrilen, okurları tarafından “günümüzün Peyami Safa’sı” olarak anılan Okay Tiryakioğlu, Osmanlı’nın Söğüt’te başlayan kuruluş hikâyesinin baş kahramanı Osman Gazi’yi anlatarak tarihin sayfalarını yeniden aralıyor. Osman Gazi-Çınarın Gölgesinde… Bir kuruluş destanını hakkını vererek okumak isteyenler için…
Çağ açıp çağ kapatan, Osmanlı Devleti’ni imparatorluk haline getiren bir padişah: Fatih Sultan Mehmed Han. Fatih’in en büyük silahı olan istihbarat teşkilatı Karatuğlar ve teşkilatın amansız lideri Kul Ömer… Karanlık güçlerin efendisi İlian Sadnakar… Sarayda büyüyüp yetişen habis bir ur: Kont Drakula… En koyu isyanların karşısında, irfanın temsilcisi Ak Şeyh Akşemseddin… Okurları ve edebiyatçılar tarafından Peyami Safa’nın halefi olarak gösterilen Okay Tiryakioğlu; akrepli arbaletler, Bizans surlarını titreten toplar, kılıçtan keskin akıl oyunları, zehirden yakıcı Rum Ateşi, efsaneler, sırlar ve akıl, bilek ve yürek gücüne dayalı savaşların gölgesinde Fatih Sultan Mehmed’in inanılmaz hayatını yazdı.
Tarihi romanlarıyla bestseller listelerine taht kuran ödüllü yazar Okay Tiryakioğlu’dan çok konuşulacak, sürükleyici bir roman daha! “Abdülhamid” ile Osmanlı tarihinin en çok merak edilen yıllarına kapı aralamaya hazır olun! Sultan II. Abdülhamid’in sırlarla dolu dünyasına açılan bu kapıdan girdiğinizde kendinizi Ulu Sultan’ın tartışmalar yaratan politikaları arasında koştururken bulacaksınız. Yıllarca Kardeşlik Örgütü’nde eğitim almış üç anarşist yoldaş eşliğinde Paris’te başlayan bu gizli serüven, soluk soluğa bir kovalamacanın ardından İstanbul’daki suikasta uzanacak. Tam her şey bitti derken kendinizi asıl hikâyenin içinde, Sultan Abdülhamid’in karşısında bulacaksınız. İşte şimdi aklınıza takılan soruları sorma vaktidir: 93 Harbi’nde neler yaşandı? Filistin meselesi nedir? Meşrutiyet’e geçiş nasıl cereyan etti? Meclis-i Mebusan neden dağıtıldı? Ve 31 Mart Olayı… Padişah ile genç yoldaşlar hararet içerisinde tartışırken siz de bizzat saraydaymış gibi akıl oyunlarına kapılacak; dostun, düşmanın, ihanetin ve sevdanın nereden çıkacağı belli olmayan bu sürükleyici romanda başrolü oynayacaksınız.
Kuşatma 1453’ün yazarı Okay Tiryakioğlu’ndan eşsiz bir tarihî şahsiyetin sarsıcı romanı: YAVUZ. Sefer güzergâhını soran vezire, “Sır tutmayı bilir misin?” diye soran; “Evet!” cevabını alınca “Ben de bilirim.” karşılığını verecek denli temkinli, “dünya”yı kafasında taşıyan bir gaye adamı. Hedefleri uğruna kardeş kavgasını hatta baba-oğul çekişmesini bile göze almak zorunda kalan küçük şehzade. Bu kararlılığına, son nefesine kadar, kaybettiği kardeşleri ve can dostlarının özlemi eşlik etmiş şair bir yürek. Devletine ve ümmetine 400 yıl soluk aldıran eşi benzeri görülmemiş 8 yıllık bir “hamle”nin mimarı halife. Ve çevresindekilere aklı yitirmenin sınırlarını zorlatan bir yaralı son: Şirpençe. Hiç abartılı olmayan ama kahramanlarının dayandıkları manevi gücü de ıskalamayan olgun bir edebî dilin romanı: YAVUZ
“Ve ey kahraman gazi oğul, adın bundan böyle ‘dinine bağlı’ manasına gelen ‘Selahaddin’dir. Sen ki Ehlisünnet’in insaflı, adaletli ve gerektiğinde keskin kılıcısın.” Hemen hemen günlerinin çoğu harp meydanlarında geçen, Ortadoğu’daki Haçlı varlığının belini kıran ve onu asla eski gücüne kavuşamayacak hâle getiren, böylece Ortadoğu-İslâm dünyasının kudretini bütün Avrupa’ya gösteren bir Mücahit Sultan… “Kudüs’ü fethedinceye kadar bir daha üzerimdeki kara giysileri çıkarmayacak ve hiç gülmeyeceğim!” diye yemin ettiğini işitmeyen kalmamıştı. Nitekim en önemli zaferiydi Kudüs. Orada hüküm süren Hıristiyan egemenliğine son vermekle birlikte en güçlü olduğu dönemde Mısır, Suriye, Irak, Hicaz ve Yemen’i etkisi altına almıştı. Buna rağmen, “Ben kral değilim! Ben Müslümanların hizmetkârı, onların en altındaki ferdim!” diyecek kadar mütevazıydı. Aslında o; medresedeki hücresinde, kitaplarının başında olmayı tercih ederdi. Ama bu yanıyla mücadele edip ismini “ünlü kumandan ve siyaset adamı” olarak tarihin tozlu sayfalarına yazdırdı. Ödüllü yazar Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden; hilalin gölgesinde geçen bir ömür, Selahaddin Eyyubi.
Kadınların psikolojisi, kimliği, kişiliği, fıtratı, cinselliği, kişilik tipleri, ruhsal sorunları, sömürülmesi… Evlilik, annelik, kadın-erkek ilişkileri, feminizmin kadın ve toplum üzerindeki etkisi, terkedilme korkusu, modernizmin dayattığı cinsiyet rolleri, şiddet, ev kadınlığı, karşılaşılan sorunlar, tabular ve aşk… Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın kaleminden, artık bir klasik haline gelen Kadın Psikolojisi, “kadını” bütün yönleriyle anlatıyor. Kadınları, karşılaştıkları sorunları ve olguları bilimsel bir bakış açısıyla ele alan bu kitap, kadın erkek ilişkilerinde de yol gösterici bir rol üstleniyor. Kadın Psikolojisi, her kadının ve ailenin mutlaka kitaplığında bulunması gereken mutlu kadınlar ve aileler için rehber niteliğinde bir başvuru kitabı.
“Hacı olduğumu duyanlar beni şöyle boydan aşağı süzdükten sonra şaşkınlıkla bana; “Sen bu halinle hacca nasıl gittin?” diyorlar, ben de tebessümle; “Çok kolay, herkes gibi uçakla” diyorum. Ve insanların beni en güldüren sorusu şu oluyor: “Ama sen yürüyemiyorsun?” Çoğu zaman gülerek “Çok mu belli oluyor?” derim. İnsanlar bana diyorlar ki; “Oturduğun yerden bizden daha çok koşturuyorsun Fatma!” Ben de diyorum ki; “Eee, ben ayaklarımı önden boşa yollamadım.’’”
Kur’an; Hayatımız… Hayat kaynağımız… Yaşam kılavuzumuz… Said Nursi’nin tarifiyle Rabbimizi bize anlatan en büyük delillerden biridir Kur’an… Onu okuyarak insanlığın en büyük problemi olan, “Nereden geliyorsun?”, “Nereye gidiyorsun?”, “Ne için yaşıyorsun?” sorularına cevap buluruz. Ondan uzaklaştığımızda ise insaniyetimizin ne büyük felaketler içinde kıvrandığını görürüz. Kâinatın Yaratıcısı hayatımızı nasıl yaşayacağımızı tarif eder Kur’an’da. Onu okumamızı, anlamamızı ister… Kur’an’la Yaşamak, Kur’an’ı niçin, nasıl ve ne zaman okumalıyız sorularına cevap ararken Kur’an’ın cazibesine kapılan insanlardan örnekler vererek okura yol gösteriyor. Öyleyse gelin kendi ebedi hayatımız için ‘Kur’an Okuyalım’; Rabbimizi tanımak, O’nun bizi ne kadar çok sevdiğini idrak etmek için…
“Namaz, gözümün nuru” buyuruyor Sevgili Peygamberimiz(sav)… O kadar gözünün nuruydu ki Resulullah(sav) sevindiğinde Rabbinin huzuruna koştuğu gibi, üzüldüğünde de yine O’nun dergâhına yüz sürüyordu. Dünya tüm ağırlığıyla omuzlarına çöktüğünde medet bulmak için namazla Rabbine yakarırken, muvaffakiyetler karşısındaki şükrünü ifade için yine mübarek başını secdeye koyuyordu… Ümmeti olarak bizim de “can”lanmamızın yolu, huşu ile kılacağımız namazlardan geçiyor. Bu temel ihtiyacın farkına varan İlahiyatçı yazar Ahmet Bulut, Cennete Götüren Namaz kitabını Namazın ruhuyla hayatlanmak ve hayatlandırmak için kaleme aldı. Ta ki namazla hayatlanan ruhlar cennete layık bir hal alsın…
Erkek: İnsanın dünyadaki cennetidir yuvası. Ben seninle cennetimi kurmak istiyorum. Cenneti dünyama taşımak istiyorum. Kadın: Var Eden, bizi birbirimiz için yarattı. Ben bende olmayanda seni buldum. Bende olmayanlara teslim oldum. Bir tarafta ailesini koruyan ve idare eden, mantığın sesi erkekler; diğer tarafta ise şefkatiyle yuvasına sevgi aşılayan, kalbin sesi kadınlar… Ahmet Bulut’un Gülseren Gümüş’le birlikte kaleme aldığı Aşkın Ev Hali, hem kadın hem de erkek bakış açısına yer verirken, eşleri birbirine yakınlaştırarak cennet gibi bir yuva sunuyor. Çift renkli baskısı, özel renkli kâğıdı ve illüstrasyonları ile zenginleştirilmiş içeriği ile Aşkın Ev Hali sonsuza dek aşk için bir başucu kitabı.
Komik, saf, deli dolu Levent ve tayfası, yepyeni bir geziye çıkıyor, hem de ne gezi! Doğu Ekspresi’yle Kars’a gidiyorlar. Fakat trende beklemedikleri bir yolcu daha var: Dünyaca ünlü elmas Kaçkarların Yıldızı! Tren yolculuğuyla gezinin tadını çıkarmaya çalışan tayfa, Anadolu’ya ait bu elması soygunculardan geri almaya çalışıyor. Tabii yine başlarını türlü belalara sokuyorlar, suçluların peşinden koşuyorlar. Her şey, Anadolu mirası elması vatanında tutmak için! Kendilerini eğlenceli olduğu kadar heyecanlı, tehlikeli mi tehlikeli bir maceranın içinde buluyorlar. Elması korumak, onlar için her şeyden önemli. Doğu Ekspresi’yle Türkiye’yi baştan başa gezerken elması korumaya hazır mısın?
Merhaba Dünyalı Çocuklar, Ben her gün teninizi okşayan, sizi sevgiyle ısıtan Güneş. Binlerce yıldan beri süren maceramda pek çok olaya tanık oldum, pek çok insan gördüm. Savaşlar, barışlar, göçler, kahramanlar, korkaklar, güzeller, çirkinler gördüm ben. Bütün bu tanıdıklarımın içinde birisini gördüm ki, onu bir an bile unutamam. Dünya sanki onun gelişine hazırlanmıştı. Varlık, binlerce yıldan beri onu beklemişti. Onu tanıdığım gün en mutlu günümdü. Sevmeyi, affetmeyi, hoş görmeyi ve sabretmeyi ondan öğrendim. Ne ondan önce ne de ondan sonra onun gibisini görmedim. Aldım düşle, hisle, fikirle, bin bir renkli kanatlı Düştenkanat’ı yanıma, onu size anlatmaya geldim. Şimdi söz verin bana. Onu tanıdıktan sonra onun gibi olma sözü. Çocuklar söz verdiler Güneş’e. Başladılar her gün Düştenkanat’ı beklemeye…
Onlar ışık hızı gezginiydiler. Kitabın sayfasını açtıkları anda başka âlemlere uçuyorlardı. Renkler, sesler, hisler değişiveriyordu bir anda. Araya çağlar bile girse ışık hızı yolculuğuna doyum olmuyordu. Gidip gezmek her şeyi yerinde görüp incelemek eşsiz bir keyifti onlar için. Üstelik bu iş için yaptıkları tek şey, bütünüyle istemek ve çok okumaktı. Bu iki güzellik içinde macera başlıyordu. Heyecan, hız ve coşku dolu renkli iklimlere uçuyorlardı. Zaman, yıldız gibi kayıyordu avuçlarından. Muhteşemdi varlık, muhteşemdi hayat ve muhteşemdi mucizeler… Şimdi seni de bu mucizelere okumaya çağırıyorlar. Işık gezginlerinin Hayal Atı’yla çıktıkları bu ışık hızındaki yolculuğa eşlik etmeye hazır mısın?
O, ışık hızı gezginiydi. Kitabın sayfasını açtığı anda başka âlemlere uçuyordu. Peygamberlerin alemine… Araya çağlar bile girse ışık hızı yolculuğuna doyum olmuyordu. Gidip gezmek, her şeyi yerinde görüp incelemek eşsiz bir keyifti onun için. Üstelik bu iş için yaptığı tek şey, bütünüyle istemek ve çok okumaktı. Bu iki güzellik içinde macera başlıyordu. Heyecan, hız ve coşku dolu renkli iklimlere uçmuştu. Zaman, yıldız gibi kayıyordu avuçlarından. Muhteşemdi varlık, muhteşemdi hayat ve muhteşemdi mucizeler… Şimdi seni de bu mucizelere okumaya çağırıyor. Işık gezgininin Hayal Atı’yla çıktığı bu ışık hızındaki yolculuğa eşlik etmeye hazır mısın?
Gözünü budaktan sakınmayan, er meydanından asla kaçmayan, haksızlığa tahammülü olmayan; mert, cesur Türk gencinin timsali Hanoğlu’nun Bizanslı savaşçılarla, Deylemli erlerle giriştiği mücadeleleri, nice bileği bükülmez, sırtı yere gelmez cengaverleri alt edişini okurken Selçuklu Devleti’nin kuruluşuna şahit olacak, diyar diyar at koşturan akıncıların coşkusunu, fetih aşkını yüreğinizde duyacaksınız.
Devlerin Savaşında Bir Çocuk Artık gerçek bir Hilalî olan Nuri, Vehimi Orhun Çelebi ve diğer Çelik Hilal savaşçılarıyla birlikte Tuna nehri kıyılarına doğru yola çıkar. Özel bir görev için gittikleri Tuna boylarında, birbirinden ilginç olaylar peşlerini bırakmaz… Tuna nehrindeki sır da ne? Nuri, Tuna’daki dev balıkla tek başına başa çıkabilecek mi? Korkunç bir güce sahip olan Kont Sadnakar’ın eline düşen Vehimi Orhun Çelebi ve Çelik Hilal fedaileri kurtulabilecekler mi? ULAK serisinin ikinci kitabı olan Tuna’nın Sırrı ile Ulak Nuri’nin hikâyesindeki bu sorulara yanıt bulacak, birbirinden heyecanlı maceralarına ortak olacaksınız.
Turgut Reis Haçlıların korkulu rüyası, Preveze ve Cerbe deniz savaşlarının şanlı gazisi, Trablusgarp fatihi, Akdeniz sahillerini kasıp kavuran denizler ejderi. Gümbürdeyen toplar, Akdeniz’de Turgut Reis’in hâkimiyetini ilân ediyordu. Malta’da ve Sirakuza kıyı şehirlerinde çalınan çanlar, Dragut dedikleri büyük gazinin Akdeniz’de avlanmaya çıktığını, uğultularla Haçlı dünyasına duyuruyordu. Dragut geliyor..! Dragut geliyor..! Avrupa, büyük telâş ve korku içinde… Acaba bundan sonra sıra kimde? Zafer Rüzgârları’nda, Turgut Reis’in hayatını, Akdeniz’deki şanlı mücadelesini ve Osmanlı leventlerinin maceralarını Ahmet Yılmaz Boyunağa’nın usta kaleminden okuyacaksınız.
Siva’nın Şimşeği Kırık Hançer! Hinduların uğruna canlar feda ettiği, onu korumak için her türlü fedakarlığı gösterdiği kutsal silah sahibine büyük güç ve kudret verdiğine inanılan, Karşısına çıkan ağaç, taş, demir her şeyi parçalayan olağanüstü güç. Gazneli Mahmut’un ordusuna karşı kullanılacak olan bu tehlikeli silah Hinduların elinden alınmalıydı. Ama nasıl? Ele geçirmek isteyenleri korkunç bir sona sürükleyen kırık hançeri kim yok edebilir? Kırık hançeri ele geçirmek için verilen amansız mücadele sizleri macera dolu, keyifli bir tarih yolculuğuna çıkarıyor. Bu romanda heyacan, bilgi ve tarihi olayları iç içe bulacak, Ahmet Yılmaz Boyunağa’nın usta kaleminden zevkle okuyacaksınız.
Fetih Sancakları’ Bedir’den Preveze’ye İslam ümmetinin cihat tutkusunu anlatıyor. Aşk, fedakarlık ve şehadet özlemiyle yoğrulmuş müslümanların nefes kesen mücadeleleri. İçiçe küçük, severek okuyacağınız romanlar…
Elenora, Abdüssamed, Ahmer, Anastasya, Mesleme ve diğerleri… Farklı Kültürlerden de gelseler hepsi ona hayrandı. Kahramanlıkları nesilden nesile anlatılan Koçyiğit Seyit Battal Gazi’nin giriştiği destansı mücadelenin romanı… Anadolu’nun bağrından Kız Kulesi’ne uzanan sürükleyici bir maceraya hazır mısınız? Battal’ın destanını Ahmet Yılmaz Boyunağa’nın kaleminden okurken, “Telefonuma mesaj gelmesin!”, “Kimse beni rahatsız etmesin!” siyeceksiniz.
Devlerin savaşında, tarihin gerçek savaşçılarından biri olmakta kararlı olan Ulak Nuri, Mohaç Muharebesinde altı yüz elli yedi yıllık Macar Krallığı’nın yok oluşuna tanıklık edip Viyana kapılarına dayanırken hayata dair soruları sormaya devam ediyor… “Peki; zafer, savaş denen bu kâbusun neresinde ? Zaferin mutluluğu, hazzı, görkemi nerede? İnsan zafer için savaşmaz mı? Muzaffer adam, aynı zamanda gururlu ve mesut adam değil midir? Hangi destanda mutsuz bir cengâvere rastlıyoruz ki?”
Okuyacağınız bu kitap, Pasaklı adında bir köpeğin hikâyesidir. Kendine özgü görünüşü nedeniyle doğduğu yerde, evinde bile dışlanan Pasaklı vaktinin çoğunu sahibinin evinin güneşli bahçesinde geçirir. Pasaklı’nın da tıpkı bizim gibi hayalleri ve özlemleri vardır. Ancak her kış kara bulutlar çöktüğünde Pasaklı, üstesinden gelmesi gereken zorluklarla karşılaşır. Pasaklı, kara bulutların arasından sahibinin bahçesinin ötesinde yatan arkadaşlık, annelik ve mutluluk ihtimallerinin peşine düşer. Eğer onlara tutunabilir ve çaresizce arzuladıklarını inşa edebilirse hak ettiği, hayalini kurduğu hayata kavuşabilecektir. Hayal Kurmaya Cesaret Eden Köpek, köpek ve insan arasındaki ilişkiye ayna tutan gerçekçi bir öykü olmasının yanı sıra cesurca yaşanmış bir hayatın kutlamasıdır.
Avrupa içlerinden Arabistan çöllerine yapılan uzun bir yolculuk… Haç ve Hilal uğruna savaşan iki büyük ordu… Bir tarafta tüm Avrupa’nın maceraperest ve hayalci şövalyeleri, diğer tarafta ise Selahâddin Eyyübî önderliğindeki isimsiz kahramanlar… III. Haçlı Seferini anlatan bu roman tarihe ışık tutuyor…
Kasım Hanlığı, onlar için yasak bir şehirdi artık. Yüzyıllardır yaşadıkları, vatan bildikleri, üzerinde doğup büyüdükleri topraklarda özgür yaşamak mümkün değildi. Her bir köşesinde hatıraları olan bu şehirden koparak, bilinmeyen bir sona doğru yola çıkmak zorundaydılar. Neden gidiyorlardı? Niçin onlara bu zulüm yapılıyordu? Yanan, yıkılan evler, köyler, şehirler… Binlerce insanın düşe kalka ilerlemeye çalıştığı karlı dağ yolları… Yeni topraklara, yeni bir vatana doğru zorlu yolculuk… Yasak Şehir, zulme boyun eğmediği için yok edilmek istenen, göçe zorlanan yüzlerce insanın altüst olan hayatının, acısının, hayatta kalma mücadelesinin hüzünlü öyküsüdür.
Ulak Nuri ve Hilalilere yeni katılan Johan, başarısız geçen Viyana Kuşatması sonrasında Vehimi Orhun Çelebi’nin emriyle düşmanın arasına casus olarak karışmakla görevlendirilir. Kış tüm ağırlığıyla yaklaşırken Tuna’nın tehlikeli sularında ve Avrupa’nın acımasız topraklarında çıktıkları bu yolculuk onları dondurucu soğuk, cadı avları ve Vatikan’ın Kanonikleriyle karşı karşıya getirir. Ulak Nuri, karşına çıkan zorlukları alt edip kendisine verilen görevi yerine getirebilecek mi?
Nuri, henüz daha on iki yaşında bir çocuk. Kahraman bir şehidin oğlu, eski bir savaşçının torunu. Büyüyor Nuri; yalnızlığıyla, hayalleriyle, gerçeklerin acımasızlığıyla büyüyor… Ve bir gün… “Çelik Hilal” namlı teşkilatın efsaneleri dilden dile dolaşan reisi Vehimi Orhun Çelebi ile karşılaşır Nuri. Bu, hayatının geri kalanını sonsuza dek etkileyecek bir tanışmadır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır… ULAK serisinin ilk kitabı olan Çelik Hilal’in Gölgesinde ile devlerin savaşındaki bir çocuğun hikâyesine merakla katılacak, birbirinden heyecanlı maceralarına ortak olacaksınız.
Tarık Bin Ziyad O, hedefe ulaşmadan asla geri dönmeyi düşünmeyen bir komutan O, tek yolun zafer olduğuna inanan bir komutan O, gemileri yakan bir komutan O, Tarık bin Ziyad Çarpışma yaklaşıyor ve gerilim sürüyordu. Düşman sayı ve silah bakımından çok üstün durumdaydı. Ama o, mutlaka zafere ulaşmalıydı. İşte tam bu noktada Tarık bin Ziyad, öyle bir karar verdi ki bütün orduyu hedefe kilitledi. Efsane Komutan, nefes nefese okuyacağınız gerçek olaylarla örülmüş bir roman. Ayrıca kitabın sonunda romanla ilgili soruların bulunduğu bir bulmaca bulabileceksiniz.
General Vorontsof, Şeyh Şamil karşısında bir şey yapamayacağını anlamıştı. Perişan bir şekilde geri dönerken, Dimitri’ye: “ Koskoca Rus İmparatorluğu’nun ezici kuvveti ve büyüklüğü karşısında, bir tek adamın, bir avuç insanla nasıl olup da mücadeleye devam ettiğini ve her defasında saldırı halinde olduğunu anlayamıyorum!” diyerek aczini belirtti. Özgürlüğünü kaybedenlerin sonu köleliktir, diyen Şeyh Şamil’in bağımsız yaşamak uğruna verdiği insanüstü mücadeleyi ibret ve heyecanla okuyacaksınız. Ayrıca kitabın sonunda romanla ilgili soruların bulunduğu bir bulmaca bulabileceksiniz.
Manolya, Tarih bölümü son sınıf öğrencisidir. Hayatını eski yazmalara adamış hocasıyla Endülüs alanında çalışıyordur. Yaz tatilinde beklenmedik şekilde kendini Granada’nın incisi Elhamra Sarayı’nda bulur ve sarayda çalışan Mateo ile tanışır. Sarayı gezerken kayboldukları tüneller önce soğuğuyla sonra görkemli teknolojisiyle onları şaşırtır! Elhamra Sarayı’nı inşa ettiren Sultan Muhammed’in, başkent Kordoba dâhil bütün Endülüs şehirlerini Elhamra’ya dokunulmaması karşılığında teslim etmesinin ardındaki sır, onları on dördüncü yüzyıl Endülüsü’ne götürerek hiç beklenmedik bir yolculuk yaşatır.
Tarihin gizemli gerçekleriyle şifreli ipuçlarını bir araya getiren macera yüklü bir İstanbul polisiyesi! Şifre Bilimci Milas Ulukan, uluslararası bir polisiye edebiyatı organizasyonu için Beyoğlu’nun incisi Pera Palas Oteli’ne davet edilmiştir. Etkinlik içeriğine uygun bir güzellikte devam ederken beklenmedik bir olay gerçekleşir. Otelin “Demir Leydi”si olarak adlandırılan asansörünün içinde bir cinayet işlenmiştir. Bu gizemli cinayetin perde arkası ise tarihin tozlu raflarında saklıdır. Şifreli bir kalem, üzerinde “Agatha Christie” yazması gereken ancak “II. Abdülhamid Han” yazılı esrarengiz bir anahtar ve yüz yıllık emaneti taşıyan tarihi bir sandık…
EFSANEVİ MALAMANDER’IN GİZEMİNİ KİM ÇÖZECEK? Tuhaf Deniz Kasabası’na kışları kimse uğramaz. Özellikle karanlık çöktüğünde, korkunç sis Canavarağzı Kayalıklarını ve Leviathan gemisini yuttuğunda… Bazıları bu sisin içinde korkunç Malamander’in ayak izini gördüğüne yemin edebilir! Herbert Limon, Büyük Nautilus Oteli’nin kayıp eşya sorumlusu, kaybolan eşyaların sahiplerini bulmanın ne kadar zor olduğunun farkında. Özellikle, kaybolan şey bir kız çocuğunun ailesi ise… Kimse on iki sene önce Parma Voilet’in ailesine ne olduğunu bilmez. Violet, ailesini bulmak için Herbert’ten yardım istediğinde olayın ucunun efsanevi Malamander’e uzandığını keşfederler. Tuhaf Deniz Kasabası her daim esrarengiz bir yer olmuştu. Fakat şimdi sis kıyıya çöküyor ve işler çok daha ürkütücü bir hâle geliyor. Mükemmel bir hayal gücüyle oluşturulmuş macera atmosferi, mitler ve efsaneler yönünden zengin lezzetli bir gotik anlatı. Malamander kitabı Thomas Taylor’ın yetenekli bir yazar olduğunu kanıtlıyor. Bu kitap bütün alkışları hak ediyor. —The Bookseller Bu gençlik macerasında bir tatil adasında iki çocuğun yerel bir efsaneyi kovalayışını okuyacaksınız. Yazar mizahi bir ton ile ilginç karakterleri birleştirerek alışılagelmedik bir üçlemenin açılışını yapıyor. Enerjik, fantastik bu anlatı tarafından ele geçiriliyorsunuz. —Publishers Weekly
Yeşil Ada’nın Çocukları romanı, Cumhuriyet’in 75. yıl dönümü sebebiyle Kültür Bakanlığı tarafından düzenlenen eser yazma yarışmasında Çocuk Roman Büyük Ödülü’ne layık görülmüştür. Bir Türk ve Rum çocuğun savaş sırasındaki dostluğunu ve barışa olan özlemini anlatan roman, aynı zamanda 1974 yılında Kıbrıs’ta yaşananlara da ışık tutuyor. Yeşil Ada’nın iki çocuğu olan Cengiz ve Yorgo o savaş günlerinde sevgi dolu yürekleriyle dostluğu ve sevgiyi bize yeniden yaşatıyorlar… Ve biz de diyoruz ki: “Sevgi, dostluk ve barış sınır tanımaz.”
Günümüz Japonya’sından, nükleer bombanın Hiroşima’yı mahvettiği güne uzanan, kalplerdeki umudu yeşertecek unutulmaz bir roman… Mizuki’nin büyükbabası Ichiro’nun kişiliği karısının vefatından sonra değişmiştir. O neşeli ve mutlu kişi gitmiş; yerine yıllardır biriken pişmanlıkların ezdiği, hayatla bağlarını koparmış Ichiro gelmiştir. Bu değişimin sebebi, Ichiro’nun ergenlik çağında yaşadığı Hiroşima’ya nükleer bombanın atıldığı günde gizlidir. Mizuki büyükbabasını yıllarca herkesten sakladığı anlatması için cesaretlendirir. Ergenlik çağındaki Ichiro, evinde arkadaşı Hiro’yla beraber vakit geçirirken dehşet verici nükleer bombanın atılmasıyla kör edici bir parlamaya şahit olur. İki arkadaş, çok ağır hasar almış bu şehirde büyük cesaret sergileyerek Hiro’nun beş yaşındaki kız kardeşi Keiko’yu bulmaya çalışırlar. Ichiro ve Hiro Keiko’yu kurtarabilecek midir? Peki ya Ichiro babasına ve Hiro’ya verdiği sözleri tutabilecek midir? Bir Japon efsanesine göre, kâğıttan bin tane turna kuşu katlama sabrını gösterenlerin dilekleri gerçek olurmuş. Ichiro, yapması gereken son turna kuşunu tamamladığında her şey yoluna girecek mi? Üzerinden bunca yıl geçmiş bir söz için Mizuki büyük babasına yardım edebilecek mi?