Kur’an kıssaları soyut ve yüksek hakikatlerin ete kemiğe bürünmesi, elle tutulur, gözle görülür hale gelmesidir. Özelde Yusuf kıssası genelde de Kur’ân kıssalarının tamamı bize tarihin akışının Allah’ın irade ve ilminden bağımsız ve başına buyruk bir gidişatının olmadığını gösterir. Özellikle kıssalar kronolojik olarak tersten okunduğunda tarihin yalnızca insanın eseri değil aynı zamanda Allah’ın mimarisi olduğu açıkça hissedilir. İnsan düşünerek ve kendini vererek Yusuf kıssasını okuduğunda, kıssa ile kendi ruhu arasında bir med-cezir yaşar. Bu kıssa, Allah’ın bir kulunu imkânsızlığın en dibinden imkânın zirvesine nasıl ulaştırabileceğine şahit kılar muhatabını. Hz. Yusuf’u kuyudan Kral’ın sarayına taşıyan olaylar zinciri, onun gördüğü rüyanın müjdesine giden yola döşenmiş taşlar mesabesindedir adeta. Yasin Pişgin, Yusuf suresi tefsiri olarak hazırlanan Mısır’a Sultanı Kuyudan Gelir’de Yusuf kıssasını kendi hayatımıza taşımamızın yollarını aşikar ediyor bize. Çünkü Hz. Yusuf’un kuyudan çıkışı, aynı zamanda bizim de kendi kuy(t)umuzdan ve milyonlar içindeki yalnızlığımızdan kurtulmamızın hikmet yüklü yoludur. Can gözüyle bakan, can kulağıyla dinleyenler için elbette…
Yıllanmış bir kan davası uğruna kararan hayatlar… Aşk adı altında meşru görülen cinayetler… Ve intikam ateşiyle kavrulan yürekler… Pınarbaşı Beldesi’nin yağız delikanlısı Efruz, tanık olduğu menfur bir suçun ağırlığı altında ezilmektedir. En yakınlarının eliyle işlenen bu günah ruhunda derin yaralar açar. Geçmişin kirinden arınarak hakikatin izini sürmek isteyen Efruz için uzaklarda yeni bir yaşam filizlenecektir. Peki ya türlü suçun, günahın ve intikam hırsının kararttığı hayatlarda gerçekler gün yüzüne çıkacak mı? Aşk, dostluk, vefa ve sadakat gibi kavramların yanı sıra türlü insani haslete dikkat çeken, toplumsal ve ferdi meselelere mercek tutan, ibret dolu bir Ahmed Günbay Yıldız romanı…
İş adamı Yakup Atmaca’nın biricik torunu Harun dürüst, ahlaklı ve vefalı bir gençtir. Küçük yaşta yüreğine ektiği, yıllarca sır gibi sakladığı bir sevda içinde kök salmış, gönlünü esir almıştır… Yakup Atmaca ve torunu, kaderin sürprizlerinden habersiz yaşarken türlü zorlukla mücadele eder. Bir yanda dedesine düşman kesilmiş, mal mülk hırsıyla körleşmiş anne ve babasına karşı çetin bir imtihan veren Harun diğer yanda kardeş bildiği, dostuyla nişanlanmasına vesile olduğu Rüveyda’nın başına gelenlerle sarsılır… İhanet ve iftiranın kararttığı hayatlarda, sevda yeniden filizlenecek mi? Türlü acı ve bedel sonrası sevenler kavuşacak mı? Usta yazar Ahmed Günbay Yıldız’dan kökleri çocukluğun masumiyetine dayanan sevda, vefa, arayış ve dostluk gibi kavramlarla pişmanlığın, kederin ve manevi olgunlaşmanın harmanlandığı, sürükleyici bir roman…
İki kudretli hükümdar, ikisi de cihana hükmedecek güçte, cesarette, dirayette. Biri savaş dehası olarak anılan, dünyanın tek hâkimi olmaya cehdetmiş, önüne çıkacak her engeli devirmeye ant içmiş Emir Timur. Diğeri Anadolu’dan yeşeren koca çınarın, Osmanlı’nın genç padişahı. Niğbolu fatihi, azmiyle, gözü karalığıyla Haçlılara korku salmış, Timur’a bile “O yiğidin göçtüğü âlemin sultanlığından ne çıkar!” dedirtmiş Sultan Yıldırım Bayezid. Okay Tiryakioğlu yeni romanı Devlerin ve Savaşı’nda bizleri yine dünya tarihine yön vermiş şahsiyetlerle bir araya getiriyor. Emir Timur imparatorluğunu batıya doğru genişletmek isterken, Yıldırım hem doğuda hem batıda şanlı bir mücadeleye girişiyor. Bir yandan İstanbul’u kuşatıyor, bir yandan Anadolu’nun birliğini sağlayan adımları atıyor. İstihbarat teşkilatı Karatuğlar, Kanoniklerin en derin hatlarına kadar sızmışken ihanet bir yerlerden yüz gösteriyor; Haçlılar ve Emir Timur arasında gizli bir ittifak oluşuyor. İki büyük komutan, iki cengâver hükümdar, Ankara’da, Çubuk Ovası’nda çarpışan iki ordu ve hiç bitmeyen nefis muhasebeleri… Belki de en büyük şanssızlıkları aynı zamanda yaşamaktı. Okay Tiryakioğlu yenginin, yenilginin, dünyaya hükmetmeye bir adım kalmışken kendi içindeki savaşta yenik düşmenin, onurla kaybetmenin destansı romanını yazdı… Timurlenk, kıl çadırından fırladığı gibi çıktı. Biz de peşinden seğirttik. Bakışlarında merak ve hayret vardı Koca Hakan’ın. Sonra harp alanının kızıl dumanları ve onca pusun arasından çıkanları görünce gözleri faltaşı gibi açıldı. Ak donlu atının iki yanında toplanmaya çalışan piyade ya da süvari, onlarca muharibi baltasının tek bir salvosuyla devirerek geliyordu Yıldırım Bayezid Han. İnanılmazdı ama gerçekten de oydu. Etrafında bir avuç hassa muhafızı olduğu halde karşı konulmaz bir kolaylıkla ilerliyordu. “Hele şu yiğide bakın,” dediğini işittim Timurlenk’in. “Şu yiğide bakın hey! Aman ya Rabbi, şu yiğidi görün ve torunlarınıza anlatın!”
Bir gün başlıyor Ahmet’in evinde, tıpkı bizim evimizde başladığı gibi. Günün sürprizleri, heyecanları, kolaylık ve zorlukları onu bekliyor. O, sadece bir bardak portakal suyuyla çıkmayacak karşımıza. Çok sevdiği Peygamberimizin (s. a. v.) örnek davranışlarını da bizlere aktaracak. O’nun gibi gülümsemeyi, O’nun gibi çalışmayı, O’nun gibi komşularını düşünmeyi, Onun gibi yardımsever olmayı, canlılara saygı duymayı, iyiliksever olmayı, sevgi dolu olmayı, azimli olmayı … O’nun güzel davranışlarını öğrenip hayatımızda uygulamak, mutluluk ülkesine hepimizi ulaştıracaktır. Tıpkı kitabın içinde hikâyesini okuyacağınız portakal suyu satıcısı Ahmet’i ulaştırdığı gibi.
Komik, saf, deli dolu Levent ve tayfası, bir gün Osman’ın çözmeye çalıştığı bir bilmecenin peşine düşüyor. Hem de ne bilmece! Onları Türkiye’den Çin’e, yok yok, İtalya’ya, durun daha bitmedi, Mısır’a, hatta Hindistan’a sürüklüyor bilmeceler… Birlikte neredeyse tüm Türkiye’yi gezen tayfa, bu sefer dünyaya açılıyor. Tabii yine başlarını türlü belalara sokuyorlar, bir suçlunun peşinden koşuyorlar… Her şey dünyanın harikalarını korumak için! Kendilerini eğlenceli olduğu kadar heyecanlı, tehlikeli mi tehlikeli bir maceranın içinde buluyorlar. Dünya mirasını korumak, onlar için her şeyden önemli. Dünya harikalarının tarihini öğrenirken onları korumaya hazır mısın? Bambaşka bir Levent macerası seni bekliyor!
Bir fikir önce sezgilerle belirir, içimizde büyür. Bazen bizi hüsrana uğratan yollara götürür ama kararlılıkla ve denemekle ‘fikir’ tohumları filizlenir, büyür. Üretmek böyle bir şeydir. Rengârenk olan zorlu bir yolculuktur. Çocuklara ve de kalbi büyük olan yetişkinlere hitap eden ‘Bir Fikrim Var’; hem metniyle hem de renk renk büyüyen görselleriyle üretmenin peşinden gidenlere bir ilham kitabı.
Leonard bir uzaylı. Onun hiçbir zaman bir adı olmadı. Ya da bir vücudu. Ya da en iyi arkadaşı. Leonard’ın galaksisinde yaşayan her uzaylı, üç yüzüncü doğum gününde ödül olarak dünyadaki bir canlının bedeninde vakit geçirmeye hak kazanır. Bu fırsat ayağına geldiği için çok heyecanlı olan Leonard, ulusal bir parkta orman koruyucusu olarak dünyaya gelmeyi beklerken kendini bir sokak kedisinin bedeninde bulur. Neyse ki Leonard’ın yolu Olive adındaki genç bir insanla kesişir ve birlikte bir yuva bulmak için yolculuğa atılırlar. Ben Cosmo’nun yazarından bir aile bulmanın ne demek olduğuna dair eğlenceli, dokunaklı ve sürükleyici bir hikâye.
“Bir kişi görünmeyendir. Ya iki kişi? Görünen, koca bir destektir!” Çimen, Yağmur ve Polen… Birbirini tanımayan üç çocuğun yolu “Başarısızlar Kulübü”nde kesişiyor. Peki, bu kulübe kimler katılabilir? Başarısız olma korkusuyla yüzleşmek isteyen herkes! İşte, bu hikâye kendilerini derslerde, sporda, sanatta veya aklımıza gelebilecek her alanda başarısız hisseden herkesi kucaklıyor. Sen de başarı yarışında kendini geride kalmış hissediyorsan bu kitap sana “Pes etme!” diye fısıldıyor.
Meraklı Murat’ın yağmurdan bulutlara, dağlardan hayvanlara dünyamızdaki her şeyi öğrenme macerasında olmak ister misin? Unutma, soru sormak serbest! Haydi, bütün soruların cevabını arayan Meraklı Murat’la tanış.
“Kur’an insanın Rabbiyle, alemle ve diğer insanlarla ilişkilerinden bahseden bir kitaptır.” Elmalılı Hamdi Yazır “Kur’an öyle bir nimettir ki bizi, inançlarımız, nihai hedeflerimiz ve hakikat konusundaki algılarımız hususunda yanılmaktan korur.” diyor Fatma Bayram. 35 yıllık vaizelik hayatı boyunca okudukça Elmalılı’nın mantığının sağlamlığına, bir konuyu dört başı mamur bir şekilde ele alışına, hukukçu olmasına rağmen felsefî, kelâmî tartışmaları derinlemesine analiz edip kişisel kanaatini cesurca ortaya koymasına, dili ustalıkla kullanmasına ve tefsirin yazıldığı dönemin ağır şartlarının temel kavram ve hükümlerini etkilememesine hayran kaldığı Hak Dini Kur’an Dili tefsirini camilerin hanım cemaatine, Osmanlıca tefsir metinlerini sadeleştirip hayatın içinden örneklerle zenginleştirerek kendine has üslubuyla anlattı; o anlattıkça dinleyenler de kendisi gibi bu dile aşina oldu, aşina oldukça sevdi, sevdikçe Kur’an’la olan hakikat bağları güçlendi. Bu gayret şimdilerde sosyal platformlarda ilk günkü heyecan ve dikkatle devam ediyor. Elmalılı Hamdi Yazır ile Kur’an Sohbetleri, Rabbini tanımaya ve O’nu muhtaç gönüllere anlatmaya vakfedilen bir ömrün, 1986 yılından beri bir kanaviçe gibi ilmek ilmek işlenen, işlendikçe zerafeti daha da ortaya çıkan meyvesidir.
Cesaret, sadakat, affetme, paylaşma, cömertlik, alçakgönüllülük, özeleştiri, adalet ve diğerleri… Toplumun geneli tarafından kabul edilen bu ortak kavramlar; bir anlamda, mutluluğun standartlar kümesidir. Değerleri bir banka hesabına benzetirsek, iyi yatırımlar yapan kişinin hesabı ona kâr getirecektir. Ne kadar kâr ettiği hemen anlaşılmasa da bu, ileri yaşlarda faydasını göreceği bir birikim olacaktır. Doğaya ya da ailesine yatırım yapan kişinin, bu yatırımların kendisine geri döneceğini bilmesi gerekir. Bugünün toplumsal yapısına baktığımızda, değerler artık cümle içinde kullanılan kelimelerden ibaret. Oysa değerleri gölgeleyerek toplumları değiştiren bütün kötülükler, ağaçlarda saklı kurtlar gibidir. Nasıl ki kurtlar ağacı içten kemirerek devirirse, sosyal yozlaşma ve kuralsızlık da toplumu böyle çürütür. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bizleri toplumun manevi dinamikleri olan değerlerin hayatımıza yeniden hakim olması için bir adım atmaya çağırıyor, değer eğitiminin insandan başlayarak topluma yayılması gerektiğini söylüyor ve bir Güzel İnsan Modeli sunuyor.
Nevzat Tarhan, 10 Adımda Pozitif Psikoloji’de her biri psikoloji ve psikiyatrinin farklı sahalarında uzman on dokuz kişiden oluşan bir ekiple duygusal zekâ becerilerini 10 adımda geliştirme yöntemlerini pratik uygulamalarla birlikte sunuyor. Kendini tanıma-farkındalık, iletişim becerileri, motivasyon, sebatkârlık, uzlaşmacılık gibi kavramların tek tek açıklandığı kitapta anlatılan 10 adım, psikodrama ve alıştırmalarla pekiştiriliyor. Hayatın her anında karşınıza çıkabilecek krizleri birer avantaja çevirebilmenin inceliklerini anlamak ve öğrenmek isteyenler için 10 Adımda Pozitif Psikoloji kaçırılmayacak bir imkân.
Bir sahur programında engelli bir çocuk babası olan ve on dokuz yıldır ibadet bilinciyle oğluna hizmet eden Ali Bey’i misafir etmiştim. Konu engellilerdi. Karşılaştıkları problemleri, toplumun engellilere bakışını anlatıyordu. O anlattıkça ben kendimden utanıyordum. Yer yarılsa yerin dibine girecektim. Bu konuda ne kadar gafil olduğumuzu fark ettikçe mahcubiyetim katlanarak artmıştı. Sivas’taki bir konferans sırasında tanıdığım Fatma Tatlı kardeşim, imanın imkânını fark etmemi sağladı. İlk Almanya ziyaretinde tanıdığım Gülseren Gümüş kardeşim, bana sahip olduklarımı hatırlattı. Ne kadar zengindim ve ne kadar az şükrediyordum. Zaman içinde tanıştığım kardeşlerim arttı. Hepsi Allah’ın ayrı bir ayetiydi. Hepsinde ayrı bir cevher vardı. ‘Bu kardeşlerimin derdine merhem olabilir miyim,’ düşüncesiyle hayatımızda onlara yer açalım diye bu çalışmaya başladım. Onlar, en zor imtihana tabi tutulmalarıyla Allah’ın özel kullarıydılar. Rabbimiz onlara dünyada bazı sıkıntılar verse de şundan emin olmalıyız ki onları çok seviyor. Ve onların hayatları bizler için ibretlik numuneler sunuyor.” Ahmet Bulut, Cennete Koşanlar’da bizleri Allah’ın verdiği nimetlerin kıymetini anlamaya, her gün soluduğumuz nefesin değerini bilmeye, çok olağanmış gibi kullandığımız uzuvlarımızın önemini fark etmeye davet ediyor. Okuduğunuzda hayatınızda çok şey değişecek. Ne kadar zengin olduğumuzu ancak buna karşın, ne kadar az şükrettiğimizi göreceksiniz.
Gelirken getirmediğin, giderken de gitmelerine mâni olamadığın hiçbir şeye benim diyemezsin. Benim diyemediğin şeyden hak talep edemezsin. Hak talep edemediğin şeyden şikâyet edemezsin. Ama aldandın bir kere. Damarlarına kadar işlemiş haram sevdaya mukabil, sana şah damarından daha yakın olduğunu söyleyen bir Rabbin vardı. Duymadın! Kimse bilmez diye derinlere gömdüğün dertlerine mukabil, yarattığı kalbin atomlarına kadar işiten Rabbin vardı. Anlamadın! Onların batıp giden sevgilileri çiçek alırken, bizim Sevdiğimiz (c.c.) tüm çiçekleri yarattı. Görmedin! Şimdi hüzünlü yüreğine şöyle söyle dostum: Geçmez sandığın ne varsa geçiyor. İçin geçiyor önce. Sonra anıların gözlerinin önünden geçiyor. Geçmez sandığın kabuk tutan yaraların da geçiyor. Ben de gidiyorum artık, gözümün önünden kabrim geçiyor. Kestiğim elimi ispat olsun diye gözlerimin önünde tamir eden Allah’ım! Kırık gönlümü başka cerrahlara götürdüğüm her gün için affet! Tırtıl öldüm demiş, Allah kelebek yaratmış… Kitapları ve videolarıyla milyonlarca insana ulaşan Mehmet Yıldız, Aşk 5 Vakittir’te de akıcı ve keyifli üslubuyla Allah’ı, ibadeti ve namazı anlatmaya devam ediyor.
Allah’a Teşekkür Ediyorum
Allah’ın Güzel İsimlerini Biliyorum
Beni Kimin Yarattığını Biliyorum
Cenneti Merak Ediyorum
Dua Etmeyi Biliyorum
Kitabımın Kur’an Olduğunu Biliyorum
Melekler Beni Seviyor
Namaz Kılmayı Seviyorum
Oruç Tutmayı Seviyorum
Peygamberimin Kim Olduğunu Biliyorum
Fatih Sultan Mehmed, Midilli’yi fethedeli uzun yıllar olmamıştı. Türkleri kendilerine en büyük tehdit olarak gören Rodos Şövalyeleri mazlumlara zulmetmeye devam ediyordu. İşte bu şövalyelerin önderliğinde, zenginliğin ve gücün merkezi Akdeniz’i ele geçirmeye ant içmiş yeni bir Haçlı ittifakı Türk varlığını mavi sulardan silmeye kararlıydı. Fatih’in yiğit askerlerinden Yakup Ağa’nın ele avuca sığmayan yaman oğlu Hızır, bu ittifaka karşı vatanını müdafaa etmek istiyordu, ama nasıl? İşlenmeyi bekleyen cevher misali, Hızır’ın ona yol gösterecek bir rehbere ihtiyacı vardı. Bu cevheri işleyecek olansa kim olduğu ve nereden geldiği bilinmeyen gizemli Derviş’ti. Ulvi bir amaç peşinde, tarihi değiştirecek bir sırra vakıftı… Ve bu sırrı sahibine aktaracağı günü beklemekteydi. Peki… Hızır ile Derviş’in yolları nasıl kesişecek? Hızır, sırrın sahibi olmaya mahir olduğunu gösterebilecek mi? Derviş gerçekte kim? Cem Sultan’ın mirası Hızır’ın ve Derviş’in kaderinde nasıl bir rol oynayacak? Kitapları ve oyunculuğuyla Türkiye’de ve dünyada büyük ilgiyle takip edilen Bahadır Yenişehirlioğlu, Derviş’te ustalıklı bir kurgu ve etkileyici bir üslupla bambaşka bir tarih anlatısı sunuyor.
Bir ev kedisi ile özel bir çocuğun sıra dışı arkadaşlığı… Ev kedisi Pepe, insanları Anne, Baba ve Tato ile birlikte sıradan bir kedi hayatı yaşamaktadır. Oldukça meraklı ve hareketli bir kedidir. Günleri komşunun köpeğiyle atışarak, güvercinlere söylenerek ve uyuyarak geçer. Pepe’nin hayatı, yaşadığı binanın dördüncü katına daha önce hiç görmediği bir çocuğun taşınmasıyla değişir. Bu çocuk onun tanıdığı diğer çocuklardan farklıdır. Hiçbir zaman evden dışarı çıkmaz. Penceresinde kilit olduğu için camdan dışarı bile bakamaz ve zamanının çoğunu resim çizerek geçirir. Pepe, onun eve hapsedildiğini düşünür ve çok tuhaf bulduğu küçük çocuğu yakından tanımayı ister. Fakat o bir kedidir ve insanlarla nasıl iletişim kuracağını bilmez. Yine de yeni arkadaşını güldürmenin ve her şeyden önce onun kalbini ısıtmanın bir yolunu bulmalıdır.
Türkiye’de Orta Çağ Avrupa tarihi üzerine yapılan çalışmalar genellikle Geç Orta Çağ’a odaklanırken yaptığı başarılı çalışmalarla dikkatleri üzerine çeken Doç. Dr. Özlem Genç, bu eserinde Erken Orta Çağ Avrupası’nın önde gelen toplumlarından biri olan Franklar üzerine yoğunlaşmıştır. Yazar, Erken Orta Çağ Avrupası’nda Hayat isimli bu çalışmasında, Frankların tarih sahnesinde görülmeye başladıkları andan onları merkezî bir güç altında birleştiren Clovis`e kadar siyasi faaliyetleri, Roma İmparatorluğu ile ilişkileri ve en önemlisi Orta Çağ Avrupası`na etkilerini değerlendirmiştir. Bu etki, Clovis döneminde derlendiği düşünülen ve Frankların bilinen ilk yasaları olan Pactus Legis Salicae üzerinden incelenmiştir. Bu metni orijinal dili Latinceden Türkçeye çeviren Özlem Genç, böylece ülkemizde hem kaynak azlığından yeterince bilinmeyen Erken Orta Çağ`ın hem de Frank tarihinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamaya çalışmıştır. Özlem Genç’in uzun süreli ve meşakkatli çabalarının sonucu olan bu eser, Türkçe literatürde Erken Orta Çağ Avrupası hakkında önemli bir boşluğu dolduracaktır.
Osmanlı tarihi üzerine yaptığı dikkat çekici çalışmalarla ön plana çıkan Prof. Dr. Ali Akyıldız, Tarihçilik ve Yöntem Üzerine adını verdiği ve tarihçilik mesleği ile tarihçiliğin yöntemine dair yazdığı makalelerini bir araya getirdiği bu eseriyle tarih öğrencileri ve genç tarihçiler için bir rehber oluşturmaktadır. Osmanlı tarihi araştırmaları sırasında karşılaşılan bazı problemler ve bunlara dair ileri sürülen çözüm yollarını içeren bu makaleler, tarih araştırmacıları için ufuk açıcı analizler içermektedir. Tarih yazımında yükselen trendlerden biri olan biyografi yazıcılığının Osmanlı dünyasındaki kısıt ve imkânları, hanedan tarihi çalışmanın problem ve tuzakları, tarih araştırmalarına temel teşkil eden belgelerin niteliği, güvenilirliği ve neyi söyleyip neyi söylemediği, Hicri takvimin zaman zaman tarihi yanlış göstermesi ve bu sorunu aşmak için önerilen çözüm yolları, Yakınçağ Osmanlı sosyo-ekonomik tarihinde karşılaşılan kaynak sorunları gibi konular bu kitapta üzerinde durulan başlıklardan birkaçıdır. Bu eser, tarihçilerin ve tarihçiliğe adım atan genç araştırmacıların bu uzun ve meşakkatli yolda karşılaşacakları problemlere dikkat çeken bilgi ve analizlerle dolu bir el kitabı mahiyetindedir.
Türkiye’nin en çok okunan pedagoji kitapları yazarı Pedagog Dr. Adem Güneş, bu kez çocukluk döneminin en kritik çağını ele aldı. Çocuğun kişiliğinin ana hatlarının oluştuğu 0-6 yaş dönemi ve bu dönemde kaçırılmaması gereken 100 Temel Kural’ı kısa, öz ve sade bir dille bu eserde topladı. Bir Hint atasözü; “Çocuklarınızı 6 yaşına kadar bana verin, 60 yaşına kadar sizin olsun…” der… Pedagojik açıdan doğrudur bu söz… Zira çocukluk dönemi, his edinim dönemidir… Ve hangi his yerleşirse 6 yaşına kadar çocuğa; o, huya dönüşür… İncecik sızı bırakır duyguda, sökülüp atılması kolay olmayan… Kiminde, uğursuz bir iç ses gibi fısıldar durur, bütün bir ömür değersizlik hissettirir insana iliklerine kadar… Kiminde ise cıvıl cıvıl bir iç kıpırtısı verir, dinmek bilmez yaşama sevinci… Ve en zor anlarda çocukluğun tebessümü koşar gelir yardıma… Her insanın sadece bir kez çocuk olma hakkı vardır… O da anne babasının çocukluğunu yaşamasına izin verdiği kadardır…
Birçok anne baba onlarca kitabı uzun uzadıya okumak yerine; çocuk eğitiminin temelini oluşturan, kısa, öz, uygulanabilir bilgilere “kolayca” erişme ihtiyacı hisseder… Çocuk Eğitiminde 100 Temel Kural, tam da bu ihtiyaca yönelik olarak, “olmazsa olmaz” konuların özeti şekilde hazırlandı… “Güvenli bağlanma”dan “dikkat dağınıklığı”na, “sahte benlik” oluşumundan “duyarsızlığa”, “mahcubiyet” kavramından “minnet duygusu”na kadar, her yetişkinin bilmesi gereken çocuk eğitimine dair 100 temel kural bir araya getirildi. Kızmadan, çatışmadan, dost olarak çocuk yetiştirmek mümkün… Utandırmadan, mahcup etmeden, çocuğa saygın bir kişilik kazandırmak hayal değil… “Pedagojinin Anayasası” şekilde hazırlanan bu eser, Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş’in kaleminden, çocuk eğitimini önemseyen herkes için…
“Oyun, çocuk için sadece bir oyalanma ve eğlence aracı değildir; fiziksel, zihinsel, dilsel, motor, sosyal-duygusal gelişim alanlarını destekleyici bir role sahiptir. Oyun çocuğun en ciddi işidir” diyerek yola çıkan Ali Çankırılı Benimle Oynar mısın Anne’den sonra Benimle Oynar mısın Baba ile çocuklarıyla kaliteli vakit geçirmek isteyen anne ve babalara bir destek eli uzatıyor. Bilgisayar ve internet odaklı oyunların çocuklarımızı adeta işgal ettiği şu dönemde evdeki basit materyallerle bazen de hiçbir malzemeye ihtiyaç duymadan uygulanabilecek oyun ve etkinlikler giderek daha da önem kazanıyor. Çünkü çocuğun duygusal, bedensel, zihinsel olarak aktif biçimde katılacağı oyun ve etkinlikler dikkat, algı, duyusal gelişim ve farkındalık üzerinde olumlu etkilerde bulunuyor. Bu ihtiyacın farkında olan ama çocuklarıyla basitçe ve gelişimlerine destek olacak içerikte farklı oyunlar ve etkinlikler oluşturmakta zorlanan anne babalar Benimle Oynar mısın Baba’da yaş gruplarına, uygulanacakları mekâna ve kazanımlarına göre gruplandırılmış etkinliklerle çocuklarıyla dolu dolu vakit geçirecek, zaman zaman da geçmişin sokak oyunlarının bugüne taşınan versiyonlarıyla kendi çocukluklarına doğru keyifli bir yolculuğa çıkacaklar.
Komik, saf, deli dolu Levent ve tayfası, “Genç Arkeologlar Yetişiyor Projesi” için Göbeklitepe’ye gidiyor! Göbeklitepe’nin milattan önceye uzanan gizemli tarihini keşfedecekleri bu kitapta tayfa başını yine binbir belaya sokuyor. On binlerce yıllık heykellerin peşine düşen hırsızları yakalamak ve arkeolojik hazineyi korumak için kendilerini heyecanlı, tehlikeli mi tehlikeli bir maceranın içinde buluyorlar. Göbeklitepe’yi tayfayla birlikte korumaya ve arkeoloji bilimine daha yakından bakmaya hazır mısın? Her şey, insanlık tarihini değiştiren Göbeklitepe için! Bambaşka bir Levent macerası seni bekliyor!
Kim ki lütuflar için şükretmez, O’nu kaybetme riskiyle karşı karşıyadır; Kim ki şükreder, o lütufları manevi bağlarla Kendine bağlamış olur. (İbn Atâullah) Şehir boğuluyor, şehrin sakinleri de öyle. Güzide dimağların pervasızlığı, anlayışsızlığa dönüşmüş. Modern hayatın cazibesi kısa süreliğine başımızı göğe erdiriyor; ama ardı sıra, külleri kalıyor geriye ve insanlık boşanma, intihar, depresyon ve uyuşturucu yüklü kişisel ve sosyal kabristana düşüyor. İlerlemeye dair sloganlarımıza rağmen, Machado’yla birlikte acı çekiyoruz: “İnsanlarla barış içinde, ama iç organlarımızla savaş içinde yaşayış.” Ve Nabokov gibi, “beşiğin dipsiz bir kuyuya doğru yuvarlandığı”na kâniyiz. Tevhidin tarihi, kurtuluş anlarını dinler adını verdiğimiz parlak ve erişilebilir ışığın burçlarını, yahut kadim ihtişamın katışıksız bakiyelerini belgeliyor. İslâm, bütün ihtişamıyla, başlangıçta bize verilen insaniyetimize, fıtratımıza yeniden erişme imkânı sağlıyor. Postmodern yaşayış okyanusları boyunca selametle yol almamızı mümkün kılan bir cankurtaran gemisi olarak kılavuzluk ediyor. Modern insan daima bekleme odasında duran, daha gerçek bir gelecek umudu taşıyan, ama asla buna tamı tamına erişemeyen puer aeternus olarak gözüküyor; oysa İslâm insanı, homo Islamicus kemale ermiş biridir, makinelerin ve nefsinin getiremediği türden bir seyr u sülûku tecrübe etmiş bir yetişkindir. Sosyalliğin yurdu, işte burasıdır: Erkekler ve kadınlar, çocuklar ve yaşlılar arasındaki ilişkiler için mevcut bir norm, kişisel arınma ve nefis terbiyesi arayışının yüreklendirdiği, kutlu hayat tecrübesine dair içtenlikli ve neşe yüklü bir vizyon. T. J. Winter (Abdülhakim Murad), postmodernitenin ve bütün sahte kurtuluşların kadehinden içmiş ve sonra İslâm’ı insanın anlam arayışına götüren kesin bir anahtar olarak tanımış bulunan bir postmodern dönem çağdaşı ve düşünür olarak Allah’ı bütün isimleriyle öğreten tek dinin potansiyel ihtişamını ortaya seriyor.
Asimetrik Savaş, ilk baskısını 2010 yılı Mayıs ayında yaptı. Kitabın 93. sayfasında bugünden bakınca oldukça ilginç bir öngörü vardı. “Toplum artık darbecilerin siyasi ajandalarını biliyor. Eğer bir darbe girişimi olsa, binlerce arabanın askeri birlikler önünde, trafiği kilitleyeceğini söylersek abartmış olmayız. Çünkü toplum özgürlüğün ve insanlığın tadını aldı.” Gerçekten de kitabın yayınlanışından 6 yıl sonra gerçekleşen 15 Temmuz darbe girişiminde, sivil halk sokaklara fırladı, bazıları arabalarını askeri birliklerin önüne yığdı. Dünya tarihinde ilk kez bir halk darbe girişimini engellemiş oldu. “Asimetrik Savaş, savaşmadan kazanma sanatı” diyor Nevzat Tarhan ve bu gerçeği oldukça detay bilgilerle ve derin incelemelerle biz okurlara yansıtıyor. Kitapta yer alan bilgiler, öngörüler, analizler hayati derecede önemli olduğu için, Nevzat Tarhan Asimetrik Savaş kitabını yeniden ele aldı, genişletti ve güncelledi. Toplumsal sadakat, Türkiye’de laiklik ve adalet ilişkisi, Kolektif psikoz, Demokrasi algılamaları, ‘Babam bilir’ tarzı yönetimi, Olgu/Algı farklılıkları, Ergenekon bitti mi, Kategorik siyasal düşünce, Yakın tarihin travmaları, Öfkenin kadın ve erkekte etkisi, “Ordu yıpranmasın, Türkiye yıpransın” diyemeyiz, Fobi; ‘aşırı uyarılmışlık hali’, Karıncaya tüfekle ateş etmek, Politik psikoloji, 15 Temmuz ve Asimetrik Savaş gibi, kitabın içinde yer alan yüzlerce konunun her biri sarsıcı, analizler ve öngörülerle yarınlarımıza uyarıcılık yapıyor. Savaşmadan kaybetmemek için Asimetrik Savaş’ı okumak gerek…
Yer O’nun için… Gök O’nun için… Deniz kıyısındaki kum tanelerinin her biri O’nun için… Tüm alem O’nun, O ise tüm alem için… Kul ve resul planında vücuden en evvel, manen en ahir… O ki Allah’ın sevdiği kulu, son resulü… Hürriyetini bulmak isteyen O’na esir olsun. Allah’a kul olmak isteyen O’na uysun. Kurtuluş O’nda… Ferahlık O’nda… Selamet O’nda… Aranıp da bulunamayan hiçbir güzellik yok O’nda… Öyleyse bugün kimin gönlü bunalıyorsa, kim başına gelen imtihanlardan yorgunsa, kim sıkıntılar içinde göğüs kafesi çatlayacakmış gibi hissediyorsa, kim her şeyi olmasına rağmen hâlâ huzursuzsa, kim aldatılmışsa, kim ağlatılmışsa Resulullah’la arasındaki bağa baksın… Kim de hayatına yeni bir başlangıç yapmak istiyorsa bir besmele çekip bundan sonra O’na biraz daha benzeyebilmek için adım atsın. Allah’ın bizlere yol göstermek için gönderdiği Peygamber Efendimize(sav) tutunursak aklımızdaki birçok soru cevap bulacak, kalbimizdeki birçok şüphe yerle bir olacak ve karanlıklar aydınlanacak.
Ne yaparsan yap olmaz bazen. Ama o kadar güzel olmaz ki, “Ancak bu kadar güzel olmayabilirdi,” dersin. Ve aklına gelir: “Kadere iman eden kederden emin olur.” Sonra anlarsın ki, nar tanelerini teker teker yerli yerine yerleştiren Rabbin, seni de hangi gönle yerleştireceğini bilir. Tek yapman gereken kara geceleri kudret kalemiyle güneşe boyayan, kahverengi odundan pembe çiçekler açtıran Allah’a inanmak. O’na inanırsan yaklaşmak için tuttuğun elin aslında Allah’tan uzaklaştırdığını anlarsın. O’na inanırsan batıp gidenlerden medet ummaz kalbin esas sahibine yönelirsin. O’na inanırsan Aşk neden can yakar, anlar ve sabır ipliğiyle diktiğin tüm yaralarını tedavi edersin. İstemez misin kor ateşler etrafını sararken yanmayan bir İbrahim olmayı… Kitapları ve videolarıyla milyonlarca insana ulaşan Mehmet Yıldız, Aşk Neden Can Yakar’da da akıcı ve keyifli üslubuyla Allah’ı, nefsi ve ibadeti anlatmaya devam ediyor.
Aşk, evlilik, eş, aile, ev hanımlığı, sevgi, akrabalar, aldatma, şiddet, boşanma, annelik- babalık, mutlu bir ailenin sırları ve daha fazlası… Aile kurumunun yıkılmaya yüz tutması, aile bireyleri arasındaki bağların zayıflaması ve modern dünyanın getirdiği sorunlar aile üzerinde yeni baştan durulması gerektiğini gösteriyor. Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın kaleminden Son Sığınak Aile, aileye ilk adım olan evliliğin biyolojik, psikolojik, sosyal ve kültürel temellerini irdeliyor. Yaşanmış örneklerin ve ‘evlilik niyet sözleşmesi’nin desteğiyle aile üyelerinin ve evliliğe hazırlık sürecinde olanların yollarını aydınlatıyor. “Aileyi” bütün yönleriyle anlatırken aileleri, karşılaşılan sorunları ve olguları bilimsel bir bakış açısıyla ele alıyor. Bu kitap, her ailenin ve aile olma yolunda ilerleyenlerin mutlaka kitaplığında bulunması gereken, mutlu aileler için rehber niteliğinde bir başvuru kitabı.
Yol uzun, ömür kısa olduğuna göre, hayatı güzelleştiren sırları çözmek gerekiyor. Bunun için de kültür hazinelerinin kapılarını açmak, mücevherleri ortaya saçmak icap ediyor. Unutmayalım ki, medeniyetimizin pırlantaları, dün olduğu gibi, bugün de hem gözlerimizi hem gönüllerimizi dinlendiriyor. Kültür tarihçisi Dursun Gürlek’in hazırladığı bu kitap Osmanlı medeniyetinden ve İstanbul kültüründen kesitler sunuyor. Evliya Çelebi’den anekdotlar, eski kitapların tozlu sayfalarında unutulmaya yüz tutan latifeler, Süleyman Nazif’ten fıkralar, hediyelik altınlar, camilerimizi süsleyen şaheser tablolar, eli öpülecek insanların özellikleri, Mehmed Âkif’in gözünü yaşartan sahneler, Şair Haşmet’ten haşmetli sözler, şifalı tozlar, Mevlevi medeniyetinden ibretler, uyuyanları uyandıracak fıkralar Kültür Dünyamızdan Manzaralar’ı oluşturuyor. Cana can, yüreklere heyecan katacak, enikonu okunacak birçok konu sizleri bekliyor.
13. yüzyılın ikinci yarısı ile 14. yüzyılın ilk yarısında yaşayan İbn Teymiyye, kaleme aldığı eserlerle İslam düşünce tarihini büyük ölçüde etkilemiş isimlerden biridir. İbn Teymiyye’nin es-Siyâsetü’ş-Şer’iyye fî Islâhi’r-Râî ve’r-Raiyye isimli bu en kıymetli eseri, Yöneticinin ve Yönetilenin İyiye Yönlendirilmesine Dair Şer’î Siyaset başlığıyla okuyuculara sunulmaktadır. Bu çalışma, İslam siyaset düşüncesi alanında kaleme alınan eserler arasında en önemlilerinden biridir. Eseri ayrıcalıklı kılan hususlardan birisi yazarın kendi döneminde rastladığı yönetimler, gruplar, farklı devlet görevlerini üstlenmiş memurlara dair yaptığı tespit, tasnif ve taksimlerdir. Özellikle din-siyaset ilişkisi, siyasîlerin olumlu ve olumsuz davranış tarzları, kamu görevi üstlenenlerin ahlakî vasıfları konusunda yazarın orijinal tespit ve değerlendirmeleri bulunmaktadır. Eserinde ideal siyasetten bahseden İbn Teymiyye, yeri geldikçe kendi döneminde rastladığı olumsuzluklara temas etmekte, bunlardan hareketle “imkân ölçüsünde sorumluluk” konusuna vurgu yaparak reel siyasete bu bağlamda temas etmektedir. İslam siyaset düşüncesinin önde gelen isimleri arasında bulunan İbn Teymiyye’nin bu eseri, bir bütün hâlinde bakıldığında bu alanda farklı bir perspektiften nassların ve tarihî uygulamanın nasıl görüldüğünü tespit konusunda değerli bir birikim sunmaktadır. Bu yönüyle, eser, konuya ilişkin araştırma yapanlar için önemli metinlerin başında gelmektedir.
“Aklınızın denizlerinde yüzen bir balık, kalbinizin kıyılarına vuran dalgalar yaratır.” Tebriz’de bir sokak çocuğu olarak yaşayan Emir için dünyanın bütün sesleri onun duyabildiği kadardı. Fakat iyi duyamayan kulakları, kalbinin hissetmesine veya zihninin hayaller kurmasına engel değildi. Tesadüfen gördüğü kırmızı balığın, hayatını değiştireceğinden tümüyle habersiz olan Emir, onu özgürlüğüne kavuşturmak isterken farkında olmadan kendisini balıkla özdeşleştirmişti. Kendi özgürlüğü, kırmızı balığın özgürlüğüne bağlıydı sanki. Annesiz babasız, yuvasız ve sevgisiz yaşamanın zorluğuna İran ile Irak arasında yıllardır süren savaş da eklenince sokaktaki yaşam artık daha tehlikeliydi. Hayallerinin ve umutlarının peşinde hayatının ışığını arayan Emir, korkunç bir savaşın gölgesinde uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkmak üzereydi. Düşperest serisi ve Canım Arkadaşım kitaplarının yazarı Özgür Balpınar’ın masalsı kaleminden, dünyayı olduğu gibi değil olması gerektiği gibi gösteren umut dolu bir hikâye.
“Nasıl bakılacağını bilirseniz, yıldızların özüne işlenmiş hikâyeler vardır. Bir yıldız gibi olun, ışığınız parlasın. Hikâyeniz parlasın. Çünkü bizi eve hikâyeler götürecek.” Mülteci kampında günler birbirinin aynı geçer: sıkıcı, aç ve gergin. Kampta ne yeteri kadar yiyecek vardır ne oyalanacak bir şey ne de ihtiyaç duyulan ilaçlar. Hayatının büyük kısmı kampta geçen Omar, okula gitme fırsatı doğduğunda bunu hem kendi hem kardeşi Hasan için bir umut ışığı olarak görür. Fakat bu aynı zamanda konuşamayan kardeşini, ailesine dair tek hatırasını yalnız bırakacağı anlamına gelir. Omar ve kardeşinin hayalini kurdukları yeni hayata başlamaları içinse beklemeleri, beklemeleri ve daha çok beklemeleri gerekir. Ömrünü karşılaştığı zorluklarla mücadele ederek ve değer verdiği şeyleri var gücüyle koruyarak geçiren Omar, nereye giderse gitsin ve yanında kim olursa olsun ailesini ve evini yüreğinde taşır. Yıldızlar Saçıldığında, Omar Mohammed’in kendi hikâyesini tüm içtenliğiyle anlattığı, ödüllü çizgi roman yazarı Victoria Jameson’un kaleminde hayat bulan, bekleyişin ve umudun buluştuğu etkileyici bir çizgi roman.
Masal okuyan çocuklar, masal kahramanlarının olaylara nasıl yaklaştığını ve hangi durumlarda hangi tepkileri gösterdiğini çok iyi kavrarlar. Kavradıklarını da kısa sürede yaşamlarına aktarırlar. Bu nedenle onlara okunan ya da kendilerinin okuyacakları masalların seçimi, son derece önemlidir. Hem ebeveynler hem öğretmenler tarafından beğeniyle karşılanan Cep Masallar dizisi, Pofuduk Masallar POF POF ile devam ediyor. Bu masallar ile çocuklarımız hem eğlenecek hem de birçok kavram kazanımı elde edecek!
İsmail Ediz’in kaleminden, Orta Doğu’da bir Yahudi devleti kurma düşüncesinin nasıl şekillendiğini Neoklasik Realizm teorisiyle açıklayan alanında öncü bir çalışma: Balfour Deklarasyonu: Yahudi Devletinin Kökenleri. 1917 Balfour Deklarasyonu’nu İngiliz hükümetinin ortaya çıkardığı bir karar olarak incelemeye alan eser, konuyu hem tarih hem de uluslararası ilişkiler perspektiflerinden değerlendiriyor. İngiliz arşiv belgelerini mercek altına alan kitap, günümüz araştırmalarında ihmal edilmiş yönleri, ara değişkenleri, İngiliz iç siyasetini ve dünyanın durumunu gözler önüne seriyor. Filistin’in jeostratejik konumu, İngiltere’nin savaş sırasındaki değişken durumu, Yahudilerin Çarlık Rusyası karşıtı tutumu, uluslararası ekonomik kriz, Amerikan-Yahudi sermayesine duyulan ihtiyaç, gizli ve sözlü yürütülen görüşmeler, nihayetinde kökünden değişen uluslararası dengeler… Balfour Deklarasyonu: Yahudi Devletinin Kökenleri, Orta Doğu’yu çıkmaza sürükleyen ve Yahudi devletini adım adım inşa eden Balfour Deklarasyonu’nun tarihi. Geçmişi uluslararası ilişkiler metodolojisiyle okuyup çok boyutlu bir nedensellik kurgusu görmek isteyen okurlar için vazgeçilmez bir çalışma.
Kusurlu bir sikke elden ele, keseden keseye geçerek bütün Roma’yı nasıl dolaşır? Hikâyeyi hikâyeye, yolu yolcuya, rüyayı rüyete, yedi kişiyi erdemli bir köpeğe nasıl bağlar? Gölgelerin mağarasına dönen haberci her defasında niye taşlanır? Kehribar Geçidi, MS 300’lü yıllarda İmparator Diocletianus Roma’sında bu sorulara cevap arıyor. Okuyucularını Forum’un, Colosseum’un, Senato’nun, Tiber ırmağının, Şifa Tapınağı’nın, sonradan kaybedilmiş veya hiç edinilmemiş özgürlüklerin, hitabetin, yazmaların, lâhitlerin, şifalı otların, kurtların kuşların, dağların, en dehşetli dövüşlerin, toga picta’nın ve dikenli deniz salyangozlarının arasında uzun bir yolculuğa davet ediyor. Berrak fakat derin dili, karakterlerinin canlılığı, olaylarının sürükleyiciliği, dönemsel detaylarının zenginliği, can yakıcı meselelerinin her daim geçerliliği ile tarihin özel bir noktasından çekip çıkarılmış olsa da evrensel insanlık hallerine dair söyleyecek sözü olan destansı bir başyapıt. Sekiz yıllık bir emeğin sonucu. “Sanki ölmüşüz de bu dünyadaki günlerimizi anarak konuşuyoruz seninle. Sanki bu dünyadaki yaşamımız bitmiş de biri, bütün dertlerimize dönüp şöyle bir bakalım diye omuzumuzu okşar gibi. Bitti artık, geçti, der gibi.”
Kemal Sayar bugüne kadar pek çok kitapla buluştu okurlarıyla, yazdığı kitaplar aracılığıyla bizlerle söyleşti. Şimdi sıra Hayat Teselli Bulmaktır’da. Bugüne kadar yayımlanan yazılarının en sevilenleri, en çok paylaşılanları bir araya getirilerek oluşturulan Hayat Teselli Bulmaktır birbirimize hoşça bakabileceğimiz bir dünyanın, insanın insanda dirileceği bir hayat anlayışının mümkün olduğunu fısıldıyor kulağımıza. Üstelik bir şairin ince dokunuşlarıyla…
Garaudy, bu eserinde okuruna şöyle sesleniyor: Sosyalizmin iflas ettiği, kapitalizmin de çöktüğü bu yüzyılımızda, insanlığı uçuruma yuvarlanmaktan kurtaracak tek çare, ilk insandan günümüze kadar gelen tek ve yegâne temel ilâhî din olan İslâm’ı yeniden şahlandırmaktır. İslâm, doğuşunun hemen ardından, bir yüzyıl içinde Pirenelerden Himalayalara kadar şimşek hızıyla yayıldı. Çünkü o ilk dönemde İslâm, karşılaştığı bütün halklara kucak açmış, bütün kültürleri bağrına basmış ve insanlar arasında adaleti tam anlamıyla sağlamıştı. O dönemin insanlığını bağnazlıklar, despotluklar ve zulümlerden kurtarmıştı. Günümüzde de İslâm, tüm dünya halklarını aynı hedefe kilitlenmiş olarak yayılma, kucaklama ve kurtarma gücüne sahiptir. Çünkü İslâm, yeryüzünde huzur, refah ve saadeti gerçekleştirebilecek yegâne ilâhî ve ebedî mesajdır. Yeter ki İslâm, o ilk yüzyıldaki ruhuna ve canlılığına tekrar kavuşturulsun! Yeter ki Müslümanlar, can çekişmekte olan Batı’yı taklit etmekten vazgeçsinler! Yeter ki günümüz Müslümanları, bundan bin sene öncesinin dâhî âlimlerinin kendi dönemleriyle ilgili çözümlerini değil de, onların her çağa cevap verebilecek yöntemlerini, metotlarını, usullerini benimsesinler! Yeter ki Kur’ân ve hadisler, ölülerin gözleriyle değil de, dirilerin gözleriyle okunabilsin! İşte o zaman, bu ilk ve son ilâhî mesaj, insanları tekrar sahte mutluluklardan gerçek mutluluğa ve huzura kavuşturacaktır.
KAYI serisi ile 7’den 70’e yüz binlerce okurun beğenisini kazanan Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, OSMANLI GERÇEKLERİ serisinin üçüncü kitabında Osmanlı’daki sosyal meselelerle ilgili akla takılan pek çok soruya temel kaynak referanslarıyla cevap veriyor. Şimşirgil bu çalışmasında kadınların Osmanlı’daki sosyal, kültürel ve politik konumlarını; kuruluş döneminden son döneme kadar Osmanlı donanmasının durumunu; tarikatların ve tasavvufun teşekkülünü; casusluk ve istihbaratı; iskân siyasetini ve Ermeni tehcirini detaylarıyla inceliyor. Osmanlı kadınlarının evlilikte ve boşanmada söz hakları var mıdır? Osmanlı’da taciz, tecavüz ve şiddete verilen cezalar nelerdir? Dünyada biyolojik silah kullanılarak yapılan ilk saldırı Osmanlılarda hangi padişah döneminde gerçekleşmiştir? Neden Batı’da Müslüman yerine Türk kelimesi kullanılmaktadır? II. Abdülhamid Han nasıl bir istihbarat ağı kurmuştur ve bu teşkilatın çalışma şekli nedir? Osmanlı elçilerinden hakarete uğrayanlar veya öldürülenler olmuş mudur? Şehir ve kasabalara sistemli iskânlar yapılmasının nedeni nedir? Barbaros Hayreddin Paşa korsan mıdır? Amerika kıtasını aslında kim keşfetmiştir? Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve yükselişinde tasavvufun rolü nedir? Osmanlı Gerçekleri – III Osmanlı Devleti’yle ilgili zihinleri kurcalayan daha pek çok soruya verdiği cevaplarla bütün okurların beğenisini kazanacak…
Karaların ve denizlerin hâkimi Kanuni Sultan Süleyman, aynı zamanda “Muhibbi” mahlasını kullanan büyük bir şairdi. Önemsediği, fakat karıncaların bürüdüğü bir ağacı kesmek için Şeyhülislam Ebussuud Efendi’ye bir tezkire yazar ve konuyu sorar: Dırahta ger ziyan etse karınca ziyanı var mıdır anı kırınca Şeyhülislam aynı yolda cevap verir: Yarın Hakk’ın divanına varınca Süleyman’dan hakkın alır karınca!
“Felaketimizin kaynağı kültür yokluğu. Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak, kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekanın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek. Harami mağaralarının kapılarını değil, hükümdar hazinelerinin kapılarını açan büyü, kitap!..” Gözlerinin ışığı tükenene kadar gözünü kitaptan ayırmayan Üstad Cemil Meriç böyle söylüyor kitap hakkında… Bir başka kitap aşığı da “Benim sevgilim kitap ve kalemdir. Geride kalanların hepsi mihnet, endişe ve gamdır.” diyerek muhabbetini dile getiriyor. Matbaanın bulunmadığı ve kitapların büyük zorluklar içinde çoğaltıldığı çağlarda kitabın, ilmin ve ilim adamının gördüğü itibar aranır hale gelmişse; kitaplar çoğaldıkça, matbaalar arttıkça okuma oranı düşüyorsa; ve artık “medeniyet” sahnesinde bize bir rol verilmiyorsa, kitaba yeniden dönmenin vakti gelmiştir. Dursun Gürlek, medeniyet tarilimizdeki yolculuğu esnasında derlediği kültür hazinesini bir bardak demli çay eşliğinde paylaşmak üzere sizi Çınaraltı’na davet ediyor.
Birçoğumuz için ‘kendini affetmek’ tanıdık bir kavram değildir… Halbuki affetmelerin ilki, kişinin kendini affetmesidir. Kendini affetmek; bireyin geçmişte hissettiği ve bilinçaltının derinlerinde yatan suçluluk duygularını bırakıp kötü hissetmelerden kurtulmasıdır. Çoğumuz yaptığımız hatalar karşısında suçluluk duygusunu ne kadar yoğun yaşarsak, affedilmeye o kadar layık olduğumuza inanırız. Oysa kişinin bir yanlış davranıştan vazgeçebilmesi için duygusal güçlülüğe ihtiyacı vardır… Bir yanlış davranıştan sonra kişi kendini ne kadar suçlarsa psikolojik olarak o kadar zayıflar… Ve içine düştüğü psikolojik zayıflık, onu benzer davranışları yaptıracak bir kısır döngüye sokar… Adem Güneş, Kendini Affet’te okuyucularını, iç sesleriyle, dirençleriyle ve zorlantılarıyla tanıştırıyor… Suçluluk duygusu uyandıran iç seslerle nasıl konuşulacağını, dirençlerden nasıl kurtulunacağını, zorlantılarla nasıl baş edileceğini uygulamalar eşliğinde anlatıyor. Kendini Affet suçluluk duygusunun etkilerinden kurtulup bilinçli seçimlerden oluşan bir yaşama geçişin yollarını gösteriyor.
Dursun Gürlek, Ayaklı Kütüphaneler isimli eserinde bize, hakiki kitap âşıklarını ve “ayaklı kütüphane”, “canlı kitap” gibi deyimlerin hakkını veren, kafasında kütüphane taşıyan, kitapların kadrini kıymetini bilen âlimlerin hayatlarını ilginç anekdotlar eşliğinde anlatıyor. Bu kitabı okuduktan sonra “yıldızları konuşturan âlim”le, “kafasının içi müdürlüğünü yaptığı kütüphane kadar zengin olan hoca efendi”yle, “ölüleri dirilten ve mezarlıklara hayat veren biyografi bilgini”yle, “kahvelerde ders veren ünlü tarihçi”yle, “Osmanlı arşivi belgelerini Bulgarların elinden kurtarmak için çırpınan, akmayan çeşmeleri görünce gözyaşı akıtan muallim”le, “Fransız işgal komutanını kütüphanesinden kovan Hafız-ı Kütüp”le ve “kitapların ve kitapçıların şeyhi kabul edilen sahhaf”la tanışacaksınız. Bu çalışmayla kitabın, kütüphanenin ve kültür tarihimizdeki “ayaklı kütüphaneler”in gizemli dünyalarına yolculuk yapma fırsatını yakalayacaksınız…
Herkes zürafa resmi çizebilir. Siz de çizebilirsiniz! Moni, resim derslerini çok severdi. İlginç şekiller çizmeye ve renklerle oynamaya bayılırdı. Fakat bir gün tuhaf bir şey oldu. Moni resim çizemedi. Hem de zürafa resmini… Öğretmeni, Moni’yi hayal ettiği her zürafayı çizebileceği konusunda cesaretlendirmeye çalışsa da o ikna olmuyordu. Ancak öğretmeninin pes etmeye niyeti yoktu. Tabii Moni’nin de… Peki Moni, zürafa resmi çizebildi mi? Hayal etmenin, kendine inanmanın, azim ve cesaretin önemini vurgulayan “Benim Zürafam Uçabilir”, kendini keşfetmek ve özgürce hayal etmek isteyen herkesi büyüleyici dünyasına ortak olmaya davet ediyor.
Barbaros Hayreddin Paşa… Akdeniz’i bir Türk gölü haline getiren, düşmanlarının bile büyük saygı duyduğu denizcilik tarihinin belki de en büyük denizcisi. Çocukluğundan itibaren cesareti ve iradesiyle hep en önde olan Barbaros, Türklerin denizlere hâkim olmadığı sürece fitnenin bitmeyeceğine inanıyordu… Denizler ise acımasızdı, en yakınlarını, sevdiklerini kaybetti hırçın dalgalarda… Akdeniz’in kalbinde zehirli hançer gibi saplı Rodos Şövalyeleri, Endülüs’e zulüm eden İspanyollar, Müslümanlara zarar veren korsanlar, Habsburglar, Papalık, Venedik, Ceneviz, Malta, Portekiz ve diğerleri… Türkleri denizlerden atmak için bütün gayretleriyle çabalıyorlardı. Denizlerin hâkimi olmak bu Haçlı ittifakı karşısında zordu, fakat Barbaros da yalnız değildi. Leventleri, hocası Kemal Reis, Piri Reis gibi dostları ve Devleti Aliyye bütün imkânlarıyla Barbaros’un yanındaydı. Eserleri altı dile çevrilen, Türkiye’nin en çok okunan tarihî romanlarının yazarı, okurları tarafından “Günümüzün Peyami Safa’sı” olarak anılan Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden sürükleyici, heyecanlı ve derinlikli bir Barbaros romanı…
MUHTEŞEM BİR YOLCULUĞA HAZIR MISINIZ? HEM DE BİLET ALMADAN… Ünlülerle Bir Gün serisi sizi hiç unutamayacağınız bir maceraya davet ediyor… Zamanda yolculuk yapıp geçmişte yaşamış ünlülerle tanışmayı hayal ettiniz mi hiç? Sizi bilmiyoruz ama kitaplarımızın kahramanı Murat’ın böyle bir hayali vardı. Bir gün bir güvercin ona bir anahtar getirdi. O günden sonra Murat, bu anahtar sayesinde geçmişe gidip istediği ünlülerle tanıştı. Onlarla unutamayacağı bir gün geçirdi… Padişah, gezgin, doktor, yazar, şair, düşünür, mimar, coğrafyacı, denizci, mucit… Geçmişte çok önemli işler başarmış bu büyük kişileri Murat’la birlikte tanımak çok eğlenceli olacak. Maceraya hazır mısınız? Piri Reis’le ilk dünya haritasını çizecek, Yunus Emre ve Mevlana ile tüm evreni sevecek, Mehmet Akif’le istiklal marşımızı yazacaksınız… Bunlarla kalmayıp Fatih’le İstanbul’u fethedecek, Barbaros’la denizlere açılacak, Mimar Sinan’la eşsiz eserler inşa edeceksiniz. Evliya Çelebi’yle ülke ülke gezecek, İbn-i Sina ile şifa dağıtacak, Hezarfen’le kuş gibi uçacaksınız! Bu fırsatı kaçırmayın! Sonra sakın ağlamayın.
“Her şeyi yaratan Allah (cc), her şeyi bilir. Peygamberimizi(sav) de Allah seçmiştir. O en güzel ahlakı yaşadı. Bizlere dünyayı Cennet eden dinimizi öğretti. ‘Hadisleri Öğreniyorum’ dizisindeki kitaplar da onun sözlerini, hayatını, davranışlarını çocuklarımıza anlatıyor. Ne güzel!” Hekimoğlu İsmail Dizideki kitaplarda, çocukların ezberleyebileceği uzunlukta ve anlayabileceği konularda hadisler işleniyor. Hadislerde öğütlenen davranışlar, akıcı bir üslupla hikâyeleştiriliyor. Bu hikâyeleri, 5-6 yaşlarındaki çocuklar büyüklerinden dinleyebilir ve 7-8 yaşlarındaki çocuklar kendileri rahatlıkla okuyabilirler.
Neşe çok soru soran, sorularının cevabını almadan asla peşini bırakmayan meraklı bir çocuk… Neşe’nin kimsenin aklına gelmeyen birbirinden ilginç soruları var. “Yıldızlar gündüzleri uyuduğu için mi görünmezler? Turuncu saçlı insanlar çok fazla havuç yediği için mi saçları turuncu? Yemeğimizi yemediğimiz zaman neden yemekler arkamızdan ağlar?” Vee Neşe bir gün en zor sorusunu sorar… “KIRILAN KALPLER NEREYE GİDER?”
– Eğer istersen sana dünyayı gösterebilirim. Sırtıma binmen yeterli, demiş kuş. – Ya istemiyorsam, demiş elma kurdu. – Hiçbir zaman ne kaçırdığını bilemeyeceksin, demiş kuş. – Benim elmamım içi rahat ve güvenli! Sen de kendine bir elma bulmalı, rahat ve güvende kalmalısın, demiş elma kurdu. Dünyayı keşfetmek isteyen bir kuşla elmasını bir türlü bırakmak istemeyen elma kurdunun hikâyesi… KANATLARIM VAR BENİM’le çocuklar, duvarın arkasında sonsuz bir yolculuğa çıkacaklar.
Onların Çağrısına Kulak Ver! Birçok varlık gibi hayvanlar da bizlere bir şeyler söylüyor. Onları dinlediğimizde tüm canlılar gibi onlar da üzerinde taşıdıkları özelliklerle Yaratıcılarını tanıtıyorlar. Kitabın bulmacalarında sırlı bir yolculuğa çıkarken gizlendikleri yerlerde şaşıracağınız pek çok şeyi de bulacaksınız. Okul öncesi okurların çok seveceği bu kitabın meraklıları elbette ki onlarla sınırlı değildir. Şimdi gelin kitabın içindeki “çağrıya” kulak verelim. İyi seyirler.
“İslam bizi geri bıraktı, Batı karşısında yenilgilerimizin sebebi İslam’dır!” hükmü, giderek bir inanç, bir yaşama biçimi halini aldı. Bunu da modernlik kisvesi altında hınç ve taassupla dolu telkinler halinde yaydılar; bu tür ideolojilere ve akımlara neredeyse meşruiyet kazandırıldı… Bu yanılgıların ortasında doğdum ve yetiştim. Gerçeğin ise tam tersi olduğunu pek çok bedel ödeyerek idrak ettim. Hayatımın ilk yarısı bir korku filmi gibi geçti… Varoluşuna sahih neden bulamayan insan; bilsin yahut bilmesin korku, endişe ve vehim içindedir. Ben bu marazî hâli, bir imtihandan geçiyor gibi ve en ağır derecelerde yaşadım… Allah hepimizi ve özellikle yeni nesilleri böylesi azaplardan esirgesin… Şimdi şu eski koltuklarda oturuyorum ve gücümün yettiğince tefekkür ediyorum… Herkes geleceğe doğru hayal kurar; bense geçmişe doğru… Bir bahçeye yolculuk yapıyorum… Manolyalar, frenk üzümleri, yıldız çiçekleri, çimenler; tam bir cennet bahçesi… Bir zamanlar, yani çocukluğumda öyle bir bahçenin ortasındaydım; ama o günlerde o nimetin şükrünü eda edebilme hassasiyetine sahip değildim. Şimdiki halimle; aklım ve gönlümle o güzel bahçeye dönüyorum… Çimenlerin üzerine seccademi serip şükür namazı kılıyorum. Bu benim geçmişe doğru yolculuğum, geçmişe dönük hayalim.”
Ailesi ve halkıyla birlikte memleketinden koparılan Kondo’nun özgürlük mücadelesi, köle olarak satılmak üzere Batı’ya götürüldüğü gemide devam ediyor. Ten renginden dolayı hor görülen Kondo’nun, gemiye saldıran korsanlara karşı cesaretle ortaya koyduğu kahramanlık, geminin kaptanının ve kumandanının Afrika halkına bakışını değiştirir. Fakat cesur yürekli Kondo, nihayet özgür bırakılacaklarına inansa da bu o kadar da kolay olmayabilir. Okay Tiryakioğlu’nun kaleme aldığı, akıllardan uzun süre çıkmayacak bu insanlık hikâyesinde ırkçılık, cesaret ve dayanışma nefes kesen bir deniz macerasıyla harmanlanıyor.
Kondo ailesiyle birlikte bir Gine kabilesinde yaşayan küçük bir çocuktur. Hayatına mutlu mesut devam ederken bir gün kutsal saydıkları “Cennet Çayırı”nda bir aslanın belirmesiyle işler karışır. Bütün Gine kabilelerinin ulu lideri, Kondo’nun dedesi, Dakarai bunu gelecek felaketin ayak sesleri olarak yorumlar. Nitekim Dakarai yanılmaz ve bir grup Avrupalı kabilelerine saldırmaya başlar. Saldırganlar Fransızlardır ve Gine’yi işgalleri, halkı köleleştirmeleri başlamıştır. Tesadüf eseri işgalci askerlerden kaçabilen Kondo, abisi ve dedesi Dakarai ne yapacaktır? Peki yakalanırlarsa ne olacaktır? Ulak serisinden tanıdığımız Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden köleciliği, sömürüyü ve işgali bütün gerçekliğiyle anlatan muhteşem bir roman dizisinin ilk kitabı. Sürükleyici ve kalbe dokunan kurgusuyla Okay Tiryakioğlu’nun ödüllü kaleminin harika birleşimi.
İbrahim bin Cevri el Hamevi el Gassani, Kanonikler adına çalışırken Halid bin Velid’in canına kastedecek kadar gözünü karartan bir Hristiyan Gassani fedaisidir. Yolu sahabe-i kiramın önemli isimlerinden Amr bin As ile kesişince İslam’a tanışır ve o günden sonra genç ve yetenekli bir savaşçı olarak kendini adeta İslam ordularını komutanı, Peygamber Efendimizin Seyfullah unvanını verdiği Halid bin Velid’in hizmetine adar ve macera başlar. Artık komutanların şahı Halid nerede vazife alsa İbrahim de onun yanındadır. İrtidat hareketlerinin bastırılmasında en saflardan olan biteni aktarır. İbrahim’in tuttuğu kayıtlar eşliğinde Halid bin Velid ve ordusunun kahramanca savaştığı cepheler art arda gelir. Sahte peygamber vakalarını başarıyla bastıran Seyfullah, Irak’ta Sasaniler’e, Suriye’de Bizans’a karşı saf tutar. Fetih hareketleri hız kesmeden devam eder. Busra’da, Havran’da, Ecnadeyn’de, Yermük’te, Şam’da İslam düşmanlarının kalbine korku salan Halid bin Velid’in kahramanlık ve cesaret dolu hayatı Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden bugüne taşınıyor.
Oruç tutmak, çocuklarımız için, doğasında otokontrol, iradeli davranabilme, vicdan, empati ve şükür gibi bir çok armağanı taşır. Ve çocuklarımız Ramazan ayının özel manevi ikliminde oruç konusu üzerine düşündükçe, bu özel armağanlar bir bir tohumlar olarak düşer yavrularımızın yüreğine… Anne babalar olarak, çocuklarınızla birlikte okuduğunuz, düşündüğünüz Merve Hanım’ın bu özel kitabının yavrularınızın yaşamlarının inanç boyutuna dair duygu, düşünce ve olumlu davranışlar geliştirmelerinde güzel bir vesile olacağına gönülden inanıyorum. Kudret Eren Yavuz (Çocuk ve Aile Terapisti/Psikoterapist) Merve Hanım, iki harika oğlunun yanında, tanıdığı tanımadığı ama bir şekilde ulaşmanın yollarını bulduğu bütün çocukların geç kalınmamış bir zamanda manevî eğitimlerini kendine gerçek anlamda dert edinmiş bir anne, bir aktivist, kendisini resmî eğitim öğretim kalıpları içine hapsetmemiş bir eğitim fenomeni! Merve Gülcemal’in, onca yoğunluğun arasında, tecrübe ve birikimlerini, kitap olarak da annelerin hizmetine sunması, son derece faydalı ve takdir edilesi bir “faaliyet” oldu. ÖZKAN ÖZE (Çocuk kitapları yazarı) Sevgili Merve’nin yazdığı bu kitap, çocuklara irade gücü kazandırma temrinlerini en güzel yolla, yani soru sorarak yapıyor. Çocuklar “ niçin oruç tuttuklarını” sormaya başladıklarında aslında bir yandan güçlü bir iradenin de temellerini atıyorlar. Bunun yanında, bir ömür hatırlanacak tatlı hatıraların kumunu da karıyorlar tabi. Sonrasında inşa edilen insan ömründe, çocukluk yıllarının içine serpiştirilmiş mutlu Ramazanlar’ın, heyecanlı bekleyişlerin, güler yüzlü namazların kaç kuşağa emanet edileceğini bilmek; bu kitabın sıcacık hislerle okunmasına sebep oluyor. Tuğba Akbey İnan (İletişimci – Yazar)
Bilgin, Bilge ve Bora… Üç kardeş, İstanbul’un tarihî güzelliklerini görmek için gittikleri istanbul’da kendilerini, heyecanlı ve bir o kadar da tehlikeli bir maceranın içinde bulurlar. Yıldız adında birinden Bilgin’e gelen bir mail, onları ne olduğunu bilmedikleri bir haritanın peşine düşürecek ve sonrasında olaylar hiç beklemedikleri şekilde gelişecektir. Tabii, İstanbul’un eşsiz güzelliği eşliğinde!..
“Kirpi çok mutsuzdu. Bir kirpi ne kadar mutsuz olabilirse o kadar mutsuzdu. O kadar mutsuzdu ki sadece tek bir şey onu mutlu edebilirdi.” “Kaplumbağa çok mutsuzdu. Bir kaplumbağa ne kadar mutsuz olabilirse o kadar mutsuzdu. O kadar mutsuzdu ki sadece tek bir şey onu mutlu edebilirdi.” Bir kirpi ve bir kaplumbağa sarılacakları birilerini arıyordur. Birbirlerinden habersiz, karşılaştıkları diğer hayvanlardan kendilerine sarılmalarını isterler; fakat hepsinin çeşitli bahaneleri vardır… Sarılalım, hassas ve duyguları harekete geçiren hikâyesi ve çizimleriyle benzersiz ve etkileyici bir kitap.
İnternet, temelde kablolar ve bağlantılardan oluşan bir ağdır; dünyayı sarıp sarmalayan, veri merkezlerini birbirine ve nihayetinde bize bağlayan teller ağıdır. Peki tüm bu ağların sahibi, finansörü, denetleyicisi kim? Bu devasa sistem nasıl gelişti? Ekonomi ve politikayı kullanarak toplumu nasıl şekillendirdi? James Ball, bilgisayar bilimcilerden kablolu yayıncılara, milyarder yatırımcılardan reklamcılara, aktivistlerden istihbarat kurumlarına kadar pek çok kişiyle röportaj yaparak internetin keşfedildiği ilk günden günümüze kadarki dönüşümünün kısa tarihini yazıyor. Facebook, Google, Amazon, Apple gibi şirketlerin iç işleyişini çözümleyerek buzdağının görünmeyen yüzüne dikkat çekiyor. Silikon Vadisi’nin karizmatik CEO’ları Mark Zuckerberg, Jeff Bezos, Larry Page gibi isimleri masaya yatırarak internetin özgür, karmaşık, tehlikeli ve rahatsız edici tüm yönlerini ortaya koyuyor. Pulitzer ödüllü gazeteci-yazar, bir zamanlar demokrasinin yenilikçi bir uzantısı olarak coşkuyla karşılanan internetin insan hayatına, toplumlara ve sisteme etkisinin portresini titizlikle çiziyor. “James Ball, Sistem’de interneti yönetenlere dair eleştirel bir bakış sunuyor. Mucitlerin, yatırımcıların, vasilerin, kural koyucuların, isyankârların gözünden bakıldığında bu kitap internetin neşe dolu bir tarihinden ibaret. […] Ball, internetin işleyişine daha da dikkat etmemizi tavsiye ediyor; 2008’deki ekonomik krizden önce finans endüstrisinde olduğu gibi ‘eylemsizlik oyununa’ gelmememiz gerektiğini belirtiyor.” ―Financial Times “Bulunduğumuz yere nasıl geldiğimizin ve daha iyi bir internet kurmak için nasıl ilerleyebileceğimizin mükemmel bir özeti.” ―Jimmy Wales, Wikipedia’nın kurucusu “Bizi Zuckerberg, Bezos ve diğerlerinin ötesine; çevrimiçi her şeyin nasıl çalıştığını, bundan kimin yararlandığını keşfettiğimiz daha karanlık bir dünyaya götürüyor. Büyüleyici, ilgi çekici ve önemli.” ―Observer “Tam da bu zamanda okunması gereken bir kitap.” ―Spectator
Profesör amcaları tanışan Bilgin, Bilge ve Bora çok mutlular… Amcalarını ziyarete İstanbul’a geliyorlar. Fakat bir sorun var. Havalimanında onları karşılayacak olan amcaları ortalıkta yok. Tek bildikleri, son romanını yazmaya çalışan amcalarının bir gazeteye verdiği röportaj… Profesör nerede? Onu kimler kaçırdı? Bu işin arkasında hapse tıktıkları Karaltı Çetesi’nin üyeleri olabilir mi? Kahramanlarımız, profesör amcalarının bıraktığı izleri takip ederek hem onu hem de İstanbul’u kurtarabilecekler mi? İşte bütün gizem bu kitapta çözülüyor!
Komik, saf, deli dolu Levent ve tayfası, bir gün Osman’ın çözmeye çalıştığı bir bilmecenin peşine düşüyor. Hem de ne bilmece! Onları Türkiye’den Çin’e, yok yok, İtalya’ya, durun daha bitmedi, Mısır’a, hatta Hindistan’a sürüklüyor bilmeceler… Birlikte neredeyse tüm Türkiye’yi gezen tayfa, bu sefer dünyaya açılıyor. Tabii yine başlarını türlü belalara sokuyorlar, bir suçlunun peşinden koşuyorlar… Her şey dünyanın harikalarını korumak için! Kendilerini eğlenceli olduğu kadar heyecanlı, tehlikeli mi tehlikeli bir maceranın içinde buluyorlar. Dünya mirasını korumak, onlar için her şeyden önemli. Dünya harikalarının tarihini öğrenirken onları korumaya hazır mısın? Bambaşka bir Levent macerası seni bekliyor!
Okul öncesi dönemde, kitabın çocukların gelişimi üzerinde tartışılmaz bir yeri vardır. Kitaplar, çocukların dil ve iletişim becerilerini geliştirmenin yanında hayal dünyalarının gelişmesine katkıda bulunurlar. Bu açıdan bir ebeveyn ve eğitimci olarak söylemeliyim ki Binbir Oyun kitabını görüp de heyecanlanmamak mümkün değil. Binbir Oyun; el çırpma, sayı ve kavramları kullanma, renkleri ayırt etme, nesneler arası ilişki kurma gibi okul öncesi eğitiminin temel taşları ile çocukların bilişsel ve psikomotor gelişimlerine destek olurken aynı zamanda onların hayal dünyalarına ışık tutacak. Bu keyifli çalışmayı tavsiye etmekten mutluluk duyuyorum. Asuman Kılıç- Okul Öncesi Öğretmeni Binbir Oyun’un desteklediği okul öncesi kazanımları: – Dikkat ve takip yeteneğinin gelişmesi, – El-göz koordinasyonunun gelişmesi, – Renkleri tanıyabilme ve eşleştirme, – Renkleri ve şekilleri gruplandırma, – Az-çok, büyük-küçük gibi kavramları tanıma, – Algılananları hatırlayabilme, – Yön bilgisi geliştirme… 2011’de “Prix Sorcières En İyi Kitap” ödülü alan Binbir Oyun Mart 2011’de ABD’de yayımlandığında 100 haftadan daha fazla süre New York Times en çok satanlar listesinde kaldı. School Library Journal, Publishers Weekly ve Kirkus Reviews’den olumlu eleştiriler alan kitap, Amazon, Kirkus Review ve Wall Street Journal tarafından 2011 yılının en iyi çocuk kitaplarından biri olarak seçildi.
Size hiç “fazla hassas biri” olduğunuz ve duygularınızı çok abarttığınız söylendi mi? Bazen duygularınızın ağırlığı altında ezildiğinizi hisseder misiniz? Gözyaşı yağmurlarında, yakıcı öfke ataklarının ortasında, ıstırabın kucağında kalakaldığınız olur mu? Sanki bir düğmenize basılmış gibi kontrolden çıkar mısınız? O an tam da hissettiğiniz gibi davrandığınız için sonrasında pişman olur musunuz? Yorucu duyguların iniş çıkışından, sizi sağa sola savurmasından yorgun düşer misiniz? Bunların hepsi sadece “çok-hisseden” biri olmanızdan kaynaklanıyor. İyi hissetmek ve dengede kalmak için daha az hissetmeniz, kendinizi değiştirmeniz ve başkaları gibi olmaya zorlamanız gerekmiyor. Bu kitap; kendi değerlerinizi temel alarak daha sevecen, tatminkâr ve canlı bir hayat yaşamanız için ACT (Kabul ve Kararlılık Terapisi) teknikleri doğrultusunda adım adım ilerleyen bir yol haritası sunuyor. Çok-hissedenlerden misiniz? Doğru yerdesiniz!
Kariye Müzesi ile başlayıp Kudüs’e varan bir serüvende kendi hikâyesindeki aşkı nihayet bulmuştu Aslı. Onu yola düşüren içinde yılların ukdesi olarak taşıdığı bir talebiydi. Aradığına orada kavuşacağına inanmış ve Allah’a yakarmıştı. Kolay olmayacaktı elbet. Kudüs bir aşk hikâyesi ise onda bir nokta dahi olabilmek bedel isterdi. Kudüs; “Aşk”tı. Çileli, zor, zahmetli ve tutkulu bir aşk. Kudüs; bir “Aşk Yolu” idi. Bu yolun yolcusu olmak sabır ve direnç gerektiriyordu. Kudüs; yaşlı Ümmî Hatun’du, çocuk Fâtıma’ydı, inançlı Abdulkâdir El-Said’di, cesur Âiyşe Hatun’du… Mescid-i Aksa’ydı, Ömer Mescidi’ydi, Nebi Musa Makamı’ydı, Zeytin Dağı’ydı, El-Halil’di, Batı Şeria’ydı. Orada Miraç’ın gölgesi vardı. Dar sokaklarında inancın, sadakatin, sabrın, direnişin öyküsü gizliydi. * Kudüs’e gidenler bilirler; döndüğünüzde artık tam değilsinizdir. Kalbiniz, aklınız ve sevdaya dair ne varsa bildiğiniz-hissettiğiniz yarısını bırakırsınız o topraklarda… Bir kere havasını çektiyseniz içinize, geriye bıraktığınız her soluğun boşluğunu özlem doldurur… Arzın Kapısı’ndan geçtiyse ayaklarınız, vicdanınız insanlığın türlü hallerini gördüyse, göğüs kafesinize bir yumru oturur, yutkunsanız da geçmez acısı… Hele bir de saçını okşadıysanız Filistinli bir çocuğun, o masum kokusu sindiyse ellerinize… Unutamazsınız… Uyuyamazsınız… Yok sayamazsınız… Nalan Güven, Gecenin Örtemediği Şehir Kudüs’te bir kendinden hiçliğe geçiş yolculuğu anlatıyor samimiyeti her satıra sinen bir duyarlılıkla… Çünkü aşk yolunda her adım hiçliğe atılır…
Kudüs’te, son nefesini verene kadar nöbete duran Iğdırlı Hasan Onbaşı… Yıllar sonra bir fotoğrafın peşinden Kudüs yollarına düşen yazar Ahmet Kalemoğlu… “Aşk, bu topraklarda ölümünedir…” Çölün kavuran sıcağında ilerleyen Türk Ordusu… Direndikleri kum fırtınaları, savaştıkları susuzluk, çaresini bulamadıkları güneş… Çölün ortasında kalacaklarını düşünürken feraha erdiklerinin işareti diye gördükleri hurma ağaçları… Ağaçların ardındaysa düşman askerleri… Çöl, askerin henüz cepheye varmadan savaştığı ilk düşman… Kanal Cephesi ve İngiliz askerleriyle girilen o çetin muharebe… “Ölüm bizim peşimizde değil, biz onun peşindeyiz.” Payına düşen tüm mücadeleleri verdikten sonra, dönüşe hazır beklerken verilen son göreve ilk gönüllü oydu… Iğdırlı Hasan Onbaşı! Mescid-i Aksa’nın, Kudüs’ün yetim kalan Müslümanlarının tutunacakları son umut… Ardında bıraktığı büyük fedakarlık öyküsünün peşine takılan vefalı bir yazar… İsmail Bilgin, bir kere daha Türk tarihinin unutulan kahramanlarını bize hatırlatmak için yazıyor… Kudüs’ün hikâyesini Iğdırlı Hasan Onbaşı’nın nöbetinden izleyeceğiz!
SUSUZ ASLANLAR FİLİSTİN’DE Kendilerini “Susuz Aslanlar” diye niteleyen 57. Alay, Çanakkale Conkbayırı’nda adeta bir kahramanlık destanı yazmasının ardından, önce Galiçya’da çarpışır. Ardından bağlı olduğu 19. Tümen’le birlikte Filistin cephesine doğru harekete geçer. Askerler zorlu cephelerden henüz çıkmalarına rağmen, sahip oldukları her şeyi arkada bırakarak yola çıkmakta tereddüt etmezler. Çetin geçen yolculukta maddî-manevî kayıplar verilir. 1917-1918 arasındaki zaman diliminde, askerler iç ve dış düşmanlarla aynı anda mücadele ederler. 57. Alay, Filistin cephesinde birçok muharebeye katılır. 19. Tümen’in İngilizlerin eline esir düşmesinin ardından işler zorlaşır. Son olarak Nablus meydan muharebesinde, kuvvetlerinin tamamına yakınını kaybeden 57. Alay, İngilizler tarafından kuşatılır. Canları pahasına bile olsa alay sancağını yere düşürmemek, düşmana teslim etmemek için düşmanla 57. Alay arasında kıyasıya bir mücadele başlar.
Besmele Hazinesi nerede? Ormanda mı, bir çiçeğin yaprağında mı yoksa bir ağaç kovuğunda mı? Dedelerinin biricik torunları Selin, Furkan, Osman ve Reyhan; gür ormanlarla kaplı Çiçek Dağı’na gidiyorlar. “Fazla uzaklaşmayalım, kayboluruz.” diyorlar ama korktukları başlarına geliyor. Koca ormanda kayboluyorlar. Ve macera başlıyor… Ama en heyecanlısı, burada “Besmele Hazinesi”ni buluyorlar… Bu hazineyle her şeye sahip olabileceklerini anlıyorlar. Besmele Hazinesi, içerisindeki birbirinden değerli hikâyelerle akrabalık ilişkilerini, inancın gücünü, bilginin kıymetini, yardımlaşmanın mutluluğunu, elimizdekilerle mutlu olmayı, yaratılan her şeyin bir değeri olduğunu anlatıyor. Besmele Hazinesi; eğlendiriyor, heyecanlandırıyor, bilgilendiriyor…
Komik, saf, deli dolu Levent ve tayfası, yepyeni bir geziye çıkıyor, hem de ne gezi! Hep birlikte kamp yapmak için Çanakkale’ye gidiyorlar. Fakat karşılaşmayı hiç ummadıkları kişi de orada: Cesur Taş! Doğanın tadını çıkarmak isteyen tayfa, Troya Efsanesi’ni dinlerken Troya Müzesi’ni de ziyaret ediyor. Tabii Cesur Taş da! Troya hazinesini Cesur Taş’tan korumaya çalışan tayfa, yine başını binbir belaya sokuyor. Her şey, yurduna geri dönen Troya hazinesi için! Kendilerini eğlenceli olduğu kadar heyecanlı, tehlikeli mi tehlikeli bir maceranın içinde buluyorlar. Troya hazinesi, onlar için her şeyden önemli. Bu önemli hazineyi anavatanında tutmak için korumaya hazır mısın? Bambaşka bir Levent macerası seni bekliyor!
Bitirim İkili olarak bilinen kahramanlarımız Avni ile Nuri ajan olarak, KÖFTE isimli teşkilat tarafından aldıkları görevleri her zamanki gibi gayet ciddiye alıyorlar. Böylece “Kötülerle ve Felaketlerle Mücadele” edip iyi bir ajan olma yolunda emin adımlarla ilerliyorlar… Uçuk kaçık iki arkadaş, kötülerle ve felaketlerle mücadele etmek için bu kez Afrika Kıtası’nda! Üstelik bu defa yol boyunca, Afrika’da bir çölün ortasında kaldıklarına; onlara rehberlik edecek bir kitapları da olacak! Bu iki deli dolu arkadaşa, aksiyon ve eğlence dolu maceralarında “Küçük Prens” kitabı rehberlik edecek… Heyecanın ve merak duygusunun eksik olmadığı; şaşırtan kurgusuyla serinin yeni kitabını çok seveceksiniz! Okuyanları yerinden hoplatacak, gülmekten kırıp geçirecek, aksiyon dolu bir “Afrika Kıtası” macerasına hazır olun!
Uçuk Kaçık Maceraların kahramanları “Bitirim İkili” ile aksiyon ve komedi dolu bir yolculuğa hazır olun! Artık hepinizin bildiği gibi Bitirim İkili “Kötülerle ve Felaketlerle” mücadele eden iki ajan! Ve ajanlarımızın bu seferki yolculuğu Güney Kutbu’na! “Dünyanın sonunda ne işleri var!” dediğinizi duyar gibiyim. Sevgili okur, Ne yazık ki kötüler sınır tanımıyor! Ama neyse ki uçuk kaçık ajanlarımız da sınır tanımıyor ve kötülerle mücadele etmekten asla vazgeçmiyorlar! Yalnız doğruyu söylemek gerekirse bu kez çok zorlu bir mücadelenin içindeler. Dünyanın bir ucunda, buzdan bir çölün ortasındalar ve üstelik kutupları eritip dünyanın yapısını değiştirmek isteyen kötülerle karşı karşıyalar! “Eyvah! Bitirim İkili’nin başı fena halde dertte!” dediğinize de duyar gibiyim. Sevgili okur, Tabii ki her şey bu kadar ciddi ve tehlikeli değil! Bitirim İkili buzdan bir çölün ortasında donmak üzereyken bile sizi yerinizden hoplatacak, gülmekten kırıp geçirecek! Aksiyon, gerilim, çok çok komedi ve eğlence sizi bekliyor!
“Merhaba, benim adım Avni. Yani tam olarak söylemek gerekirse Avni Uçuk… Bir de arkadaşım var onun adı Nuri Kaçık… Biz çok önemli, çok gizli bir teşkilatın çok çok çok gizli üyeleriyiz. Bağlı olduğumuz gizli teşkilatın adı “Kötülerle ve Felaketlerle Mücadele Teşkilatı.” Kısaltması: KÖFTE Tamam, gülmeyin. Heyy! Size söylüyorum! Buradan gülüşmelerinizi duyabiliyorum. Köfte diye teşkilat mı olur, demeyin. Oluyor işte. Ben de tam olarak anlamış değilim. Zaten kime anlattıysak inandıramadık. Bari siz inanın diye de yaşadıklarımızı kitap haline getirelim, dedik. Başımızdan geçenleri herkes öğrensin istedik… Size şimdilik sadece şu kadarını söyleyebilirim. Anlattıklarımızın hepsi gerçek! Şşeyy, aslında sadece bir kısmı desek, daha doğru olur… ” Avni’yi duydunuz… Uçuk kaçık iki arkadaşın kötülerle ve felaketlerle mücadelesinde sürüklenmek istiyor musunuz? O hâlde hazır olun! Aksiyon, gerilim, biraz korku ve tabii ki çok çok çok komedi ve eğlence sizi bekliyor!
Bitirim İkili olarak bilinen kahramanlarımız Avni ile Nuri ajan olarak, KÖFTE isimli teşkilat tarafından aldıkları görevleri her zamanki gibi gayet ciddiye alıyorlar. Böylece “Kötülerle ve Felaketlerle Mücadele” edip iyi bir ajan olma yolunda emin adımlarla ilerliyorlar… Uçuk kaçık iki arkadaş, kötülerle ve felaketlerle mücadele etmek için bu kez Uzak Doğu’da! Yine Rüstem’in peşindeler, hem de Japonya’da! Bu iki deli dolu arkadaş, aksiyon ve eğlence dolu maceralarında hem Rüstem’i yakalamaya çalışacaklar hem de Japonya’yı keşfedecekler! Heyecanın ve merak duygusunun eksik olmadığı; şaşırtan kurgusuyla okuyanları yerinden hoplatacak, gülmekten kırıp geçirecek, aksiyon dolu bir “Çoook Uzak Doğu” macerasına hazır olun!
Mustafa Orakçı’nın usta kaleminden eğlenceli hikâyeler; Derya Işık Özbay’ın sıcacık çizimleriyle okumayı yeni öğrenen çocuklarla buluşuyor. Her biri 16 sayfa, renkli, 10 kitaptan oluşan bu set çocuklara kitap okumayı sevdirecek… İlk Okuma Kitaplarım – Levent •Okulöncesi ve 1. sınıflara, •Birlikte okumalar yaparak, •Eğlenceli öykülerle, •Özenle seçilmiş cümle yapılarıyla, •Sürükleyici bir kurguyla, •Sade ve akıcı anlatımı, •Sıcacık resimleriyle çocuklara okuma alışkanlığı kazandıracak…
* Bediüzzaman, düşünce sistemini oluştururken ve inancını delillendirirken mantık ilmini nasıl kullandı? * Maddeci ve tabiatçı anlayışın ileri sürdüğü tezleri nasıl çürüttü? * Atom içi dünyalardan tevhid hakikatine nasıl bir yolculuk gerçekleştirdi? * Bediüzzaman’ın ‘iki hikmet’ analizi nedir ve neden önemlidir? Bu kitap, Bediüzzaman’ın hayret verici kişiliğini ve eserlerini anlamaya yönelik bir çalışma. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Bediüzzaman Said Nursî’nin tefekkür sistemini, kâinat görüşünü ve ulaştığı imanî sonuçları analiz ediyor. Bediüzzaman’ın eserlerini yazarken modern bilimlerin hangi metotlarından faydalandığını tespit edip Bediüzzaman’ın görüşlerini hem akademik olarak doyurucu ile hem de anlaşılır bir şekilde anlatıyor. Diğer bir deyişle, Bediüzzaman’ın hayatı ışığında, insanın “Akıldan kalbe yolculuğu”nu…
Kanuni: Dünya Bir Hayaldir sözünü şiar edinmiş Adalet Sultanı Hürrem: Kanuni’ye, aşkını mektuplara gözyaşlarına işleyen, bir iktidar tutkunu Pargalı İbrahim: Kölelikten sadrazamlığa giden yolda her türlü ihaneti göze alan bir entrika ustası Vehimi: Vatikan ajanlarıyla dünyanın her yerinde çarpışan yavuz bir istihbaratçı Fatih’in kuşatıp alamadığı Belgrad’ın Fethi, 7 ay süren Rodos Kuşatması ve dünya tarihinin en ünlü meydan savaşlarından Mohaç… Tarihte hep merak edilegelmiş bu karakter ve olaylar, ödüllü yazar Okay Tiryakioğlu’nun edebi üslubu ve şaşırtıcı kurgusuyla Kanuni romanında bir araya geliyor. 46 yıl sürecek Sultan Süleyman döneminin ilk yıllarını işleyen KANUNİ, kendisni takip edecek kitap için heyecan oluşturuyor.
Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Anadolu’dan Rumeli’ye kara ve denizlerin yegâne hâkimi Kanuni Sultan Süleyman Han yedi cihana nam salmaya devam ediyor! Devir Muhteşem Süleyman devridir. Düşmanları bir korkudur sarar. Vehimi çıkar her köşe başından; yamandır, aman vermez. Pargalı ise her vezire benzemez, zekâsıyla savaşır da olmazları oldurur. Hürrem’in tek bir sözüyle kayıplara karışır kimi, kiminin hayatı huzur bulur. Ancak başta Cihan Padişahı vardır ki sefer eyler Bağdat’a, Estergon’a; şanıyla Viyana kapılarına ulaşır. Ne Şarlken tanır ne Ferdinand. Denizler ise Barbaros’tan sorulur. Preveze’den gelen kahramanlık haberleri Kutsal Roma ile Safeviler arasındaki ittifakı körüklerken acaba bu güç savaşında kim galebe çalacaktır? Tarihi romanların vazgeçilmez ismi Okay Tiryakioğlu, Kanuni üçlemesinin ikinci kitabı Sultan’da tarihin en ihtişamlı dönemini soluk soluğa bir anlatımla bugüne taşıyor.
Cihanı titreten bir hükümdar, Yavuz Sultan Selim… Doğuya nam salan şahların şahı, Şah İsmail… Yüzünü batıdan sonra doğuya döndüren Osmanlılar… Her geçen gün biraz daha güçlenen, güçlendikçe de sesi yükselen Safeviler… Ve dünyanın kaderini değiştiren bir savaş, Çaldıran… Osmanlı’ya doğunun kapılarını açan savaşın, en zorlu çarpışma anlarında güle oynaya ölüme yürüyebilen adsız kahramanlar, Karatuğlar… Ve Osmanlı’nın geleceğine damga vuran casusların piri, Vehimi! Tarihi romanlarıyla yüz binlerce okuru geçmişin şanlı zaferleri ve heyecan dolu sahneleriyle buluşturan ödüllü yazar Okay Tiryakioğlu, Çaldıran Muharebesi’nin 500. yılında bugünkü Ortadoğu haritasının temellerini atan savaşı yazdı. ÇALDIRAN… Yalnızca kılıçların değil, şiirlerin de en güçlü silahlar kadar etkili olduğu kıran kırana bir mücadele…
Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır Seferi devam ederken, Portekizlilerin Hazreti Peygamber’in kabrini açma ve mübarek naaşını kaçırma planları yeniden mi gündeme geliyordu? Eğer öyleyse, bu menfur girişimin arkasında yatan sebepler neydi ve buna kim mani olacaktı? Vehimi Orhun Çelebi önderliğindeki Hilaliler, bu defa Portekizli Amiral Alfonso d’Albuquerque ve Vatikan istihbarat örgütü Demir Haç’a karşı unutulmaz bir mücadeleye girişiyor… Bu kıyasıya mücadele içinde Vehimi ve Çelik Hilal üyeleri Hazreti Peygamber’in mübarek bedenlerini muhafaza etmek için nasıl çalışacak? Sahip olanın daimi bir muzafferiyeti kucakladığına inanılan Hazreti Davut’un kılıcını İstanbul’a getirebilecekler mi? Onunla seyahat edenlerin bereketli güney denizlerinde görünmez olarak dolaşacağı efsanesindeki Cantino Haritası’nı ele geçirebilecekler mi? Türkiye’nin en çok okunan tarihî romanlarının yazarı, okurları tarafından “günümüzün Peyami Safa’sı” olarak anılan Okay Tiryakioğlu, bu romanıyla tarihte çok önemli bir tuğlayı yerine yerleştiriyor.
Yıldırım lakaplı Şehzade Bayezid, alazlanıp yanan bir entrika çemberinin içinde tahta geçti. En yakınında bulunan Alkan Boğa’nın, kardeşi Yakup’u da yanına katarak ettiği ihaneti seziyordu. Kendisine diş bileyen, kalabalık haçlı ordularının entrikalarını ensesinde hissediyordu. Kadı Burhaneddin’in gölgesini yanı başında görüyor, Anadolu ve uç beylerinin emniyet hislerini bertaraf ettiğini biliyordu. “Adımlarını sağlam basan, yüreğindeki korkuyu da söker atar!” dedi ve mertçe sarıldı belindeki baltaya, düştü harp meydanlarına. Zekâsıyla ve bileğiyle kazandığı onca zaferden sonra Bayezid’in önünde kim durabilecekti artık? Hangi kalleş tuzak onun saltanatını ayağına dolayabilecekti? Tarihi romanların vazgeçilmez ismi, ödüllü yazar Okay Tiryakioğlu’nun, Yıldırım Bayezid’in tahta geçiş ve yükseliş dönemini anlattığı bu muhteşem kurguyu soluksuz okuyacaksınız.
Üç yüz âlimin birden gördüğü rüyayla Hz. Muhammed’in “Âlimlerin Sultanı” hitabına mazhar olan Bahaeddin Veled. Daha çocuk yaştayken bile babası Bahaeddin Veled’in ardından yürürken görüldüğünde “Bir ırmak, koca bir ummanı peşine takmış sürükleyip gidiyor” diye hayret uyandıran, bugün de bütün dünyaya yaydığı ışıkla evrensel bir değere dönüşen Mevlana Celaleddin Rumî. Ve Mevlana’nın hayatına güneş gibi doğan Şems-i Tebrizî. Kısa sürede geniş bir okuyucu kitlesine ulaşan Okay Tiryakioğlu, bu kez tüm dünyanın gönlünde taht kurmuş bir tarihi şahsiyetin hayatını romanlaştırdı: MEVLANA İslam uygarlığının o günkü payitahtı konumunda olan Belh şehrinden bir iftira sonucu göç eden Mevlana’nın babası Sultanü’l-Ulema Bahaeddin Veled ve yakınlarının çile dolu yolculuğuyla başlayan kitap, Mevlana’nın herkese şaşkınlık veren manevi gelişimini ilmek ilmek dokuyor. Mevlana’nın aşkla yoğrulan iç yolculuğunun ve bitmek bilmeyen çilelerinin bir nakış gibi işlendiği bu unutulmaz kitapta, tarihi bilgilerin ışığında anlatılmış çarpıcı bir hikâyeye tanıklık edeceksiniz. Mevlana’yla Konya sokaklarında yürüyecek, Şems’le sema yapacak, çağlar boyu ateşi hiç sönmeyen Mesnevi’nin doğuşuna tanıklık edecek ve tarihe damga vurmuş tasavvuf büyükleriyle birlikte ilahi aşkın şerbetini tadacaksınız…
Bir çağı kapayıp başka bir çağ açan İstanbul’un fethi, imparatorlukların ve insanların kaderinde farklı yankılar buldu. Zafer ve yenilgi kutuplarında birbirine zıt öyküler tarihin o unutulmaz anında buluştu. Kuşatma ve fetih, sadece siyasi manevralar, mezhep çatışmaları, askerî hazırlıklar ve çarpışma değil, aynı zamanda sultanların, imparatorların, paşaların ve askerlerin şahsî öyküsü anlamına geliyordu. Stratejik bir deha ve olağanüstü bir komutan olan, aynı zamanda yedi dil konuşup dönemin âlimlerinin terbiyesinden geçen, Avnî mahlasıyla şiirler yazan II. Mehmed, sultan ve fatih olmanın ötesinde iç hesaplaşmaları, tereddütleri, duygusallıkları olan yirmi bir yaşında bir gençti. “Kuşatma 1453” romanı, dünya tarihini değiştiren İstanbul’un fethinin ve fatihinin öyküsünü sürükleyici bir kurgu ve zengin tarihsel verilerle anlatıyor. *** Konstantiniyye şehri ile sınırlı hale gelen Doğu Roma İmparatorluğu’nun çaresizliği, Latin istilasının Bizans halkında bıraktığı nefret ve bezginlik, gökten inecek Meryem’in şehri koruyacağı efsaneleriyle kendilerini avutan insanlar ve düşmanın hayal bile edemeyeceği donanmalara sahip genç sultan… Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden, tarihin orta yerine saplanmış bir kılıç gibi duran muhteşem kuşatmayı soluk soluğa okuyacaksınız. “Bu kuşatma başarısız olursa eğer, muhaliflerinin babana gösterdikleri hoşgörüyü sana göstermeyeceklerini seziyorsun. Kaybedeceğin itibar kaybıyla tahtında uzun süre oturamayacağının hesabını yapmaya başlıyorsun. Böyle umutsuzluğa kapıldığın zamanlarda Peygamber’in, ‘Kostantiniyye, bir gün feth olunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, onu fetheden komutan ne güzel komutandır’ hadisini hatırlıyor, o komutanın sen olabileceğine dair muhteşem hayallere kapılıyorsun. Yüreğinde müthiş bir güç buluyorsun o anlarda. İşte şimdi yine durmuş, terli bedenin soğuk odanın içinde süratle soğurken, üzerini giyinmen için seni uyaran hizmetkârlarını duymuyorsun bile. Sonra savaş planları ve yeni baştan çizdirip durduğun haritaların üzerinde tekrar ince hesaplara gömülüyorsun…”
“Gök Tanrı’nın kılıcı, ateşten kamçısı, yedi cehenneminin ateşi, yeryüzündeki gazabıyım ben!” Doğduğunda bir damla kan pıhtısı vardı avucunda. Ağladığındaysa gözlerinden kanlı yaşlar dökülüyordu. Tabii sadece bu özellikleri değildi tüm dünyaya nam salan… Bir fırtına gibi esip bütün dünyayı toza dumana bulayandı Cengiz Han. Kendi milletinin dışında bütün dünyanın tarihini geri dönülmez biçimde etkileyendi. Bir kabileden dünya fethine girişecek güçte bir millet uyandırandı. En önemlisi de dünya tarafından acımasız ve kana susamış bir fatih gibi gözükse de aslında yalnızdı Cengiz Han. Dostuyla düşmanıyla, zaaflarıyla başarılarıyla, gücüyle güçsüzlüğüyle, zaferiyle yenilgisiyle ve en önemlisi de herkesten sakladığı yüreğindeki en büyük sırrıyla… Türkiye’nin en çok okunan tarihî romanlarının yazarı, okurları tarafından “günümüzün Peyami Safa’sı” olarak anılan Okay Tiryakioğlu, bu romanıyla tarihte çok önemli bir tuğlayı yerine yerleştiriyor. Cengiz Han/Rüzgâr ve Ateş İmparatorluğu; aşkla savaşı bir arada yaşayanların kitabı…
Tarihi romanlarıyla Osmanlı sultanlarının birbirinden değerli hayat hikâyelerini günümüz okuruna aktaran Okay Tiryakioğlu bu defa Selçuklu topraklarına uzanarak atalarımızın atası Alparslan’ı konuk ediyor sayfalarına. Ve serüven başlıyor! Çağrı Bey önderliğindeki Selçuklu Devleti, Dandanakan zaferinin ardından gücüne güç katarak batıya doğru ilerlemektedir. Henüz yağız bir delikanlı olan Alparslan ise dövüş hocası olan yenilmez Korgan’dan aldığı eğitimle rüştünü ispatlayarak liderliğe doğru yükselir. Vatan aşkına sevda ateşi katan güzeller güzeli Selcen Kız’ı kaçırma planları yapılırken, devletin bütünlüğünü hırpalayan iç isyanlar da bir bir bastırılır. Ve nihayet Anadolu’nun kaderini değiştiren Malazgirt Savaşı’nın vakti gelir. Alparslan ile Roman Diyojen’in tarihe mal olmuş bu destansı yüzleşmesine hazır olun.
Ertuğrul Gazi döneminde süren barış ortamından sonra Türk’ün kılıcını düşmana sallayan, yakınlarının üzerine gölge yapan eli kesen, mevzu Kayı olduğunda amcası Dündar Alp’in dahi ihanetine aman vermeyen bir yiğidin hikâyesi bu… Moğolların varlığına rağmen karşısına dizilenlerin yine en çok korktuğu Osmanlı’nın doğuşu… Yayılmaya başlayan Kayı boyunun karşısına çıkan onca farklılık selamla karşılanırken namertliğe karşı acımasızlığına şahit olduğumuz Osman Gazi’nin yazdığı destansı tarihin ilk adımları… At üstünde gösterdiği hüner, düşman karşısında gösterdiği cesaret, hısım karşısında gösterdiği sabır ona koca bir çınar bağışlıyor… Türkiye’nin en çok okunan tarihi romanlarının yazarı, eserleri Arapça, Azerice, Endonezce ve Boşnakçaya çevrilen, okurları tarafından “günümüzün Peyami Safa’sı” olarak anılan Okay Tiryakioğlu, Osmanlı’nın Söğüt’te başlayan kuruluş hikâyesinin baş kahramanı Osman Gazi’yi anlatarak tarihin sayfalarını yeniden aralıyor. Osman Gazi-Çınarın Gölgesinde… Bir kuruluş destanını hakkını vererek okumak isteyenler için…
Çağ açıp çağ kapatan, Osmanlı Devleti’ni imparatorluk haline getiren bir padişah: Fatih Sultan Mehmed Han. Fatih’in en büyük silahı olan istihbarat teşkilatı Karatuğlar ve teşkilatın amansız lideri Kul Ömer… Karanlık güçlerin efendisi İlian Sadnakar… Sarayda büyüyüp yetişen habis bir ur: Kont Drakula… En koyu isyanların karşısında, irfanın temsilcisi Ak Şeyh Akşemseddin… Okurları ve edebiyatçılar tarafından Peyami Safa’nın halefi olarak gösterilen Okay Tiryakioğlu; akrepli arbaletler, Bizans surlarını titreten toplar, kılıçtan keskin akıl oyunları, zehirden yakıcı Rum Ateşi, efsaneler, sırlar ve akıl, bilek ve yürek gücüne dayalı savaşların gölgesinde Fatih Sultan Mehmed’in inanılmaz hayatını yazdı.
Tarihi romanlarıyla bestseller listelerine taht kuran ödüllü yazar Okay Tiryakioğlu’dan çok konuşulacak, sürükleyici bir roman daha! “Abdülhamid” ile Osmanlı tarihinin en çok merak edilen yıllarına kapı aralamaya hazır olun! Sultan II. Abdülhamid’in sırlarla dolu dünyasına açılan bu kapıdan girdiğinizde kendinizi Ulu Sultan’ın tartışmalar yaratan politikaları arasında koştururken bulacaksınız. Yıllarca Kardeşlik Örgütü’nde eğitim almış üç anarşist yoldaş eşliğinde Paris’te başlayan bu gizli serüven, soluk soluğa bir kovalamacanın ardından İstanbul’daki suikasta uzanacak. Tam her şey bitti derken kendinizi asıl hikâyenin içinde, Sultan Abdülhamid’in karşısında bulacaksınız. İşte şimdi aklınıza takılan soruları sorma vaktidir: 93 Harbi’nde neler yaşandı? Filistin meselesi nedir? Meşrutiyet’e geçiş nasıl cereyan etti? Meclis-i Mebusan neden dağıtıldı? Ve 31 Mart Olayı… Padişah ile genç yoldaşlar hararet içerisinde tartışırken siz de bizzat saraydaymış gibi akıl oyunlarına kapılacak; dostun, düşmanın, ihanetin ve sevdanın nereden çıkacağı belli olmayan bu sürükleyici romanda başrolü oynayacaksınız.
Kuşatma 1453’ün yazarı Okay Tiryakioğlu’ndan eşsiz bir tarihî şahsiyetin sarsıcı romanı: YAVUZ. Sefer güzergâhını soran vezire, “Sır tutmayı bilir misin?” diye soran; “Evet!” cevabını alınca “Ben de bilirim.” karşılığını verecek denli temkinli, “dünya”yı kafasında taşıyan bir gaye adamı. Hedefleri uğruna kardeş kavgasını hatta baba-oğul çekişmesini bile göze almak zorunda kalan küçük şehzade. Bu kararlılığına, son nefesine kadar, kaybettiği kardeşleri ve can dostlarının özlemi eşlik etmiş şair bir yürek. Devletine ve ümmetine 400 yıl soluk aldıran eşi benzeri görülmemiş 8 yıllık bir “hamle”nin mimarı halife. Ve çevresindekilere aklı yitirmenin sınırlarını zorlatan bir yaralı son: Şirpençe. Hiç abartılı olmayan ama kahramanlarının dayandıkları manevi gücü de ıskalamayan olgun bir edebî dilin romanı: YAVUZ
“Ve ey kahraman gazi oğul, adın bundan böyle ‘dinine bağlı’ manasına gelen ‘Selahaddin’dir. Sen ki Ehlisünnet’in insaflı, adaletli ve gerektiğinde keskin kılıcısın.” Hemen hemen günlerinin çoğu harp meydanlarında geçen, Ortadoğu’daki Haçlı varlığının belini kıran ve onu asla eski gücüne kavuşamayacak hâle getiren, böylece Ortadoğu-İslâm dünyasının kudretini bütün Avrupa’ya gösteren bir Mücahit Sultan… “Kudüs’ü fethedinceye kadar bir daha üzerimdeki kara giysileri çıkarmayacak ve hiç gülmeyeceğim!” diye yemin ettiğini işitmeyen kalmamıştı. Nitekim en önemli zaferiydi Kudüs. Orada hüküm süren Hıristiyan egemenliğine son vermekle birlikte en güçlü olduğu dönemde Mısır, Suriye, Irak, Hicaz ve Yemen’i etkisi altına almıştı. Buna rağmen, “Ben kral değilim! Ben Müslümanların hizmetkârı, onların en altındaki ferdim!” diyecek kadar mütevazıydı. Aslında o; medresedeki hücresinde, kitaplarının başında olmayı tercih ederdi. Ama bu yanıyla mücadele edip ismini “ünlü kumandan ve siyaset adamı” olarak tarihin tozlu sayfalarına yazdırdı. Ödüllü yazar Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden; hilalin gölgesinde geçen bir ömür, Selahaddin Eyyubi.
Kadınların psikolojisi, kimliği, kişiliği, fıtratı, cinselliği, kişilik tipleri, ruhsal sorunları, sömürülmesi… Evlilik, annelik, kadın-erkek ilişkileri, feminizmin kadın ve toplum üzerindeki etkisi, terkedilme korkusu, modernizmin dayattığı cinsiyet rolleri, şiddet, ev kadınlığı, karşılaşılan sorunlar, tabular ve aşk… Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın kaleminden, artık bir klasik haline gelen Kadın Psikolojisi, “kadını” bütün yönleriyle anlatıyor. Kadınları, karşılaştıkları sorunları ve olguları bilimsel bir bakış açısıyla ele alan bu kitap, kadın erkek ilişkilerinde de yol gösterici bir rol üstleniyor. Kadın Psikolojisi, her kadının ve ailenin mutlaka kitaplığında bulunması gereken mutlu kadınlar ve aileler için rehber niteliğinde bir başvuru kitabı.
“Hacı olduğumu duyanlar beni şöyle boydan aşağı süzdükten sonra şaşkınlıkla bana; “Sen bu halinle hacca nasıl gittin?” diyorlar, ben de tebessümle; “Çok kolay, herkes gibi uçakla” diyorum. Ve insanların beni en güldüren sorusu şu oluyor: “Ama sen yürüyemiyorsun?” Çoğu zaman gülerek “Çok mu belli oluyor?” derim. İnsanlar bana diyorlar ki; “Oturduğun yerden bizden daha çok koşturuyorsun Fatma!” Ben de diyorum ki; “Eee, ben ayaklarımı önden boşa yollamadım.’’”
Kur’an; Hayatımız… Hayat kaynağımız… Yaşam kılavuzumuz… Said Nursi’nin tarifiyle Rabbimizi bize anlatan en büyük delillerden biridir Kur’an… Onu okuyarak insanlığın en büyük problemi olan, “Nereden geliyorsun?”, “Nereye gidiyorsun?”, “Ne için yaşıyorsun?” sorularına cevap buluruz. Ondan uzaklaştığımızda ise insaniyetimizin ne büyük felaketler içinde kıvrandığını görürüz. Kâinatın Yaratıcısı hayatımızı nasıl yaşayacağımızı tarif eder Kur’an’da. Onu okumamızı, anlamamızı ister… Kur’an’la Yaşamak, Kur’an’ı niçin, nasıl ve ne zaman okumalıyız sorularına cevap ararken Kur’an’ın cazibesine kapılan insanlardan örnekler vererek okura yol gösteriyor. Öyleyse gelin kendi ebedi hayatımız için ‘Kur’an Okuyalım’; Rabbimizi tanımak, O’nun bizi ne kadar çok sevdiğini idrak etmek için…
“Namaz, gözümün nuru” buyuruyor Sevgili Peygamberimiz(sav)… O kadar gözünün nuruydu ki Resulullah(sav) sevindiğinde Rabbinin huzuruna koştuğu gibi, üzüldüğünde de yine O’nun dergâhına yüz sürüyordu. Dünya tüm ağırlığıyla omuzlarına çöktüğünde medet bulmak için namazla Rabbine yakarırken, muvaffakiyetler karşısındaki şükrünü ifade için yine mübarek başını secdeye koyuyordu… Ümmeti olarak bizim de “can”lanmamızın yolu, huşu ile kılacağımız namazlardan geçiyor. Bu temel ihtiyacın farkına varan İlahiyatçı yazar Ahmet Bulut, Cennete Götüren Namaz kitabını Namazın ruhuyla hayatlanmak ve hayatlandırmak için kaleme aldı. Ta ki namazla hayatlanan ruhlar cennete layık bir hal alsın…
Erkek: İnsanın dünyadaki cennetidir yuvası. Ben seninle cennetimi kurmak istiyorum. Cenneti dünyama taşımak istiyorum. Kadın: Var Eden, bizi birbirimiz için yarattı. Ben bende olmayanda seni buldum. Bende olmayanlara teslim oldum. Bir tarafta ailesini koruyan ve idare eden, mantığın sesi erkekler; diğer tarafta ise şefkatiyle yuvasına sevgi aşılayan, kalbin sesi kadınlar… Ahmet Bulut’un Gülseren Gümüş’le birlikte kaleme aldığı Aşkın Ev Hali, hem kadın hem de erkek bakış açısına yer verirken, eşleri birbirine yakınlaştırarak cennet gibi bir yuva sunuyor. Çift renkli baskısı, özel renkli kâğıdı ve illüstrasyonları ile zenginleştirilmiş içeriği ile Aşkın Ev Hali sonsuza dek aşk için bir başucu kitabı.
Komik, saf, deli dolu Levent ve tayfası, yepyeni bir geziye çıkıyor, hem de ne gezi! Doğu Ekspresi’yle Kars’a gidiyorlar. Fakat trende beklemedikleri bir yolcu daha var: Dünyaca ünlü elmas Kaçkarların Yıldızı! Tren yolculuğuyla gezinin tadını çıkarmaya çalışan tayfa, Anadolu’ya ait bu elması soygunculardan geri almaya çalışıyor. Tabii yine başlarını türlü belalara sokuyorlar, suçluların peşinden koşuyorlar. Her şey, Anadolu mirası elması vatanında tutmak için! Kendilerini eğlenceli olduğu kadar heyecanlı, tehlikeli mi tehlikeli bir maceranın içinde buluyorlar. Elması korumak, onlar için her şeyden önemli. Doğu Ekspresi’yle Türkiye’yi baştan başa gezerken elması korumaya hazır mısın?
Merhaba Dünyalı Çocuklar, Ben her gün teninizi okşayan, sizi sevgiyle ısıtan Güneş. Binlerce yıldan beri süren maceramda pek çok olaya tanık oldum, pek çok insan gördüm. Savaşlar, barışlar, göçler, kahramanlar, korkaklar, güzeller, çirkinler gördüm ben. Bütün bu tanıdıklarımın içinde birisini gördüm ki, onu bir an bile unutamam. Dünya sanki onun gelişine hazırlanmıştı. Varlık, binlerce yıldan beri onu beklemişti. Onu tanıdığım gün en mutlu günümdü. Sevmeyi, affetmeyi, hoş görmeyi ve sabretmeyi ondan öğrendim. Ne ondan önce ne de ondan sonra onun gibisini görmedim. Aldım düşle, hisle, fikirle, bin bir renkli kanatlı Düştenkanat’ı yanıma, onu size anlatmaya geldim. Şimdi söz verin bana. Onu tanıdıktan sonra onun gibi olma sözü. Çocuklar söz verdiler Güneş’e. Başladılar her gün Düştenkanat’ı beklemeye…
Onlar ışık hızı gezginiydiler. Kitabın sayfasını açtıkları anda başka âlemlere uçuyorlardı. Renkler, sesler, hisler değişiveriyordu bir anda. Araya çağlar bile girse ışık hızı yolculuğuna doyum olmuyordu. Gidip gezmek her şeyi yerinde görüp incelemek eşsiz bir keyifti onlar için. Üstelik bu iş için yaptıkları tek şey, bütünüyle istemek ve çok okumaktı. Bu iki güzellik içinde macera başlıyordu. Heyecan, hız ve coşku dolu renkli iklimlere uçuyorlardı. Zaman, yıldız gibi kayıyordu avuçlarından. Muhteşemdi varlık, muhteşemdi hayat ve muhteşemdi mucizeler… Şimdi seni de bu mucizelere okumaya çağırıyorlar. Işık gezginlerinin Hayal Atı’yla çıktıkları bu ışık hızındaki yolculuğa eşlik etmeye hazır mısın?
O, ışık hızı gezginiydi. Kitabın sayfasını açtığı anda başka âlemlere uçuyordu. Peygamberlerin alemine… Araya çağlar bile girse ışık hızı yolculuğuna doyum olmuyordu. Gidip gezmek, her şeyi yerinde görüp incelemek eşsiz bir keyifti onun için. Üstelik bu iş için yaptığı tek şey, bütünüyle istemek ve çok okumaktı. Bu iki güzellik içinde macera başlıyordu. Heyecan, hız ve coşku dolu renkli iklimlere uçmuştu. Zaman, yıldız gibi kayıyordu avuçlarından. Muhteşemdi varlık, muhteşemdi hayat ve muhteşemdi mucizeler… Şimdi seni de bu mucizelere okumaya çağırıyor. Işık gezgininin Hayal Atı’yla çıktığı bu ışık hızındaki yolculuğa eşlik etmeye hazır mısın?
Gözünü budaktan sakınmayan, er meydanından asla kaçmayan, haksızlığa tahammülü olmayan; mert, cesur Türk gencinin timsali Hanoğlu’nun Bizanslı savaşçılarla, Deylemli erlerle giriştiği mücadeleleri, nice bileği bükülmez, sırtı yere gelmez cengaverleri alt edişini okurken Selçuklu Devleti’nin kuruluşuna şahit olacak, diyar diyar at koşturan akıncıların coşkusunu, fetih aşkını yüreğinizde duyacaksınız.
Devlerin Savaşında Bir Çocuk Artık gerçek bir Hilalî olan Nuri, Vehimi Orhun Çelebi ve diğer Çelik Hilal savaşçılarıyla birlikte Tuna nehri kıyılarına doğru yola çıkar. Özel bir görev için gittikleri Tuna boylarında, birbirinden ilginç olaylar peşlerini bırakmaz… Tuna nehrindeki sır da ne? Nuri, Tuna’daki dev balıkla tek başına başa çıkabilecek mi? Korkunç bir güce sahip olan Kont Sadnakar’ın eline düşen Vehimi Orhun Çelebi ve Çelik Hilal fedaileri kurtulabilecekler mi? ULAK serisinin ikinci kitabı olan Tuna’nın Sırrı ile Ulak Nuri’nin hikâyesindeki bu sorulara yanıt bulacak, birbirinden heyecanlı maceralarına ortak olacaksınız.
Turgut Reis Haçlıların korkulu rüyası, Preveze ve Cerbe deniz savaşlarının şanlı gazisi, Trablusgarp fatihi, Akdeniz sahillerini kasıp kavuran denizler ejderi. Gümbürdeyen toplar, Akdeniz’de Turgut Reis’in hâkimiyetini ilân ediyordu. Malta’da ve Sirakuza kıyı şehirlerinde çalınan çanlar, Dragut dedikleri büyük gazinin Akdeniz’de avlanmaya çıktığını, uğultularla Haçlı dünyasına duyuruyordu. Dragut geliyor..! Dragut geliyor..! Avrupa, büyük telâş ve korku içinde… Acaba bundan sonra sıra kimde? Zafer Rüzgârları’nda, Turgut Reis’in hayatını, Akdeniz’deki şanlı mücadelesini ve Osmanlı leventlerinin maceralarını Ahmet Yılmaz Boyunağa’nın usta kaleminden okuyacaksınız.
Siva’nın Şimşeği Kırık Hançer! Hinduların uğruna canlar feda ettiği, onu korumak için her türlü fedakarlığı gösterdiği kutsal silah sahibine büyük güç ve kudret verdiğine inanılan, Karşısına çıkan ağaç, taş, demir her şeyi parçalayan olağanüstü güç. Gazneli Mahmut’un ordusuna karşı kullanılacak olan bu tehlikeli silah Hinduların elinden alınmalıydı. Ama nasıl? Ele geçirmek isteyenleri korkunç bir sona sürükleyen kırık hançeri kim yok edebilir? Kırık hançeri ele geçirmek için verilen amansız mücadele sizleri macera dolu, keyifli bir tarih yolculuğuna çıkarıyor. Bu romanda heyacan, bilgi ve tarihi olayları iç içe bulacak, Ahmet Yılmaz Boyunağa’nın usta kaleminden zevkle okuyacaksınız.
Fetih Sancakları’ Bedir’den Preveze’ye İslam ümmetinin cihat tutkusunu anlatıyor. Aşk, fedakarlık ve şehadet özlemiyle yoğrulmuş müslümanların nefes kesen mücadeleleri. İçiçe küçük, severek okuyacağınız romanlar…
Elenora, Abdüssamed, Ahmer, Anastasya, Mesleme ve diğerleri… Farklı Kültürlerden de gelseler hepsi ona hayrandı. Kahramanlıkları nesilden nesile anlatılan Koçyiğit Seyit Battal Gazi’nin giriştiği destansı mücadelenin romanı… Anadolu’nun bağrından Kız Kulesi’ne uzanan sürükleyici bir maceraya hazır mısınız? Battal’ın destanını Ahmet Yılmaz Boyunağa’nın kaleminden okurken, “Telefonuma mesaj gelmesin!”, “Kimse beni rahatsız etmesin!” siyeceksiniz.
Devlerin savaşında, tarihin gerçek savaşçılarından biri olmakta kararlı olan Ulak Nuri, Mohaç Muharebesinde altı yüz elli yedi yıllık Macar Krallığı’nın yok oluşuna tanıklık edip Viyana kapılarına dayanırken hayata dair soruları sormaya devam ediyor… “Peki; zafer, savaş denen bu kâbusun neresinde ? Zaferin mutluluğu, hazzı, görkemi nerede? İnsan zafer için savaşmaz mı? Muzaffer adam, aynı zamanda gururlu ve mesut adam değil midir? Hangi destanda mutsuz bir cengâvere rastlıyoruz ki?”
Okuyacağınız bu kitap, Pasaklı adında bir köpeğin hikâyesidir. Kendine özgü görünüşü nedeniyle doğduğu yerde, evinde bile dışlanan Pasaklı vaktinin çoğunu sahibinin evinin güneşli bahçesinde geçirir. Pasaklı’nın da tıpkı bizim gibi hayalleri ve özlemleri vardır. Ancak her kış kara bulutlar çöktüğünde Pasaklı, üstesinden gelmesi gereken zorluklarla karşılaşır. Pasaklı, kara bulutların arasından sahibinin bahçesinin ötesinde yatan arkadaşlık, annelik ve mutluluk ihtimallerinin peşine düşer. Eğer onlara tutunabilir ve çaresizce arzuladıklarını inşa edebilirse hak ettiği, hayalini kurduğu hayata kavuşabilecektir. Hayal Kurmaya Cesaret Eden Köpek, köpek ve insan arasındaki ilişkiye ayna tutan gerçekçi bir öykü olmasının yanı sıra cesurca yaşanmış bir hayatın kutlamasıdır.
Avrupa içlerinden Arabistan çöllerine yapılan uzun bir yolculuk… Haç ve Hilal uğruna savaşan iki büyük ordu… Bir tarafta tüm Avrupa’nın maceraperest ve hayalci şövalyeleri, diğer tarafta ise Selahâddin Eyyübî önderliğindeki isimsiz kahramanlar… III. Haçlı Seferini anlatan bu roman tarihe ışık tutuyor…
Kasım Hanlığı, onlar için yasak bir şehirdi artık. Yüzyıllardır yaşadıkları, vatan bildikleri, üzerinde doğup büyüdükleri topraklarda özgür yaşamak mümkün değildi. Her bir köşesinde hatıraları olan bu şehirden koparak, bilinmeyen bir sona doğru yola çıkmak zorundaydılar. Neden gidiyorlardı? Niçin onlara bu zulüm yapılıyordu? Yanan, yıkılan evler, köyler, şehirler… Binlerce insanın düşe kalka ilerlemeye çalıştığı karlı dağ yolları… Yeni topraklara, yeni bir vatana doğru zorlu yolculuk… Yasak Şehir, zulme boyun eğmediği için yok edilmek istenen, göçe zorlanan yüzlerce insanın altüst olan hayatının, acısının, hayatta kalma mücadelesinin hüzünlü öyküsüdür.
Ulak Nuri ve Hilalilere yeni katılan Johan, başarısız geçen Viyana Kuşatması sonrasında Vehimi Orhun Çelebi’nin emriyle düşmanın arasına casus olarak karışmakla görevlendirilir. Kış tüm ağırlığıyla yaklaşırken Tuna’nın tehlikeli sularında ve Avrupa’nın acımasız topraklarında çıktıkları bu yolculuk onları dondurucu soğuk, cadı avları ve Vatikan’ın Kanonikleriyle karşı karşıya getirir. Ulak Nuri, karşına çıkan zorlukları alt edip kendisine verilen görevi yerine getirebilecek mi?
Nuri, henüz daha on iki yaşında bir çocuk. Kahraman bir şehidin oğlu, eski bir savaşçının torunu. Büyüyor Nuri; yalnızlığıyla, hayalleriyle, gerçeklerin acımasızlığıyla büyüyor… Ve bir gün… “Çelik Hilal” namlı teşkilatın efsaneleri dilden dile dolaşan reisi Vehimi Orhun Çelebi ile karşılaşır Nuri. Bu, hayatının geri kalanını sonsuza dek etkileyecek bir tanışmadır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır… ULAK serisinin ilk kitabı olan Çelik Hilal’in Gölgesinde ile devlerin savaşındaki bir çocuğun hikâyesine merakla katılacak, birbirinden heyecanlı maceralarına ortak olacaksınız.
Tarık Bin Ziyad O, hedefe ulaşmadan asla geri dönmeyi düşünmeyen bir komutan O, tek yolun zafer olduğuna inanan bir komutan O, gemileri yakan bir komutan O, Tarık bin Ziyad Çarpışma yaklaşıyor ve gerilim sürüyordu. Düşman sayı ve silah bakımından çok üstün durumdaydı. Ama o, mutlaka zafere ulaşmalıydı. İşte tam bu noktada Tarık bin Ziyad, öyle bir karar verdi ki bütün orduyu hedefe kilitledi. Efsane Komutan, nefes nefese okuyacağınız gerçek olaylarla örülmüş bir roman. Ayrıca kitabın sonunda romanla ilgili soruların bulunduğu bir bulmaca bulabileceksiniz.
General Vorontsof, Şeyh Şamil karşısında bir şey yapamayacağını anlamıştı. Perişan bir şekilde geri dönerken, Dimitri’ye: “ Koskoca Rus İmparatorluğu’nun ezici kuvveti ve büyüklüğü karşısında, bir tek adamın, bir avuç insanla nasıl olup da mücadeleye devam ettiğini ve her defasında saldırı halinde olduğunu anlayamıyorum!” diyerek aczini belirtti. Özgürlüğünü kaybedenlerin sonu köleliktir, diyen Şeyh Şamil’in bağımsız yaşamak uğruna verdiği insanüstü mücadeleyi ibret ve heyecanla okuyacaksınız. Ayrıca kitabın sonunda romanla ilgili soruların bulunduğu bir bulmaca bulabileceksiniz.
Manolya, Tarih bölümü son sınıf öğrencisidir. Hayatını eski yazmalara adamış hocasıyla Endülüs alanında çalışıyordur. Yaz tatilinde beklenmedik şekilde kendini Granada’nın incisi Elhamra Sarayı’nda bulur ve sarayda çalışan Mateo ile tanışır. Sarayı gezerken kayboldukları tüneller önce soğuğuyla sonra görkemli teknolojisiyle onları şaşırtır! Elhamra Sarayı’nı inşa ettiren Sultan Muhammed’in, başkent Kordoba dâhil bütün Endülüs şehirlerini Elhamra’ya dokunulmaması karşılığında teslim etmesinin ardındaki sır, onları on dördüncü yüzyıl Endülüsü’ne götürerek hiç beklenmedik bir yolculuk yaşatır.
Tarihin gizemli gerçekleriyle şifreli ipuçlarını bir araya getiren macera yüklü bir İstanbul polisiyesi! Şifre Bilimci Milas Ulukan, uluslararası bir polisiye edebiyatı organizasyonu için Beyoğlu’nun incisi Pera Palas Oteli’ne davet edilmiştir. Etkinlik içeriğine uygun bir güzellikte devam ederken beklenmedik bir olay gerçekleşir. Otelin “Demir Leydi”si olarak adlandırılan asansörünün içinde bir cinayet işlenmiştir. Bu gizemli cinayetin perde arkası ise tarihin tozlu raflarında saklıdır. Şifreli bir kalem, üzerinde “Agatha Christie” yazması gereken ancak “II. Abdülhamid Han” yazılı esrarengiz bir anahtar ve yüz yıllık emaneti taşıyan tarihi bir sandık…
EFSANEVİ MALAMANDER’IN GİZEMİNİ KİM ÇÖZECEK? Tuhaf Deniz Kasabası’na kışları kimse uğramaz. Özellikle karanlık çöktüğünde, korkunç sis Canavarağzı Kayalıklarını ve Leviathan gemisini yuttuğunda… Bazıları bu sisin içinde korkunç Malamander’in ayak izini gördüğüne yemin edebilir! Herbert Limon, Büyük Nautilus Oteli’nin kayıp eşya sorumlusu, kaybolan eşyaların sahiplerini bulmanın ne kadar zor olduğunun farkında. Özellikle, kaybolan şey bir kız çocuğunun ailesi ise… Kimse on iki sene önce Parma Voilet’in ailesine ne olduğunu bilmez. Violet, ailesini bulmak için Herbert’ten yardım istediğinde olayın ucunun efsanevi Malamander’e uzandığını keşfederler. Tuhaf Deniz Kasabası her daim esrarengiz bir yer olmuştu. Fakat şimdi sis kıyıya çöküyor ve işler çok daha ürkütücü bir hâle geliyor. Mükemmel bir hayal gücüyle oluşturulmuş macera atmosferi, mitler ve efsaneler yönünden zengin lezzetli bir gotik anlatı. Malamander kitabı Thomas Taylor’ın yetenekli bir yazar olduğunu kanıtlıyor. Bu kitap bütün alkışları hak ediyor. —The Bookseller Bu gençlik macerasında bir tatil adasında iki çocuğun yerel bir efsaneyi kovalayışını okuyacaksınız. Yazar mizahi bir ton ile ilginç karakterleri birleştirerek alışılagelmedik bir üçlemenin açılışını yapıyor. Enerjik, fantastik bu anlatı tarafından ele geçiriliyorsunuz. —Publishers Weekly
Yeşil Ada’nın Çocukları romanı, Cumhuriyet’in 75. yıl dönümü sebebiyle Kültür Bakanlığı tarafından düzenlenen eser yazma yarışmasında Çocuk Roman Büyük Ödülü’ne layık görülmüştür. Bir Türk ve Rum çocuğun savaş sırasındaki dostluğunu ve barışa olan özlemini anlatan roman, aynı zamanda 1974 yılında Kıbrıs’ta yaşananlara da ışık tutuyor. Yeşil Ada’nın iki çocuğu olan Cengiz ve Yorgo o savaş günlerinde sevgi dolu yürekleriyle dostluğu ve sevgiyi bize yeniden yaşatıyorlar… Ve biz de diyoruz ki: “Sevgi, dostluk ve barış sınır tanımaz.”
Günümüz Japonya’sından, nükleer bombanın Hiroşima’yı mahvettiği güne uzanan, kalplerdeki umudu yeşertecek unutulmaz bir roman… Mizuki’nin büyükbabası Ichiro’nun kişiliği karısının vefatından sonra değişmiştir. O neşeli ve mutlu kişi gitmiş; yerine yıllardır biriken pişmanlıkların ezdiği, hayatla bağlarını koparmış Ichiro gelmiştir. Bu değişimin sebebi, Ichiro’nun ergenlik çağında yaşadığı Hiroşima’ya nükleer bombanın atıldığı günde gizlidir. Mizuki büyükbabasını yıllarca herkesten sakladığı anlatması için cesaretlendirir. Ergenlik çağındaki Ichiro, evinde arkadaşı Hiro’yla beraber vakit geçirirken dehşet verici nükleer bombanın atılmasıyla kör edici bir parlamaya şahit olur. İki arkadaş, çok ağır hasar almış bu şehirde büyük cesaret sergileyerek Hiro’nun beş yaşındaki kız kardeşi Keiko’yu bulmaya çalışırlar. Ichiro ve Hiro Keiko’yu kurtarabilecek midir? Peki ya Ichiro babasına ve Hiro’ya verdiği sözleri tutabilecek midir? Bir Japon efsanesine göre, kâğıttan bin tane turna kuşu katlama sabrını gösterenlerin dilekleri gerçek olurmuş. Ichiro, yapması gereken son turna kuşunu tamamladığında her şey yoluna girecek mi? Üzerinden bunca yıl geçmiş bir söz için Mizuki büyük babasına yardım edebilecek mi?
Bir arkadaş yalnızca bir arkadaştan mı ibarettir? Koşarak gidilen sevinçlere, anlamlı bekleyişlere, umut dolu düşlere yaraşır arkadaşlık. Bazen plansız çekilen bir fotoğraf karesinden dolup taşıverir, bazense bir kuşun uçuşunda anlamlanır. Bazen düş sarısıdır, bazense turuncuya çalan bir kırmızı. Bazen gücünü bir ağacın yapraklarından alır, bazense dingin bir sessizlikten. Taiyang ile Yue’nin, Güney Çin’deki Guangzhou eyaletinin varoş sokaklarında başlayıp Ginkgo ağacının yapraklarından sonsuzluğa uzanan hikâyesi bu. Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Taiyang’la, bir atık fabrikasında çalışan Yue’nin yolları tesadüfen kesişir ve aralarında derin bir bağ kurulur. Birbirlerinden farklı olsalar da bu farklılıktan bir arkadaşlık yaratabilecekler midir?
Okuyacağınız bu modern klasik, Filiz adındaki tavuğun öyküsüdür. Filiz artık emir üzerine yumurtlamak ve tüm yumurtalarının pazara satılmaya götürülmesini izlemek istemez. Her Sabah çiftliğin kapısından geleceğine göz atar, özgürce dolaşan hayvanları izler ve vahşi doğaya kaçarak kendisi için bir yumurta yumurtlamanın hayalini kurar. Özgürlüğü, bireyselliği ve anneliği temel alarak çiftliğin geleneklere sarılı dünyasına başkaldıran, yürekli ve ilham sahibi bir dişi kahramanın hikâyesini anlatan Uçabileceğini Hayal Eden Tavuk, aynı zamanda evrensel yankının romanıdır ve dünya çapında milyonlarca okura ulaşmıştır. Tavuk, ördek, horoz, köpek, gelincik gibi hayvan karakterleriyle, Hayvan Çiftliği ve Charlotte’nin Ağı gibi İngiliz klasiklerini akla getirir. Sun-mi Hwang’ın günümüz için kaleme aldığı bu fabl, dünya edebiyatı içinde yerini almış unutulmaz bir karakterin yolculuğunu anlatır.
Tarihi Değiştirenler Serisi tüm hızıyla devam ediyor… Serinin 9. Kitabı tarihte dönüm noktası olan günlere odaklanıyor… “O sırada Türkiye’de ne oluyordu?” bölümüyle de okurlara karşılaştırmalı tarih imkanı sağlıyor… Süveyş Krizi, Vietnam Sendromu, Neil Armstrong, Baas Partisi, Keşmir Sorunu, Kore Savaşı, Uzun Yürüyüş, Bağımsızlık Bildirgesi, Büyük Bunalım, New Deal, İran İslam Devrimi, Amerikan İç Savaşı, Cemal Abdül Nasır, 11 Eylül Saldırıları, Mahatma Ghandi, Başkan Kennedy, Kıbrıs Barış Harekâtı, Mehmet Ali Ağca, İnebahtı, Çernobil, Petrol Krizi, Normandiya Çıkartması, Saddam Hüseyin, Pearl Harbor Baskını, El Kaide, Everest, Apartheid, Gagarin, Perestroika, Başkan Mao, Konstantinopol, Waterloo, Küba Füze Krizi, Savaşların Anası, Afganistan’ın İşgali, Berlin Duvarı, Haçlı Seferi, Sivil İtaatsizlik, Tiananmen Olayları, Macar Ayaklanması, Prag Baharı, Nelson Mandela, Enosis, Politbüro, Klonlama, İnternet, Viyana Kuşatması, Filistin-İsrail Barışı, Napolyon, Soğuk Savaş, JFK, Albaylar Cuntası, Martin Luther King, Ekim Devrimi ve daha onlarcası… BU İSİMLER VE KAVRAMLAR HAYATIMIZA NASIL GİRDİ DERSİNİZ?
Tarihin önde gelen liderlerinin kimi zaman ADALET ve ÖZGÜRLÜK çağrısı yaptığı, kimi zamansa DEMOKRASİ ve EŞİTLİK için ayağa kalktığı, bazen TEHDİT savurup KORKU saldığı ama sıklıkla da ortaya büyük bir VİZYON koyup yeni bir DÜZEN yaratmaya soyunduğu konuşmalardan oluşan bu kitabı okuduğunuzda, kelimelerin eylemlere nasıl ilham verdiğine şahit olacak, bundan böyle “söylenenlere” daha iyi kulak kabartacaksınız. Ali Çimen’in yenilenerek okuyucusuyla buluşturduğu bu kitapla; Büyük İskender’in kılıcıyla olduğu kadar sözcükleriyle de dünyayı fethettiğine tanıklık edecek, Tarık bin Ziyad’la gemileri olmasa da kelimeleri ateşe verecek, Alp Arslan’ın cümleleriyle Anadolu’nun kapılarını omuzlayacağız. Haçlı Seferleri’nin nasıl başladığına Bizzat Papa Urban’nın ağzından şahit olacak, Kraliçe I. Elizabeth’le birlikte ordusuna cesaret verecek, Abraham Lincoln’le demokrasi yemini edeceğiz. Susan B. Anthony ile kadın düşmanlarına meydan okuyacak, Bismarck’ın nutkuyla Almanya’nın düşmanlarına göz dağı vereceğiz. Durmayacak, Woodrow Wilson’la “Yeni bir dünya kurulsun!” diyecek, Atatürk’le yeni bir dünyanın kurulduğunu ilan edeceğiz. Sözün gücüne inananlara… KULAKLARINIZI DÖRT AÇIN; DUYDUKLARINIZ, GÖRECEKLERİNİZDİR!
Say ettim; yalnızlıkta, acizlikte, çaresizlikte… Say ettim; tevekkülde, teslimiyette, rızada… Say ettim; nefiste… kalpte… ruhta… aşkta… sükûnda… Nefisten kalbe, kalpten nefse say ettim… Döktüm tüm çakıl taşlarımı… Gözyaşlarımın verdiği serinlik ruhumu biraz ferahlatmıştı. Tüm cesaretimi toplayıp bakışlarımı yavrumun olduğu yere doğru uzattım. O da ne? Gözlerime inanamadım. Kupkuru çölün ortasında bir ananın gözyaşları rahmet, kanayan yüreği kaynak olmuştu. Bu su, kızgın çölde anayı temsil eder gibi akacak, kıyamete kadar gözyaşlarımla bereket bulacaktı. Nuriye Çeleğen, Aşk-ı Sükûn’da, Hazreti Hacer’in, teslimiyet ve tevekkülden örülmüş, yalnızlığın en koyusundan geçip hepimize analık eden şefkatiyle bereketlenen büyük yolculuğunu anlatıyor. Her kadın Hacer’dir, fark yürüyüştedir…
Kim evinin cennet gibi olmasını istemez? Eşlerin muhabbetle kenetlendiği, hayatın zorluklarına karşı birbirlerine destek oldukları, çocukların saygı ve sevgi çerçevesinde ilgi ve şefkatle büyüdüğü bir aile ortamı herkesin hayalidir. Maalesef günümüzde yaşanan aile içi sorunlar TV ekranlarında pervasızca konuşuluyor, çözüm odaklı olmak yerine yaşanan problemler daha da içinden çıkılmaz bir hale getiriliyor, sorunlar büyütülüyor, kadına şiddet körükleniyor, boşanma oranları her geçen yıl artmaya devam ediyor. Evimiz Cennetimiz Olsun, bu gidişe “dur” demek için aile içerisinde yaşanan sorunları teşhis edip psikolojik ve manevi boyutlarıyla enine boyuna ele alarak eşlere Kur’an ve Sünnet perspektifinden yuvalarını cennet edecek çözümler sunuyor, özlenen sağlıklı bir aile ve toplum yapısına ulaşmanın yollarını gösteriyor.
Tiryakilik yapan bir dil ustasından denemeler… Nazan Bekiroğlu’nun denemeleri daha şimdiden genç kuşak tarafından bir klasik olarak kabul ediliyor. Mor Mürekkep, birbirinden bağımsız konulardan bahseden ama bütünü dikkate alındığında ortak bir ruh etrafında öbeklenen denemelerden oluşuyor. Kimi zaman bir renk, kimi zaman bir kitap veya bir şahıs, kimi zaman da edebi bir sanattan hareketle farkı zaman ve duygusal iklimlerde kaleme alınan bu denemelerde her şeyden önce kıvrak ve akıcı ve Türkçe bilgi dağarcığınızı zorlayan ve harekete geçiren bir birikimle karşılaşacaksınız. Mor Mürekkep’in çağrışımları okkasında duramayacak kadar zengin ve derin.
Çocuklar bu mini mini hikâyeleri keyifle dinlerken söz varlıklarını ve hayal güçlerini geliştirecek, Allah’ın sevdiği güzel davranışları öğrenme yolunda ilk adımlarını atacaklar. Çocukların keyifle dinleyecekleri bu kitaplarda; Allah inancı, dua, iyilik, nimet, şükür, ziyaret adabı, sadaka, sabır, selam gibi pek çok değer, pekiştirici etkinliklerle işlendi. Çocuklar bu hikâyeleri bir çırpıda bitirecek, dinlemeye doyamayacaklar!..
“Ey Allâh’ım, sana müvekkil oldum ve bu cihatla sana yaklaştım, senin katında secdeye kapanıyor ve yalvarıyorum. Bu sözlerim, gerçek duygularımı ifade etmiyorsa beni yanımdaki yardımcılarımı ve askerlerimi yok et! Eğer içtenliğimi kabul ediyorsan düşmanlara karşı bu cihatta bana yardım et ve beni muzaffer bir sultan kıl!” Sultan Muhammed Alparslan Ahmet Şimşirgil, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün safhalarını anlattığı KAYI serisinden sonra, şimdi de OTAĞ serisi ile eski Türklerin tarihini anlatmaya devam ediyor. Orta Asya’nın derinliklerindeki Türk imgesi, ezber bozan bilgiler ışığında bir kez daha parlıyor. Şimşirgil, serinin OTAĞ III- Horasan’dan Anadolu’ya Selçuklular/Sultan Alparslan adını verdiği üçüncü kitabında Cend’den atılan Selçuklu okunun Malazgirt’te Sultan Alparslan komutasındaki orduyla Anadolu’ya düşerek bu toprakları nasıl yurt edindiklerini tüm yönleriyle anlatıyor. • Anadolu kapısını Türklere açan Selçuklular kimlerdi? • Yeni bir vatanın kapıları nasıl açıldı? • Dukak ve Selçuk konusunda ezber bozan bilgiler! • Büyük Selçuklu Devleti’nin temellerini atan Dandanakan Savaşı’nda neler yaşandı? • Amidülmülk Kündürî ve Selçuklu sarayında dini çatışmalar! • Selçuklu devlet teşkilatının temellerini atan ünlü vezir Nizâmülmülk kimdir? • Muhammed Alparslan’ı sultan yapan büyük savaş! • Romanos Diogenes ve Türkler üzerine seferleri! • Malazgirt Savaşı’nı meydana getiren sebepler nelerdi? • İmparator Romanos Diogenes’in hazin sonu! • Yiğitliği, mertliği, İslam’a bağlılığı ve siyasî/askerî dehasıyla Türk coğrafyasına damgasını vuran Sultan Alparslan nasıl vefat etti, vasiyeti neydi? Tüm bu soruların cevaplarıyla birlikte Türklerin efsanevi komutanı Sultan Alparslan ve Malazgirt Savaşı’nı Ahmet Şimşirgil’in kaleminden roman tadında okuyacaksınız!
Envâr ile kâinat doldu İşte o gece sabah oldu! O’nun yüzü suyu hürmetine yaratıldı âlemler! Güneş, O’nun için sarıp sarmaladı dünyayı sıcaklığıyla. Ay, O’nun muhabbetiyle kâh dolunay oldu kâh hasretiyle yay gibi kaldı. O’nun sancağını dalgalandırınca kendini buldu rüzgâr… O, risaletle şereflenen bir kul; devlet kuran mütevazı bir hükümdar; fetihler yapan muzaffer bir komutan; cehalet karanlığına düşmüş dünyayı ilim ve irfanla süsleyen bir muallim; ümmetine hudutsuz sevgi gösteren Hatemü’l-Enbiya Hazreti Muhammed Aleyhisselam idi. O’nu anlatmak ve övmek isteyenler hep aciz kaldıklarını anladılar. Zira O’nu bütün âlemleri yaratan Rabbi övüyordu. O’nunla, yazılarını, eserlerini kıymetlendirmeye çalıştılar. Türkler O’nun yolunu tanıyınca başka aşk başka sevda tanımaz oldular. O’nu sevmek, saadetin; unutmak, bahtsızlığın alameti oldu. Üslubuyla yediden yetmişe herkese tarihi sevdiren Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, bu çalışmasında iki cihan serveri Hazreti Muhammed’in hayatını, şahsiyetini ve O’nun yoluna baş koyan ve hayatlarını O’nun yoluna adayan Peygamber sevdalılarını anlatıyor. Hoca Ahmed Yesevi’den Süleyman Çelebi’ye, Yazıcızade Muhammed’den Mevlana Halid-i Bağdâdî’ye kadar sevdasını mısralara dökenler; Gazneli Mahmud’dan Osmanlı akıncılarının piri Mihal Gazi’ye, Satuk Buğra Han’dan İstanbul’un fatihi Sultan Mehmed Han’a, Hadimü’l-Haremeyn Yavuz Sultan Selim’den II. Abdülhamid Han’a kadar aşk ve gayretle Resul’ün sancağını yüceltenler; O’nun sevgisini kazanabilmek için gözyaşları ile na’tını yazanlar; Ummandan bir katre misali ve daha nice Peygamber sevdalıları bu kitapta… O sevginin milletimizde daim kalması dileğiyle…
Paşa! Paşa! Sen bu Devlet-i Aliyye’yi henüz tanımamışsın. Allah aşkına şuna inan. Bu devlet öyle bir devlettir ki eğer isterse o donanmanın bütün demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden ve yelkenlerini atlastan yapmakta asla güçlük çekmez. Hangi geminin gerekli alet ve yelkenini yetiştiremezsem gel bu minval üzere benden iste. Sokollu Mehmed Paşa Tarih programları, konferansları ve eserlerindeki kendine has anlatım tarzı, üslubu ve farklı bakış açıları ile Osmanlı Tarihi’ni herkese sevdiren Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, KAYI serisinin beşinci kitabı KAYI V: Kudret ve Azamet Yılları ile Osmanlı İmparatorluğu yazmaya devam ediyor. Elinizdeki eser, Kanuni Sultan Süleyman devrinin kapanması ile başlamakta; II. Selim, III. Murad, III. Mehmed’le devam ederek Sultan I. Ahmed devriyle nihayete ermektedir. Çalışmada öncelikle Osmanlı Devleti’nde asırlardır devam eden siyasi geleneğin büyük değişimine şahitlik edeceksiniz. Kanuni döneminde Enderun’da yetişerek devletin bütün kademelerinde görev alıp sadarete kadar yükselen ve son iki yılında bu görevde bulunan büyük devlet adamı Sokollu Mehmed Paşa’nın yeni siyasi değişimin en büyük mimarı olduğu görülecektir. Artık seferlerde padişahlar değil, güçlü serdarlar görülmeye başlanacaktır. Aynı zamanda yirmi beş yıl fasılasız devam eden savaşlar, bütün dünyada görülmeye başlayan ekonomik zorluklar, paranın değerinin düşmesi, tımar sistemindeki aksamalar vs. büyük Celâlî fetretini beraberinde getirecektir. Kıbrıs’ın Fethi, İnebahtı mağlubiyeti, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin vefatı, Selimiye Camii’nin inşası, İstanbul Rasathanesi’nin kurulması, Estergon’un fethi, Kanije’nin fethi, Celâlî İsyanları, Zitvatoruk Antlaşması, Sultanahmet Camii’nin açılması, padişahların ilim ve tasavvuf erbabı ile münasebetleri özellikle I. Ahmed ile Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin muhabbeti; bu eserde öne çıkan birçok başlıktan sadece birkaçı… Yine doyumsuz bir tarih ziyafeti sizleri bekliyor.
“Buradaki işim bitti. Yıkılacak yeni duvarlar bulabilmek için artık uzaklara uçmalıyım.” Durmadan başını belaya sokan Deniz, ailesinin de isteğiyle bir Öğrenci Değişim Programı’na katılır. Fakat bir yanlışlık sonucu kendisini Afrika’da bir kabilede bulur… Peki ya Deniz kabile yaşantısına uyum sağlayabilecek midir? Bu yolculuğun sonunda gerçekten bir değişim yaşayacak mıdır? Yoksa babasının anlattığı masalda geçen, yükseklerde kanat çırparak denizin ortasındaki duvarı görünmez kılan alaca kuş, Deniz’in yaşamına da mı konacaktır? Bu yolculukla birlikte dostluğun, kardeşliğin, birlikte yaşamanın ve paylaşmanın önemini kavrayacak Deniz, bizi de gökkuşağının ardına; umuda ve sevgiye götürecek…
Bu kitap ürkütücü gerçekleri, kaynak ve delilleriyle ortaya koyarak haykırdığı için Batı’da yasaklandı. O yüzden hiçbir kitabevinde bulunmuyor. Kitabı okuyunca kimlerin, neden yasakladığını görecek, yasaklayanların mı yoksa yazarın mı haklı olduğuna siz karar vereceksiniz. Sadece şu kadarını hatırlatmakla yetinelim: Churchill’in Üçüncü Dünya Savaşı’nın Ortadoğu’da patlak vereceğini ve bunun da İsrail yüzünden çıkacağını söylediği rivayet edilir. Bernard Granotier’nin de herhalde Churchill’in o sözünden hareketle kaleme aldığı Üçüncü Dünya Savaşı’nın Sebebi İsrail adlı bir kitabı bulunuyor. Bu kitap, bizi çok yakından ilgilendiren Ortadoğu’nun dünü, bugünü ve yarınıyla ilgili vazgeçilmez bir kaynak eser; Batı’nın ve onun efendisi ABD’nin gerçek yüzünü gözler önüne seren bir çalışma. İlâhî Mesajlar Toprağı Filistin okunmadan Ortadoğu hakkında yapılacak her değerlendirme eksik kalacaktır.
20. yüzyılın oluşmasına siyasi, dinî ve estetik planda katkıda bulunmuş büyük entellektüeller tarafından Garaudy’ye gönderilmiş olan bu mektuplar, çağımızı anlama açısından son derece kıymetli belgelerdir. Tarihî belge niteliğindeki bu eserde Romain Rolland, diyalog ve iman; Sartre, Marksizm-varoluşçuluk ilişkileri; Levy-Strauss, Marksizm ve yapısalcılık konularındaki düşünceleriyle çağımızı “içeriden” tahlil ediyorlar. Daha pek çok ünlünün çeşitli konulardaki değerlendirmelerinin yer aldığı bu kitapta Garaudy’nin fikir çizgisinde ve umut projesinde hiçbir sapma olmadığı da gözler önüne seriliyor.
Bu kitap, Cumhuriyet’in ilk döneminde tıp eğitimi alıp doktor olan Ayşe Hümeyra Ökten’in günümüz gençlerine örnek niteliğindeki hayat hikayesidir. Doktor Ayşe Hümeyra Ökten, 85 yıllık yaşamının yarım asrını hastalarına adar ve tek başına bir vakıf gibi hizmet verir. 1959’dan beri İslam dünyasının da çok yakından tanıdığı Ayşe Hümeyra Hanım birçok alim ve devlet adamının da doktorluğunu yaparak herkesin sevgisini kazanır. 1953’te Kızılay’ın teklifiyle Medine’ye görevli ilk kadın doktor olarak gider. Bu gidiş onun için bir dönüm noktası olur ve bir daha o kutsal topraklardan bağını koparamaz. Artık evi de Mekke ve Medine olur.
Türkiye’de geleceğin başbakanlarının yetişeceği İmam Hatip Liseleri’nin kurulması için insanüstü gayretler gösteren Mahmud Celaleddin Ökten’in kızı olan Ayşe Hümeyra Ökten, kendisiyle yapılan bu söyleşide, babasını ve çevresini özel olarak anlatıyor, Mehmed Zahid Kotku, Babanzade Ahmed Naim, yahirü’l-Mevlevi, Mehmed Ali Ayni, Mahir İz, Nurettin Topçu, Orhan Okay, İsmail Fenni Ertuğrul, Mustafa Şekip Tunç, Küçük Hüseyin Efendi ve Mehmed Akif Ersoy gibi bir döneme damgasını vurmuş ilim adamlarının hayatına dair şimdiye kadar hiç bilinmeyen birçok anekdot aktarıyor.
Aşk imiş her ne var âlemde İlim bir kıyl ü kāl imiş ancak Aşk nedir? Tanımını yapmak çok zor. Çünkü o sevene göre, sevilene göre, zamana, koşullara göre değişiyor. Ama değişmeyen bir şey var. Aşk müthiş bir bağlanma enerjisidir. İçinde uçarcasına mutluluğu, hüznü, kaybetme korkusunu, melankoliyi, tutkuyu, öfkeyi, kendinden vazgeçme halini barındıran bir duygular çeşnisidir. Âşıklık hali kolay mıdır? Büyük ihtimalle hiçbirimiz buna “kolaydır” diyemeyiz. Ama hiçbirimiz de ondan kaçamayız. Çünkü onsuz olamayız. Üstelik aşk tüm zorluğuna rağmen insanı çoğaltan, olgunlaştıran, incelten, sadece sevdiğiyle değil, kâinatla bütünleştiren bir tecrübe değil midir? Hz. Mevlana diyor ya: Aşksız olma ki ölü olmayasın Aşkla öl ki diri kalasın Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu kez bizleri aşk üzerine düşünmeye, aşkın gerçekte ne olduğunu anlamaya, zorluklarıyla birlikte oldurucu, olgunlaştırıcı yönlerini keşfetmeye davet ediyor. Başta Hz. Mevlana’nın Mesnevi’si olmak üzere Doğu’nun bilgeliğini taşıyan eserlerden, isimlerden aktardığı hikâyelerle, hikmetlerle başa geldiyse büyük bir lütuf olan aşkı sağlam bir ilişkiye dönüştürmeye yönelik tavsiyelerde bulunuyor. Leyla ile Mecnun bugün yaşasalardı neler olurdu bilmiyoruz ama bugünün Leyla ile Mecnunları bu kitapta kendilerinden çok şey bulacak.
Hz. Peygamber’e uymak; zerreden küreye, tepeden tırnağa, iğneden ipliğe bütün eşyayı kuşatan derin bir nazar, merhamet, marifet, muhabbet ve gayret yüklü bir aksiyondur. Bugün Efendimiz’i (sav) anlamak, somut ve spesifik birtakım sünnetleri hayatımıza tatbik etme ile başlayan ama burada kalmaması gereken, Efendimiz’in (sav) nazarıyla, hassasiyetiyle, derdiyle, değerleriyle insana, topluma, havadaki kuşa, denizdeki balığa, saksıdaki çiçeğe, sokaktaki köpeğe, kediye hasılı iğneden ipliğe her şeye Onun ümmeti olduğumuzun şuuru ve nazarıyla bakmak demektir. Hz. Peygamber aşk ile özdeştir. Onun sünnetine uyarak Onu sevmeyen, Onun sevgisiyle içini ısıtmayan, hiç kimseyle ünsiyet kuramaz; hakikatte kendi nefsinden başka hiç kimseyi de sevemez. Onun sünneti ümmet duvarının her bir tuğlasını birbirine bağlayan harçtır. Onun sünnetine uymadan Ona ümmet olunamaz. O halde şimdi Hz. Peygamber’i “Yeniden” Düşünmek, şimdi ümmet olmak zamanıdır…
HİÇBİR DUVAR MUTLU OLMAK İÇİN ENGEL DEĞİL… Bir gün çocuk, her günkü gibi bahçede oyun oynuyor, hayaller kuruyordu. Birden gözü karıncalara takıldı. Duvarın arkasına geçiyorlardı. Kocamandı duvar. Tabureleri üst üste koyup üstüne çıksa bile duvarın arkasını göremiyordu. Merak etti, düşündü, heyecanlandı… Boya kalemlerini, düşüncelerini, hayallerini yanına aldı ve çizmeye başladı. Böylece duvarın arkasında ne olduğunu görebilecekti… Sahi Duvarın Arkasında Ne Var’dı? Duvarın Arkasında Ne Var? bir çocuğun merak duygusunu destekleyen ve duyularıyla keşfetmesini sağlayan masalsı bir hikâye…
– Biraz daha büyüdüğümde ormandaki bütün kuşlar dallarımın arasına yuva yapacak ve ben MUTLU olacağım, demiş BİRİ. – Biraz daha büyüdüğümde rüzgârda sallanan yapraklarımın hışırtısı ormanın her yerinden duyulacak ve ben MUTLU olacağım, demiş DİĞERİ. – Biraz daha büyüdüğümde tohumlarım ormanın dört bir yanına dağılacak ve ben MUTLU olacağım, demiş ÖTEKİ. – Mutlu olmak için büyümeye gerek yok ki, demiş BERİKİ. Üzerinde gezinen karıncaların onu gıdıkladığını hissetmiş ve gülümsemiş. Hepimiz hayatta birileri için “Biri, diğeri, öteki ve beriki!” değil miyiz? BERİKİ, kendini eğri ve büğrü hâlleriyle kabul edip mutlu olmanın yolunu arayanların hikâyesi…
Miçi, Rüyalar Ülkesi’nde yaşayan bir rüya postacısı… En büyük hayali de zorlu sınavları geçip rüya senaristi olabilmek. Ancak yüzyıllardır bunu deniyor ve başaramıyor. Tam ümidini kaybetmişken Ali ile tanışıyor ve hayatı değişiyor! Miçi kendi hayallerini gerçekleştirirken aynı zamanda Ali’nin de hayatına dokunacak, onun yaşadığı acıyı atlatmasına yardımcı olacaktır. Tabii yaşadıkları maceralar da cabası! Hayaller için çabalamayı, dostluğun gücünü önemseyen sımsıcacık, heyecanlı ve eğlenceli bir öykü.
Bütün gün televizyon başında oturup evlilik programı izleyen bir babaanne, dışı sert ama içi kuzu gibi bir baba, kafayı ev işlerine fena takmış bir anne ve baş belası biricik erkek kardeş… İşte, Neşe Kuzu’nun pek bir şenlikli ailesi… Neşe’nin üniversite sınavına çalışma sürecinde yaşadığı çok enteresan olaylar… Dert ortağı Gizem ile paylaştığı sırlar… Apartmanın hava atıcısı Nuran Teyze ile ilginç diyaloglar… Ve kelimelerin anlatmaya yetersiz kaldığı Yüksel (kalp kalp) ile ilgili safça duygular… Neşe Kuzu ile pek neşeli, bol kahkahalı bir muhabbet yanında ev yapımı kurabiye ve çayla çok iyi gider…
“Ah duydunuz mu olanları?” dedi Rila. “Yeryüzünde rüya postacıları birbiri ardına kayboluyormuş. Nereye gittiklerini kimse bilmiyor. Başlarına bir şey gelmiş olmalı!” Miçi şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. “Ne demek postacılar kayboluyormuş?” “Ben de bu kadarını biliyorum. Yeryüzüne inen postacılar geri dönmüyorlarmış. Peşlerinden giden arama ekipleri de! Ve onları arayanlar da!” İşte bu gerçekten çok kötü bir haberdi. Rüyalar Ülkesi’nin kayıp postacıları bir an önce bulunmalıydı. Ama nasıl? Miçi ile Ali’nin sınır tanımayan dostluğu bu öyküde, sevdiklerine sahip çıkmanın ve birlik olmanın gücünü vurgulayan sıra dışı ve eğlenceli bir maceraya dönüşüyor!
Ali eline merceği alıp Miçi’nin uzattığı kâğıtlara baktı. “Bunlar da ne?” “Senaryo Değerlendirme Kurulu’nun değerlendirmeleri. Üç değerlendirmenin ikisini batırdım. Üçüncünün de farklı geleceğini sanmıyorum. Yani anlayacağın, işten atılacağım! Sanırım en iyisi kendim bırakmak.” “Yapma Miçiii! Benim tanıdığım Miçi bir işin peşini asla bırakmaz. Bin yılda da olsa becerir ve yapar!” Miçi arkasından çevrilen kötü oyunlardan habersizce işini kurtarmaya çalışıyordu. Neyse ki bu zorlu günlerinde biricik dostu Ali yanındaydı. Üstelik yardıma pek hevesli şaşkın Kiki de onlarlaydı artık. Rüya takımı göreve hazırdı! Miçi ile Ali’nin sınır tanımaz dostluğu bu hikâyede birlik ve beraberliğin gücünü vurgulayan, heyecanlı bir macerayı beraberinde getiriyor.
Şimdiye kadar hiç okulunuzu değiştirdiğiniz oldu mu? Sınıf arkadaşlarınızı, biricik öğretmeninizi, müdürünüzü, servisçi amcanızı… Yani okulunuzla ilgili her ne varsa bunları ardınızda bırakıp yeni bir okula gitmek zorunda kaldınız mı? İşte o yıl Sevil Eren eski okuluyla ilgili ne varsa hepsini anılarında bırakmış, yeni bir okula adım atmıştı. Şehrin en namlı, en başarılı, en köklü okulu olan Cücüklü Namık Efendi İlkokulu’na… Hayatında yepyeni bir dönem başlıyordu. O ders yılı başı başka öğrenciler için de bir dönüm noktasıydı. Onlardan biri de Esra Kaymak’tı. Esra, yeni okulunun adını duyduğunda gülmekten yerlerde yuvarlanmıştı. İçinden bir ses ona bu seferki okulunda çok eğleneceğini söylüyordu. Ama içindeki sesin gerçeği söylemediğini anlamakta gecikmeyecekti. Cücüklü Namık Efendi Okulu belki pek eğlenceli değildi, hatta hiç eğlenceli değildi, hatta ve hatta bir çocuğun gitmek isteyeceği son okuldu ama Sevil ve Esra için bambaşka kapılar aralayacaktı. Bu okulda dostluğu, sevgiyi ve en önemlisi kendilerini bulacaklardı.
Yerli malı haftası fiyaskoyla başlamışsa, burnunuza her taraftan kötü kokular geliyorsa, bir de paha biçilmez sarı elmas yüzük ortadan kaybolduysa bu işte bir iş var demektir! Bu işi de ancak tüm zamanların en tatlı, en minnoş, en cincin halk kahramanı çözer! Yani DDK! Yani ben!
Üç liralar, beş liralar, gümüş küpeler, cam bilyeler bir anda yok oluyorsa, dört bir yandan birbiri ardına kayıp haberleri geliyorsa, Huriye öğretmenin nişanında kayınvalidesinin taktığı kelepçe bilezik de yerinde yoksa bu işte bir iş var demektir! Bu işi de ancak tüm zamanların en tatlı, en minnoş, en cincin halk kahramanı çözer! Yani DDK! Yani ben!
Bitler dört bir yanı sardıysa, müzik öğretmenizin peruğu bile bitlendiyse, kafanızdaki streç film sizi bitlerden koruyamıyorsa, üstelik bit şampuanları da birden piyasadan kayboluyorsa bu işte bir iş var demektir! Bu işi de ancak tüm zamanların en tatlı, en minnoş, en cincin halk kahramanı çözer! Yani DDK! Yani ben!
“Gel pisi pisi pisi” dediğinizde “miyavvv” sesi gelmiyorsa, çöplerden kediler fırlamıyorsa, arabaların altı boşsa, üstelik birisi de kayıp kedi ilanlarını gizlice ortadan kaldırıyorsa bu işte bir iş var demektir! Bu işi de ancak tüm zamanların en tatlı, en minnoş, en cincin halk kahramanı çözer! Yani DDK! Yani ben!
Meşa Selimoviç, Derviş ve Ölüm’de mutlak dinî doğrular üzerine kurulu dünyasında yaşayan Mevlevî şeyhi Ahmed Nureddin’in, erkek kardeşinin suçsuz yere tutuklanıp idam edilmesinden sonra düştüğü derin karmaşayı resmediyor. Suç, ceza, adalet, din ve otorite kavramları çerçevesinde insanın ruh dünyasındaki çelişkileri, gelgitleri incelikle işliyor. 1967’de yayımlanan Derviş ve Ölüm, değişik dönemlerde birçok eleştirmenin övgüsünü kazanan, sinemaya uyarlanan, MEB’in tavsiye ettiği 100 Temel Eser listesinde yer alan, otuz dile çevrilmiş ve birçok önemli edebiyat ödülüne layık görülmüş bir başyapıt. “Modern(ist) edebiyatçıların benmerkezci hayalciliğin pençesinde kıvrandığı bir dönemde Selimoviç, dervişliğe, ölüme ve adalet(sizlik)e ilişkin bu ölümsüz eseri yazmıştır. […] Mahmut Kıratlı’nın enfes çevirisinden okuyacağınız eser, bu yönüyle, yani ahlaki olanla politik olan arasındaki çatışmayı eksene alması, geleneksel bilgeliğin modern zamanlarla karşılaşması, ‘öteki’nin ölümü üzerinden adaleti sorgulaması bakımından son derece değerli bir hikâyedir; çok önemli bir meseleyi önümüze getirir.” Sadık Yalsızuçanlar
Klimalı seminer salonlarında hayata olumlu bakmak kolay. Ezberlersin rolünü, çıkar oynarsın. Ama ölüm döşeğinde ezberlediğini değil, ancak yaşadığını oynayabilirsin. Birinde rol biter, perde kapanır. Diğerinde rol biter, perde açılır. Ve bu gerçek, yaşadığın dakikaları okuduğun kelimelerin efendisi kılar. Okuduklarınla yaşadıkların uyuşmuyorsa eğer, ancak bir su birikintisindeki gökyüzü kadar derin olabilirsin. Bana kaç yıl yaşadığını, ne kadar çok şey bildiğini anlatma sakın! En nihayetinde sen, aldığın son nefes ve kurduğun son cümlesin. Salih Uyan Ruh Diyeti’nde “Bir telaş, bir koşturma. Nereye gidiyoruz böyle?” diye sorduruyor okurlara. Modern hayatın mutluluk reçetelerine, trend olan yaşam biçimlerine ters köşeden bakıp yaşadığımız kültürel değişimlerle fark etmeden kaybettiklerimize dikkat çekiyor. Kof özgüven yerine tevazua, malumatfuruşluk yerine hakiki bilgiye kulak vermeye davet ediyor. Ve diyor ki, “An gelir, nefesler tutulur. Kelimeler tükenir, bilgi kendinden utanır. İşte o zaman ruhu dinlendirmek gerekir.” Ruhunuza iyi bakın, biraz dinlenmesi için Ruh Diyeti’ne başlayın.
“Dijital dünyada e-beveyn olmak” derken ne kastediyoruz? İnternet artık hepimizin hayatının vazgeçilmez bir parçası. Bir yanıyla çok zengin bir fırsatlar dünyası, bir yanıyla da önü alınmazsa büyük risklere gebe bir mayın tarlası. Hadi biz yetişkinler bu mayın tarlasında bir şekilde güvenle yol alabiliyoruz. Peki çocuklarımız? Onların bu dünyada var olmalarının önüne geçmek ne mümkün ne de gerçekçi. O halde zaman zaman kendimizi çocuklarımızdan daha acemi hissettiğimiz bu dünyada onları nasıl koruyacağız? Adeta herkesin “orada” olduğu bu fırsatlar ve riskler evreninde tek çözüm, çocuğunuzun elinden tutup caddenin güvenli tarafında birlikte gezmek… El tutma yaşını geçtiyse, en azından onun birkaç adım arkasından yürümek… Takip mesafesini doğru ayarlamak… Eğitimci Salih Uyan, işte bu evrende çocuklarının güvenliğini sağlamak isteyen anne babalara sesleniyor. Dijital dünyanın kendine has özellikleri, bizi bu dünyayla bağlantılı hale getiren akıllı telefonlar, oyunlar, sosyal medya…. Medya üzerinden üretilen sanal gerçeklik, siber zorbalık ve bütün bunların çocuklarımızın kişilik gelişimine, sosyal uyumuna, dil gelişimine etkileri gibi konuları masaya yatırıyor. Hem bir eğitimci hem de bir “dijital dünya göçmeni” olarak, bizleri dijital dünyanın yerlileri olan, doğdukları andan itibaren kendilerini bu âlemde bulan çocuklarımıza nasıl rehberlik edebileceğimiz üzerine birlikte kafa yormaya davet ediyor. Kimi zaman esprili, kimi zaman bizi bize gösteren ince dokunuşlarla ve çözüm önerileri getiren bir bakışla…
“Yılın kurgusu.” Eoin Colfer, çok satan Artemis Fowl serisinin yazarı Fahrenheit 451 ve Seçilmiş Kişi genç okurlar için bir araya geliyor! Sen artık kelime ustasısın. Meydan okumaya hazır mısın? Ark şehri, Dünya’daki son güvenli yerdir. İnsanların hayatta kalması için Ark’taki herkes 500 kelimeyle sınırlı Listeye göre konuşmak zorundadır. Letta dışında herkes… Kelime ustasının çırağı Letta, var olan bütün kelimeleri yazıp okuyabilme ayrıcalığına sahiptir. Özgürlük, müzik ve ananas gibi yasaklanmış kelimeler ona hiç bilmediği bir dünyayı anlatır. Ustası bir gün ortadan kaybolunca Ark’ın yöneticileri Letta’ya yeni Kelime Ustası olduğunu söyleyerek ondan Listedeki kelimeleri azaltmasını isterler. Daha sonra Letta, yasaklanan tüm kelimeleri bilen bir gençle tanışır. Letta sonuçları tehlikeli olabilecek bir seçimle karşı karşıya kalır; ya hiçbir şey yapmadan durup dilin yavaşça yok olmasını seyredecektir ya da özgürlüğe, belki de sürgüne giden yolda bir yabancıyı takip edecektir.
“Bugün sen yalnız kendin için değil, gökyüzündeki bütün yıldızlar, galaksiler ve gezegenler için; yeryüzündeki bütün çiçekler, köpekler, kediler, yeni doğmuş bebekler ve kurumaya yüz tutmuş ağaçlar için dans edeceksin! Sen onların ışığısın! Bu yüzden oraya çık ve parılda!” Afrika’nın Mbuti Kabilesi’nden Türkiye’ye gelen bir çocuk Bamba. Uzun yolculuğu sonrasında birdenbire kendini ağaçsız ve çiçeksiz, betonların arasında buluyor. Bu ülkede çiçeklerin para karşılığında satıldığını, sebzelerin ve meyvelerin poşetlenip pazarlandığını, ağaçlarınsa şehirlerden çok uzak tepelere dikildiğini üzülerek fark ediyor. Kendi yaşıtındaki çocuklar, televizyon dedikleri bir kutunun başında, bilgisayar veya oyun konsollarıyla saatlerini harcıyor. Ellerinden düşmeyen telefonları, burunların ucunu dahi görememelerine neden oluyor. Bamba bir karar veriyor: Çevresindeki insanlara çoktandır unuttukları, sokakların neşesini, yeşilin kıymetini, hayvanların dostluğunu, paylaşmanın ve sevginin önemini hatırlatacak, farkında olmasalar da bütün güzelliklerin aslında her an onları çevrelediğini gösterecek. Yeryüzünün Kalbi’nde gri duvarların bile renklenebileceğini, küçücük anlardan kocaman mutluluklar yaratılabileceğini ve en önemlisi hiçbir ayrım yapmaksızın dünyaya gelen her çocuğun yeryüzünün çocuğu olduğunu öğreniyoruz.
Ayasofya… Tarih boyu Doğu ile Batı’yı birleştiren mabet… Mihrimah, Ayasofya’da çalışırken bir sırrın tam ortasına düşüyor. Üstelik bu sırrın ortakları da var. İpek ve Mehmet, kendilerini bu gizemi çözüp parçaları tamamlamaya adıyorlar. Çünkü, bu sırrı aydınlığa kavuşturmak Ayasofya’yı korumak demek. İtalya’da başlayan bu yolculuk, Doğu’nun mistik havasında ilk rota olan Diyarbakır surlarında da onları şaşırtıyor. Bu macerada yalnız olmadıklarını anladıklarında her şey daha beter bir çıkmaza giriyor. Ayasofya’nın savunma mekanizması ise herkesi şaşırtıyor! “Ne su koruyabilir hazineyi, Ne de kendisi saklayanın, Yıldız gözünde durduğunda. Son şövalye sözünü bozduğunda, Ve Muktedir üzümü yaktığında Kim koruyacak mabedi?”
Kadın yalnızdır aslında… Eşi olsa da, çocukları bulunsa da… Sevincinde yalnız… Ağlamalarında yalnız… Çocukluğunda yalnız, genç kızlığında yalnız… Çaba içindedir herkes, ondan bir şeyler koparmak için… Kimi sevgisizliğinin doyurucusu gibi tanır onu… Kimi yalnızlığının gidericisi gibi… Ve belki karşılıksızlığından olsa gerek, verdiği “iyi eder” insanı… Bu kitabın adı her ne kadar Annelik Sanatı olsa da; aslında kadınların eşleri için yazıldı… Annelerin çocukları için… Bir annenin yalnızlığının derinliğini görmek… Ona gerçekten “eşlik” etmek… Ona eşlik ederken, onunla iyi olmak isteyenler için yazıldı… Bir kadının öfkesinin çocuksu zayıflıklarını örtme çabası, kızgınlıklarınınsa artık bunaldığının işareti olduğunu fark etmek isteyenler için yazıldı… Ve belki kendinin nasıl bir anne olduğunu aynada görmek isteyen anneler için yazıldı…
İNANÇLA İLGİLİ PEK ÇOK SORUNUN CEVABI BU KİTAPTA! “Dinsiz bilim topal, bilimsiz din kördür…” (Albert Einstein) Modern dünya, aklı ve bilimi yegane değerler sayıp kutsarken; inanç konusunu bilim ile birlikte anmaktan, iki olguyu aynı çizgide buluşturmaktan adeta kaçındı. Prof. Dr. Nevzat Tarhan bu kitapta inanç konusuna akıl ve eleştirinin ön planda olduğu, dinler ve mezhepler üstü bir tutumla ve bilimsel bir yöntemle yaklaşıyor. Bunun ötesinde, sağlam inancın ve onun oluşturduğu dini geleneğin ruh sağlığı için gerekliliğini vurguluyor. İnanç Psikolojisi, “Dinin kuralları vardır, inanca dayanır. Bilim, doğası gereği bütün kural ve inançları reddeder. O halde bilim ve din asla birlikte düşünülemez” diyenlerin ezberlerini bozacak nitelikte… Dünyanın yaradılış gayesi nedir? İnancın psikolojik sağlığa etkileri nelerdir? Kanıta dayalı din nasıl olur? İnsan kendini hem özgür, hem de yaratıcının varlığına teslim olmuş hissedebilir mi? İnanç geni var mıdır? Din bir takıntı mıdır? Ruh nasıl bir programdır? Ruh, beyin, beden ilişkisi nasıl olur? Bilim ne zaman dinin alanına müdahale eder? Dua ve ibadetin psikolojik ve fizyolojik faydaları nelerdir?
Bazı devletler tarih sahnesinden çekilmiş görünür ama izleri ve tesirleri, hatta ruhu kolay kolay silinmez. Zaten tarihin vazifesi de insanlığın ölümsüz romanını ortaya sermektir. İşte etkisi ve ruhu halen devam eden ender tarihi varlıklardan biri de Osmanlı İmparatorluğu ve onun ruhudur.
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil KAYI/ Bir İmparatorluk Tarihi setinde Söğüt’te kurulan devletin adım adım bir cihan imparatorluğuna dönüşümünü, zirve noktasında yaşamaya başladığı sorunları ve son yüzyılına damga vuran çatışmaları, toparlanma çalışmalarını ve akıl oyunlarını kendine has akıcı üslubu ile anlatıyor, Kayı boyunun ölümsüz hikayesini okura adeta yaşatıyor.
KAYI I / Ertuğrul’un Ocağı
KAYI II / Cihan Devleti
KAYI III / Haremeyn Hizmetinde
KAYI IV / Ufukların Padişahı: Kanuni
KAYI V / Kudret ve Azamet Yılları
KAYI VI / İmparatorluğun Zirvesi ve Dönüş
KAYI VII / Kutsal İttifaka Karşı
KAYI VIII / Islahat, Darbe ve Devlet
KAYI IX / Sonun Başlangıcı
KAYI X/ II. Abdülhamid Han
KAYI XI/ Elveda
Birçok anne-baba çocuklarını kötü niyetli kişilerden korumak için “tanımadığın biri sana şeker verirse oradan kaç” gibi tavsiyelerde bulunur. Bir kısım anne-baba da çocuklarının iyiliği için üzerlerinde baskı kurup korkutmak, onları tehdit edip sindirmek zorunda olduklarına inanır. Çocuğu korkutarak ve ürküterek mahremiyet bilinci kazandırmaya çalışmak, onu sosyal yaşamda korunaksız kılar. Böylesi çocuklar hayata karşı güvensiz, başkalarına karşı şüpheci, dost ve arkadaş edinmede yeteneksizdirler… Halbuki Mahremiyet Eğitimi bir nezaket eğitimidir… Bu sayede çocuk kendini saygın hisseder, olumsuz bir tavır karşısında güçlü bir duruşla kendini koruyabilir. Pedagog Dr. Adem Güneş bu eserinde, bir yandan çocuklara “zarafet ve nezaket” kazandıran, diğer yandan kendilerini kötü niyetli kişilerden koruyacak güce eriştiren Mahremiyet Eğitimi’nden bahsediyor. Her anne-babanın ve öğretmenin bilmesi gereken temel prensipleri adım adım okuyucusuyla paylaşıyor. “Kitabın en güzel yanı, örnek olaylarla net öneriler sunması. Çocuğu olan veya çocuk bekleyen anne-babalar mutlaka okumalı.” (S. Erdoğan, 27) “Çocuk eğitimi üzerine kesinlikle okunması gereken bir kitap. Okurken hem çocuğumu hem kendimi daha iyi tanıdım, çocuk ebeveyn ilişkisinin nasıl olması gerektiğini kavradım.” (D. Yaprak, 32) “Anne – babaların en çok zorlanacağı konulardan biri üzerine tam bir başucu kitabı. Alın okuyun ve etrafınızdaki ailelere hediye edin.” (R. Durmaz, 43)
Psikolojik savaş, klasik anlamdaki savaşın kazanılması veya kaybedilmesinde, savaştan sonra da üstünlüğün devam etmesinde yahut sorunların çözülmesinde insanların ruh haline etki ederek sonuç almak olarak tanımlanır. Düşmanını tanımayan, savaşta yenilir. Hem kendisini hem düşmanını tanımayan savaşta yenildiği gibi savaştan sonra da toparlanamaz. Düşmanın tanımayıp kendisini tanıyan, savaştan sonra başarıya ulaşabilir. Hem kendisini hem düşmanını tanıyan gücün ise, yenik düşme ihtimali yok gibidir. Hile ve aldatmaların etkili olabilmesi için gizli kalması gerekir. Amacımız hile ve aldatma yöntemlerinin bilinmesi sağlamakla toplumsal ahlaka hizmet etmektir. Psikolojik savaşta yenilen taraf, bilgi gücü zayıf olan taraftır. Doğru insanların, ayakta kalmak, toplumun geleceğinde söz sahibi olmak gibi bir kaygıları varsa bu kitabı okumaları önemlidir.
Kanuni Sultan Süleyman dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nun en iyi belgelendirilmiş dönemlerinden biridir. 1526 Mohaç Savaşı’nı takiben Avrupa arşivlerinde, özellikle Osmanlı tehlikesine maruz kalan Akdeniz bölgesinde Osmanlı’ya dair belgeler hızla artar. 16 ve 17. yüzyıllarda Türklerle ilgili haber toplama çılgınlığı vardır adeta. “Kaçın, Türkler geliyor!” Dönemin ruhunu esprili bir dille anlatır. İstihbarat belgeleri, elçi raporları, kilisenin basıp dağıttığı, karşı propaganda için kullanılan kitapçıklar, kronikler, casusların ve tüccarların verdiği yazılı ya da sözlü haberler; Osmanlı’nın savaş gücünü ince ayrıntılarla sunan zafernameler Batılıların tabiriyle “Muhteşem Süleyman” dönemine dair müthiş bilgiler sunar. Söz konusu belgeler, resmî Osmanlı kaynaklarıyla yan yana getirildiğinde yapbozun parçaları tamamlanmış, resmin bütünü ortaya çıkmış olur. İşte bu kitap bunu yapıyor. Yerli ve yabancı on üç önemli ismin katkılarıyla Muhteşem Süleyman’ı her iki cepheden anlatıyor. Halil İnalcık /“Avrupa Devletler Denge Sistemi ve Osmanlı-Fransız İttifakı” İdris Bostan / “Kanuni ve Akdeniz Siyaseti” Feridun M. Emecen / “Mohaç Savaşı” Metin Kunt / “Sultan Süleyman ve Nikris” Emilio Sola / “Sultan Süleyman’ın Son Yılları” Özlem Kumrular “I. Ferdinand’ın Kanuni’yle İlk Yılları” Miguel Angel de Bunes Ibarra / “Venedik ve Bâbıâli” Paulino Toledo / “Türklerdeki Esaret Sistemi” Xavier Sellés-Ferrando/ “Viyana Kuşatması’nın İspanyol Edebiyatındaki Yankıları” Alain Servantie / “16. Yüzyılda Osmanlı’nın Siyasi İmajı” Fernando Fernandez Lanza / “Sultan Süleyman’ın Atlı Alayı” James Nelson Novoa / “Muhteşem Süleyman Portresi” Nurcan Yazıcı / “Kanuni Dönemi Osmanlı Başkentinde İmar Faaliyetleri”
“İnsan neden unutur ve neden unutulmuşu hatırlar?
Peki bir şehrin portresi resmedilebilir mi?
Sanal âlemde işlenen bir cinayet… İstanbul’un çeşitli noktalarına bırakılan üç cansız beden… Doğu ve Batı resim sanatının öncüleri Vincent van Gogh ile Osman Hamdi Bey’i bir araya getiren akıl almaz olaylar silsilesi ve İstanbul’un kadim sokaklarında cirit atan Kaplumbağa Terbiyecisi kostümlü bir katil zanlısı…
İstanbul Pera Müzesi’nde başlayan macera, Paris Louvre ve Berlin Alte Nationalgalerie Müzelerine kadar uzandıktan sonra Eskihisar Osman Hamdi Bey Evi ve Müzesi’nde son bulacak!
İyilerin ve kötülerin iç içe geçtiği, Doğu ve Batı medeniyetlerinin harmanlandığı çok bilinmeyenli bir denkleme hazır olun!
Şifre Bilimci Milas Ulukan ve Şifreli Dosyalar ekibinin başrolde olduğu soluk soluğa okunacak polisiye türünde bir İstanbul masalı…”
devamını oku
Şimdiye kadar tek kelime konuşmadım. Neredeyse on bir yaşındayım. İngiltere’nin saygın edebiyat ödüllerinden Coratta Scott King ödüllü yazar Sharon M. Draper’dan hüzün ve umut dolu soluksuz okunacak bir roman. Gerçek bir yaşam öyküsünden ilham alınarak kaleme alınmış. 11 yaşındaki Melody’nin hastalığının adı Spastik ikili kuadripleji yani beyin felci. Yürüyemiyor, konuşamıyor, tekerlekli sandalyeye mahkum. Hiçbir uzvuna komut veremeyen bu küçük kızın beyni ise mükemmel işliyor. Hikâye Melody’nin öğretmenlerine, arkadaşlarına, komşularına kısaca dış dünyaya kendini kanıtlama çabasını anlatıyor. İncelikli, naif, akıcı, komik ve ilham verici bir eser. Sesini asla unutamayacağınız bu cesur kızla tanışmaya hazır mısınız?
“Kitaplar size kaybettiğiniz insanları geri verir.”
Calypso 10 yaşında bir kız çocuğu. Kitaplar tüm dünyası. Annesini kanserden kaybetmiş ve babası ile yaşıyor. Babası içsel bir güce ve güçlü olmaya kafayı takmıştır. Olayları soğukkanlı karşılar, eşinin ölümünde bile ağlamamıştır. Calypso’ya da durmadan içsel olarak güçlü olmayı ve yalnızken mutlu olmayı telkin eder.
Bir gün Calypso’nun okuluna yeni bir kız gelir. Bu kız onun rutin hayatını değiştirmeye başlayacak kişidir. Calypso, kendisi kadar kelimelere ilgi duyan bir arkadaş bulduğu için çok mutludur. Mae’nin en az onun kadar okuması ise bir başka sürpriz olur.
Bu arkadaşlık limonlar gibi bir gün çürüyecek mi yoksa sonsuza dek sürecek midir?
“Bir uçurumun kenarında duruyormuşum gibi hissediyordum, düşmemek için elimden tutan bir şey yoktu.
Keşke o limonları hiç bulmasaydım.”
devamını oku
48 ödüllü İçimdeki Müzik’in yazarı Sharon M. Draper’dan 21 hafta New York Times Çok Satan listesinde kalan yeni kitap: “Karışık”
“Çok egzotiksin!”
“Çok sıra dışı görünüyorsun.”
“Ama gerçekte sen kimsin?”
Siyahi bir babaya ve beyaz bir anneye sahip olan Isabella aslında ne demek istediklerini biliyor:
“Ebeveynlerin gibi gözükmüyorsun.”
“Farklısın.”
“Hangi ırktansın?”
Anne ve babası boşanan on bir yaşındaki Isabella her hafta farklı bir hayata geçmek zorunda. Annesi ile babası arasında bölünmüş olmak onun için sadece ev değiştirmek, farklı takma isimler kullanmak değil aynı zamanda kimliğini değiştirmek demek. Yarı beyaz yarı siyah olmak nasıl hissettirmeli? Yarının babana ait olması diğer yarının ise annene ait olması… Sürekli yarım olarak görüldüğünde nasıl bir tam olmayı başarabilirsin ki?
İki ailenin bir araya gelmesi imkânsız gibi gözükürken beklenmedik ırkçı bir saldırı Isabella’nın hayatını tamamen değiştirecek.
devamını oku
Mehlika, İzmir’deki tarihî evlerinin arka bahçesindeki şeftali ağacının dibine gömüşmüş asırlık fırçalar ve boyalar bulur. Daha sonra karşısına çıkan mektupların, henüz on beş yaşındayken Topkapı Sarayı’na eğitim alması için gönderilen bir ressama ait olduğunu keşfeder. Bu gizemli mektuplar, bizi ihtişamlı Osmanlı saray günlerine götürür. Mehlika ressama ait figürlerin sırrını arkadaşlarıyla birlikte çözmeye çalışır, fakat bu yolculukta yalnız değillerdir.
Yüzyıllar sonra, ressamın esrarengiz hikâyesi aydınlatılabilecek mi?
“Unutma yetisi, insanlığa verilmiş bir ödül müdür yoksa ceza mı?
Bir tarafta hafızası en büyük düşmanı olan namıdiğer Hafıza Koleksiyoncusu, diğer tarafta ise unutkanlar ordusu…
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde başlayan aksiyon, İstanbul Üniversitesi’nde doruğa ulaşacak ve Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti Bursa’da son bulacak!
Şifreler ve esrarengiz sembollerle örülü macera, bizi eski bir resim tablosunun penceresinden, 15. yüzyıl İstanbul, Bursa, Rodos ve İtalya’sına götürüyor.
Cinayete kurban giden bir tarih profesörü, zehirli bir ustura ve asırlar öncesine ait gümüş bir sikke…
İstanbul’un eşsiz güzelliği eşliğinde, cinayetin izlerini yüzyıllar öncesinde arayan Şifre Bilimci Milas Ulukan’ın gerçeğe ulaşabilmesi için tarihin gizemli dünyasına girmesi gerekecektir. Zira tarih gerçeğin ta kendisidir!
devamını oku
Allah’ın sevgili kulu olmak zor değil!
Varlığın birlenmesi demek her şeyi Bir görmek, her seyi Bir’den görmektir. Bu ise kendini bilmekle yani kendi hakikatinle yüz yüze gelmekle, kendi hakikatinle buluşup onu ele geçirmekle mümkündür. İnsan nefsini bildiğinde, kendi deruni özüne yani varlığın merkezine eriştiğinde Rabbine ilişkin bilgiyi edinir, Rabbini bilir. Gerçek varlığın yalnız Cenab-ı Hakk’a ait olduğunu, O’nun dışında kesinlikle hiç bir şeyin var olmadığını, ‘aşk’ın birliği içinde kavrar. Ölmeden önce ölür!
Bu kitapta kimler mi anlatılıyor? İstanbul’un asırlardır atan kalbi Ebu Eyyub el-Ensarî’den Semerkand’dan gelen dâhi Ali Kuşçu’ya, III. Ahmed’in musahibi İstanbul’a birçok hayır eseri kazandıran Beşir Ağa’dan krallara taç giydiren Lala Mehmed Paşa’ya, ilk Balkan savaşını kazanan Gazi Ethem Paşa’dan Kıbrıs Fatihi Lala Mustafa Paşa’ya, masallardaki prenseslere benzemeyen prenses Adile Sultan’dan eşleri gurbette ölen Saliha Sultan’a, Bosna dağlarından gelen Sokullu Mehmed Paşa’dan feraset sahibi sadrazam Semiz Ali Paşa’ya, eser üzerine eser veren Feridun Ahmed Paşa’dan Zor Günlerin Padişahı Mehmed Reşad Han’a kadar Osmanlı’nın birbirinden kıymetli birçok devlet ve siyaset adamı, ilim adamı, sultanı ve padişahının genç nesillere örnek yaşantıları ve hâlâ içimizde yaşayan kabirleriyle bize anlattıkları…
Talha Uğurluel, her biri Osmanlı’nın farklı dönemlerinde yaşamış, kalpleri hep “İslam ve Osmanlı” diye atmış birbirinden güzel bu kişilerin hayatlarını, bilinmeyen yönlerini, bu vatan uğruna verdikleri mücadeleleri, kısa bir Osmanlı tarihi tadında okuyucusuna sunuyor…
Sevilay Acar, Babam ve Ben’de Prof. Dr. Özcan Köknel, Prof. Dr. Kemal Sayar, Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Pedagog Ali Çankırılı’yla yaptığı sohbetlerle onları çocukluk yıllarına götürüyor. Bugün her biri psikiyatri ve pedagoji alanında uzman olan isimler çocukluk yıllarına dair içten paylaşımlarda bulunuyor, sadece kendi tecrübe ve hikâyelerini paylaşmıyor, adeta “yalnız değilsiniz” diyerek okurları da bu yolculukta cesaretlendiriyorlar.
Böylece geçmişi pek çok yönüyle ele alırken bugünün “baba figürü”ne ve baba-çocuk ilişkinin hassas noktalarına temas ediyorlar ve ortaya hem onların çocukluk yıllarının hem de günümüzün toplumsal yapısıyla ilgili bir tablo çıkıyor.
Babam ve Ben, sevgisini göstermek isteyen, ilgi bekleyen, duygusal çatışma yaşayan, belki de sadece yaşadıklarını tebessümle hatırlayan bütün okurlar için…
Baba, Türkiye’nin geleneksel doğasıdır, oğul modern tecrübe. Emniyet ve risk. Onay ve özgürlük. Kalmak ve gitmek. Oğul gider, ama tam gidemez, bir yönüyle kalır. Tıpkı acılı yurdumuz Türkiye gibi. Orada ama burada. Modern ama geleneksel. Batı’ya yüzünü dönmüş, ama Doğulu. Babaların ve oğulların hikâyesi Türkiye’nin iki yüz yıllık tarihidir. Üstelik, baba ve oğul arasında çatışma varsa, orada bir galip bulmak zordur.
Almanya’ya göç eden bir ailenin kızı…Hanne.
Aile içi şiddeti, cinayeti, intiharı, evlatlık olmayı, kültür çatışmasını, aşkı, varoluş sancısını yaşamış ve sonuçta infilak noktasına gelmiş bir hayatın sahibi. Madden güçlü fakat manevi olarak zayıf hayatında gerçek kimliğini arayan bir kadın. Yaşadığını hissetmek ve lanetli geçmişinden kurtulmak için yine geçmişinden bir umut arıyor…
İnsan asla geçmişini unutmaz. Ne kadar görmezden gelse de inkâr da etse geçmişi sarıp sarmalar. İnsan hayatına anlam arar. Kendisini bir değere ya da köklerine ait hissederek hayata dair bir anlam oluşturabilir insan fakat geçmişiyle barışık olmadan bunu başaramaz. Peki ya geçmişi ile barışık değilse? Yüzleşmesi gerekir geçmişiyle, gerçekle…
İnsanı en çok acıtan şey ise gerçekle yüzleştiği o andır.
Kitapları ve oyunculuğu ile Türkiye’de ve dünyada büyük ilgiyle takip edilen Bahadır Yenişehirlioğlu, gerçek bir hayat hikâyesinden esinlenerek kaleme aldığı Hanne’de pek çoğumuzun çevresinden izler bulabileceği sancılı ve fırtınalı bir dönüşüm hikâyesini ustalıklı bir kurgu ve etkileyici bir üslup ile anlatıyor.
devamını oku
Dört melek tarafından korunan Kadimzamanlar, evrenin kalbidir. Burada zaman farklı akar. Bu ne hükümetlerin, ne generallerin ne de başkanların tarihidir. Kadimzamanlar’ın her sakini kendi zamanının hikâyesini yazar: İnancını yitiren toprak sahibi Popielski, geçmişinden kopmak istemeyen Michał, kendini ormana hapseden Kötü Adam, savaşla birlikte vicdanını yitiren Ivan Mutka, dünyanın karmaşasını emen kahve öğütücüsü, deliliğin sınırlarında dolaşan ve kabul edilmeyen Başak, ölümün yaşamı olan mantar miselleri, ağlamayı unutan Paweł, değişimlerle çalkalanan insan karşısında hiç değişmez gözüken meyve bahçeleri… Peki kim yazmaktadır zamanın kaderini?
Bu eser, Roger Garaudy’nin Müslüman olduktan sonra kaleme aldığı, İslâm hakkındaki en özlü eseridir. Bir zamanlar bütün dünyada adından söz ettirmiş, en ünlü sanatçı, yazar, filozof ve dünya liderleriyle görüşmüş, eserleri sayısız dile çevrilmiş, çağımızın en büyük düşünürlerinden biriydi Garaudy. Bu kitabında, önce Batılılara ve dünya insanlığına, sonra da Müslümanlara seslenir. Batılılara ve insanlığa seslenirken, İslâm’ı bütün yüceliği ve eşsizliğiyle tanıtır ve bu dini onların mutlaka tanımalarını ister. Bu arada dünya entelektüellerine de seslenir ve onlara İslâm’ı en çarpıcı yönleriyle takdim eder. İslâm âlemine seslenirken de, Müslümanları her bakımdan uyarır, tenkit eder. İslâm’ın geçmiş çağlardaki parıltısına ve ışıltısına bu dini yeniden kavuşturmaları için ne yapmaları gerektiğini onlara söyler. Bu kitap, Roger Garaudy’nin mutlaka okunması gereken eserlerinin en başta gelenlerinden biridir.
Ömrünün baharında solmuş bir genç…
Aile içi şiddeti, cinayeti, sokakları, uyuşturucuyu, pisliği, yetimhaneyi, pişmanlığı ve varoluş sancısını yaşamış gencecik bir yürek. Bu genç yaşında kaldıramıyor bu kadar yükü…
Bir arayışta…
Yaşadığı acı dolu hayata bir anlam bulmak istiyor bu genç. Dipsiz bir kuyuda geleceği için bir parça umut arıyor…
Ve yolunu kaybedenlere rehberlik eden çiçeği burnunda idealist bir öğretmen…
Büyük kâinatta kaderlerinin birlikte yazılması asla tesadüf değildi.
Mehmet Yıldız’ın gerçek bir hayat hikâyesinden esinlenerek yazdığı bu romanda, bahtsız bir gencin sarsıcı ve dokunaklı dönüşümüne şahit olacaksınız.
“Kimse boşu boşuna girmemiştir hayatımıza. Ya imtihan olmuştur ya armağan.”
Nizamiye medreselerini bütün tehditlere rağmen canı pahasına koruyarak devletin kalesi haline getiren Selçuklu Veziri Hasan bin Ali et-Tûsî; namı diğer Nizamülmülk… Öte yanda ise devasa bir plato üzerinde yükselen ve sarp zirvelere hâkim, ulaşılması güç, ehlisünnet düşmanı Alamut Kalesi… Hasan Sabbah gibi bariz bir düşmanın ötesinde, yalnızca küçülmüş gözbebeklerinden tanınabilen katil haşhaşi fedaileri… Nizamülmülk, Ulu vezir Hasan et-Tûsî’nin Sultan Melikşah döneminde sonlanan, ancak hikâyesi dilden dile dolaşan efsanevi hayatını konu alıyor. Nizamülmülk’ün hikâyesi, bir devleti hem kılıçla hem de ilimle ayakta tutma imtihanını anlatıyor bizlere. Köklü dostlukların arasına sızan fitneye, kırılan kalplere ve telafisi zor kayıplara rağmen ilmî korumaya adanmış bir ömrün hikâyesini okuyoruz Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden. Hiçbir zaman kolay değildir koca bir devleti ilmî ve askerî yönden ayakta tutmak. Ancak herkes şunun farkındadır ki, zafer zor olandadır. Türkiye’nin en çok okunan tarihi romanlarının yazarı, okurları tarafından “Günümüzün Peyami Safa’sı” olarak anılan Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden sürükleyici, heyecanlı ve derinlikli bir roman…
Barbaros Hayreddin Hızır Reis, Cezayir’in sultanı idi. Kanuni Sultan Süleyman’ın bir işareti üzerine sultanlığın tapusunu padişahın önüne koydu. Birlik ve beraberliğin sembol ismi oldu. Osmanlı armadasının başında Akdeniz’e açılan Barbaros Hayreddin Paşa, 1538’te Avrupalı devletlerin bir araya getirdiği en büyük Haçlı donanmasını Preveze’de ağır bir hezimete uğrattı. Akdeniz, bir Türk gölüne dönüşürken, Avrupalılar Akdeniz’de tahta parçası yüzdüremez hâle geldiler. Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, Türk denizcilik tarihinin bu en önemli simasının neslini, ağabeyi Oruç ve mücahid yoldaşlarıyla hem korsan gemilerine hem İspanyollara karşı verdiği akıl almaz mücadeleyi, Cezayir’e hâkim olarak idare ve siyaset alanında gösterdiği başarıyı, Endülüs Müslümanları için çektiği çileleri, İspanyolların Mağrip’te yerleşmelerinin önünü kesen efsanevi kahramanlığını ve nihayet Osmanlı kaptan-ı deryası olduktan sonraki serüvenini kitapta çarpıcı detaylarıyla anlatıyor. Tarihi Sevdiren Adam, bu eseriyle Türk denizciliğinin yüz akı olan Barbaros Hayreddin Paşa’nın destansı hayatını okuyucuların gözleri önüne seriyor.
Her şey bir depremle başladı. Şiddetli bir yer sarsıntısının sebep olduğu bir felaket… Ve felaketten pay alanlarla çıkar sağlayanlar. Anadolu insanının gerçekleri yetmiş yıllık tarihimizin sembolleriyle ifade edilen bir minyatürü… M.E.B. tarafından tavsiye edilmiştir.
12 Eylül’ün darbesini yemiş bir aile. Cezaevinde idamla yargılanan bir abi, geçirdiği felçten sonra yok hükmünde bir baba ve bu iki acı arasında kalakalmış bir anne. Ve ailesini derleyip toparlarken unutulmuş, ihmal edilmiş bir genç adam; Sarp. Acılarla, kayıplarla geçen gençlik yıllarından sonra, hangi pusula Sarp’a çıkış yolunu gösterecek? Bir yanda hiç ummadığı bir anda hanımeli kokularıyla hayatına giren bir rehber, Kıymetlim dediği Ustası. Bir yanda kendini de Sarp’ı da aşkla yakan bir kartal; Jammer. Ve bu iki çekim merkezinin etkisinde Aşk’ın hallerini tecrübe ederken yeniden doğan Sarp. Aşk Çölü, Aşk Cephesi, Kanaviçe ve Kerime ile yakın tarihin acılarını en insani noktadan yakalayarak anlatan Bahadır Yenişehirlioğlu, Beyaz Usta Siyah Çırak’ta merceği bugüne taşıyor. Modern insanın en temel açmazlarından birini, hakikat arayışında savrulan bir genç adamın hikâyesini anlatıyor. Beyaz Usta Siyah Çırak, geçmişinden yorgun, geleceğine hakiki bir yol arayan Sarp’ın hayal kadar şaşırtıcı ama gerçek hikâyesi.
Yazarın kendi yaşam hikâyesinden esinlenerek, küçük bir kızın görme yetisini kaybetmesiyle ilgili kaleme alınmış olan bu roman her yaştan okur için. Küçük Prens, İçimdeki Müzik gibi kitapların hayranları için çok özel bir yeri olacak… Mafalda, dokuz yaşındaki bir kız çocuğu ve bildiği bir şey var: Gelecek altı ay içinde, görme yetisini tamamen kaybedecek. Mafalda, görünürdeki bu karanlık gelecekte yolunu bulabilecek, okula gidebilecek, futbol oynayabilecek ve kedisine bakabilecek mi? Ailesi ve arkadaşlarının yardımıyla Mafalda, kendisi için önemli olan şeyleri keşfetmeye çalışır. Görme yetisini kaybetse de yapabileceği şeylerin listesini çıkarır… İlham verecek bir cesaret ve kararlılık hikâyesi. Durup kiraz ağacını selamlıyorum. Babamla birlikte her gün geçtiğimiz sokaktan bakınca onu uzaktan -ama sadece biraz uzaktan- görebiliyorum. Aslında karşımda gördüğüm şey renkli bir leke ama ben onun ağaç olduğunu, yani hayallerimdeki gibi iyi yürekli bir devin saçları olduğunu biliyorum. Tamamen bulanık, ama orada.
ALTMIŞ YILIN ÜRÜNÜ; HALİL İNALCIK OSMANLILAR’I YAZDI…
Halil İnalcık, Osmanlı sosyal-ekonomik yapısını, onu belirleyen belli başlı kurum ve kanunları, tahrir sistemini, Osmanlı’nın kuruluşuna dair merak edilen soruları, Osmanlı fetih yöntemlerini, tarihten günümüze Avrupa ile ilişkilerle alakalı bugüne kadar bilinmeyen birçok şeyi OSMANLILAR kitabında anlatıyor.
“Bu kitabı okuyanlar umuyoruz ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun ortaya çıkışı ve gelişimi, fetih yöntemleri, devlet sistemi ve nihayet ezeli rakibi Hıristiyan Avrupa ile ilişkileri üzerine altmış yıla varan araştırmalarımın genel çizgisini bulacaktır. “ Prof. Dr. Halil İnalcık
***
“Halil İnalcık, bu sahanın en seçkin uygulayıcılarından biri… Dünya bilimine katkıları su götürmez. Çabalarının hedefi haline gelmiş konu üzerinde bize sadece teşekkür etmek düşer.”
Immanuel Wallerstein
***
“O yıllarda Yunanistan “cahiliye” dönemindeydi, İnalcık’ın “Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar” kitabı çıkmıştı. Seminerde tanıştığım, bilgisiyle beni büyüleyen bu genç adam Türklere hayranlık duymamı sağladı.”
Prof. Dr. Elizabeth Zachariadou
***
“Çok etkileyici, biraz ciddi ve çok fazla gülmeyen bir insan olarak hafızama kaydettim. Aramızda çok fazla yaş farkı vardı, bir süre dostluk anlamında sorunsuz bir ilişki sürdürdük ve bu dostlukta, ilginçtir, yaş farkını hiç hissetmedik. Onunla ilgili yaygın deyiş “Osmanlı Tarihinin Babası”ydı… Bu zaten çok açıktı.”
Prof. Dr. Gilles Veinstein
devamını oku
İngiltere’deki bilge cisimlerin yere düşmesinin ardındaki sırrı çözerken Polonya’daki gezegenlerin rotasını tespit ediyor; İran’daki sayıların dilini sökerken İtalya’daki cisimlerin neden suya batmadığına kafa yoruyor; eski Yunan’daki tıbbın temellerini atarken Fransa’daki insanoğlunu ölümcül kuduz mikrobundan kurtarmak için ter döküyor; Avusturya’daki zihnin labirentlerinde dolaşırken Güney Amerika’daki fosillerle konuşuyordu… “Yerçekimi kâşifi” NEWTON’dan “gezegenler hâkimi” KOPERNİK’e; “matematiğin prensi” ÖMER HAYYAM’dan “suların efendisi” ARŞİMET’e; “tıbbın babası” HİPOKRAT’tan “kuduzun belalısı” PASTEUR’e; “Rüya avcısı” FREUD’dan “Türlerin kökencisi” DARWIN’e varıncaya dek onlarca bilim insanı, yerkürenin dört bir yanında günümüz dünyasının bilimsel çatısını örmek için dinmek bilmez bir gayretle çalıştılar. Kâh atomları kâh gezegenleri, bazen mikropları bazen de sayıları konuşturdular; mikroskoplarla mikro, teleskoplarla makro âleme baktılar; damarlarımızda akan kan nehirlerine dalıp ışığın tayflarından çıktılar; fosillerde gizli büyük esrarı çözüp yeri geldi hayatları pahasına ölümcül ışınlarla dans ettiler, tarihi değiştirdiler…
Modern çağda ulvi yönelişini kaybeden insan, tarihte yaşanan cahiliye devirlerini aratacak derecede özünden kopmuş, Yüce Yaratıcı’nın bahşettiği erdemleri elinin tersiyle bir kenara itmiş, süfli hedefleri doğrultusunda inşa ettiği profan dünyada nefsi ve şeytanıyla baş başa kalmış ve böylece dünyayı kendisine zindan etmiştir.
Artık insan, içine düştüğü bu buhrandan kurtulmak için özeleştiri yapmak, kendisini yeniden tanımak ve tanımlamak, maddî ve manevî varlığını; olumlu ve olumsuz yönlerinin farkında olarak en sahici ve samimi bir biçimde yeniden inşa etmek zorundadır. Bunu yaparken de kendisini bir amaç doğrultusunda yaratan, onun zafiyet ve erdemlerini en iyi bilen Yüce Yaratıcı’nın hakikat çağrısı olan Kur’an’ın ışığında hareket etmek mecburiyetindedir. Çünkü vahye alternatif olarak ileri sürülen seküler ‘izm’ ve ideolojilerin, insanlığı günbegün nasıl bir uçurumun kıyısına sürüklediği artık herkesçe malumdur.
İnsan, nasıl ki, sağlıklı bir hayat için havaya, suya ve gıdaya muhtaç ise mutlu ve faziletli bir yaşam için de vahye muhtaçtır. O, kendi varlığını, var edicisinden; fazilete giden yoldaki tekâmülünü de vahiyden ve Hz. Peygamber’in rehberliğinden bağımsız düşünemez, düşünmemelidir.
Tefsir ilminin yanı sıra Din Psikolojisi ve Din Eğitimi gibi alanlardan da istifade edilerek kaleme alınmış inter disipliner bir çalışma olan Kur’an’da Karakter İnşası’nda Doç. Dr. Yasin Pişgin, vahyin karakter inşa metodunu “aklın inşası”, “kalbin inşası” ve “davranışların inşası” olmak üzere üç ana başlık altında derinlemesine analiz ederken modern devrin insanına, ahlakî erdemlere ulaşma ile sonuçlanan tatbiki bir metot sunuyor.
devamını oku
Şiir azıcık aklî, daha çok kalbî bir eylemdir. Şairin kastı konuşulduğunda birazcık aklı, daha çok ruhu konuşuluyor demektir. “el-Ma’nâ fî batni’ş-şâir.” der Araplar. Yani kasd-ı mahsusa şairin bâtınında, derûnunda, hâsılı ruhundadır. Ruh ise sırdır, akıl onu anlayamaz, kısırdır.
Şiiri ruh anlar; akıl ise belki ve ancak yorumlar.
Şiir, aklî düşüncenin kalbî idrake evrilmesidir.
Şiir, aklın devrilmesi, kalbin anlamı devralmasıdır.
Aslında muamma olan; sözdeki şiir değil, ruhtaki şuurdur. Kapalı olan, lafız değil ruhtur.
Dünyaca Ünlü Âlim Hamza Yusuf Kalbin Simyası ile ilk kez Türkçede. Hamza Yusuf Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ilk Müslüman beşerî ilimler üniversitesi olan Zaytuna College’ın kurucusu, Dinî meseleleri ulema-halk ayrımı yapmadan samimiyetle anlatabilen bir âlim, Sosyal bilimlere dair entelektüel birikimi ve disiplinlerarası metoduyla, kadim İslam geleneğini esas alan bir mutasavvıf, Ve Türkiye’de ve dünyada binlerce insanın manevî dönüşümüne katkı sağlamış bir rehber…. Neredeyse tamamıyla dış görünüş ve maddiyat odağında seyreden günümüzün dünyası, manevî gelişime daha fazla ihtiyaç duyar hale geldi. İnsanoğlunu boşluğa sürükleyen asıl neden ise manevî dayanak noktalarının kaybolması sonucunda nefsin isteklerinin doğru yönlendirilemeyip kalbin kibir, cimrilik, düşmanlık duygusu gibi birçok olumsuz nitelik tarafından kuşatılmış olması. İşte, yaşadığımız zamanın en dikkat çekici âlimlerinden biri olan Hamza Yusuf, modern insanın en çok açmaza düştüğü alanlara dokunan bir kitapla çıkıyor okurların karşısına. Kalbin Simyası: Manevî Yaralara Çare Bulmak, kendisi de önemli bir âlim olan İmam Mevlüd’ün manzum eserinden yola çıkarak, kalbin manevî hastalıklarını teşhis edip bu hastalıklara Kur’ân, gelenek ve ilim eksenli sürdürülebilir tedavi yöntemleri öneriyor.
İnsanoğlu, tarih boyunca hep ötekileri merak etmiş ve onlar hakkında bilgi sahibi olmaya gayret etmiştir. Bu nedenle istihbaratın ortaya çıkışı insanlığın başlangıcına kadar götürülebilir. Her topluluk kendi varlığını korumak ve diğerlerine üstünlük kurmak için ötekiler hakkında bilgi sahibi olmaya ve onların teşebbüslerini engellemeye çalışmıştır. Dolayısıyla tarihin her devrinde istihbarat ve istihbaratçılar toplumların vazgeçilmez bir parçası olagelmiştir.
Fırat Nehri’nin kıyısında bulunan antik dönemden kalma bir kil tablet hangi istihbarat olayını aydınlatıyordu?
Asurluların kurduğu ticaret merkezlerinin istihbarat faaliyetleri ile ne ilişkisi vardı?
Roma, Yunan ve Pers medeniyetlerinde istihbaratın önemi neydi?
Üç semavi dinin Peygamberleri inananlarını korumak için hangi istihbarat yöntemlerine başvuruyordu?
Kardinal Richeliu’den Casanova’ya modern öncesi dönemde Avrupa’daki istihbarat mücadelelerinde neler yaşandı?
Amerikan İç Savaşı’nda kadınların ve zencilerin rolü neydi?
Fransa’daki Dreyfus Meselesi’nin istihbarat tarihindeki önemi neydi?
Birinci Dünya Savaşı’nda ne tür istihbarat mücadeleleri yaşanmıştı?
İstihbarat tarihi açısından İkinci Dünya Savaşı’nın önemi neydi?
Soğuk Savaş sürecinde istihbarat faaliyetlerinin ulaştığı nokta neresiydi?
21. yüzyılda istihbarat faaliyetleri hangi noktaya evirildi?
İlkin Başar Özal, bu soruları İstihbaratın Kısa Tarihi / GÖLGE OYUNU kitabıyla cevaplıyor ve tarih boyunca perde arkasında kalan faaliyetlere ışık tutuyor.
İkinci Dünya Savaşı dünya savaş tarihinin bilançosu en ağır savaşıdır.
Cephe ve cephe gerisi ayrımı anlamını yitirmiş, şehirler ve siviller bombalanmış, yıkılmaz denilen hatlar, aşılmaz denilen barikatlar düşmüş, istihbarat ve teknoloji savaşları çatışmaların gidişatını derinden etkilemiş, insanlık Nazi vahşeti ve soykırım kavramı ile tanışmış ve savaşı neticelendiren de yine sivilleri hedef alan atom bombaları olmuştur.
Türkiye savaş dışı kalma başarısı sayesinde bu ağır bedeli ödemekten kurtulmuştur belki ama 1945 sonrası dünyayı şekillendiren Soğuk Savaş da İkinci Dünya Savaşı’nın bir sonucudur.
İlkin Başar Özal “Kısa İkinci Dünya Savaşı Tarihi” kitabında, iki dünya savaşı arası dönemi ve bu savaşa yol açan zemini ayrıntılı biçimde inceledikten sonra savaşın tüm cephelerini ayrı ayrı ele alıyor.
Savaşın gidişatını belirleyen teknoloji mücadelesini, istihbarat savaşlarını, taktik ve strateji oyunlarını akıcı bir dille metne yediriyor.
İkinci Dünya Savaşı’nı başından sonuna tüm cepheleri ve ayrıntıları ile ele alan kitap, sığ bir kronoloji düzeni içinde akmak yerine karşılıklı bağlantıları kurarak her cepheyi açık ve anlaşılır biçimde analiz ediyor. [koo_icon name=”undefined” color=”” size=””]
Tarih araştırmacısı İmadüddin Halil, İslam tarihinin en parlak yıldızlarından olan, ilk dört halifeyi örnek alan davranışlarıyla Hulefâ-yi Râşidîn’in beşincisi sayılan Ömer b. Abdülazîz’in hayatını ve yönetim anlayışını çağımıza taşıyan bir eserle raflarda yerini alıyor. Zulmün üzerine güneş gibi doğan ve geçici de olsa zulüm karanlığını dağıtıp bataklığını kurutan Ömer b. Abdülazîz’in destansı hayatını ruhlarımıza şifa niyetine üflüyor. Ve bu büyük halifenin şahsında cisimleşen hak ve adalet kavramlarını bizlere yeniden hatırlatıyor. Büyük dedesi Ömer b. Hattab’ın izinden giden, adaleti devletin her kademesinde kaim kılan, kendi hayatında geçirdiği büyük dönüşümle her an zühd ve takva üzere yaşayan, her döneme ışık olacak bir devlet adamı profiliyle temayüz eden Ömer b. Abdülazîz’in yönetim anlayışı ve uygulamaları bugüne çok şey söylüyor. İmadüddin Halil, bu zirve karakteri tebliğ, harp ve siyaset etme yöntemleriyle, ekonomi ve maliye uygulamalarıyla, yönetim, planlama ve eğitim politikalarıyla bir bütün olarak ortaya koyuyor. Ömer b. Abdülazîz kitabı, büyük bir devlet adamının ayaklarıyla yere basa basa bu dünyadan geçtiğini ama kalplerden silinmediğini unutkan zihinlerimize hatırlatıyor. Hem akla hem de kalbe hitap eden diliyle adeta bir ders kitabı olacak şekilde hazırlanan eser, nicelikte kaybolmuş insanoğlunun yeni bir kurtuluş yolu bulması için bir rehber niteliğinde…
Minyeli Abdullah’ın Türkiye’yi ayağa kaldırdığı günün üzerinden tam 50 yıl geçti. Bu zaman diliminde adeta Minyeli Abdullah’ın kaderini paylaşan Hekimoğlu’nun hayatında da mahkemeler ve sürgünler yerini aldı. ‘Çilesini çekmediğin dert senin değildir’ diyerek yolunun çilesine talip olan Hekimoğlu İsmail’in milyonlar tarafından okunan ve unutulmayan bu eseri 50. yılında ilk kapağıyla yeniden raflarda. Abdullah, Minyelidir; romanlaştırılan hayat hikâyesi Mısır’da geçmiştir. Fakat öyle bir hayat, öyle bir mücadele, öyle bir çile, öyle bir ıstırap ki; o ne bir vilayete ne bir memlekete ne de hususî bir zamana sıkıştırılabilir. Minyeli Abdullah 20. asır Müslümanının hayat hikâyesidir. O, Mısır’da olduğu gibi, Suriye’de, Irak’ta, Cezayir’de, Pakistan’da, Nijerya’da, Türkiye’de, hâsılı dünyanın her yerinde yaşayan Abdullah’ların hikâyesidir.
Orman halkı gür ve uzun saçlarıyla meşhur. Nohut Adam ise orman halkından çok farklı. Onun hiç saçı yok. Taş gibi göbeği, kısa kolları ve gözlüklerinin arkasına gizlenen masmavi gözleri var. Onu kendilerinden farklı görenlerden, aynalardan ve bir türlü barışamadığı görünümünden kaçıyor. Kendi tasarladığı ve kulaklarını dışarıda bırakmayacak şekilde kafasını örten şapkaların altına saklanıyor. Nohut, daha önce kimsenin görmediği güzellikte şapkalar tasarladığında orman halkı onu fark ediyor. Tabii o da kendi güzelliğini… Farklılıklara karşı saygının ve hoşgörünün önemini vurgulayan Nohut Adam, “zorbalık” kavramı üzerine düşündüren kalpleri ısıtan bir hikâye…
İlber Ortaylı’nın Osmanlı ekseninde geliştirdiği tarihçilik çizgisinden bir demet. Kitapta “Osmanlı Barışı” merkezde olmak kaydıyla Osmanlı aydınından hoşgörüyle, Türk aile yapısı ve son asırda uğradığı dejenerasyonun boyutlarından Osmanlı saraylarının 19. yüzyılda geçirdiği değişimlere; medresenin son güneşi dediği Cevdet Paşa’nın Avrupa tarihini nasıl okuduğundan Tanzimat’ın tarikatlara bakışına ve nihayet tarihten gelen marazi taraflarımızın yoğun olarak analiz edildiği çok yönlü bir çaba ile karşılaşacaksınız. Tarihçiliği sürekli yapılan bir antrenmana benzeten Ortaylı’nın, tarihin şaşırtıcı uçlarına açtığı yeni menfezleri olarak da görebilirsiniz Osmanlı Barışı’nı.
Osmanlı Barışı (Pax Ottomana) şüphesiz bir sistemin adıdır ve son yıllarda Roma barışı (Pax Romana) gibi çok kullanılmaya başlanmıştır. Şunu söylemek gerek ki bu bir abartma tabir değildir, yanlış da değildir. Tarihin bir döneminde, Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle Balkanlar ve Ortadoğu’da kendini ortaya koymasıdır. Bugün Doğu dünyasında uluslar sorunun kökleri Osmanlı devrine gidiyor. Çözümsüzlükler kadar çözüm ümidi de Osmanlı devrine gidiyor.
İstanbul’un fethi ve II. Mehmed’in (Fatih) idaresi ile Osmanlı barışının temelleri atılmıştır. Osmanlı yeni dünya şartlarına intibak eden ve uluslaşmaya geçişi sağlayan son imparatorluktur. Yerel kültürleri yok eden koloni imparatorluklarının aksine (İngilizler Hindî sınıfını, Fransızlar Mağrib Arab medeniyetini yok ettiler) Osmanlı İmparatorluğu yerel kültürleri ve küçük hakları da ulus çağına taşımıştır.
Bu kitapta değişik başlıklar altında Osmanlı Barışı’nın izlerini göreceksiniz.
İlber Ortaylı
devamını oku
Ben, “Hiçbir şey olamazsa bari öğretmen olsun,” cümlesinin çok sık kullanıldığı bir dönemde öğretmenliğe başladım. Birkaç yıllık tecrübeden sonra o cümle zihnimde şöyle değişti: “Eğer bir kişi öğretmenliğe layık değilse ne olursa olsun ama öğretmen olmasın.” Çünkü öğretmenlik kolay iş değildir. Başka mesleklere benzemez, mesai saatlerine sığmaz. Bu yüzden öğretmen eve gidince işini kapının önünde bırakma lüksüne sahip değildir. Bırakırsa, öğrenciler de öğretmene duydukları saygı ve sevgiyi son dersten sonra sınıf kapısında bırakırlar. Yıllar sonra buluşan mezunlar, akşamları öğrencilerini hatırlamayan öğretmenlerini hatırlamazlar. Öğretmen, toprağı sürerken taşları, dikenleri değil hasat mevsimini düşünür. Sabah suladığı saksıdan akşam çiçek beklemez. Sabrı taşarsa verilen bütün emeklerin sele karışacağını bilir. Öğretmen, bir ağaç fidanına bakarken meyvelerin kokusunu alan, gölgesinin serinliğinde ürperen kişidir. Yirmi yıla varan öğretmenlik ve eğitimcilik tecrübesiyle Salih Uyan, mesleki hayatından süzdüğü ibretlik olaylarla ve dikkate değer hatıralarla Türkiye’nin eğitim sisteminde aksayan yönleri ve gereken reformları ortaya koyuyor ve dönüşümün öğretmenlerle başlaması gerektiğini söylüyor. “Reform hareketlerinde yöntemler, araçlar, yaklaşım ve zihniyet güncellenmeli fakat sevgi, adanmışlık ve fedakârlık gibi mesleğin özünü oluşturan değerler sabit kalmalıdır,” ilkesinin altını çiziyor. Ve öğretmenlerin bu süreçlerde ve modern eğitim sisteminde kendilerini nasıl geliştirmeleri ve pozisyon almaları gerektiğini kapsamlı ve kuşatıcı bir şekilde anlatıyor.
Bu kitap, Roger Garaudy’nin hayatını borçlu olduğu Cezayirli Müslüman askerlere, dolayısıyla da Müslümanlığa, yazar tarafından minnet ve şükranla sunulmuş bir armağan kitaptır. Müslüman askerler, İkinci Dünya Savaşı sırasında, komutanlarının kesin emrine karşı çıkarak ve kırbaçlamasına aldırmayarak, Garaudy’ye ateş etmediler ve onu kurşuna dizilmekten kurtardılar. Garaudy, hürriyetine kavuşur kavuşmaz, Cezayirli o Müslüman askerlere teşekkür etmek için İslâm dinini araştırdı ve İkinci Dünya Savaşının hemen ertesi yılında, 1946’da, bu kitabını yayımladı. Cezayir 1960 yılında Fransız sömürgesi olmaktan kurtulunca, kitabını daha da genişleterek kurtuluş savaşı vermiş olan Cezayirlilere ithaf etti. Garaudy’nin komünistken yazdığı bu eser, daha sonra İslâm hakkında yazacağı diğer kitaplarının çekirdeğini oluşturmuştur.
Batı, yüzyıllar boyunca Müslümanları barbarlıkla, İslâm dünyasını da gericilikle suçladı, suçluyor. Batı, İslâm ülkelerine karşı Haçlı ruhunu dün olduğu kadar bugün de bazen sinsice, bazen alenen devam ettiriyor. Batı, kendi insanını gerek okul gerekse medya yoluyla İslâm düşmanı olarak yetiştiriyor. Batı, Müslümanlara her türlü iftirayı atmaya, kara çalmaya devam ediyor… Roger Garaudy İslâm’ın Vâdettikleri’nde, İslâm’a ve Müslümanlara yapılan bütün saldırılara tek tek cevap veriyor. Müslümanlar olmasaydı, Batı’nın hâlâ Ortaçağ karalığında insanlık dışı bir hayat süreceğini ve asıl barbarların Batılılar olduğunu haykırıyor. Batı’nın her bakımdan iflas ettiğini açıklıyor. İslâm medeniyetinin dünyanın gelmiş geçmiş en soylu ve en insancıl medeniyeti olduğunu apaçık ispat ediyor. İslâm’ın gerçek değerini ve yüceliğini Batılı aydınlara reddedemeyecekleri bilgi ve belgelerle kabul ettiriyor. Batı’nın ve insanlık âleminin ancak İslâm bilgeliği ve insan anlayışıyla barış ve huzura ereceğini bütün aydın zihinlere yerleştiriyor.
“Gerçek hayat, tamamıyla buluşmadan ibarettir’. Buluşmak, karşılaşmak. İnsan ötekiyle karşılaşarak var olur. Ötekinin bakışıyla, ötekinin yüzünü bana çevirmesi, beni dinlemesiyle. İlişkiyle. Sadece ilişkiler vasıtasıyla kendimizi dünyaya ve başkalarına tamamen açarız. Başka bir insana bağlanabilmek için ona açık olmam gerekir. Olmamızı gerektiğini düşündüğümüz kişi olmak arzusundan sıyrılarak, gerçekten olduğumuz kişi olmaya izin vererek. Gerçekte kimim ben? Gerçekte olduğum kişi olmak, yani olduğum gibi görünmekle sahiciliğe adım atarım. İncinmeyi göze alarak.” Kemal Sayar “Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez”le insanın kendisiyle, ötekiyle, dünyayla kurduğu ilişkilere, varoluşla gerçekleştirdiği buluşmaya dikkat çekiyor. Yaşarken incitici de olsa geriye dönüp baktığımızda bizi olgunlaştırdığını düşündüğümüz her şeyle yani “hayat”la buluşmanın “hayatı askıya almadan” yaşamanın ipuçları Kemal Sayar’ın usta kalemiyle “Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez”de.
Değerli Ebeveynler ve Eğitimciler; İstiyoruz ki 365 Günde Sevgili Peygamberim’le biricik Peygamberimiz evlerinize her gün konuk olsun. Anne, baba, çocuk birlikte paylaştığınız özel saatlerinizi bereketlendirsin, nurlandırsın. Kitabımız, bir yıl boyunca okunması hedefiyle hazırlandı. Bu nedenle kitabımızda Peygamber Efendimizin hayatından seçilmiş 365 kesit yer alıyor. Hikâye diliyle üsluplandırılmış parçalarda kronolojik sıra takip ediliyor. Çocuğunuzla birlikte sevgili Peygamberimizin hayatına tanık olmak için 1. günden 365. güne kadar okumanızı tavsiye ederiz. Çocuklar dikkatlerini kısıtlı süre toplayabilirler. Bunun için kitabımızdan her gün bir parça okumalısınız. Böylelikle çocuğunuzun bir sonraki hikâyeye merakını korumuş, okunan metin hakkında düşünmesine zaman tanımış olursunuz. Çocuğunuzun kitabımız içinde anlamakta zorlandığı olaylar, telaffuz etmekte güçlük çektiği kelimeler olabilir. Bu nedenle o gün okunan metin üzerinde onunla konuşmanızı soru cevap yöntemiyle aklına takılan noktaları aydınlatmanızı öneririz. Parçalarda geçen yer adlarını da kitabımızla birlikte hediye ettiğimiz ‘Mutluluk Çağı Haritası’ndan bulmasını isteyerek çocuğunuzun görsel hafızasını aktif hâle getirebilirsiniz. Ayrıca kitabımızda yer alan konu dizininden faydalanarak sevgili Peygamberimizin ve sahabelerin cömertlik, vefa, misafirperverlik, dürüstlük, barışseverlik, affedicilik gibi eşsiz niteliklerini keşfedebilir, çocuklarınızın karakter gelişimlerini bu yüksek ahlak modelleriyle destekleyebilirsiniz. Peygamber Efendimizin ahlâkıyla ahlâklanmış bir nesil yetiştirebilmek dileğiyle..
Mucize kitap Kur’ân-ı Kerîm’in ayetlerinde Allah iyi insanların niteliklerini bir bir sayar. Bu ayetlerde güzel ahlaka dair belirtilen niteliklerin her birini Rabb’imiz kendi sevgisiyle birleştirerek bizlere sunar. Allah Beni Seviyor kitabındaki öykülerde, güzel ahlaka dair nitelikleri çocuklarımızın hayatlarına katabilmek için özenle çalıştık. Allah’ın sevdiği güzel davranışları yavrularına kazandırmak isteyen anne babalar, Allah Beni Seviyor öyküleriyle çocuklarını buluşturduklarında çocuklarının geleceği adına çok önemli bir adım atmış olacaklar. Çocuklarınıza muhabbetle okumanız ve yavrularınızın gönüllerine Kur’ân-ı Kerîm ayetleriyle dokunmanız dileğiyle… KUDRET EREN YAVUZ Uzm. Psikolojik Danışman
Aydınlanma ile zihnin önündeki engelleri kaldıran Batı, Rönesans ile Sanayi Devrimi’nin kapısını açtı. Bilim ve teknoloji ile dünyanın geri kalanı ile arasına büyük bir mesafe koymasına rağmen, Büyük Bunalım gibi ekonomik krizlere ve akabinde dünya savaşlarına engel olamadı. Yahudi Soykırımı büyük bir utanç olarak hafızalara yer etti. Atom Bombaları insanlığı şok etti. Akabinde başlayan Soğuk Savaş ile at başı koşan Uzay Yarışı ve Nükleer Silahlanma arasında bir yerlerde Berlin Duvarı yükseldi; aynı dili konuşanlar, birbirine hasret kaldı. Gün geldi Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ile tarih bir anda çözüldü, dünyamız daha hızlı dönmeye başladı. 11 Eylül 2001’de ise çığırından çıktı. Ve insanlığın, Fransız Devrimi’nin sloganı olan özgürlük, eşitlik ve kardeşliğe olan iştahı hiç kesilmedi… Daha önce “Tarihi Değiştiren Savaşlar” ve “Tarihi Değiştiren Konuşmalar” adlı kitapları çıkan Ali Çimen, seriye devam ediyor. Ali Çimen, yeni çalışmasıyla yakın dünya tarihinin başlıca olaylarını bir seçki halinde, birbirleriyle bağlantılarını göstererek okurlarının beğenisine sunuyor. Ali Çimen’in yeni çalışması “Tarihi Değiştiren Olaylar”da, yazarla sohbet kıvamındaki tarihi yolculuk, Magna Carta ve Rönesans ile başlıyor. Sanayi Devrimi, Fransız ve 1917 Ekim Devrimleri derken İsrail Devleti’nin kuruluşuna, Normandiya Çıkarması’na tanıklık ediyorsunuz. Bir kıtada Adolf Hitler’in yükselişini okurken, diğer bir kıtada Mahatma Gandi’nin pasif direnişini gözlemleyebiliyorsunuz. Yine yüzyılın ikinci yarısındaki Soğuk Savaş’ı, 1968’de meydana gelen öğrenci olaylarını, İran İslam Devrimini (ve bunun Türkiye’deki 12 Eylül ihtilaline dair çarpıcı etkilerini), Berlin Duvarı’nın yıkılışını kitapta birbiri ardına okumak mümkün. Her durakta kısa kısa bilgi veren yazar, dünya tarihini turlama imkanı sağlıyor. Kitaptaki Konu Başlıkları Beceriksiz kraliyet ve ihtiraslı lordlar yaka paça oldu, ilk anayasa’ya giden adım atıldı: MAGNA CARTA; Akıl kiliseye karşı ayaklandı, sanat ve bilim batıya çağ atlattı: RÖNESANS; Aklın zincirlerini çözen Batı hem kendini hem de evreni keşfe başladı: AYDINLANMA; Kitleler ‘Özgürlük, eşitlik, kardeşlik ya da ölüm!’ diye bağırdı, dünya değişti: FRANSIZ DEVRİMİ; Buhar gücüyle hızlanan insanoğlu makinelerle çağ atladı: SANAYİ DEVRİMİ; Emekçi iktidarından Komünist diktatörlüğe giden yol: 1917 EKİM DEVRİMİ; Osmanlı’nın kuruluşu ve yıkılışı: TÜRKİYE CUMHURİYETİ KURULUYOR; Pasif direnişle koca bir imparatorluğu dize getirdi: GANDİ’NİN SİLAHSIZ SAVAŞI; Amerika’da başlayan ekonomik kriz, dünyayı fakirleştirdi: BÜYÜK BUHRAN; Demokratik yollardan iktidara yürüten adam dünyayı kana buladı: ADOLF HİTLER’İN İKTİDARA GELİŞİ; Avrupa’yı Nazi çizmeleriyle ezilmekten kurtaran gün: NORMANDİYA ÇIKARMASI; İlk Atom Bombası ‘Düzenek’ patlıyor: ATOM ÇAĞI; Filistin Sorunu’nun fitili ateşleniyor: İSRAİL’İN KURULUŞU; 6 milyona yakın Yahudi katledildi, mahkemesi dünyayı sarstı: YAHUDİ SOYKIRIMI ve NÜRNBERG MAHKEMELERİ; 1994’e kadar insanlığın sırtından inmeyen utanç: IRKÇI APARTHEID REJİMİ YIKILIYOR; Amerika’nın utanç sayfalarından politik literatürün lanetli terimine: MCCHARTYIZM; İnsanlık yarım asır nükleer silahların gölgesinde yaşadı: SOĞUK SAVAŞ; Amerika ve Sovyetlerin teknoloji ve propagandaya dayalı mücadelesi: UZAY YARIŞI; Avrupa’nın savaşa ve sefalete başkaldırısı: AB’nin doğuşu; Uzaydaki ilk insan: YURI GAGARIN; 68 Öğrenci olayları: ’68 KUŞAĞI’ EFSANESİ; Ortadoğu’da dengeler değişti; Amerika ile İran ‘sürekli düşman’ oldu: İRAN İSLAM DEVRİMİ ve REHİNE KRİZİ; 48 bin yıl yaşayacak olan hayalet: ÇERNOBİL; Soğuk Savaş’ın taşlaşmış hali: BERLİN DUVARI’NIN YIKILIŞI; Orta Asya ve Avrupa’da haritalar değişiyor: SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN DAĞILMASI; Dünya tarihin en büyük terörist saldırısı ile sarsıldı, tarih yeniden yazılmaya başlandı: 11 EYLÜL 2001
Sıradan gibi gelen çocuk davranışlarının birçoğu onun duygu dünyasından izler taşır yetişkine… Kimi zaman kardeşini iterken… Kimi zaman köşede bir yerde sessizce oynarken… Kimi zaman huysuzca her söylenene itiraz ederken… Bazen şımarıp, bazen yılışırken… Bazen yemek yiyip bazen yemezken… Bazen ödevlerin yapıp bazen yapmazken… Aslında bir mesajı vardır yetişkine çocuğun. Çocuk davranışlarını okuyabilen ebeveynler, çocukların verdiği mesajları doğru anlarken bir taraftan da birlikte yaşamanın keyfini sürerler. Mesajları doğru okuyamayan ebeveynler ise, çocuğuyla sürekli bir çatışma, huzursuzluk, bağırtı çağırtı içinde bulurlar kendilerini. İşte Pedagog Dr. Adem Güneş, sıradan gibi görünen birçok çocuk davranışının hangi anlamlar içerdiğini ebeveynlerle paylaşarak, çocuk davranışları anlamada çaresiz kalan ebeveynlere pratik bir bilgi kaynağı sunuyor. Çocuk davranışlarının nedenlerini ve çözüm önerilerini yalın ve anlaşılır bir dille anlatıp çözüm önerileri veriyor.
Her anne babanın canını sıkan sorunlardır; çocuğunun bir türlü tuvalet alışkanlığı kazanamaması, yemek yememesi, kardeşiyle kavga etmesi, inatçılığı, internet düşkünlüğü ve dahası… Bir kısım anne baba, bu davranışların ne anlama geldiğini bildikleri için çocuklarını incitmeden sorunları çözerken, bir kısım anne baba ise sorunların çözümünde çaresiz kalarak çocukları ile bir çatışmaya girerler. Bu çatışmalarda, hem kendilerini hem de çocuklarını yıpratırlar. İşte bu kitabı Pedagog Dr. Adem Güneş, ‘çocuk davranışları anlama rehberi’ olarak hazırladı. Çocuk davranışlarının nedenlerini ve çözüm önerilerini yalın bir dille, ebeveynlerle paylaştı. Bu eser, çocuk davranışlarını anlamak isteyen her yetişkinin elinin altında bulunması gereken pratik bir bilgi kaynağıdır.
İnsan bedensel ve ruhsal olarak her an dışarıdan gelecek etkilere açıktır. Hatta bazı durumlarda ruhsal halini tümüyle bu uyaranlar belirleyebilir. Çünkü her bir etki ve uyaran, insanın bedensel ve ruhsal dengesini, düzenini, uyumunu etkiler. İnsanın içindeki mekanizma, bilinçli ya da bilinçsiz olarak bu dengeyi koruyan sistemler, dengeyi ve uyumu sağlamak, sürdürmek için sürekli çaba harcar. Bu çabaların yetersiz kaldığı noktada da stres ortaya çıkar. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Mutluluk Psikolojisi ve Stresle Başa Çıkma adlı kitabıyla hem insanın stresle olan ilişkisine hem de stresi nasıl mutluluğa dönüştüreceğimize odaklanıyor. Bu mücadele esnasında insanın kendi kişiliğini karakterini daha iyi tanıması gerektiğini vurgulayarak, aslında tümüyle bize özgü bir mücadele yolu çizmiş oluyor. Her şey, önce kendini değiştirmekle başlıyor. Stresin mutluluğa dönüşebileceği her bir noktada bu kitabın rehberliğinden faydalanmak elinizde.
Evlilik, ömürlük bir yolculuktur. Bu uzun yolculukta, tahmin edilemeyecek kadar güzel anlar da yaşanır, hesaba katılmayan sorunlar da baş gösterir. Önemli olan bir kere kanatlandıktan sonra hep havada kalmayı başarabilmektir. Duyguyla mantığı, aşkla arkadaşlığı dengede tutabilen kişiler, bu yolculukta menzile varabilirler. Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın Ağustos ayında Timaş Yayınları’ndan çıkacak kitabı Evlilik Psikolojisi, hayat boyu sürecek sağlıklı birlikteliklere, bir başka deyişle bu uzun ve keyifli yolculuğa rehberlik edecek nitelikte bir kitap. Tarhan, kitapta her yönüyle evliliği anlatıyor. Kitabın başında modern çağda evlilik hakkında genel bir çerçeve sunan yazar, daha sonra evlilik öncesi ve nişanlılık döneminden başlayarak, tüm aşamalarıyla evlilik sürecini ele alıyor. Evlilikte sevgi ve iletişimin önemini ve mantık-duygu dengesini vurgulayan yazar, okuyucuya mutlu evliliğin sırlarını veriyor, yaşam boyu sürecek sıhhatli evlilikler için yol gösteriyor. Evlilik Psikolojisi’nde kadının ve erkeğin farklı psikolojik ihtiyaçları, eşler arası iletişimin püf noktaları, kıskançlık, aldatma, boşanma gibi zor anlara özel tavsiyeler, çocuk sahibi olma kararının zamanlaması, hamilelik ve loğusalık dönemi gibi konularda pratik bilgiler veriliyor. Nedir Şu Evlilik Dedikleri? Nevzat Tarhan Evlilik Psikolojisi’ni hazırlarken, hepimizin etrafında gördüğü evlilikleri, hayatın içinden örnekleri esas aldı. Kitabın çıkış noktasını da, Tarhan’ın okurlarının ve takipçilerinin yıllardır kendisine yönelttikleri sorular oluşturdu. Tarhan, ayrıca bu kitap için “evliliğe özel duygusal zekâ testi” hazırladı. Evlilik Psikolojisi, Nevzat Tarhan’ın yalın ve rahat anlaşılır diliyle, evli çiftlerin ve eş adaylarının evlilik denildiğinde akıllarına takılan tüm sorularını yanıtlayacak nitelikte. Kitaptan seçilmiş bazı sorular: Kadınların ve erkeklerin evlilikten beklentileri neler? Farklılıklarda uzlaşmak mümkün mü? Evlilik için ideal yaş var mı? Kiminle evleniyorum? Eşimin sevgi dili ne? Evlilik kararı hangi dönemde test edilir? Nişanlılık ne kadar sürmeli? Aşk evliliğin sebebi mi, sonucu mu? Fedakârlığın ölçüsü ne olmalı? Hürrem Sultan taktikleri Altın orta nokta kuralı Kendini gerçekleştiren kehanet kuralı Kimler eşini aldatır? Duygusal aldatma, cinsel aldatma ayrımı var mı? Sevginin sanal tatmini: Chat’te aldatma Yüzyıllardır bitmeyen çatışma: Gelin kayınvalide ilişkisi İdare eden, ‘idarelik’ olur Çocuk ama ne zaman? Hamile babalar Loğusalık psikolojisi
Bu kitap, ruh sağlığı konusunda merak edebileceklerinizi derli toplu ve anlaşılır bir biçimde sizlere ulaştırmak amacıyla hazırlandı. Doç. Dr. Kemal Sayar, hem mutluluk, iyimserlik, hayatın anlamı, öfke, kıskançlık, aşk, evlilik, çocuk ebeveyn ilişkileri gibi konuları; hem de depresyon, panik atak, fobiler, bağımlılık, alzheimer, şizofreni gibi belli başlı psikiyatrik sorunları ele alan bir kitap ortaya koydu. Hayatın dönemeçlerinde hepimiz tökezleyebiliriz. Kendimize ve aleme hoşça bakmayı bildiğimiz sürece, düştüğümüz yerden daha da güçlenerek kalkar ve yolculuğumuza devam ederiz. Ruh Hali, bu yolculukta sizlere rehberlik edecek bir kılavuz niteliğinde.
“Teknolojinin önümüze serdiği sınırsız imkânları düşündüğümüzde, bugünün insanını yakalayabilmek için samimi ve bilgece bir üsluba ihtiyacımız var. Gençlerimizin artık eski, kalın kitapları karıştırıp kafa yoracak ne vakitleri var, ne de istekleri. İslâm’ın ilkelerini ve güzelliklerini, tahrif etmeden ama muhatabı taltif ederek sunmamız gerekiyor. Buna ‘din dilinin restorasyonu’ dememiz caiz olursa eğer, yapmamız gereken tam da bu. Türkiye kamuoyunun yakından tanıdığı Nouman Ali Khan, çizmeye çalıştığım çerçeveyi gerçek anlamda dolduran bir isim. İslâm ve Kur’ân hakkındaki derin bilgisini keyifli ve bilgece bir üslupla dile getirip, bunu yaparken kendi hayatından aktardığı sıcak ve sıra dışı anekdotlarla okurunun ilgisini her an canlı tutabiliyor. Nouman Ali Khan’ın Dirilt Kalbini adıyla Türkçeye kazandırılan elinizdeki ilk kitabı, günümüze dair bazı meseleler hakkında Kur’ân ayetlerinden damıttığı kıymetli dersler içeriyor. Ayetlerin sadece mesajını değil, ayetlerde geçen ifadelerin dil özelliklerini de laf arasında aktarıyor. Kelimelerin anlamları, anlamlar arasındaki hoş nüanslar, bunların ayetlere kattığı derinlik ve zenginlik… Bütün bunlar, okuyucuyu hem anlatılan konuya hem de bir bütün olarak Kur’ân’ın harikulâde üslubuna yaklaştırıyor, ısındırıyor. Dirilt Kalbini’yi okurken, şu ayet hep hatırınızda olsun, zira ayette anlatılan şeyin ayniyle tezahür ettiğini göreceksiniz: ‘Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, ona çok büyük bir hayr verilmiş demektir. Bunu ancak, temiz akıl sahipleri düşünüp anlar.’ (Bakara, 269)” Taha Kılınç
Merhaba, Hiç tanışmadığımız halde seni çok iyi tanıyorum. Henüz farkında olmadığın bir yolculukta olduğunu biliyorum. Acılar ve yalnızlıklar olarak görüyorsun birçok şeyi. Bir çıkış hayal ediyorsun. Bir çözüm. Bir deva. Aslında, aradığın şeyin adını bile bilmiyorsun. Hatta “gerçekten” bir şeyler aradığının farkında bile değilsin. Eksikliğini hissettiğin şey ne olabilir? Umut mu, tebessüm mü ya da hayal kırıklıklarını yok ediverecek sihirli bir aşk mı? Yoksa, huzur mu? Seni sessizce seven, seni hiç unutmayan, sana çok yakın olan biri var. Yeni cevaplar için yeni sorulara ihtiyacın olduğunu anladığın an, hayal kırıklıkları ve kayıplar yerini coşku, nezaket ve farkındalığa bırakacak. Hadi, keşfet…
Şimdi çocuklar çocuk olma zamanı… Çocuğunu iyi eğitmek isteyen ama bunu bilemeyen ebeveynlerin ihtiyacı olan bir kitap. Çocuklarıyla oyun oynamak isteyen ama oynayacak oyun bulamayan anne-babalar için yüzlerce oyun tarifi. Hayal gücü ne kadar zengin olursa olsun her çocuk zaman zaman sıkılır ve huysuzlanır. Bu kitap böyle anlarda çocuklarını sıkıntıdan kurtarmak, aynı zamanda onların el becerilerini arttırmak isteyen anne-babalara rehber olması için hazırlandı. Bu yüzden kitapta yüzlerce oyun örnekleri bulacaksınız. Oyunlar, eğitimcilerin büyük önem verdiği deneme yanılma aktivitesini de sağladığı için çocuğun kendi yeteneklerini keşfetmesine öncülük eder. Bu kitaptan sonra çocuklarınızın yaramazlığından şikayetçi olmayacaksınız.
Evlilik öncesinde veya aile içi iletişimde yaşadıklarınız her zaman tozpembe olmayabilir. Önemli olan, çözüm bekleyen sorunlara nasıl yaklaştığınızdır. Problemleri çözmeye yönelik tavrınız, dünyayı size ve ailenize dar eden sıkıntıları bir anda uzun vadeli mutluluğunuz için fırsata dönüştürebilir. Kitaplarıyla yüz binlerce okura aile içi iletişim konusunda pratik ipuçları sunan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kendinizi ve muhatabınızı daha iyi tanımanız için testlerle başlattığı “Bilinçli Aile” olma yolcuğunuzu, hayatın her aşamasından örnek olaylar ve çözüm önerileriyle destekliyor. Aile içi iletişimde “fırsat eğitimi” kavramını okuyucularıyla paylaşıyor. Bilinçli Aile Olmak, başından sonuna kolay okunabilir bölümler ve elektronik afişlerle desteklenen somut önerilerle, her zaman mutlu çiftler ve huzurlu aileler için…
Dünya değişiyor. Diğer gençler gibi, sen de ailenden çok daha farklı bakabiliyorsun dünyaya… Ebeveynlerin ve öğretmenlerinle ufak tefek tartışmalar yaşaman çok normal. Özgür olmak istemen, gelecek hakkında kaygılanman, teknolojiye kolayca adapte olman gayet doğal… Çünkü anlaşılmaya ve anlamaya ihtiyaç duyuyorsun. Seni duyuyorum ve seni gerçekten anlıyorum… Ben, Prof. Dr. Nevzat Tarhan. Bu kitabı sana nasihat vermek için yazmadım. Bir dostunun, yol arkadaşının tavsiyeleri olarak görebilirsin yazdıklarımı. Sorunlarını arkanda bırakabilmen, hayata sevgi ve güvenle bakabilmen, yani gençliğinin tadına bilinçli şekilde varabilmen için tüm söylediklerim. Senin çok akıcı bulacağından emin olduğum bu kitabı, ebeveynlerin ve öğretmenlerin de – seni daha iyi anlamak istediklerinde – rahatlıkla açıp okuyabilecekler… Böylece belki de senin söyleyemediklerini de okuyabilir, seni daha iyi anlamaya çalışabilirler… Belki onlara sen tavsiye edersin, kim bilir? Genç dostum… Emin ol, önünde hayal ettiğinden çok daha güzel, umut dolu bir gelecek var… Hadi, oku ve tadını çıkarmak için, gençliğinin bilincine var…
Anne babaların en zorlandığı konulardan biridir cinsel eğitim… Bir yandan çocuğun hiç tanımadığı duygular ve yardıma ihtiyacı olduğu gerçeği… Diğer yandan ebeveynlik çekingenliği… Neyin hangi sınırlar içinde verileceği tereddüdü… Bazen öyle bir zamanda o kadar acil bir bilgiye ihtiyaç duyulur ki ne herkese sorulabilir ne de öğrenmeden geçilebilir… Kendine has kuralları vardır bu hassas eğitimin… Yanlış verilirse çocuğun duygu dünyasını zarara uğratır… Eksik bırakılırsa yanlışa sevk eder… Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş çocuğun mahremiyet hislerini zarara uğratmayan bir cinsel eğitimin nasıl verileceğini bu kitapta anlattı… “Adım Adım” serisinin ilk kitabı Çocuklarda Cinsel Eğitim her anne babanın ihtiyaç duyacağı bilgileri kapsamlı ama aynı zamanda anlaşılır ve pratik bir tarzda bir araya getirdi… Cinsel eğitim nedir? Hangi yaşta verilmelidir? Tuvalete alıştırma döneminde uygulanan yöntemler cinsel gelişime olumsuz etki eder mi? “Kardeşimin neden pipisi yok?” sorusuna nasıl cevap verilmelidir? Çocukları gıdıklayarak, sıkıştırarak, ısırarak sevmenin sakıncası var mı? Çocuğun dizde hoplatılması doğru bir oyun yöntemi midir? Tedavi amacıyla fitil, tampon, krem uygulamasının sakıncaları var mı? Çocuğun başkalarının yanında giyinip soyunmasında bir mahzur var mı? Bunların ve cinsel eğitimle ilgili onlarca sorunun cevabı Adem Güneş’in sıcak ve özgün anlatımıyla okurlarla buluşuyor…
İnsanlığın Medeniyet Destanı, Batı hegemonyasını reddeden gerçek bir dünya medeniyetleri tarihidir. Bu kitap, tarihin kaçırılmış fırsatlarını ve insanın kaybedilmiş boyutlarını bizimle birlikte aramaya katılmak isteyen kimselere sesleniyor. Bu kitabın yönü geçmişe değil, geleceğe dönüktür. Kültür imtiyazına sahip olmayanlara, ona erişme arzusu verecektir. Bu imtiyaza sahip olup da, “klasik önyargı”nın kendisini Batı ile sınırladığı kimselerde ise büyük ihtimalle öfke doğuracak ama yine de kendilerinde bir açılma, evrensel bir bakış açısı, diğer medeniyetlerle yardımlaşma arzusu uyandıracaktır.
Mustafa Armağan Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 2’de yine özgün belge ve bilgilere dayanarak Sultan Abdülhamid’in bugüne kadar anlatılmayan yönlerini okurlarına sunuyor.
Abdülhamid’siz bir yüz yıl yaşadık. Onun yokluğunda bir imparatorluğun un ufak oluşuna ve o enkazın içinden “küçük Osmanlı” diyebileceğimiz Misak-ı Milli fikrinin doğuşuna tanık olduk. Şimdi toparlanıyoruz ve yeniden küresel bir aktör olma yolundayız. Artık ufuklara bakarken kendimizden daha eminiz. Bu açılımlar döneminde bir tarih açılımı, dolayısıyla Abdülhamid açılımı kaçınılmaz.
Türkiye’ye eğitimde altın çağ yaşatan, Küba’ya ajan gönderen, Singapur’a cami yaptıran, Sri Lanka’ya okul açtıran, New York’taki Webb’den Londra’daki Quilliam’a özel görevler veren, Belarus’un ıssız köylerinde adı hâlâ camilerde anılan bir Abdülhamid bu… Her sayfasında şaşıracağınız bir kitap…
OSMANLI AİLESİNİN EN GENİŞ FOTOĞRAFI…
“Aile bir toplumun en muhafazakâr, az değişen kurumlarından biridir ve şimdi bu asırda değişmektedir, bu değişme sebebiyle ‘aile’ kurumu kadar tarihçi araştırmalarını gerektiren bir konu yoktur. Bu nedenle Osmanlı toplumunda aile yapısı üzerine yazdığım ve tasvip gören makalelerimi yeniden ele almak, yeni malzemeyi araştırmak ve ‘millet’ sistemi ve ‘hukuktaki Romanizasyon’ gibi toplumsal ve hukukî çerçevesine oturtmak gerekiyordu. Bunsuz son 150 senedeki ailenin, aile hukukunun evrimini kavramak mümkün değildir. Bu nedenle 15.- 16. yüzyıllardan bugüne dek hukukî ve toplumsal çerçevesi içinde Osmanlı ailesinin gelişimini ele alan bu çalışmayı kaleme almayı gerekli gördüm.”
İlber Ortaylı
Geçmişi karanlık temel kurumlarımızdan biri olan ailenin, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki konumu, İlber Ortaylı’nın kaleminden değerlendiriliyor. Ortaylı, eşlerin birbirine karşı sorumlulukları, aile hukuku, çocuğun yetiştirilmesi, devletin Müslüman ve gayrimüslim ailelere yaklaşımı, miras, çok eşlilik, ataerkillik, harem gibi sağlıklı bilgi olmadan üzerine çokça konuşulan mevzuları ilk elden kaynaklarla yorumluyor.
Osmanlı Toplumunda Aile, yalnızca tarihçiler ve araştırmacılar için değil Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yaşamı merak eden, sağlam bilgilerle donanmak isteyen herkes için ideal bir çalışma.
Yıllar önce başladığım ve bir türlü bırakamadığım mesleğimin bir hatırasıdır bu notlar. Her notta, sevgili öğrencilerimin tertemiz yüzleri parıldamaktadır. İstedim ki, onlarla satırlarda ve sayfalarda konuşayım. Onları sayfalarda da dinleyeyim, hep sorsunlar ve ben hep söyleyeyim. Çünkü onlar dinlemek ve anlamak istiyorlar. Onların yetişmelerine katkıda bir adımcık olabilirse bu kitap, benim gönlüm yine sevinçlerle kanatlanacak. İlk öğrencimden son öğrencime kadar, hepinize hasretle ve en içten sevgilerimle…
“Bizi, sevgiyle sevgisinden yaratmış olan Yüce Allah, sevgiyi emretti. Kini, kanı ve düşmanlığı yasakladı. Canlı, cansız bütün varlık dünyası, aynı yaratıcının eseri olarak birbirini sevgiyle bütünledi, tamamladı, destekledi.
Böylece evrende bir müthiş uyum, ahenk ve düzen meydana geldi.
Sevgisizleşmiş insan, habire bu düzeni bozuyor. Günübirlik bencillikleri uğruna, dünyayı yaşanmaz bir hale getiriyor.
Sürekli veren cömert topraktan, daima ışıl ışıl neşe dağıtan güneşten, canımıza can katan tertemiz sulardan ibret almadan… Olumsuzluğu, cimriliği, çıkarcılığı kışkırtıyor birileri…
Bütün bu aksiliklere “dur!” diyebilecek bir ses olmalıyız. Bir mıknatıs gibi insan kardeşlerimizi iyiye, doğruya, güzele çekmeliyiz.
Öğretmenin Not Defteri bunu yapmak istiyor.”
“Sorgulayıp anlamaya çalıştığım, Müslüman insanı –bütün gayretlerine rağmen– geliştirmeye yetmeyen dindarlık türünün iç kıvrımlarıdır. Diliyle sürekli Allah’ı anmasına ve sürekli dini etkinliklerde bulunmasına rağmen, kendisi gibi olmayanlar üzerinde derin bir saygı ve hatta imreniş uyandıramayan Müslümanlık biçiminin, Allah’ın muradıyla örtüşeceğini düşünemiyorum. Tabii ki ‘Allah’sız Müslümanlık’ ifadesi, kâfirlik ve inkârcılık suçlaması kastıyla seçilmiş değildir. Bu isim ‘Müslüman kişinin Allah ile iletişimini geliştiremeyen dindarlık’ tanımlamasının kısaltılmışı sayılabilir. Peki, böylesi dindarlık nasıl bir şeydir?” Yıllardır dillerden düşmeyen şiirleri, senaryoları, romanları ve politik denemeleriyle tanıdığımız Ömer Lütfi Mete’den çağımızın Müslümanlığına dair “içeriden” bir eleştiri… İslam’ı nasıl yaşıyoruz ve nasıl yaşamalıyız? Onu aslında modern hayatın kimi ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn mı ediyoruz? İslam en son ve en mükemmel din olduğuna göre, mensupları neden yüzlerce yıldır geriliğin ve ezikliğin girdabından kurtulamıyor? Allah’sız Müslümanlık, İslam’ı yaşama sorununa dair güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir ahlaki el kitabı…
Yıllar önce başladığım ve bir türlü bırakamadığım mesleğimin bir hatırasıdır bu notlar. Her notta, sevgili öğrencilerimin tertemiz yüzleri parıldamaktadır. İstedim ki, onlarla satırlarda ve sayfalarda konuşayım. Onları sayfalarda da dinleyeyim, hep sorsunlar ve ben hep söyleyeyim. Çünkü onlar dinlemek ve anlamak istiyorlar. Onların yetişmelerine katkıda bir adımcık olabilirse bu kitap, benim gönlüm yine sevinçlerle kanatlanacak. İlk öğrencimden son öğrencime kadar, hepinize hasretle ve en içten sevgilerimle…
“Bizi, sevgiyle sevgisinden yaratmış olan Yüce Allah, sevgiyi emretti. Kini, kanı ve düşmanlığı yasakladı. Canlı, cansız bütün varlık dünyası, aynı yaratıcının eseri olarak birbirini sevgiyle bütünledi, tamamladı, destekledi.
Böylece evrende bir müthiş uyum, ahenk ve düzen meydana geldi.
Sevgisizleşmiş insan, habire bu düzeni bozuyor. Günübirlik bencillikleri uğruna, dünyayı yaşanmaz bir hale getiriyor.
Sürekli veren cömert topraktan, daima ışıl ışıl neşe dağıtan güneşten, canımıza can katan tertemiz sulardan ibret almadan… Olumsuzluğu, cimriliği, çıkarcılığı kışkırtıyor birileri…
Bütün bu aksiliklere “dur!” diyebilecek bir ses olmalıyız. Bir mıknatıs gibi insan kardeşlerimizi iyiye, doğruya, güzele çekmeliyiz.
Öğretmenin Not Defteri bunu yapmak istiyor.”
Toplumun en küçük birimi olan aile, bizim yaşadığımız coğrafyada bir kat daha önemlidir. Aile birliğinin kurulması kadar, bu kurumun sürdürülmesi ve yaşatılması da toplumsal beraberliğin bir anahtarıdır. Dolayısıyla, ailede ortaya çıkan kimi sorunları aşmak ve onları çözüme kavuşturmak için her zaman makul bir yolun varlığı aşikârdır. Aile içinde sağlıklı ilişkiler kurabilmenin yolunu karşılıklı anlayış ve sevgi-saygı-güven bağında gören Tarhan, mutlu bir yuvanın ipuçlarını veriyor. Aile Okulu ve Evlilik, çocuklara özgüven kazandırmanın yollarından saygı eğitimine, ergenlik dönemi sorunlarından eşler arasındaki kıskançlıklara ve eşlerin birbirini tanımasının öneminden gelin-kayınvalide çatışmalarına kadar pek çok konuya ve soruna ışık tutan önerileri bir araya getiriyor. Aile Okulu ve Evlilik, Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın kaleminden, mutlu aileler için rehber niteliğinde bir başvuru kitabı.
“Bizi, sevgiyle sevgisinden yaratmış olan Yüce Allah, sevgiyi emretti. Kini, kanı ve düşmanlığı yasakladı. Canlı, cansız bütün varlık dünyası, aynı yaratıcının eseri olarak birbirini sevgiyle bütünledi, tamamladı, destekledi.
Böylece evrende bir müthiş uyum, ahenk ve düzen meydana geldi.
Sevgisizleşmiş insan, habire bu düzeni bozuyor. Günübirlik bencillikleri uğruna, dünyayı yaşanmaz bir hale getiriyor.
Sürekli veren cömert topraktan, daima ışıl ışıl neşe dağıtan güneşten, canımıza can katan tertemiz sulardan ibret almadan… Olumsuzluğu, cimriliği, çıkarcılığı kışkırtıyor birileri…
Bütün bu aksiliklere “dur!” diyebilecek bir ses olmalıyız. Bir mıknatıs gibi insan kardeşlerimizi iyiye, doğruya, güzele çekmeliyiz.
Öğretmenin Not Defteri bunu yapmak istiyor.”
Zaman geçiyor, hayat hızlanıyor, günümüzde her şey gibi anne babalık tutumları da yeniden tanımlanıyor. Bugün çok sayıda aile çocuklarıyla sorun yaşıyor ve sayısız kaynaktan gelen bilgilerin bombardımanı altında kafaları karışıyor. Ne yapmalıyız? Doğru bir anne-babalık nasıl olmalı? Çocuklarımızı rekabetçi kişiler olarak mı yetiştireceğiz yoksa erdem sahibi insanlar olarak mı?
Koruyucu Psikoloji, merhamet ve vicdan sahibi çocuklar yetiştirirken onları dış dünyanın getirebileceği gerginliklerden nasıl koruyacağımızı tartışıyor. Çocuklarımıza erdem, dürüstlük, ahlak, vicdan gibi değerleri aktarırken onlarla en güzel biçimde iletişim kurmanın yollarını ortaya koyuyor. Hedefi, ‘duygusal ve ahlaksal zekâsı yüksek insanlar’ yetiştirmek olarak belirliyor. Ve ısrarla, hiçbir zaman hiçbir şey için geç kalınmış olmadığını; iyi niyet, çaba ve kararlılıkla yüründüğünde yaşananların hayatı anlamlandıracak ve kolaylaştıracak birer tecrübeye dönüşebileceğini vurguluyor.
Prof. Dr. Kemal Sayar ve Psikolog Feyza Bağlan’dan, modern dünyada her aileye gerekli olan anne babalık tutumları üzerine kapsamlı ve farklı bir kılavuz.
Kapının açılışından bilirdim. Kokusuyla gelirdi. Toprak odamız gül kokardı. Gülümserdi. Işıl ışıl bakardı. Şefkat dolu bir ses ruhumu tutardı. Nasıl da sevinir, sevgiyle kanatlanırdım.
“Küçük adam nerede?”
Bu sesi her duyduğumda birden büyürdü çocuk yüreğim. Büyürdü de Medine’ye sığmazdı.
Koşarak atılırdım kucağına. Kucak, çocuk için ne muhkem bir sığınaktı. Dedemin kollarında güçlenirdim. Gül ile karanfil kokusu birbirine karışırdı…
Aşk, “Mim!” dedi.
Tüm varlık aşkla “Mim”lendi.
Esmanın bilinme seyri “Kenz-i Aşk”a yüklendi.
Dedem Hazreti Muhammed (asm), Âlemlerin Efendisi olarak yaratılan Hz. Muhammed’i (asm) anlatma gayesiyle kaleme alınan Kenz-i Aşk dizisinin son halkası.
Onlar Peygamberimizin “benim iki reyhanımdır” dediği sevgili torunları, canın parçası Hz. Fatıma annemiz ile velayetin kapısı Hz. Ali’nin evlatları, Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimiz…
Dedem Hazreti Muhammed (asm), Peygamberimizin ilk çocuklukları işte bu risalet ve velayet ırmaklarının kıyısında geçen iki mübarek gözün bakışı ile anlatıldığı bir siyer-roman.
Nuriye Çeleğen, Âlemlerin Efendisini, çocuk dünyasının hayret ve haşyet yüklü saf bakışı ile kalplerimize yaklaştırma gayretiyle kaleme aldı; Dedem Hazreti Muhammed (asm)…
Çocukların çok sevdiği Ünlülerle Bir Gün dizisi tarihimizdeki bambaşka ünlü şahsiyetlerle devam ediyor! Bu kez çocuklar; Kanuni Sultan Süleyman, Osman Gazi, Nasreddin Hoca, Biruni, Nene Hatun, Koca Yusuf, Itri, Ertuğrul Gazi, Hacı Bektaşi Veli ve Halide Edip Adıvar ile sanat, spor, tarih, bilim, genel kültür ve daha birçok konuda yepyeni bilgiler edinecek, tarihimizdeki “gerçek” ünlüleri tanıyacak ve onların yaşamlarına tanık olacak! Murat’ın çok özel anahtarı ile yaşadığı heyecan verici maceraları çocuklar çok sevecekler!
Levent Kapadokya’da
Levent Pamukkale’de
Levent Rize’de
Levent Çanakkale’de
Levent Mardin’de
Levent Kapadokya’da
Levent Pamukkale’de
Levent Rize’de
Levent Çanakkale’de
Levent Mardin’de
Merakla beklenen Levent İz Peşinde serisinin üçüncüsü geliyor! Komik, saf, deli dolu Levent’in, haylaz kardeşi ve muzır sınıf arkadaşlarıyla birlikte “İz Peşinde” koştuğu, kılıktan kılığa girip her zamanki gibi başına türlü işler açtığı maceralar hız kesmeden devam ediyor!
Levent bu seride, yaz tatilinde köy hayatına alışmaya çalışırken bir yandan da suçluların izini sürüyor. Bambaşka bir “İz Peşinde” macerasına hazır olun!
Dinamik Bükücü
Keçilerin Takipçisi
Kaçakların Korkulu Rüyası
Kaçış Uzmanı
Orman Gözcüsü
Komik, saf, deli dolu Levent’in, haylaz kardeşi ve muzır sınıf arkadaşlarıyla birlikte “İz Peşinde” koştuğu, kılıktan kılığa girip başına türlü işler açtığı maceraları devam ediyor! Çevre Koruyucusu Büyük İşler Ustası Korkusuz Kurtarıcı Arabaların Kahramanı Kütüphane Muhafızı
Kur’an; Azîz olan izzet sahibi, Rahîm olan rahmet sahibi Allah’ın indirdiği hikmet yüklü bir kitaptır.
Kur’an; bir hakikat çağrısı, bir hidayet rehberidir. Bu kitap Allah’ın sesidir, nefesidir; Allah’ın kelamıdır. İnsan, Kur’an’la ne kadar iç içe girerse Allah’ın sesini, nefesini, soluğunu o kadar içinde, iliklerinde hisseder. O soluk insanı pişirir; olgunlaştırır…
Kur’an; arayış içindeki insanı esfel-i safilinden, bataklığın dibinden alıp Allah’ın rızasının istikametine sevk etmek için indirilmiş bir kitaptır.
Kur’an hatırlatır… İnsanın fıtratından gelen devasa sorulara, arayışlarına cevap verir. İnsanın ruhuna, benliğinin derinliklerine hitap eder. Yeter ki insan içindeki o sese kulak verebilsin.
Kur’an Peygamberimizin kalbine inmiştir; şahsiyetine ve benliğine inmiştir. Onu yemesiyle, içmesiyle, oturmasıyla, kalkmasıyla yaşayan Kur’an yapmıştır.
Kur’an müminin de kalbine inmeli çünkü kalp, insanın şahsiyetinin, karakterinin, benliğinin merkezi ve başkentidir.
Yasin Pişgin, Yasin Suresi tefsiri olarak hazırlanan Kur’an’ın Kalbine Yolculuk’ta Kur’an’dan mü’minin kalbine; mü’minin kalbinden Refîk-i âlâya uzanan yola işaret ediyor. Kur’an’ın Kalbine Yolculuk bu yolda gidenleri Kur’an’ın derinliklerine daldırıyor. Ta ki Kur’an’ın sırları gönüllere aşikâr olsun.
”Nasıl herkese duyuruyum da sesimi diyeyim: Bu anlattığınız ben değilim, ben bu anlattığınız değilim. Yusuf’u ben nasıl yerim? Ben Yusuf’u nasıl yerim?
Sözünün bu kısmına gelince kurt, nemli gözlerinden boncuk gibi yaşlar dökülmeye başladı. Gri tüylerle kaplı göğsü, ön ayakları ıslandı. Bir ah çekti derinden derine. Islak burnu daha ıslandı. Ve devam etti:
Ben şimdi adımı nasıl temize çıkarayım, alnıma sürülen bu kapkara lekeyi neyle, nasıl yıkayayım? Öyle bir leke ki değil bana, yeter kıyametin kopacağı güne değin gelip geçecek tüm torunlarıma.
Tek muradım, bütün yaratılmışların sahibi olan Tanrım, bu ayıpla yaşatmasın beni. Ya alsın yeni doğmuş bütün kurt yavrularıyla birlikte canımı, kurt neslinin dalı yaprağı burada kesilsin, ya da adım temize çıksın.
Birçok yetişkin cezasız çocuk eğitimi olamayacağına inanır… Çocuğun neyin doğru, neyin yanlış olduğunu öğrenebilmesi için ceza ve mükâfatın iyi bir eğitim yöntemi olduğunu düşünür. “Ceza kötü bir şey olsaydı, çocukken cezalandırılan bizler de kötü insanlar olurduk” der. Ceza insanı kötü biri yapmaz belki… Ama hiperaktif yapar… Şımarık yapar… Yılışıklaştırır… Öfkeli hale getirir… Eşi ile bağ kuramaz, çocuğu ile oynayamaz biri yapar… Ceza bir eğitim aracı değil, bir aşağılama davranışıdır… Çocuk aşağılanarak değil, ancak değerlilik hissiyle kişiliğini geliştirir… Pedagog Adem Güneş, Cezasız Eğitim’de çocukluktan yetişkinliğe kişilik gelişimini inceliyor. Baskı, zorlama ve cezanın çocuğun kişiliğine nasıl yansıdığını gözler önüne seriyor. Cezasız Eğitim, çocuk eğitimine bakış açınızı kökten değiştirecek bir eser…
HAYAT BAĞLANMALARDAN İBARETTİR
Hayat bağlanmalardan ibarettir. Önce anneye… Sonra babaya… Aileye… Ardından “yaşama” ve “yaşamaya” bağlanma…
Yaşama sevincini kaybetmiş kişiler bağlanamayanlardır.
Saray arşivlerinde bugün binlerce eşya, tanınmayı ve fark edilmeyi bekliyor. Çünkü hepsinin bize anlatacağı bir hikâye var. Bazıları binlerce yıl öncesini gördü, bazıları ise sadece birkaç yüz yıllık bir geçmişe sahip. Bazılarına bir peygamber dokundu, bazılarına on binlerce insan, bazıları uğruna savaşlar verildi, bazıları barışın simgesi oldu. Kimisi herkesin gözü önünde günümüze ulaştı, kimisi de herkesten gizlenerek…
Öteki Gündem programıyla reytingleri alt üst eden Cansu Canan Özgen Osmanlı tarihi hakkında en çok merak edilen soruları soruyor, yediden yetmişe herkese ulaşan ve tarihi günümüze taşıyan üslubuyla göz dolduran Talha Uğurluel, bu sorulara konuyla alakalı hiçbir yerde bulunmayan görseller eşliğinde cevap veriyor.
Avcılık ve toplayıcılıkla başlayan; Mezopotamya’dan Roma uygarlığına, Rönesans’tan Tanzimat’a, Haçlı Seferleri’nden İkinci Dünya Savaşı’na, Japonya’dan Amerika’ya uzanan 100 bin yıllık uzun bir yolculuğun kısa tarihi bu…
Tarih Öncesi’nden bugüne imparatorlukların yükselişi ve çöküşü, dünya siyasetine yön veren olaylar, kişiler, savaşlar ve fikirler… Batı’nın ve Doğu’nun tarihteki dönüm noktaları ve birbirlerine etkileri… Osmanlı ve Türk tarihiyle bağlantılı hadiselerin öncesi ve sonrasına genel bir bakış…
Bu kitapla; ilk uygarlıkların doğuşuna ve insanoğlunun dünyaya yayılıp hükmetmesine şahitlik edeceksiniz. Tarihsel çağlar arasında seyahat edip Coğrafi Keşifler’le Yeni Dünya’yı keşfedecek ve kıtalar arasında dolaşacaksınız. Rönesans’la fikirlerin bir uçtan bir uca yayılışına tanık olacak, Sezar’dan Fatih Sultan Mehmed’e, dünya düzenini değiştiren imparatorlara eşlik edeceksiniz. Kadeş Antlaşması’ndan iki büyük dünya savaşına ve ardından Soğuk Savaş’a kadar uzanan süreçte savaşlar ve devrimlerle dünyanın sürekli değişen düzenine tanıklık edip önemli antlaşmalara imza atacaksınız. Evet; yazının icadından günümüze kadar geçen bu uzun soluklu süreçte kıtalar ve yüzyıllar arasında sıçramalı bir yolculuk sizleri bekliyor!
Ali Çimen’in kaleminden dünyamızın kısa tarihi.
Bu kitabı bitirdiğinizde, genel dünya tarihine ilişkin cevapsız sorunuz kalmayacak!
Hepimiz duygusal olarak sağlıklı çocuklar yetiştirmek isteriz. Güvensiz, mutsuz, yapayalnız bir çocuk yetiştirmek isteyen bir tek anne baba yoktur. Önemli olansa şudur: Bunu nasıl yapacağız?
Duygular, özellikle de öfke, hayal kırıklığı, kıskançlık, reddedilme gibi kuvvetli ve zorlu duygular çoğu çocuk için baş edilmesi güç şeylerdir. Bir arkadaşına öfkelenen çocuğunuzun önünde bir sürü seçim olabilir; kaba güç kullanmayı seçebilir, sinip kalabilir ya da tüm duygularını ifade ederek sözle direnebilir. Bu seçimlerin her biri çocuğun duygusal hayatında farklı bir patika çizecektir.
Seçimlerimizin toplamından oluşan hayatı güzelleştirmek için yapılması gereken belki de çok basittir: Durmak, sakinleşmek ve iyi bir seçim yapmak.
Dünya çapında binlerce çocuğun duygusal sağlık kazanma yolculuğuna rehberlik eden Maureen Healy daha mutlu ve daha sağlıklı çocuklar yetiştirmenin ipuçlarını sunuyor.
“Bilgi çağını bilgelik çağına dönüştürürken yol göstericimiz Mevlâna olacaktır. Çünkü o ruhsal yapımızdaki şifrelere dokunuyor, bizde var olan duyarlılığı harekete geçiriyor.” Prof. Dr. Nevzat Tarhan Mesnevî Terapi’ de, Hz. Mevlâna’nın asırlar aşan bilgeliğini modern psikolojide kabul gören anlayışla bağdaştırarak insanın anlam arayışında kendi iç hakikatini görmesini vurgulayan Tarhan, Hz. Mevlâna ile Aile Terapisi’nde bu kez, aile bireylerinin birbirleriyle ilişkilerini Mesnevî hikâyeleri ışığında ele alıyor. Mesnevi’deki hikâyelerin rehberliğinde, eşler arası dinamiklerin, ebeveynlerin çocuklarıyla iletişimlerinin nasıl gelişmesi gerektiğine değiniyor. Bu hikâyelerden çıkardığı ruha şifa sonuçlarla modern psikolojinin öğretilerini bağdaştırarak hem eşlere hem de ebeveynlere bir manevî gelişim haritası sunuyor. Kitap, kırk altı hikâyeyi, aile bireylerinin psikolojik iletişimleri üzerinden ele alıyor olması açısından alanında özgün bir çalışmadır. Bu zamana kadar çeşitli derlemelerle açıklanmaya çalışılan Mesnevî hikâyeleri, burada aile fertlerinin rol model alabileceği mübarek isimler üzerinden incelenmekte ve bu kadim davranış modelleri günümüz psikoloji ekolleri çerçevesinde masaya yatırılmaktadır. Böylece günümüz okuruna geçmişle gelecek arasındaki bağlantının, nasıl bir örneklik teşkil ettiği hatırlatılmaya çalışılmaktadır.
Masallardaki renkli dünya, çocukları oldukça etkiler. Bu seride her biri özenle kaleme alınmış masalların, çocukların birçok değeri tanımasına, buna bağlı olarak tavır ve davranışlarında olumlu değişimler yaşamasına vesile olacağı kanaatindeyim. Prof. Dr. Mehmet Emin Ay Hadis Bahçesi dizisi, her kitabın baş kısmında belirtilen hadiste konu olan erdeme atıf yapan masallar içeriyor. Böylece çocuklara masallarla 10 hadis ve 10 evrensel değeri eğlenceli masallarla öğretmeyi hedefliyor. Engelli yavru kutup ayısı karşısına çıkan engellerle başa çıkabilecek mi? Aslan Sercan’ın yerine bir süreliğine geçen teyze oğlu Akça Aslan ayrımcılık yapmaktan vazgeçebilecek mi? Yunus Nusnus, yaralı ahtapota yardım edebilecek mi? Tilki Pofuduk kürkünü koruyabilecek mi? Ceylan Cancan, arkadaşı Ceren’e yardım edebilecek mi? Fener Balığı Pıtır, merak ettiklerine kavuşabilecek mi? Dinozor Dina, yemeği çok sevdiği orkideleri israf etmemeyi başarabilecek mi? Ördek Rengarenk kurumakta olan gölü kurtarabilecek mi? Arı Rırı bin yavrusunu büyütmeyi başarabilecek mi? Tavus Vusvus, sahip olduğu güzellikleri fark edebilecek mi? Birbirinden renkli, güzel, eğlenceli masallarla hadislerin dünyasına yolculuk bu dizide okurlarını bekliyor.
Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli cephelerinden biri hiç şüphesiz Irak Cephesi’dir. Bu cephenin en stratejik kazanımı ise “yenilmezlikleriyle” nam salmış İngilizlere karşı elde edilen Kutü’l-Amare Zaferi’dir. Osmanlılar açısından bu önemli zafer büyük bir moral kaynağı olmuş, elverişsiz koşullara ve yetersiz kaynaklara rağmen İngilizlerin inadını sebatla kırmayı başarmışlardır.
• I. Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi’nin, dolayısıyla Kutü’l-Amare kuşatmasının önemi nedir?
• Irak Cephesi’ndeki muharebelerin yapıldığı coğrafya askerî anlamda hangi özelliklere sahipti?
• İngiliz ve Osmanlı ordusunun bu cephedeki askerî/sosyal durumu kuşatmadan önce ve sonra nasıldı?
• Kutü’l-Amare kuşatması hangi koşullar altında, nasıl cereyan etti?
• Zafer öncesinde Osmanlı Kıtaatı Kumandanı Halil Kut Paşa, İngiliz Kuvvetleri Kumandanı General Charles Townshend’e gönderdiği mektupta neler yazıyordu?
• İngilizler, esirleri mukabilinde Halil Kut Paşa’ya rüşvet teklif etmişler miydi?
• Zafer sonrasında yerli ve yabancı basında ne tür haberler yayımlandı?
Askerî tarih alanında yaptığı çalışmalarla dikkatleri üzerine çeken araştırmacı/yazar Erhan Çifci Kut Almış Bir Ordunun Zaferi/Kutü’l-Amare adını verdiği bu eseriyle; muharebeyi hazırlayan fiziki/sosyal koşulları, her iki tarafın savaşın seyrini değiştiren aktörlerini, savaşın safha safha, nasıl cereyan ettiğini ve sonuçlarını bir film senaryosu tadında kaleme almıştır. Çifci çoğu ilk kez bu eserde yayınlanacak haritalar, belgeler ve fotoğraflar eşliğinde muharebenin her safhasını konuyla alakalı yerli/yabancı pek çok kaynağı mukayeseli biçimde gözden geçirip, hamasetten uzak ve objektif bir bakış açısıyla yazarak bu alandaki önemli boşluğu doldurmuştur.
“Gözlerime bakarak verdiğin sevinci
Ne de toz mavi kurdeleni
Kaybedemem asla.
Farkında değiller hâlâ, bitti sanıyorlar.
Acı esas şimdi başlıyor.”
Romanları ve oyunculuğu ile Türkiye’de ve dünyada büyük ilgiyle takip edilen Bahadır Yenişehirlioğlu özel baskılı ilk şiir kitabında hayata, inanca ve aşka dair duygu dolu şiirleriyle çıkıyor okurlarının karşısına…
Görsel ve işitsel bir şölen olarak tasarlanan Sonra Giydirir Aşk Esvabını’da 50’yi aşkın şiir yer alıyor. Kitaptaki şiirlerden bazıları her biri için ayrı ayrı bestelenen müziklerle Bahadır Yenişehirlioğlu tarafından seslendirildi.
Sözün ve müziğin gücünü bir araya getiren bu çalışmada, kitabın içine yerleştirilmiş QR kodlarla seslendirilen şiirlere eriştiğinizde çok farklı bir okuma deneyimi yaşayacaksınız.
Bazen öyle anlar olur ki duygularımızı yönetemeyiz… Duygularımız bizi yönetir… Öfkemizle baş etmekte zorluk çeker; sevdiklerimizi kırar, incitir, sonra pişman oluruz… Kaygılarımız yaşamımızı esir alır; adım atmakta zorluk çeker, kararsızlıklar yaşarız… Sabah uyandığımızda ‘iyi bir gün geçirmeye’ niyet eder; günü iç daralmaları ile kapatırız… İyi düşünmek yetmez; iyi hissetmekte zorluk çekeriz… İç seslerimiz bir türlü susmaz; hayata tebessüm edemeyiz… Bir telaş, bir acelecilik içinde yaşar; yeryüzünü kendi gözlerimizle seyredemeyiz… Ve tüm bunların değişmeyeceğine inanır, kalitesiz bir yaşama kendimizi mahkûm ederiz… Halbuki, duyguların zarara uğramış yanlarını onarmak, onarılmış duygularla bir iç genişliği içinde yaşamak mümkündür… Değersizlik hislerimizden, yetersizliklerimizden, güvensizliklerimizden ve içimizde yıllar boyunca birikmiş tüm hoşnutsuzluk duygularından arınabilir, ruhsal özgürlüğümüze yeniden kavuşabiliriz… Adem Güneş, Bırak ve Rahatla’da kendimizi nasıl onarabileceğimizi anlatıyor… Altı haftalık bir program içerisinde ‘Duygusal Farkındalık Eğitimi’ sunuyor… Peki ama nasıl? Telaşlı yaşamı bırakıp biyolojik ritmi düzenleyerek ‘sakinliğe’ erişmek… Bastırılmış duyguları bırakıp ‘ruhsal özgürlüğü’ hissetmek… Kaygılı bedeni bırakıp ‘iç genişliği’ elde etmek… Bırak ve Rahatla, geçmişini onarmak ve gerçek kendiliğini bulmak isteyen herkes için…
KARARLAR VERDİLER, TARİHİ DEĞİŞTİRDİLER…
“Sevginin büyüklüğü nasıl ifade edilir?” Bu sorunun cevabını meraklı bir çocuğun renkli dünyasında keşfetmeye hazır mısınız? “Beni Ne Renk Sevdin Anne? annesinin kendisine olan sevgisinin büyüklüğünü merak eden ve bunun cevabını renklerin büyülü dünyasında arayan meraklı bir çocuğun öyküsü. Sevginin rengârenk olduğunu ve anne sevgisinin bir çocuğun hayal dünyasında bambaşka bir yer aldığını gösteren bu sıcacık öyküyü keyifle okuyacaksınız…
Bu sadece sarı bir nokta.
Gerçekten öyle mi?
Çocuklar bu neşeli ve maceracı noktanın birlikte oyun oynama davetine karşı koyamayacaklar.
Sanat ve eğlenceyle dolu muhteşem bir renk, hareket, şekil ve hayal yolculuğuna çıkacaklar.
Bu yolculukta yepyeni bir boyuta sıçramaya hazır olun:
Duygular! Sadece aklımıza değil aynı zamanda kalbimize de bağlanan bu nokta, sayfalarda ilerlerken saklanarak, kıvrılarak, sallanarak olağanüstü bir mizah duygusunu, korkuyu, neşeyi ve daha fazlasını ifade edecek.
Bu kitap ses çıkarıyor: Parmağını sayfanın üstüne koy ve sesi çıkar!
Sesleri çıkararak eğlenelim: Oo, Aa, Vay ve daha fazlası…
Konuşmak, şarkı söylemek, nefes almak, kendini ifade etmek ve var olmak için hadi sesimizi kullanalım ve renkleri birer nota gibi okuyalım!
Mini Masallar, dördüncü serisiyle devam ediyor!
Ördek ailesinin sevimli kahramanlarıyla bir solukta okunan Mini Masallar, çocukların okuma beceri ve alışkanlıklarını geliştiriyor. Her bir kitapta ele alınan özel temalar çocukların sosyal davranışları ve becerileri tanımalarına katkı sağlıyor, karakter eğitimlerini destekliyor.
Eğitsel yönden güvenilir içeriği, yolculukta ve evde rahatça taşınan boyutları, rengârenk çizimleriyle yayınlandığı ilk günden beri çocukların gözdesi olan Mini Masallar, eğlenerek okuma alışkanlığı kazandıran harika bir dizi…
Gizli servisler, ajanlar, casuslar…
Karşılaştığımızda zihnimizde kıvılcımlar çaktıran ve komplo çarklarını döndürmeye başlayan bu üç kavram edebiyat, sinema ve popüler kültürün yanı sıra tarihin de baş aktörü oldu. Persler tarafından “Kralın gözleri ve kulakları” olarak adlandırılan ve iktidar için tehdit olabilecek olası tehlikelere karşı gözlerini dört açan görevlilerden bu yana istihbarat, yaşamın önemli bir parçasına dönüştü.
Çinli bilge Sun Tzu, MÖ 5. yüzyılda “Düşmanını bilen, kendini bilir.” diyerek istihbaratın fikir babalığına soyunmuş olsa da gizli bilgi toplama işi, 19. yüzyıla kadar amatörler tarafından ve acemice yürütüldü. Birinci Dünya Savaşı’nda saha kenarında ufak ufak ısınmaya başlayan istihbaratçılar, İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte tam kadro sahaya indi ve onu izleyen Soğuk Savaş’tan itibaren de şampiyonluk için kıyasıya bir mücadeleye giriştiler. 20. yüzyılda istihbarat savaşlarına damgasını vuran CIA, bitmek tükenmek bilmeyen bu mücadelenin en önemli aktörlerinden biri olmayı sürdürüyor.
Ali Çimen’in Başkanın Gözleri / CIA adını verdiği bu çalışmasıyla CIA’in önce hangi şartlarda ve niçin kurulduğunu görecek, kurucu aktörlerini tanıyacak ve emekleme aşamasına şahit olacaksınız. Akabinde Soğuk Savaş’la birlikte nasıl hızla serpildiğini izleyecek, kendisine “insan hakları ve demokrasiyi savunmak ve yaygınlaştırmak” gibi bir misyon biçen ABD adına Güney Amerika’dan Himalayalar’a, Ortadoğu’dan Uzak Doğu’ya yayılan bir coğrafyada şekillenen heyecan verici hikayesini okuyacaksınız.
Anne ve babasını acı bir şekilde yitiren Mehmet, kız kardeşiyle birlikte köyünden ayrılıp İstanbul’daki dayısının yanına gelir. Burada pek çok zorluğa göğüs germek zorunda kalır. Herkesin takdir ettiği bir kişiliğe sahip olan Mehmet’in en büyük isteğiyse okuyup doktor olmak ve köyüne geri dönüp köy halkına hizmet etmektedir…
İdealist bir köy çocuğu olan Mehmet’in idealine ulaşmak adına yaptığı fedakarlıklar, gösterdiği azim ve kız kardeşiyle birlikte hayatın zorluklarına karşı yılmadan, bıkmadan verdiği mücadele…
MEB tavsiyeli Yankılı Kayalar, Ahmet Yılmaz Boyunağa’nın usta kaleminden çıkmış heyecan ve duygu dolu bir ilk gençlik romanı…
Romanları ve oyunculuğu ile Türkiye’de ve dünyada büyük ilgiyle takip edilen Bahadır Yenişehirlioğlu bu kez şaşırtıcı bir romanla çıkıyor okurlarının karşısına.
Her şeyi geride bırakıp çekip gitmek kolay mı? Kurmak için yıllarca uğraştığı düzeninden bir çırpıda vazgeçebilir mi insan? Geride bıraktıkların ne olacak? Sorumluluklarını ne yapacaksın? Gözünün içine muhabbetle bakanlar ne yapacak sensiz?
Peki ya hayallerin? Gerçekten yaşadığın hayatı istiyor musun? Bu kısacık ömrünü başkalarının istediği gibi mi sürdüreceksin? Benliğini bulmak için hiç mi uğraşmayacaksın? Gidebilirsen eğer, gittiğin yerde seni neler bekler? Gidemezsen kimdir aslında bunun sorumlusu?
Üsküdar’ın sırtlarından İstanbul’u sessizce izleyen o ev, içinde Antikacı Cemil Bey’in hikâyesiyle birlikte neler barındırır?
Yıllar önce başladığım ve bir türlü bırakamadığım mesleğimin bir hatırasıdır bu notlar. Her notta, sevgili öğrencilerimin tertemiz yüzleri parıldamaktadır. İstedim ki, onlarla satırlarda ve sayfalarda konuşayım. Onları sayfalarda da dinleyeyim, hep sorsunlar ve ben hep söyleyeyim. Çünkü onlar dinlemek ve anlamak istiyorlar. Onların yetişmelerine katkıda bir adımcık olabilirse bu kitap, benim gönlüm yine sevinçlerle kanatlanacak. İlk öğrencimden son öğrencime kadar, hepinize hasretle ve en içten sevgilerimle…
“Bizi, sevgiyle sevgisinden yaratmış olan Yüce Allah, sevgiyi emretti. Kini, kanı ve düşmanlığı yasakladı. Canlı, cansız bütün varlık dünyası, aynı yaratıcının eseri olarak birbirini sevgiyle bütünledi, tamamladı, destekledi.
Böylece evrende bir müthiş uyum, ahenk ve düzen meydana geldi.
Sevgisizleşmiş insan, habire bu düzeni bozuyor. Günübirlik bencillikleri uğruna, dünyayı yaşanmaz bir hale getiriyor.
Sürekli veren cömert topraktan, daima ışıl ışıl neşe dağıtan güneşten, canımıza can katan tertemiz sulardan ibret almadan… Olumsuzluğu, cimriliği, çıkarcılığı kışkırtıyor birileri…
Bütün bu aksiliklere “dur!” diyebilecek bir ses olmalıyız. Bir mıknatıs gibi insan kardeşlerimizi iyiye, doğruya, güzele çekmeliyiz.
Öğretmenin Not Defteri bunu yapmak istiyor.”
Ben ilkokula gittiğim yıllarda öğretmenimiz bize Kelime Defteri tuttururdu. Alfabetik fihrist formunda, ince uzun bir defterdi bu. Türkçe dersi sırasında karşılaştığımız yeni bir kelimeyi ve onun anlamını günlük defterimize değil Kelime Defteri’ne yazar, karşı tarafta cümle içinde kullanırdık. Böylece kendimize ait sözlüğümüz oluşurdu.
Şimdi ben de kendi kelimelerimi merak ediyorum ve onları bir araya getirerek cümle içinde kullanmayı deniyorum. Bir tür Kelime Defteri çıkarmak istiyorum kısacası. Bir de merak ediyorum, acaba fark etmediğim kelimelerim de var mıdır benim? Yoksa hepsinin farkında mıyımdır?
İşte benim Kelime Defteri’m…
…
Aşk: Ezelden beri aşk olduğu için kelimelerin en başına yazıldı.
İnsaniyet: Her türlü davanın üstünde.
Tabiat: Yarı ölü düştüğüm bahçede yabani bir lâvanta çiçeğini saçlarımın arasına takma arzusunu duyduğumda, beni taşıdığım can hatırına onaracak olanı da tanıdım.
Nergis: Gül devrim, lâle devrim geçti. Şimdi nergis devrimdeyim.
Karadeniz: Karadeniz’in ayrı bir kimliği var. O yüzden Kelime Defteri’nde Deniz’e rağmen Karadeniz var. İçinde Fırtına.
Çay: Çayı yaratan Allah’a hamd olsun. Ya yaratmamış olsaydı!
Yazı: Hayatımın merkezinde duran şey yazıdır, yazarlık değil.
Defter: Bitti. Oysa benim daha çok kelimem kaldı. Su gibi. Ateş gibi.
Türkler tarihin her safhasında görünen, tarihi inşa eden kavimlerden biridir. Bugünkü medeni dünyada hiçbir eski dünya kavmi ve ülke yoktur ki Türkler olmadan tarihini yazabilsin. Mutlaka, Türkleri ve Türk tarihini bilmek zorundadır ki kendi tarihini anlayabilsin.”
İLBER ORTAYLI
Türklerin Tarihi kitabında Marmara’da küçük bir beylik olarak doğan, gelişen ve kuruluşunun üzerinden 150 yıl geçmeden Balkanlar’da ve Ege’de hâkimiyet tesis eden, Akdeniz dünyasının son muhteşem imparatorluğu olan Türk İmparatorluğu’nun üç kıtaya yayılmasına şahitlik edeceksiniz.
Sultanü’l-Berreyn ve Hakanü’l-Bahreyn (İki Karanın ve İki Denizin Hükümdarı) olan Fatih Sultan Mehmed gibi bir Rönesans hükümdarının dünyasına eşlik ederek; Türk tarihinin büyük asrı, dünya tarihinde birçok değişime neden olan 15. yüzyılın bilinmeyenlerini öğreneceksiniz…
Bugün Avrupa, Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, sayıları yirmiyi aşan çeşitli dil, din, ırk ve siyasal rejime sahip ülkenin ortak tarihini okuyacaksınız…
Hepsi birbirinden değerli Türk sultanların başarılarını görecek; harp teknikleri Rönesans kadar Asyai Türk tekniklerine de dayanan dünyanın en güçlü ordusunu tanıyacak ve kısa sürede Üçüncü ve son Roma İmparatorluğu’nun nasıl kurulduğuna şahitlik edeceksiniz.
Anadolu’nun bozkırlarından Avrupa’nın içlerine, İlber Ortaylı’nın satırları arasında dolaşmak isteyen her yaştan okurun zevkle okuyacağı bir başucu kitabı…
Roger Garaudy bu kitabında özetle şöyle sesleniyor: İslâm, bir yüzyıl içinde Atlas okyanusundan Çin denizine, İspanya ve Portekiz’den Malezya ve Endonezya’ya şimşek hızıyla yayılmıştı. İnsanlık gece kelebekleri gibi İslâm’ın ışıltısına koşmuştu. Avrupa karanlıklar içinde yüzerken, İslâm asırlarca dünyayı aydınlatmıştı. Ne oldu da o ışıltılı İslâm sönükleşti? Canlılığını niçin yitirdi? Neden çöktü? Avrupa’nın ve Amerika’nın yalancı parıltısına artık kanmayalım! Aslında onlar ürkütücü bir hızla çöküyorlar! Bütün Batı âlemi ve onun güdümündeki dünya hızla uçuruma, daha doğrusu toplu bir intihara gidiyor! O yüzden de günümüz insanlığı, İslâm’a dünün insanlığından çok daha fazla muhtaç! Bütün bir dünya insanlığının yok oluşa doğru bu gidişini ancak İslâm durdurabilir! Bu kurtarıcı rolü üstlenebilmesi içinse, İslâm’ın yeniden ışıldaması gerekiyor. Bu eserde sadece müslümanları ve İslâm âlemini değil, bütün yeryüzü insanlığını çok yakından ilgilendiren en hayatî sorunlar ele alınıyor.
Dünya çapında ünlü felsefe ve estetik profesörü, Fransız Müslüman düşünür Roger Garaudy, bu eserinde üç kıtaya damgasını vuran İslâm sanat ve mimarisinin felsefî ve estetik açıdan son derece çarpıcı bir değerlendirmesini yapıyor. “Güzelliğin Dini İslâm” düşüncesinden yola çıkan yazar, “Allah güzeldir, güzelliği sever” hadisinin İslâm sanat ve mimarisinde nasıl somutlaştırıldığını en çarpıcı örnekleriyle gözler önüne seriyor. Yazar, evvelki dönemlerin ihtişamını gözler önüne sermekle yetinmiyor, Müslümanların Batı’yı ve geçmişi taklitten kurtularak yeni bir silkiniş ve yeni bir dirilişle İslâm’ı yaşamaya başladıkları an, eskiden olduğu gibi, yine muhteşem sanat ve mimari eserler ortaya koyabileceklerini de müjdeliyor. İslâm sanatı ve mimarisi konusunda hem dînî hem tarihî hem de felsefî ve estetik bilgilerle donatılmış bu eser, sahasında tek ve biricik olma özelliğine sahiptir.
Gökkuşağından ormanlar dikiyorum şimdi Bütün renkleri geri getirmeye geliyorum Ölümümle yaşamımı geri getirmeye geliyorum Cennette seni bekliyorum Belki dirilir gönlümün yalnızlığı Hepsi bir aşk hikâyesi Hilal… Akhisarlı zeytinyağı tüccarı bir ailenin, kuşaklardır iyi yetişmiş, görmüş geçirmiş bir neslin son halkası, şehrin en itibarlı adamlarından İsmail Bey’in kızı. Biraz şımarık, biraz garip, başı renklerle, içindeki seslerle dertte olan Hilal. Ailesinin herkesten, neredeyse kendilerinden bile sakladığı “gerçek”le şizofren Hilal. Ve Alparslan… Akhisar’ın bir başka güç sahibi ailesinin, tütün tarlalarına hükmeden Halil Ağa’nın oğlu. Babasının eli kolu, her şeyi, geleceği, soyunun yürüyeceği kişi.
Sinema ve televizyon ekranlarının sevilen yüzü Bahadır Yenişehirlioğlu yeni romanı TAHTA AT’la bir aile öyküsü üzerinden insanın kendi içindeki iyi ve kötüyle ilişkisini etkileyici bir biçimde anlatıyor ve TAHTA AT ile bugüne kadar kaleme aldığı en hızlı kurguyla çıkıyor okurlarının karşısına.
İnsanın kendi içindeki iyi-kötü savaşını yer yer adeta bir Musa kıssası olarak anılacak bir romanla resmediyor. Karakterleri güçlü, kurgusu sağlam ve sürprizlerle dolu bir roman…
İstanbul’un Boğaz’a nazır tepelerinden birinde görkemli bir villa; Haznedaroğlu Köşkü.
Köklü bir ailenin birkaç nesildir yaşadığı göz kamaştırıcı hayat.
Paraya, güce, statüye, delicesine âşık olduğu bir eşe ve güzel bir evlada sahip bir adam, Ekrem Bey.
Ekrem’in asil ve iyiliksever eşi, bir kadının belki de en çok istediği şey olan sevilme duygusunu sonuna kadar yaşayan Zerrin Hanım.
Ekrem Bey ve Zerrin Hanım’ın gözlerinden sakındıkları, genç ve güzel kızları Elif.
Elif’in hayatında ilk kez aşkın en masum ve güzel halini yaşadığı, yetenekli ve yakışıklı basketbolcu Bora.
Dışarıdan bakıldığında göz kamaştırıcı görünen hayatlar arkasında neler gizler?
Gün gelir buz tutmuş bir dağda bir filiz çatlatır mı bütün dağı?
Yalan nedir gerçekte?
Peki ya kötülük?
Kötünün karşısında kendini koruma refleksiyle bir an içi ağızdan çıkıveren bir söz büyüye büyüye nasıl bir kâbusa dönüşür?
Kötülüğe tutsak kalmış birini oradan ne tutup çıkarabilir?
Rastlantı diye bir şey yoktur.
İnce bir hesap, hepsi bu…
Rodos’ta bir otelde çalışan Angela’dan bir Ege şehrinde yaşayan Selim’e gönderilen mektupla başlıyor yolculuk… Selim yalnız, kafası karışık, kendisiyle barışmak için işaret bekleyen günümüz insanlarından… Kendisine gelen mektupla beklediği işareti alıyor ve Rodos’a, aynı zamanda kendi içine doğru bir yolculuğa çıkıyor; yanına sadece bir “KİTAP” alarak… Aslında bir emaneti var Angela’nın, savaş ve göçün ayırdığı iki âşığın bir asırdır saklı kalmış özlemiyle dolu mektuplar, dedesine ulaşamasa da Selim’e ulaşarak bu hasreti dindirecek yıllar sonra ve birleştirecek yolunu kaybetmiş iki genci… Selim, kâh yanında taşıdığı “KİTAP”la Çanakkale Cephesi’ne yol alacak, cephede çarpışan Akhisarlı Ali ve Anzak askeri Joe’nun yaşamlarına ortak olup savaş yıllarının acılarıyla anın içinde kaybolacak; kâh savaş nedeniyle Akhisar’dan sürülen Rumlardan biri olan Adara’nın sevgilisi Kerim’e yazdığı bu kalbi kırık mektupların eşliğinde geçmişinin izlerini sürecek. Yıllar önce birbirinden uzak düşmüş sevgililer bugün Selim ve Angela’yı bambaşka bir ateşin içine çekecek. AŞK CEPHESİ, aşkın, ayrılığın, hasretin, kavuşamamanın ve beklenmedik buluşmaların romanı…
1915… Ermeni Tehciri kararına, “O benim komşum, o benim arkadaşım, o benim halkım!” deyip itiraz eden cesur Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey… Ne Ermeni ne Türk, sadece ocağına tehcirin ateşi düşen bir kadın, Ani… Geride ailesini, çocuklarını, en büyük aşkını bırakıp uzaklaşmak zorunda kalan; yüreğine ayrılığın ateşi düşen bir adam, Aram… Bir trafik kazasında tüm ailesini kaybedip içine itildiği yalnızlıkta; mazi, aşk ve merhamet kuyusuna düşen, tek başına bir delikanlı, Mert… Ve 1915 Ermeni Olayları’nın bir aileye düşürdüğü ateşi ve bu ateşin günümüze kadar ulaşan ızdıraplarını işleyen Kanaviçe… İlmek ilmek aşk, ilmek ilmek hüzün, ilmek ilmek özlem… “Bazı yaralar iyileşemez” diyen Bahadır Yenişehirlioğlu kaleminden…
1932… Anadolu’da bir kasaba… Ezanın Türkçe okunma kararının alındığı yılda başlıyor Kerime’nin hazin hikâyesi. Kerime sessiz ve korkak… Ağabey Mehmet… Yüreğini kavuran gizli günahlarının bedelini ödeyemeyeceği gerçeğinin altında eziliyor günbegün… Ailenin küçük kızı Nezihe… Umutsuz bir aşkın peşinde felaketine sürüklenip gencecik hayatını bir adam uğruna karartıyor… Ve çevresine müşfik, ailesine hayatı zindan eden Kerime’nin babası Kâtip Efendi… Tek arzusu; mutlu olmak, gerçek aşkın varlığına inanmakken, annesinin ve mahallenin baskısıyla kendinden yaşça büyük, dul bir adamla evlenen Kerime, hayatın girdabında kayboluyor… Kerime, yeni bir Yaprak Dökümü…
Gazeteci yazar Ali Çimen ve İnönü Üniversitesi tarih bölümünden Yrd. Doç. Dr. Göknur Göğebakan “Tarihi Değiştiren Savaşlar” adlı kitapta 33 önemli savaş üzerine 33 ayrı dosya hazırladı:
Tarihin kaydettiği ilk meydan savaşı Kadeş, efsanevi Truva Savaşı, Pelopones Savaşı, Bedir Savaşı, Bizans’a Suriye’yi kaybettiren Yermük Savaşı, Talas Savaşı, İspanya’nın Müslümanlar Tarafından Fethi, Puvatva Savaşı, Selçuklu Devleti’nin temelini atan Dandanakan Savaşı, Anadolu’nun kapısını Türklere açan Malazgirt Meydan Savaşı, Bir Doğu-Batı Mücadelesi: Haçlı Seferleri, Kösedağ Savaşı, Yüz Yıl Savaşları, Osmanlı fetihlerini kesintiye uğratan Ankara Savaşı, İstanbul’un Fethi, Yavuz’un Mısır Seferi, Mohaç Meydan Muharebesi, İnebahtı Deniz Savaşı, Viyana Kuşatması, 30 Yıl Savaşları, Napolyon’un Rusya Seferi, Waterloo Savaşı, Amerikan Kuzey-Güney Savaşı, Rus-Japon Savaşı, I.Dünya Savaşı ve Çanakkale, Büyük Taarruz ve Kurtuluş Savaşı, Stalingrad, Normandiya ve Hiroşima bağlamında II Dünya Savaşı, 1948-49 Arap-İsrail Savaşı, Kore Savaşı, Rusların Afganistan’ı işgali ve halen devam etmekte olan Körfez Savaşlarının ele alındığı kitap belgesel havasında bir çalışma…
KAYI serisi ile 7’den 70’e herkese ulaşan Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, OSMANLI GERÇEKLERİ dizisinin ikinci kitabıyla da, Osmanlı’nın kuruluşundan yıkılışına kadarki tartışmalı konuları akıcı üslubu, soru cevap usulü ve temel kaynak referansları ile açıklamaya devam ediyor…
• Osmanlı padişahları Yavuz Sultan Selim’den evvel halife unvanını kullandılar mı?
• Yavuz Sultan Selim mukaddes emanetleri zorla mı alıkoydu?
• Yavuz, seferlerinde neden hep doğuyu seçti?
• Safevi Devleti’nin hükümdarı Şah İsmail Türk müdür?
• Osmanlı fetihlerindeki başarı sırları nelerdir?
• Osmanlı’nın yeni fethettiği yerlerde uygulamış olduğu istimalet politikası ne demektir?
• Osmanlılar 200 bin kişilik orduların ihtiyaçlarını nasıl karşılıyorlardı?
• Osmanlı Devleti’nin resmî dili ne idi?
* Osmanlılar Türkleri kötülediler veya ötelediler mi?
• Yeniçeriler ile ilgili ilginç detaylar…
• Tarihin tartışmalı isimlerinden biri: Şeyh Bedreddin saltanat hırsının kurbanı mı oldu?
• Osmanlı sarayında bulunan köle ve cariyelerin akıbetleri ne oldu?
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, OSMANLI GERÇEKLERİ II’de okurlarının zihnine takılan daha pek çok ilgi çekici meseleyi aydınlatıyor…
Onu okudukça tarihi daha çok seveceksiniz!
KAYI serisi ile 7’den 70’e herkese ulaşan Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, şimdi de OSMANLI GERÇEKLERİ başlıklı yepyeni bir seriyi okuyucularının beğenisine sunuyor. Şimşirgil, bu seriyle Osmanlı’nın kuruluşundan yıkılışına kadarki dönemle alakalı herkesin aklına takılan birçok soruya yine akıcı üslubu, temel kaynak referanslarla cevap verecek…
* Osmanlı’yla Kayı boyunun ilişkisi nedir?
* Ertuğrul Gazi, Muhyiddin İbnü’l-Arâbî ile karşılaştı mı?
* Osmanlı İmparatorluğu Selçukluların devamı mıdır?
* Osmanlı devlet adamlarının yetiştiği Enderun nasıl bir mektepti?
* Osmanlı padişahları neden hacca gitmiyordu?
* Yıldırım Bayezid ve Timur Han neden karşı karşıya geldiler?
* Hangi Osmanlı padişahı Kâbe-i Muazzama’ya nasıl hizmetler götürdü?
* Osmanlı vakıf sitemi nasıl işliyordu ve vakfiyelerde neler yazıyor?
* Devşirme sistemi nedir ve Osmanlı’da nasıl işlerdi?
* Osmanlı padişahları kardeşlerini neden katletmiştir?
OSMANLI GERÇEKLERİ serisinin ilk kitabıyla, yedi iklime 600 sene adaletle hükmetmiş Osmanlı’nın tartışılan meseleleri hakkında zihninizi kurcalayan hiçbir soru cevapsız kalmayacak…
“Koca bir kavmin binlerce kilometreyi üç asır içinde geçtiğini düşünün… Bu, dünyayı değiştirmez de ne yapar? İşte Türkler dünyayı böyle değiştirdi. Bu sebeple, bizim hayalî bir tarih ve kahramanlar üretmeye değil, yalnızca doğruyu öğrenmeye ihtiyacımız var…” İLBER ORTAYLI
Türklerin Tarihi, göçebe bir kavimken Ortadoğu’nun güçlü uygarlıklarından birini tesis eden Türklerin günümüzde de çok konuşulan menşei tartışmalarıyla başlıyor. Akabinde Orta Asya’dan Anadolu’ya göç edip bölgeyi Türkleştirmeleri ve orada inşa ettikleri kültürün esasları…
Büyük bir mirasa, güçlü bir yapılanmaya ve tarihî bir zenginliğe sahip bir milletin, Türklerin adının nereden geldiği ve bu coğrafyaya ne zamandan beri “Türkiye” dendiği tartışmalarının tüm detayları…
Kazanılan önemli savaşlar ve geri çekilmelerle, dahası ızdırablı toprak kayıplarıyla bugünkü halini alan Anadolu’nun hikâyesi…
Türkiye’nin Malazgirt Savaşı’yla Bosna’nın fethi arasındaki 400 yıl boyunca Avrupa açısından önemli bir ülke ve baş edilmesi gereken bir sorun olmasının gerekçeleri…
Dahası Oğuzlardan Kıpçaklara, Peçeneklerden Selçuklulara ve büyük bir imparatorluk olan Osmanlılara kadar uzanan ve sadece Türklerin değil; Rusların, Memlukluların, Karakoyunluların, Gaznelilerin, Safevilerin, Çinlilerin, Hintlerin ve Arapların tarihi…
Yani aynı coğrafyayı yüzyıllar boyunca paylaşan uygarlıklara hep etki etmiş ve Doğu ve Batı kültürlerini birbirine taşımakta önemli bir rol oynamış Türklerin dünya tarihindeki yeri mercek altına alınıyor. Orta Asya’nın bozkırlarından Avrupa’nın kapılarına, İlber Ortaylı’nın satırları arasında dolaşmak isteyen her yaştan okurun zevkle okuyacağı bir başucu kitabı…
Hz. Yusuf
Hz. Musa
Hz. Davud
Hz. Süleyman
Hz. Eyüp
Hz. Yunus
Hz. Nuh
Hz. İsa
Hz. İbrahim
Hz. Adem
Hz. Muhammed (s.a.v.)
Hayatın kendisi başlı başına Rabbimize doğru bir yolculuktur; durmaksızın devam eder… Burada kalıcı olduğunu zanneden insan en büyük yanılgı içerisinde değil midir? Yaşanan küçük büyük her bir olay, her bir duygu, yapageldiğimiz her bir hata O’nu hatırlatmak içindir… Böyle olduğu için severiz hatalarımızı ve tekrar etmemek üzere azmederiz. O’nun içindir ki zora talip olur da büyük cihada girişiriz nefsimizle… Okyanus olmaya talip oluruz damla olmanın tüm çilesine katlanmayı göze alarak. Bir damlacık su “ben”lik davasından geçtiği zaman, artık içerisinde bulunduğu okyanustan haber verir; adeta okyanus oluverir… Rabbimize ait her bir hakikat damlası muhatabının gönlünde akacak mecrayı bulduğu zaman enginlere yol açmaya başlamış demektir. Kitle iletişiği araçlarıyla haberleşmenin artık çok hızlı bir şekilde sohbet kültürünün yerini almaya başladığı günümüzde, Mahmut Toptaş enginlere yelken açmaya namzet damla hükmünde, sohbet tadındaki tefekkürleriyle okurlarını okyanusun enginliğine davet ediyor. Okuru satır aralarından soyutlayarak adeta geçmiş zamanda kurulan sohbet meclislerine götürüyor; ta ki konuşulan hakikatler kalplere nakşolsun…
Bütün savaşların esas kahramanları kadınlardır. Ve savaşlar yalnızca insanları değil, türküleri de öldürür. 1911… Yemen… Birbirinden zorla ayrılan iki kardeş. Çöl ve ateşin kavurduğu, yemenisine sarılmış küçücük bir kız. 2014… İstanbul… Yemen türküsünün kayıp mısrasını arayan bir kadın. Geç gelen aşkın ve umudun peşinde bir adam. Okurlarının, “geçmiş ve bugünün kadınını en iyi konuşturan yazar” olarak andığı Bahadır Yenişehirlioğlu, binlerce askerin şehit olduğu Yemen Cephesi’nin gölgesinde, birbirinden ayrı düşen iki kardeşin hikâyesini Yemen türküsüne ve bugüne ustaca bağlıyor. Havada bulut yok, bu ne dumandır? Mahlede ölü yok, bu ne şivandır? Şu Yemen elleri neden yamandır? Giden gelmiyor, acep nedendir? Hüzün, sevinç, paylaşmak, tarih, kardeşlik ve ölümsüz sevdalar… AŞK ÇÖLÜ; Bahadır Yenişehirlioğlu kaleminden…
Bahadır Yenişehirlioğlu, 15 Temmuz gecesinde yaşadığımız hain girişimi, bu ülkenin evlatlarını vatansız bırakmak isteyenleri, insanlarımızı bir var olma mücadelesinin eşiğine getiren büyük tuzağı romanlaştırdı.
Manisa’nın bir köyünde, aynı göğün altında uçurtma uçurmuş, çocukluğun en keyifli ve zor zamanlarını birlikte yaşamış iki arkadaş.
Biri arkasında kaya gibi sağlam duran bir baba ile şefkatli bir annenin evladı Ebubekir, diğeri dağılmış bir ailenin incinmiş çocuğu Kadir. Bir de köyün güzeller güzeli kızı Züleyha.
Hayatları köylerine gelen Hasan Öğretmen’den sonra asla eskisi gibi olmayacaktı.
Hasan Öğretmen’in öğrencilerinden bir “altın nesil” oluşturmak uğruna onları iradelerinden, seçimlerinden, kişiliklerinden adım adım uzaklaştırıp kendilerine, değerlerine, ülkelerine yabancılaştırmasına karşı direnmek mümkün müydü?
Kara Güneş, aynı memleketin evladı iki arkadaştan birini darbeci, diğerini ihanete direnen bir kahraman kılan geceyi ve o geceye giden taşları döşeyen büyük oyunu anlatıyor.
Kara Güneş, darbeye, ihanete, aldatmaya ve aldatılmaya karşı onurlu bir direnişin romanı.
“Gökyüzünün rengi ne Kadir?”
Kadir, Züleyha’nın gözlerinin içine bakarak,
“Siyah,” dedi.
“Peki sen, en son ne zaman gökyüzüne baktın?”
Eskilerin “Bizim zamanımızda ergenlik mi vardı!” deyip kabullenmediği; yenilerin “Bizimki yine ergen takılıyor!” diye abarttığı ergenlik döneminin özellikleri nelerdir? Ergenlik, gerçekten problemli bir dönem midir, yoksa geçmiş yıllarda biriken problemlerin dışa vurulduğu bir ruhsal arınma dönemi mi? Ergenin aşırılıkları baskı ve yasaklarla mı, duygusal bağların kuvvetlendirilmesiyle mi çözüme kavuşur? Hepsi bir yana, kimdir ergen… Yetişkin midir, çocuk mu? Ergen; yetişkin bedeninde çocuksu ruha sahip bireydir. Yetişkinlere düşen, bu zor dönemde, elde olmadan sergilediği aşırılıkları, kabalıkları ve taşkınlıkları nasıl yönetebileceği konusunda ona yardımcı olmaktır. Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş, yetişkinlerin dünyaya bir ergen gözüyle bakabilmesinin ipuçlarını ve ergenlerle iletişim kurma yöntemlerini tek bir kitapta topladı. Ergenlik Döneminde 100 Temel Kural, bu döneme dair bir farkındalık kitabı…
Çöküşün Öncüsü ABD, yoksul durumdaki ülke insanlarının uyanması, sömürülmekten kurtulması ve kendi haklarına sahip çıkması için yazar tarafından yapılan bir uyarıdır. Günümüz dünyasında olup biten kahredici ve içler acısı gerçekleri bütün çıplaklığıyla haykıran bir çığlıktır. ABD ve onun uşakları, güçsüz ülkeleri nasıl ve hangi yollarla sömürüyorlar? Sömürmek için hangi plânları yapıyor ve ne gibi gizli tuzaklar kuruyorlar? Milletlerin kendilerine gelip güçlenmelerini nasıl engelliyor ve önlüyorlar? Bu ve benzeri hayatî sorulara en çarpıcı cevaplar kesin delilleriyle ve apaçık belgeleriyle Çöküşün Öncüsü ABD’de gözler önüne seriliyor. Eğer dünya siyasetinin bugünkü sapmalarından vazgeçmezsek, bizler torunlarımızı katletmiş ve gelecek için evrensel bir intihar hazırlamış olacağız. Çağımızı anlamak için bir ipucu var mı? Yani ister askerî ve ekonomik müdahaleler ister Yahudi ve Hristiyan entegrizmleri olsun, isterse işsizlik, işten çıkarma, göç, şiddet veya uyuşturucu gibi şu an karşı karşıya bulunduğumuz durumlar olsun, bütün bu milletlerarası meselelerde, içten ve derinden bir ilişki mevcut mu? Bu problemlerin aralarındaki o sıkı birlik ve bütünlüğü gözler önüne sermek… Bunların ne anlama geldiğini tam anlamıyla açıklığa kavuşturmak… Özellikle de onlardan kurtulmak için somut bir program sunmak… İşte Çöküşün Öncüsü ABD’nin hedefi budur.
Roger Garaudy, bu kitabında şu çığlığı atıyor: Batı’yı Ortaçağ karanlığından, barbarlıktan, cahillikten ve canlı cenazelikten dün İslâm kurtarmıştı! Bugün de gerekli gereksiz, yararlı yararsız ve hatta zararlı her bir şeyi imal eden ve insanlara bunları reklamlarla vazgeçilmez ihtiyaçlarmış gibi sunan, körü körüne üretip körü körüne tüketen ve tükettiren Batı’yı bu korkunç sapmadan yine İslâm kurtaracaktır! Ya İslâm’ın eşsiz bilgeliği, kültürü ve medeniyetiyle tanışıp onun kurtarıcı insanlık değerlerini paylaşacağız ya da yakın zamanda yok olacak ve Batı toplumlarıyla birlikte bütün dünyayı da intihara sürükleyeceğiz. Bundan böyle, bütün dirilişlerin müjdecisi, İslâm’ın destanıdır. Çünkü İslâm’ın destanı, insanlık destanının muhteşem bir ânıdır.
Akla pranga vuran ve geçmişini güncelleştiremeyen dinci yobazlık, İnsan severlikten uzak, ırkçı ve saplantılı etnik yobazlık, Bilimi ilah gibi görüp putlaştıran bilimci-teknokratik yobazlık, Çıkarı için diğer halkları açlığa mahkûm eden kapitalist yobazlık, Marks’ın düşüncesini pespayeleştiren sosyalist-komünist yobazlık, Ve bugünün insanına hayatı zehreden, geleceğin insanını da şimdiden zehirleyen daha nice yobazlıklar… Dünyaca ünlü düşünce adamı Roger Garaudy bu eserinde Batı’nın ve Doğu’nun bütün yobazlıkları gözler önüne seriyor. Sadece sergilemiyor, her türden yobazlığa karşı ne yapılması gerektiği de apaçık ortaya koyuyor. Hem Batılılara hem de bizlere ağır eleştiriler getiren Garaudy’nin görüşleri dikkate alınmadan güler yüzlü bir gelecek kurulamaz!
Dikkat! Amerika kudurmuştur. Bizi Amerika’ya bağlayan bütün bağları derhal koparmalıyız. Yoksa, biz de ısırılacak ve biz de kuduracağız” diye yazıyordu Jean-Paul Sartre 1953’te, Liberation gazetesine yazdığı “Hasta Hayvanlar ve Kuduz” başlıklı makalesinde.
Bu eser, o ünlü filozofun teşhisindeki isabeti gözler önüne seriyor. Yalnız Avrupa’nın değil, ABD’nin etki alanına giren bütün ülkelere Amerikancılık hastalığının ne derece bulaşıp bulaşmadığını sorguluyor.
Bu kitap, sadece ülkesini değil, bütün dünya insanlığının kaderini ve geleceğini düşünenlere sesleniyor.
Bilhassa “Antiamerikancılık” ile yabancı düşmanlığını birbirine karıştırmak niyetindeki kimselere karşı daha da açık ve net olması bakımından hemen belirtelim ki: Ben bir hayat tarzını ve bir dünya anlayışını ifade eden “Amerikan / Amerikalı” kelimesiyle, Amerika’da doğmuş veya 1620’den itibaren “Mayflower”la Amerika’ya göç etmiş ve orada bu hem sömürgeci hem de kökenlerine göre ırkçı, tarihlerine göre de hükmedici ve bezirgân sistemi kurmuş olan kimselerle alakalı her türlü coğrafi veya etnik anlamı kastetmiyorum; tam aksine ben, dünya ülkelerinde bu “model”i halka dayatmak isteyen bütün kimselere “Amerikan / Amerikalı” adını veriyorum. Bu modelin temel özelliği, ekonomi ve pazarın toplumun hizmetinde olması değil de, toplumun tamamının ekonominin ve pazarın gereklerine boyun eğmesidir.
Endülüs hâlâ gönüllerde yaşayan bir destan ülkedir. Medeniyetin, ilmin ve fikrin destanı yazılmıştı orada. İbn Rüşd, İbn Hazm, İbn Tufeyl ve İbn Arabî gibi devler orada yetişti. Daha sonra Selâhaddin-i Eyyûbî’nin özel doktoru olan ve Museviliğin İkinci Musa’sı diye bilinen dâhî insan Musa İbn Meymûn (Maimonides) bütün bilgisini orada edindi. Batı’da deneysel bilimin kurucusu olarak bilinen Roger Bacon eğitimini Endülüs’te aldı. Sonradan İkinci Syvestre adıyla papalık koltuğuna oturan Aurillaclı Gerbert tahsilini orada yaptı. Batı Rönesansı’nın temelleri orada atıldı. Bir altın çağ, kutlu bir medeniyet, ideal bir insanlık buluşmasıydı Endülüs. Roger Garaudy bu eserinde o efsaneleşmiş Endülüs Medeniyeti’ni bütün yönleriyle gözler önüne seriyor.
Huzur sokağı bir roman klasiği… Satış rekorları kırmış, her yaştan ve her kesimden onbinlerce insanımız tarafından aynı ilgi ve heyecanla okunan bir eser olarak haklı şöhret kazanmıştır. Birleşen yollar adıyla sinemaya da aktarılmış ve halkımızın büyük ilgi ve teveccühünü kazanmıştır. Huzur sokağı özlenen huzur için.
“Osmanlı İmparatorluğu gürültüyle ve aniden ortadan kalktı. Büyük imparatorluklar artlarında üç-beş yıllık değil, yüz yıllık sancılar bırakır.”
“İttihatçılar vatanseverdi, bu onların hem gücüydü, hem de hatalarının bir nedeni…”
“Türk toplumu yeryüzü tarihinin en büyük devrimini yaşayan yerkürenin devlerine karşı varlık mücadelesi vermiştir.”
“1924 Anayasası hem bizim tarihimiz hem de yakın tarih için Balkanlar Dünya Savaşı’ndaki ağır hatalar ve boş özlemler sebebiyle, İkinci Dünya Savaşı’na ihtiyatla yaklaşılmıştı.”
“6-7 Eylül olayları, Varlık Vergisi ile birlikte yakın tarihin en büyük sorun çıkaran iki tertibidir. Tertiplerin akışına sorumlular bile hakim olamamıştır.”
“Yassıada duruşmaları hiçbir hukukçunun onaylayamayacağı biçimdeydi.”
“Türkiye anayasaları boyuna yenileniyor. Yenilenmeyen politikanın örgütlenme biçimi ve eğitimidir.”
***
Türkiye’nin önde gelen tarihçilerinden İlber Ortaylı Türkiye’nin gündeminden düşmeyen anayasa tarihimizden seçimlere, Birinci Dünya Savaşı’nın acı sonuçlarından İkinci Dünya Savaşı’ndaki denge politikasına, Enver Paşa’nın komutanlığından İsmet İnönü-Adnan Menderes çatışmasına, komşu ülkeler Irak, Suriye, İran ilişkilerinden Abd, Rusya ve Avrupa Birliği politikasına, askeri darbelerden eğitim sistemimize kadar birçok konuda yakın tarihimizin dönüm noktalarını farklı bir bakış açısıyla ve sıra dışı analizleriyle ele alıyor.
Türkiye’nin Yakın Tarihi 20.yüzyılda Türkiye’nin geçirdiği değişimin arka planını merak eden okurlar için kaçırılmaması gereken bir kitap.
“Trablusgarp Savaşı’nda Türk komutanlar etrafı şaşırtacak derecede etkin örgütçü, eğitimci ve her şart altında savaşçı olduklarını gösterdiler.”
“Balkan Savaşları’ndaki yenilgi; İngiltere ve Fransa’da Türk savaş gücü hakkında yanlış değerlendirmelere neden oldu. Bu yanılgıya Türkleri iyi tanıyan Almanya ve Avusturya kurmayları düşmedi.”
“I. Dünya Savaşı’ndan sonra Türk toplumu kaosu ve yeni bir dünya savaşını değil, Milli Mücadele’yi tercih etmiştir.”
“Osmanlı İmparatorluğu, milliyetçi akımlar sayesinde dağılan tek imparatorluk değildi; fakat ne Rusya, ne de Avusturya-Macaristan’da ulusalcı akımlar bu derecede aktif ve silahlı eyleme dönüşmüştü.”
“İttihatçılar milliyetperver ve büyük ideallere sahiplerdi ama kendilerini değerlendiremeyen bir ekip olmaları onları başarısızlığa sürükledi.”
“Tarih okumayan ve bilmeyen adam kendine göre bir sınır çiziyor. Mesela kolaylıkla ‘Osmanlı’nın bizimle ne alakası var?’ diyor. Bu çok vahim bir durum!”
“1918 yılında, mütarekenin en hazin vaktinde, millet her yerde direniyordu. Ama bu direnişlerin arasında koordinasyon yoktu. O eşgüdümü hangi politik deha sağlayacaktı? Ancak arkasında askerî bir başarı ve müspet intibaları olan bir komutan… Mustafa Kemal Atatürk…”
“1967’de bindiğimiz trendeki ihtiyar Araplar ‘Ah nerede o Osmanlı!’ diye yakınıyorlardı. Cevabı düşündürücüdür. Acaba o Osmanlı’yı kim kovaladı, bizimle beraber mi kovalandı; bilemiyoruz.”
Türkiye’nin önde gelen tarihçilerinden İlber Ortaylı okurlarıyla yakın tarihin tartışmalı konularını ele alıyor: Balkanlarda İsyanlar, İttihat ve Terakki Partisi, Son Padişah Vahideddin ve Osmanlı’nın Son Günleri, Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet’in ilk Dev Atılımları, Anayasalar, Seçimler, Tek Parti Devri ve İkinci Dünya Yılları… Ortadoğu’nun Tarihi, Krallıkların Yükselişi ve Çöküşü, Baskıcı Liderler ve Oğulları, Kanayan Yara Filistin’in Geçmişi ve Geleceğine Dair Yorumlar… İstanbul’un Tarihi ve Kimliği, Sahipsiz İstanbul, Kültürel Mirasların Geleceği…
YAKIN TARİHİN GERÇEKLERİ, 19 ve 20. yüzyıla dair tartışılan, gündemden düşmeyen konulara dair İlber Ortaylı’nın görüşlerini merak edenler için mutlaka okunması gereken bir kitap…
Kitap “İlber Ortaylı ile Tarihin Sınırlarına Yolculuk-Mustafa Armağan” adıyla da yayımlanmıştır.
“Resmi tarih dediğimiz de, alternatif tarih dediğimiz de, övgümüz de, sövgümüz de, ilkelliklerimiz de birbirinden farksız.”
“Tarih çim sahası değil ki, istediğin yerleri tespit edip, kazık çakıp çitle çeviresin. “Ben bu kadarını seviyorum, gerisini yakalım” veyahut “Bana ne?” diyemezsiniz. Bu mümkün değil.”
Türkiye’de insanların bir kısmı ‘Biz Osmanlı değiliz’ derken, diğerleri ‘Osmanlı biziz’ diyor. Bu tip bir ayrım sakattır ve mümkün değildir.
İLBER ORTAYLI
Tarihimiz, bize doğru mu öğretiliyor? Tarih kitapları belirli bir ideolojinin propagandasını yapmak amacıyla, bazı gerçekleri görmezden mi geliyor? Tarihi doğru öğrenmek bize ne kazandırır? Gerçekten Cumhuriyetle Osmanlı birbirlerine çok uzak devletler midir? Osmanlı’yı reddedersek ne kazanırız, ne kaybederiz? 19. yüzyıl Osmanlı’nın neden “en uzun yüzyılı”? Osmanlı bugün devam ediyor mu? Türkiye-AB ilişkileri…21. yüzyılda onurlu bir devlet ve millet olarak yaşayabilmemizin şartları nelerdir?
İlber Ortaylı’dan tarihi, tarihimizi doğru anlamaya dair sorulara cevaplar bu kitapta..
15 Temmuz gecesi Türkiye şok edici bir darbe girişimi ile karşı karşıya kaldı. 1980 sonrası kuşaklar fiili bir darbe ile hiç tanışmamıştı. Önceki kuşaklar belki darbelere aşinaydı ama bu defa başka bir şey oluyordu. “Ancak filmlerde olur,” denilebilecek cinsten bir çılgınlık yaşanıyor; bir milletin uçakları aynı milletin Meclis’ine bomba yağdırıyor, sokaktaki insanlara kurşun sıkıyordu.
Her şeye rağmen halk sokaklara indi ve dünya siyasi literatürüne geçecek bir inisiyatifle bu darbe girişimini, daha doğru tabirle bu çılgınlık halini engelledi. Yaşananlar kadar bu çılgınlığın faili de şaşırtıcıydı. Olayın arkasında bir süredir devlete kafa tutmakta olan FETÖ yapılanması mensuplarının olduğu anlaşıldı. Türkiye kamuoyunun daha birkaç yıl öncesine kadar bir dinsel hareket olarak gördüğü oluşum, bir terör örgütüne dönüşmüştü. Nasıl olmuştu da kendi halindeki saf inananlar adeta gizemli bir tarikatın neferleri haline getirilmişti?
Psikiyatrinin bütün bu olanları nasıl açıkladığını görmek için belki de çocukların o saf sorusuna dönmek gerekiyordu: “Anne, darbe ne demek?”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan ülkeyi 15 Temmuz darbe girişimine götüren sürece olabildiğince etraflı bir biçimde bakarak bir tür toplumsal özeleştiri ile sadece FETÖ yapılanmasını değil, böyle bir yapının genişleyip büyümesine yol açan toplumsal dinamikleri de ele alıyor.
Birey ve toplum psikolojisi açısından bu ülkenin vatandaşlarına nasıl bir “oyun” oynandığını deşifre ediyor.
Darbe girişimi sonrasında birçok şey yazıldı çizildi, bu konuda birçok kitap yayımlandı, ama meselenin psikolojik boyutu üzerinde pek durulmadı.
Kendi halinde, saf, inanan insanlar nasıl kitlesel bir hezeyanın parçası haline getirildi?
Ve bir daha böyle acı bir olayın yaşanmaması için toplum olarak ne yapabiliriz?
Bütün bu soruların cevapları bu kitapta..
Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Uzman Dr. Serdar Nurmedov’dan çağımızın en mühim problemlerinden biri olan bağımlılık konusunda en yeni bilimsel gelişmeler ışığında hazırlanmış bir kitap. Bağımlılığı “tedavisi olan bir beyin hastalığı” olarak niteleyen Tarhan, konuyu sebepleri, koruyucu faktörleri ve her geçen gün gelişen tedavi yöntemleriyle etraflı bir biçimde inceliyor. Nurmedov’un katkısıyla sadece alkol ve madde bağımlılığı değil, gerçek veya sanal her türden bağımlılığın gelişim seyri ve tedavi aşaması detaylı olarak ele alınıyor. Kitabın sonuna eklenen anket ve ölçekler okuyucunun “bağımlılık”la kendisi arasındaki mesafe konusunda içgörü kazanmasını sağlıyor. Bugün neredeyse hepimizin hayatının bir parçası haline gelen bilgisayar oyunları ve sanal paylaşım sitelerinin yanı sıra, alışveriş ve istifleme çılgınlığı ve kumar bağımlılığı da kitabın esaslı uyarılarda bulunduğu konular arasında yer alıyor.
“Bilgi çağını bilgelik çağına dönüştürürken yol göstericimiz Mevlana olacaktır. Çünkü o ruhsal yapımızdaki şifrelere dokunuyor, bizde var olan duyarlılığı harekete geçiriyor.” Prof. Dr. Nevzat Tarhan İnsanlık Mevlana’yı yeniden keşfediyor. Çünkü onun öğretisi yaşadığı zamana hapsedilemeyecek kadar evrensel. Çünkü hepimizin ondan öğreneceği çok şey var. Prof. Dr. Nevzat Tarhan buradan bakarak, Mesnevi’nin çağları aşan bilgeliğinin ruha nasıl şifa olabileceğini anlatıyor. Tarhan, Mesnevi Terapi’de Mevlana’yı günlük hayatta bize yol gösterecek bir rehber olarak tanımamız gerektiğini anlatıyor. İçimizdeki hakikati görmemizi, farkındalığımızı artırmamızı sağlayacak önerilerle, Mesnevi’yi modern psikoloji tarafından da kabul gören bir anlayışla kalbe ve ruha şifa veren bir eser olarak okutuyor. Ve Mevlana’dan ilhamla şöyle diyor: “İnsanın gözü kördür ışık olmadıkça, Aşkın gözü kördür gerçekler olmadıkça, Aklın gözü kördür ahlak olmadıkça, Hırsın gözü kördür terazi olmadıkça, Şöhretin gözü kördür tevazu olmadıkça, Gücün gözü kördür erdem olmadıkça, Paranın gözü kördür insaf olmadıkça, Menfaatin gözü kördür empati olmadıkça, Adaletin gözü kördür hakkaniyet olmadıkça, Tabibin gözü kördür tıp etiği olmadıkça, Medeniyetin gözü kördür bilgelik olmadıkça…”
Ruh sağlığını korumanın yolu, insanın kendisiyle ve çevresiyle barışık olmasından geçer. Kendimizle barışmak; duygularımızı denetim altına almayı başarmak ve hayatımızı amaçlarımız doğrultusunda yönlendirebilmek demektir. Bunun için duygularımızı eğitmeyi öğrenmemiz gerekir. Çünkü duygularımızı yönetebilmek bizim elimizdedir. Profesör Doktor Nevzat Tarhan, “Kendinizle Barışık Olmak”ta tıbbın ve psikoloji biliminin verileriyle, kendinizle ve çevrenizle uyum içinde bir yaşama kavuşmanın ipuçlarını veriyor.
Dünya geçmiş asırlara göre daha müreffeh, fakat hayat standartlarının yükseldiği, zenginliklerin arttığı toplumlarda şiddet azalmıyor, hatta tam aksine artıyor. Her gün önünden geçtiğimiz bir toplumsal histeriyle karşı karşıyayız. O halde toplum neden böyle oldu? Dünya topluluğu nereye gidiyor? Üstelik suçluların çoğu da akıl hastası değil. O halde sebep nedir? Tahammülsüzlük mü? “Öteki”nin duygusuna kayıtsızlık mı? Yoksa empati eksikliği ve bencillik yükselen bir trend haline mi geldi? Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Toplum Psikolojisi ve Empati’de dikkat çekici tespitlerde bulunuyor. Yazar, bireysel ve toplumsal şiddet ilişkisini irdelerken, hem geçmişteki toplumları inceliyor hem de günümüz toplumunu, bireyler üzerinden biyolojik ve psikolojik verilerle tahlil ediyor. Son yıllarda şiddet eğiliminin artışıyla birlikte ayyuka çıkan sosyal şizofreniyi ele alıyor, şizofreninin aslında bireyden topluma doğru yayıldığını ileri sürüyor ve buna çözüm önerileri getiriyor. Toplum Psikolojisi ve Empati günümüzün toplumsal dertlerini anlamak ve bunları çözmek adına atılmış güçlü bir adım.
Duyguların dli adı ile basılan kitap yeni baskısında adı Duyguların Psikolojisi olarak değişitirilmiştir. Prof. Dr. Nevzat Tarhan Duyguların Psikoloji’sinde insanoğlunun sahip olduğu olumlu ve olumsuz tüm duyguları (sevgi, merhamet, güven, adalet, sabır, vefa, ümit, iyimserlik, merhamet, bencillik, gurur, kibir, şüphe, öfke, kin, üstünlük, üzüntü, nefret, kıskançlık) tek tek çözümlüyor. Olumlu duyguları daha etkin kullanma yollarını gösterirken, olumsuz duygularla mücadele yöntemlerini ve bunların bireysel ve toplumsal faydaya nasıl tahvil edilebileceğini açıklıyor. Sol beyni eril, sağ beyni dişil olarak niteleyen Tarhan, kitabında bu iki beynin alanını doğru yerde kullanmak yönünde tavsiyeler veriyor. Bu noktada ön beyin alanıyla ilgili yeni bilgiler devreye giriyor. Akılla duyguyu birleştiren ön beyin, bilgileri işleme sürecini gerçekleştiriyor. Bunu için, iki beyin lobu arasında koordinasyon saylayabilen kişiler, akıl ve duygu dengesini doğru kuruyorlar. Tarhan bir anlamda duygusal zekâyı doğrunun ve batının değerleriyle yeniden yorumluyor. Zaten yazara göre, kitabın amacı da; insana duyguların kökenini anlatıp, kendi kendisini yönlendirmesini sağlamak.
Osmanlı’nın İslamiyet’in altın çağından sonraki kültürel ve teknolojik gelişmesinin kendi içine kapalı bir şekilde gerçekleştiği, yeniliklere karşı duyulan ilginin giderek azaldığı ve sonuçta imparatorluğun duraklama ve gerileme dönemine girdiği uzun yıllar boyunca genel kabul gören bir görüştü. Özellikle Batı dünyası 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarındaki Osmanlı’yı böyle görüyordu. Bu alanda son 60 yılda İngilizce yazılmış ilk eser olma özelliğini taşıyan Osmanlı’da Bilim kitabında Miri-Shefer-Mossensohn, Osmanlı toplum ve kültürünün zengin bir bilimsel hayatı mümkün kılabilecek bereketli ortamı sağladığını öne sürmektedir. Osmanlılar dışarıdan gelen icat ve buluşları kendi ihtiyaçlarına göre değiştirerek bunları geliştirmede çok başarılıydı. Örneğin, 1877 yılında Osmanlı İmparatorluğu dünyanın yedinci en uzun telgraf ağına sahipti. Hatta modern iletişim altyapısı bakımından zamanın en gelişmiş devletlerinden biriydi. İmparatorluk içinde bilim, eğitim ve öğretim mekanizmaları, teknolojik gelişmelerde devletin üstlendiği rol ve bilimi üreten ve kullanan Türkçe ve Arapça konuşan Osmanlılar üzerinde önemli bir rol oynamıştır. Sonuç olarak, Osmanlı’nın bilimle olan ilişkisi, imparatorluğun altı yüz yıl sürmesini sağlayan dinamik unsurlardan biridir. Bu doğrultuda Osmanlı’da Bilim, bilginin “ne” olduğu sorusundan ziyade “nasıl” sorusuna, yani Osmanlı’nın bilgiyle etkileşime geçtiği süreçlere ve bunlara atfettiği değerlere odaklanmıştır. Çeşitli zaman ve mekânlarda Osmanlı için bilmeye değer şeyler nelerdi? Osmanlı bunları nasıl öğrenmeye çalıştı? Karşılaşılan zorluklar nelerdi? Osmanlı’nın sistemleştirilmiş bilgiyle olan deneyimlerinin ortaya çıkarıldığı Osmanlı’da Bilim, erken modern dönem Ortadoğu bağlamında “bilim” etiketinin altında yatanların tanımlanması açısından da bir rehber niteliğindedir.
Tarihin muhtelif dönemlerinde, insanlık bunalımının yaşandığı zamanlarda, insanlığın bir nebze nefes almasını sağlayan diri nefesli insanlar gelmiş, ölmeye yüz tutmuş kalpleri yeniden uyandırmışlardır.
Modern zamanların diri nefesli insanlarından biridir Aliya İzzetbegoviç. 1970’li yılların totaliter rejimli Yugoslavya’sında Genç Müslümanlar Hareketi ile başlayan insanlık mücadelesi, İslam Deklarasyonu’nu yayınlamasıyla yeni ve diriltici bir ışık saçmaya başlamış, Bosna’nın bağımsızlık mücadelesine yön veren bilge liderlikle doruk noktasına ulaşmıştır.
Dr. Halit Çil, İslam dünyasının ihtiyaç duyduğu “Bilge Kral” modelinin yakın dönemli bir temsilini sunuyor Özgür ve Bilge Lider Aliya İzzetbegoviç’te…
Ahmet Bulut’tan Bir Namaz Rehberi, Çocuklar Secdeye Sevgiyle Varsınlar Diye… Niçin namaz kılmalıyız? Namaz eğitimine ne zaman başlanmalı? Namaz bilinci çocuğa nasıl aşılanır? Çocuğa namazı sevdirmek için neler yapılmalı? Çocuk namaz kılmıyorsa anne-baba nasıl hareket etmeli? Çocuklar, anne-babaların kapanmayan amel defterleridir. Çocuğun midesini doyurmak kadar ruhunu da doyurmanın endişesini duyan, onu imanı kuvvetli, ameli salih bir inanan olarak yetiştirmek isteyen anne-babaların yüzleştiği en zor mesele, çocuğa namazı öğretmek ve sevdirmektir. Bu noktada nasıl hareket edilmesi gerektiğini bilmek isteyen anne-babaların imdadına “Çocuklarımıza Namazı Nasıl Sevdirelim/Çocuğumla Sevgi Secdesi” kitabı yetişiyor. Bu kitapta, hayatını insanlara namazı sevdirmeye adamış olan Ahmet Bulut, Türkiye genelinde düzenlediği seminerler ve yaptığı televizyon programları neticesinde elde ettiği birikim ve gözlemlere dayanarak çocuklarımıza namazı sevdirmenin pratik yollarını sunuyor. “Çocuklarımıza Namazı Nasıl Sevdirelim” bölümünde ebeveynlere kıymetli tavsiyelerde bulunurken, “Çocuğumla Sevgi Secdesi” bölümünde yaşanmış örneklerden, hikmetli kıssalardan, asrı saadetten güzel örneklerden yola çıkarak çocukları namaza hazırlıyor. Profesyonel çizimlerle sayfa sayfa süslenen, ayrıca haftalık namaz tablosu ve aylık namaz ağacıyla okunması çok daha zevkli hale getirilen kitap, tüm ebeveynlere, öğretmenlere, çocuklara, kısacası dini eğitimi için endişe duyan herkese hitap ediyor.
Bu kitabın muhatabı, “Asım’ın Nesli”, “Diriliş Nesli”, “Davası Allah olan adanmış nesil”, “Ateşte ama yanmayan zamanın İbrahimi”, zamanın Mus’ab’ı, Ammar’ı, Fatıma’sı, Zeyneb’i ve cennetin özlediği elmas nesil… Ahmet Bulut, sade dili, kıskıvrak yakalayan üslubuyla seni bir yolculuğa davet ediyor, sonu cennete varan bir yolculuk… Bu yolda, hedefini belirlemişsin, yoldaki engellerden azadesin… Gençlik nimetlerini, Allah’a yürürken bir nimet biliyorsun… Tuttuğun yola arkadaşlarını da davet ederek yeryüzünde bir müjdeci gibi ferahlıkla dolanıyorsun… Çünkü sen Allah’a Koşan Genç’sin! Kitaba Allah’a Koşan Genç ismini verdim. İstedim ki Allah’a koşasın. İstedim ki nefsin ve şeytanın kışkırtmalarından Allah’a kaçasın. İstedim ki seni cennet yurduna davet eden Rabbine, “Buyur Allahım emrine amadeyim,” diyesin. İstedim ki Rahmet Peygamberi’nin(sav) özlediği ve, “Kardeşimdir,” buyurduğu sen olasın. İstedim ki insanlığın kurtuluşu için kendine harap edercesine adanmış yüreğin kardeşi sen olasın. İstedim ki ateşler içinde ama yanmayan İbrahim, bıçağın kesmediği İsmail, suyun boğmadığı Musa, kuyunun yutmadığı Yusuf sen olasın. İstedim ki bir şehrin imarına adanmış yürek Mus’ab sen olasın. İstedim ki ıssız çöllerde yalnız kaldığında, ümitlerin tükendiği anda, “Allah bana yeter,” diyen Hacer, karnındaki bebeği Allah’a adayan Hanne, sudaki bebeğe sahip çıkan Firavun’un sarayındaki Asiye sen olasın. İstedim ki sadakatin, sevginin ve fedakârlığın simgesi Hatice sen olasın. İstedim ki ilmin, ferasetin ve muhabbetin zirvesi Âişe sen olasın. İstedim ki iffetin, edebin ve hayânın membaı Fatıma sen olasın… Allah’a Koşan Genç, dünyasını gözden geçirmek isteyen herkes için gençlik nimetini nasıl bir hazineye çevireceğini merak edenlere bir el kitabı…
Nevzat Tarhan, 10 Adımda Pozitif Psikoloji’de her biri psikoloji ve psikiyatrinin farklı sahalarında uzman on dokuz kişiden oluşan bir ekiple duygusal zekâ becerilerini 10 adımda geliştirme yöntemlerini pratik uygulamalarla birlikte sunuyor. Kendini tanıma-farkındalık, iletişim becerileri, motivasyon, sebatkârlık, uzlaşmacılık gibi kavramların tek tek açıklandığı kitapta anlatılan 10 adım, psikodrama ve
alıştırmalarla pekiştiriliyor.
Hayatın her anında karşınıza çıkabilecek krizleri birer avantaja çevirebilmenin inceliklerini anlamak ve öğrenmek isteyenler için
10 Adımda Pozitif Psikoloji kaçırılmayacak bir imkân.
Yaşadığı döneme baktığımızda Yunus Emre’nin sadece bir derviş, bir halk şairi, bir mutasavvıf değil, aynı zamanda adeta bir psikolog olduğunu görürüz. O yalnızca halkın sanat zevkini tatmin ettiği için “Yunus” olmamıştır. Nefesinin bugün hâlâ bu kadar canlı olmasında en büyük etken insanların psikolojik ihtiyaçlarını gidermesidir. Anadolu insanının travmalarını çözen, toplumsal huzuru sağlayan ve yeni bir kültür iklimi adeta bir “Yunus iklim kuşağı” oluşturan bu büyük halk ozanı aslında bugünün insanına çok şey söylüyor! Nevzat Tarhan Mesnevi Terapi’den sonra Yunus Terapi ile bizlere Yunus Emre’nin şiirinin günümüz insanın ruhsal yaralarını nasıl sarabileceğini, toplum psikolojisini nasıl onarabileceğini keşfetmeye davet ediyor. Yunus Emre’nin şiirlerinden yansıyan bilgeliğe çok ihtiyacımız var… Aşk insanı karmakarışık eder; dün, bugün, yarın iç içe geçer. Ateşlerde yakar. Yakar ama içindeki cevherin de çıkmasını sağlar. Âşık olan varlık evini terk edip yokluk evine girer. Yokluğa erdiğindeyse her şeyi terk eder, kendini suda, toprakta bulur, Yaradan’ın denizinde erir. Aşk başta ateştir. Ateş, kibir ve gücü temsil eder. Ama bu ateşte yandıkça suya, toprağa dönüşürsün. Sabrı, kanaati, alçak gönüllüğü, edebi öğrenirsin. Aşk ilinde ahlak eğitimi vardır. Aşktan ahlaka giden bir yoldur bu…
Elimde ne yapacağımı bilmediğim, hiçbir kapıya uymaz anahtarlar, şimdi size aşka, hayata ve ölüme dair yerli yersiz cümleler söyleyeceğim.
Ben: Yazıcı. Kalbim çatladığında tanığım su kıyısında bir kavak ağacıydı.
Sevda dediğin ne ki? Tarifsiz bir tanışıklık duygusu. Sebepsiz bir gülümseme arzusu.
Bana bir şey olsa ölürsün zannederdim. Öyle çok şey oldu ki bana.
İade ettiği bütün sükûnete rağmen af, aşkın külliyatı içinde en pahalı makamdır. Bedeli bizatihi aşkın kendisidir çünkü.
Arınma kalpte gerçekleşen bir şeydir ve her kalbin anahtarı farklı yerdedir.
Bazen en büyük hakikatlerin bilgisinin en büyük günahlarla yan yana durduğunu unutma.
Ezel yazgısı bazen ancak ebede sığabilir, şu dünya bazen onu içine alamayacak kadar küçük kalır.
Hayat sanattan daha gerçek. Bazen bir manzaranın verdiği duyguyu koca bir kitap vermiyor. Ne kadar anlatırsam anlatayım, bütün anlattıklarımın toplamı bile bir kış ikindisinde camdan süzülen yağmur damlasını anlatmaya yetmiyor.
Kültürel Bir Eleştiri, psikoterapinin kendi içinden yükselen bir ses, bir eleştiri. Bireyi iyileştirmeye çalışırken, kendi içindeki açmazlara bakmayı başaramayan terapi yöntemlerine içeriden bir bakış. Prof. Dr. Kemal Sayar, insanın “kendisini tavaf eden hacı” olduğu bir zamanda, mesleki birikimini bir ayna misali psikoterapi kuramlarının üzerine tutuyor. İnsanın ilişki arayan bir varlık olduğunu söyleyerek, psikoterapi kuramlarındaki esaslı paradigma değişimine dikkatimizi çekiyor. Gündelik hayatı ve politikayı terapi odasının dışında bırakmayan, kültürel ve sosyal bağlama dikkat kesilen, ötekinin yüzünü bir çağrı olarak önemseyen, şiirsel ilhamlara açık bir psikoterapi öneriyor. ‘Çağın terapi odası’nda kafası karışmış herkes için, yeni sorular sorduracak, insanı farklı ve derinlikli bir bakış açısıyla kavramamızı sağlayacak bir kitap. Şifa niyetine.
“Milletlerin ortak hafızası tarih dediğimiz zaman kesiti içinde oluşur. Savaşlar, istilalar, göçler kimliğimizin oluşumunda son derece müessirdir. Gerçek bir kimlik bilincine ulaşabilmek için tarihi iyi bilmemiz gerektiğiniz görüyoruz. Tarihi olaylara, tarihe bigane kalınamayacağını anlıyoruz. Bilmesek ve dikkate almasak da tarih kendisini bize dayatıyor.”
Hakikat, milyonlarca yıl önce yeryüzüne düşmüş ve parçalara ayrılmış kocaman bir elmas gibidir. Her bir parçayı bulan, elmasın o parçadan ibaret olduğunu zanneder. Oysa hakikat daha büyüktür, bütündedir. Bilimlerin tümünde olduğu gibi psikolojide de hakikatin sadece bir kısmına hâkimiz.
Disiplinlerin birbirinden öğrenecek çok şeyinin olduğu günümüzde, “ya bilim, ya maneviyat” tarzı bir indirgemecilik yerine, “hem o, hem de o” yaklaşımı daha doğru görünmekte. Ruhun bilgeliğine ulaşmak için, bilgeliğin ruhuna nüfuz etmemiz gerek. Unutmamalı ki “Her arayan bulamaz, bulanlar sadece arayanlardır.”
İbrahim b. Edhem bir gün sarayında uyurken, geceyarısı, tavandan tıkırtılar geldi. Sanki birisi damda yürüyordu.’ Kim var orada?” diye bağırdı. “Bir dost,” diye cevap geldi. “Bir deve kaybettim ve onu bu damda arıyorum.”
“A ahmak, damda deve mi arıyorsun?” diye bağırdı İbrahim.”A düşüncesiz!” diye cevap verdi ses, “Sen Tanrı yı ipek elbiseler içinde, altın sedirde uyuklarken mi arıyorsun?
Aile içinde yaşanan çatışmalarda hangi iletişim kanallarını kullanabiliriz? “Yemicem işte!” diye direten çocuklara ne demeli? Çocuğunuzun yemek seçmesinin nedeni siz olabilir misiniz? Özgüvenin azı karar, fazlası zarar mı? Çocuğumuzun strese girdiğini nasıl anlarız? Evdeki Facebook-Twitter krizlerini nasıl aşarız? Çocuğu benliğini zedelemeden eleştirmek mümkün mü? “Aman çocuğum üzülmesin” derken çocuğa iyilik mi ediyoruz kötülük mü? Hangi çocuklar tırnak yer? Kardeş kıskançlığı mı rekabet mi? Çocuğunuz geceleri korkuyla uyanıyor mu? Çalıştığı halde bir türlü derslerde başarılı olamıyor mu? Çocukluk döneminde önümüze çıkan engeller kendimizi geliştirme fırsatı olabilir mi? Her ailede yaşanan ufak çaplı krizler, çözümü mümkün sorunlar ve “çocuk eğitimi” denince anne babaların ilk aklına gelen, en çok güven duydukları bir isim; Prof. Dr. Nevzat Tarhan. “SEN BEN VE ÇOCUKLARIMIZ” anne babalar için güvenilir bir rehber kitap, hatta bir yol arkadaşı…
ıllardır birçok tarihçi yetiştiren, yaptığı televizyon programlarıyla ve yazdığı kitaplarla tarihi yediden yetmişe herkese sevdiren Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil’in kaleminden yepyeni bir seri: OTAĞ!
Osmanoğullarının bir cihan devletine dönüşme macerasını anlattığı KAYI serisiyle yüz binlere ulaşan Prof. Dr. Şimşirgil, tarih okunun yayını bu defa daha geriye çekiyor ve İslâmlaşma sonrası Türk tarihini, kurulan devletleri, tarihe yön veren hükümdarları anlatıyor. Herkesin anlayabileceği, akıcı bir üslupla kaleme alınmış OTAĞ serisinin ilk kitabı Büyük Doğuş Türkler ve İslâmiyet ile alakalı merak edilen pek çok meseleyi aydınlatıyor.
Nazan Bekiroğlu’ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen muhteşem bir roman. Balkan Savaşı yıllarında başlayıp I. Dünya Savaşı’na uzanan bir öykü… Trabzon’da ve Tebriz’de doğup birbirlerine doğru yol alan iki hayat; önce delice akan sonra durgunlaşan iki ırmak… Aslında çok ırmak… Tebriz’in en büyük, en asil halı tüccarının deli fişek oğlu Settarhan ve Trabzonlu inci tanesi Zehra… İki büyük savaşın savurup yeniden şekillendirdiği hayatlar, muhaceret, tehcir, mücadele, kader… Farklı inançların aktığı ortak zemin, üç ülke ve üç sevda Nazan Bekiroğlu’nun mürekkebi aşk olan kaleminde buluştu. “Nar Ağacı” bir Doğu masalı kadar zengin, hayal kadar güzel, hayat kadar gerçek bir hikâye… İncelikle işlenmiş karakterleri, zengin detayları ve dönemi anlatmadaki maharetiyle yıllarca unutulmayacak bir kitap…
Nazan Bekiroğlu Nar Ağacı’ndan sonra merakla beklenen yeni romanı Mücellâ’da bizleri 1920-1970’li yılların Türkiye’sinden nostaljik bir hikâyeyle buluşturuyor.
Mücellâ, genç Cumhuriyet’le yaşıt bir kızın, unutulmuş kumaşların, kokuların, alışkanlıkların, iğne oyalarının, kimi yarım kalmış kimi tamamlanmış aşkların, hayatı seyretmekle yaşamak arasında gelip giden kadınların romanı.
Tamam, estetize ediyorum, idealleştiriyorum biliyorum. Düpedüz yazıyorum. Romantik olduğum da bir yafta gibi boynuma asılı. Ama ben gördüğümü söylüyorum. Neticede şu yazdıklarımda ben hem mecazlı hem de gerçekçiyim. Yani düpedüz kinayeliyim. Eğer öyle değilse ya ben hayal görmüşümdür ya bana hülya anlatmışlardı.
Nazan Bekiroğlu’ndan yıllarca okunacak bir deneme kitabı Mimoza Sürgünü. Bir mimoza ağacının altında insanın içine ve dışına doğru bir yolculuk bu. Kördüğümleri çözmekte üstüne olmayan ama basit bir fiyongun ucunu çekemeyen, yüce dağları aşıp da tatlı bir yamaç yolunda sendeleyen bir kalbin gücünün ve kırılganlığının iç dökümü. Aşkın ve metafiziğin, yıllarca biriktirilen hatıraların, yaratılmış her şeyle kurulan incelikli ilişkilerin izleriyle dilin büyüsünün iç içe geçtiği denemeler Mimoza Sürgünü’nde.
Tarihi herkese sevdiren adam Talha Uğurluel, şimdi Peygamber Efendimiz’in(sas) hayatını, İslam Tarihi içinde cereyan etmiş nice önemli hadiseyi, Mukaddes Topraklardaki mekânlar eşliğinde, yüzlerce görsel üzerinden anlatıyor.
Uğurluel, Peygamber Efendimiz’in(sas) doğduğu, büyüdüğü, peygamberlikle görevlendirildiği, hicret etmek zorunda kaldığı ve vefat ettiği toprakları Mekke ve Medine olarak iki bölüm halinde gezdiriyor.
Her mümin, Hz. Muhammed’in(sas) memleketine gitmek, evini görmek, çocukluğunu geçirdiği mahallede dolaşmak, koyun güttüğü dağları seyretmek ister. O’nun(sas) yaslandığı bir duvar, abdest aldığı bir kuyu, alnını koyduğu bir zemin, gölgelendiği bir ağaç sahabe tarafından kayıt altına alınmıştır.
Kısa Dünya Tarihi ile başlayan KISA TARİH serisi Kısa Ortadoğu Tarihi ile devam ediyor… İlk insan, ilk tohum, ilk şehir, ilk din, ilk savaş, ilk imparatorluk… Sümerler, Akadlar, Persler, Mısırlılar, Romalılar… Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar… Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Bağdat, Kahire… Türkler, İranlılar, Araplar, İngilizler, Fransızlar, Ruslar, Amerikalılar… Sünniler, Şiiler, Haşhaşiler, Maruniler, Batıniler, Hariciler, Yezidiler, Aleviler… Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail, Napolyon, Sultan Abdülhamid, Arabistanlı Lawrence, Gertrude Bell, Emir Faysal, Şerif Hüseyin, Atatürk, Churchill, Nasır, Arafat, Saddam, Mübarek… Peygamberler, azizler, köleler, krallar, imparatorlar, diktatörler, devrimciler, şeyhler, emirler, hainler ve kahramanlar… Petrol, halifelik, savaşlar, darbeler, isyanlar… Kısacası kutsala ve dünyaya dair ne varsa burada. BURASI, ORTADOĞU… DOĞUMUN, ÖLÜMÜN, SİYASETİN, PETROLÜN, İHANETİN VE HATTA KIYAMETİN BEŞİĞİ… ORTADOĞU’YU HİÇ BÖYLE OKUMADINIZ…
17. asrın son yirmi yılına girildiğinde Osmanlı Devleti gücünün ve kudretinin zirvesinde, dünya siyasetinde etkin bir şekilde hükmünü icra ediyordu. Dünyada yenemeyecekleri hiçbir devlet yoktu.
Yıllardır birçok tarihçi yetiştiren ve yaptığı televizyon programlarıyla tarihi yediden yetmişe herkese sevdiren Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, tamamen ilmî kaynaklardan beslenerek her yaştan tarih severin kolaylıkla okuyup anlayabileceği bir üslupla KAYI dizisini yazmış ve tarihimizi sıkıştığı bu alandan kurtarmıştır. Önyargısız ve objektif bir şekilde okuyucunun değerlendirmesine sunulan bu serinin hedefi; Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan yıkılışına kadar siyasî, sosyal, iktisadî ve imarî tüm serüvenini ve Osmanlı padişahları hakkında bilinen gerçekleri akıcı, anlaşılır, merak uyandırıcı ve roman tadında bir üslupla yorumlamaktır.
II. Abdülhamid Han, saltanattan çekildikten sonra milleti tarafından en çok aranan ve özlenen hükümdardır. Zira onun saltanatta olduğu 33 sene ile sonraki 10yıllık dönemi karşılaştırmak dahi mümkün değildir.
II. Abdülhamid Han, siyasi bir deha idi. 19. asrın sonlarına doğru neredeyse tarihten silinecek olan son muazzam Türk İmparatorluğu’nu, on sene içinde yeniden dünyada rol oynayan bir hale getirecekti.
O, yed-i tûla sahibi idi. Dünyanın hangi coğrafyasında olursa olsun Müslümanlar, İslam’ın halifesini yanında buluyorlardı.
O, Osmanlı ruhunun son temsilcisi idi. Ertuğrul ve Osman Gazilerin sahip olduğu hiç değişmeden devam eden Sünni inancı yaymakta büyük gayret sarf etti. İngilizlerin doğru inanç ve itikadı bozma çalışmalarına bir kale gibi karşı durdu.
O, merhamet ve şefkatin zirvesindeydi. Hayatına kastedenleri dahi affetti.
O, en mağdur padişah olarak tarihe geçecekti. Sadece ağır hakaretlere ve iftiralara maruz kalmadı. Kendi kesesinden yaptırdığı eserlerden ismi kaldırıldı. Tuğraları tahrip edildi. Resmen adı ve namı unutturulmak istendi.
O, bir asır boyunca anladığını zannedenlerin dahi anlayamadığı bir padişah oldu.
Osmanlı Tarihi’ni herkese sevdiren Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, Kayı serisinin X. Kitabında, o akıcı üslubu ile vefatının 100. sene-i devriyesinde II. Abdülhamid Han’ı okuyucularının takdirine arz ediyor.
Osmanlı padişahlarından belki de en çok tartışılanıdır Sultan II. Abdülhamid. Kimileri “Kızıl Sultan” diyor, kimileri “Ulu Hakan”… Siyasi hayatı ve tercihleri sürekli tartışılıyor. Ve bu tartışmalar, daha ziyade sancılı saltanat yıllarındaki siyasi olaylar, anlaşmalar, yürütülen “denge politikası” üzerinden yapılıyor.
Peki şimdi, kişisel hayatı ve bıraktığı eserler üzerinden “insan Abdülhamid”e doğru bir yolculuğa ne dersiniz? Talha Uğurluel, Sultan II. Abdülhamid’in kişisel tarihindeki detaylar üzerinden İmparatorluğun son günlerini anlatıyor
Sultan Abdülhamid’in dostu, sır kutusu Tahsin Paşa’nın romanı: Hünkarım…
Türkiye’de ve dünyada büyük bir ilgiyle takip edilen Payitaht dizisinin Tahsin Paşa’sı Bahadır Yenişehirlioğlu, Tahsin Paşa’nın unutturulmuş hayatını romanlaştırdı.
Osmanlı İmparatorluğu ölüm kalım savaşında.
İç ve dış mihrakların tek bir amacı var; Ulu Hakan Abdülhamid’i devirmek.
Sultan Abdülhamid’in çevresinde güvenebileceği tek bir kişi bile yoktu ta ki Tahsin Paşa’yı bulana kadar.
Tahsin Paşa, aşktan ve muhabbetten anlayan, devletine ve Hünkarına sonsuz sadakatle bağlı, iyi bir eğitim ve aile terbiyesinden geçmiş bir devlet adamı.
Hünkar’ın Tahsin’e sonsuz güveni ile Tahsin’in Hünkar’ına sonsuz sadakati…
Ve herkesi kıskandıran bir sırdaşlık, dostluk, kardeşlik…
Bugün çocuklarda karşılaşılan problemlerin çoğunun temelinde, çocuğun kendi gibi olmasına izin verilmemesi yatar.
Çocuk içinde hissettiği coşkuyla sağa sola koşacak olsa “Bu çocuk hiperaktif mi ne, bir türlü yerinde durmuyor” ikazlarının, bir şeyleri merak edip birkaç soru sorsa “Amma meraklısın sen de yani…” diye alaya almaların, kendisi için seçilen bir kıyafetin rengini beğenmediğini söylese “Sana elbise alanda suç zaten” şeklindeki bastırmaların, bir yemeğin damak tadına uymadığını ifade edecek olsa “Sende de hiç zevk yokmuş” gibi aşağılamaların normal kabul edildiği bir toplumda, çocuğun kişiliğini koruma mücadelesi her anne babanın insanlık görevidir.
Bu kitapta çocukların davranışları “öğrenme”sinin değil “edinmesi”nin, bir başkasını taklit ederek değil kendi “irade”sini ortaya koyarak istenen davranışları kazanmasının yolları üzerine ufuk açıcı bir anlayışla karşılaşacaksınız.
İsmail Küçükkaya sordu, İlber Ortaylı tüm içtenliğiyle cevapladı ve ortaya Türkiye’nin geçmiş ve geleceğiyle ilgilenen her okurun mutlak okuması gereken bir başucu kitabı ortaya çıktı…
CUMHURİYET’İN İLK YÜZYILI’na yeni devletimizin yapı taşlarının döşendiği Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme döneminden başladık.
Atatürk ve silah arkadaşlarının yetiştiği II. Abdülhamid’in modernlik arayışı içinde geçen yıllarını, ama aynı zamanda istibdad günlerini ve buna karşı isyan edip hürriyet arayan genç Osmanlı subaylarının maceraları hayatları…
Millî Mücadele dönemini, özgürlük havasının egemen olduğu Cumhuriyet’in ilk iki yılını ve tek partili zorlu zamanları, ardından gelen çok partili siyasal yaşamın başladığı 1950’li yılları…
1913 Babıali Baskını’yla başlayan darbeler tarihini…
Yeni devletin ilk gününden itibaren çözmeye çalıştığı kadim problemleri; Kürt Sorunu’nu, “irtica” meselesini ve eğitim konusunu…
İslâmcılıktan milliyetçiliğe, merkez sağdan sosyal demokrasiye bütün siyasal akımları…
1876’dan 1924’e ve 1982’ye anayasa metinlerimizi… Bizleri 2023’e taşıyacak yeni anayasa özlemimizi…
Asırlık dış politikamız, ikili ilişkilerimiz, uluslararası kuruluşlardaki temsiliyetimiz, Kıbrıs Barış Harekâtı, AB macerası ve Ortadoğu politikalarımızı…
Şehirleşme, üniversiteleşme, gecekondulaşma, ekonomik büyüme, yolsuzluklar, gündelik yaşamdaki nitelik ve kalite kaybı gibi en güçlü sosyolojik dinamik ve gelişmeleri…
Yani bizi biz yapan ve bugünlere taşıyan önemli tarihsel dinamikleri konuştuk…
CUMHURİYET’İN İLK YÜZYILI, İlber Ortaylı’nın kaleminden 1923’ten günümüze, günümüzden 2023’e uzanan, bir geçmiş ve gelecek muhasebesi…
Çocuk bir türlü söz dinlemiyor, kardeşine kötü davranıyorsa…
Ödevini yapmıyor, okuldan sürekli şikâyet geliyorsa…
Aile içindeki sorumluluklarını yerine getirmiyor, yetişkinlere saygısızlık yapıyorsa…
“Bu davranışların karşılığını görmeli,” deyip cezalandırmalı mı?
Yoksa “Artık baş edemiyorum,” diye ilaca mı başlamalı?
Kızarak, azarlayarak, ceza vererek çocuğun davranışları düzeltilebilir mi? Yoksa ceza, yetişkinin çaresizlik gösterisi midir?
Evet, ceza bir eğitim aracı değil, bir aşağılama davranışıdır…
Cezasız Eğitim kitabında çocukla çatışmanın onun kişilik gelişimini nasıl etkilediğini, tepkisel hale getirdiğini, öfke kontrolünü bozduğunu… Cezanın kısa vadede işe yarasa da uzun vadede çocuğa değersizlik hissi yaşattığını ayrıntılarıyla anlattık.
Peki, kızmadan, ceza vermeden çocuk eğitimi olur mu? Olursa nasıl olur?
Cezasız Eğitim 2’de işte bu soruların cevabını aradık.
Pedagog Adem Güneş, Cezasız Eğitim 2’de ‘öğrenme’ yerine, ‘edinmeyi’ tarif etti. Edinebilmek için ‘merak-heves-istek’ üçlüsünün önemini anlattı. ‘Kalıcı Öğrenmenin Üç Derinlik Boyutu’na değindi.
Çocuğun kişilik gelişimini önemseyen anne babalar ve eğitimcilerin bakış açısını değiştirecek bir kitap…
“Ne kadar değerli insan gördüysem onların çocuğa değer verdiğini de gördüm.
Çocuğa değer vermek bir lütuf değil, insan olmanın gereğidir. Bu gerekliliğe önem veren ebeveynlerin çocukları hayatla barışık yaşar. Yeri geldiğinde coşkuyla gülebilen, gerektiğinde hüzün duyabilen çocuklardır onlar. Gözleri ışıl ışıl, ‘insan olmanın değerini’ duyarak yaşamış çocuklar…
Ne kadar sorunlu çocuk gördüysem, hepsinin ‘çocuk deyip geçilmiş’ olduğunu da gördüm.
Çocuk deyip geçmemek için çocuğun kim olduğunu bilmek gerekir.
Çocuk kimdir ve nasıl yaşar? Kişiliği nasıl gelişir? Duyguları nasıl oluşur?”
Adem Güneş Çocuk Deyip Geçmeyin’de bir çocuğun gözünden bakıyor hayata. Her bölümde yeni düşünce ufukları geliştiriyor. Kimi zaman “Dikkat dağınıklığı yoktur, o zaten çocuğun normal halidir” diyor, kimi zaman “çocuk eğitiminin ceza ile olamayacağına” dikkat çekerek yetişkin-çocuk ilişkisinin temeli olan “güven” duygusunun altını çiziyor.
Kitapları, televizyon programları ve gezileriyle binlerce insanı keyifli bir tarih yolculuğuna çıkaran Talha Uğurluel anlatıyor.
Arzın Kapısı Kudüs ilk defa kullanılan fotoğraflar ve şehir haritasıyla sizi şehrin damarlarında gezdiriyor, tam bir görsel şölen sunuyor.
Kudüs… Dünyada hiçbir şehir dinler tarihi açısından Kudüs’le yarışamaz. Üç semavi dinin de bu beldeyi aziz tuttuğunu, onun için mücadele ettiğini biliyoruz.
Ya bilmediklerimiz… Anlatılmayanlar… Görülmeyenler…
*İsrailoğullarını Kudüs’e taşıyan peygamber kimdi? Hz. Musa Kudüs’ü görmüş müydü?
* Hz. Süleyman’ın kabri nerede?
*Mardinli Artuk Bey’in Kudüs’te ne işi vardı? Kudüs Türk hâkimiyetinde neler yaşadı?
*Selahaddin Eyyubi’nin Kadınlar Mescidi geçmişte Tapınak Şövalyeleri’nin yönetim merkezi miydi?
*Osmanlı’yı arkadan vuran Şerif Hüseyin ve oğullarının akıbeti ne oldu?
*Hitler, Yahudi sürgünü fikrini Roma İmparatoru Hadrian’dan almış olabilir miydi?
*Filistin devletinin temellerini atan, Çanakkale gazisi Muhammed Emin el-Hüseyni Türkiye’ye neden kaçak girmek zorunda kaldı?
Bu kitabı okuduğunuzda Taht-ı Süleyman’dan Antonia Kulesi’ne, Mescid-i Aksa’dan Kubbetü’s-Sahra’ya birçok mekânı görmüş gibi olacaksınız.
Attila’ydı o.
Erken yaşlarından itibaren cesareti ve iradesiyle aman vermez bir rakip olarak çıktı herkesin karşısına.
Diplomatik esir olarak Roma’ya gönderildi. Müthiş bir savaşçı olarak Hun ülkesine döndü.
Verdiği mücadele sadece düşmanlarına karşı değildi.
Kardeş bildikleri onu hiç ummadığı yerden de vurmak istediler, direndi.
Hem Doğu hem Batı Roma’ya hükmetti.
Tarihte ilk kez Papa’ya diz çöktürdü.
Doğuda Sasanilere geçit vermedi.
Ve bin yıllara uzanan bir isim bıraktı geriye.
Attila’ydı o.
Insanın en karmaşık ihtiyacıdır aidiyet. Bir yandan özgürlüğe düşkündür insan ruhu, diğer yandan tutunacak dal arar. Tutunabildiği kadar emniyette, tutunamadığı kadar boşlukta hisseder kendini… Çocukluktan başlayıp, yaşamın her dönemini kapsayan aidiyet, kişiliğin temel besin kaynağıdır. Giderilmemiş aidiyet duygusunun en belirgin özelliği, bir daha bağlanmak istemezcesine aileden kopmalardır.
Pedagog Dr. Adem Güneş, “Tutunma Çabası; Aidiyet’te” çocukluk döneminden itibaren ait olma ihtiyacının duygusal oluşumunu adım adım ele alıyor. Aidiyeti bozan durumlara, aidiyet yanılgılarına, kırılmış aidiyetin yeniden onarılmasına değiniyor. Çocuğun değerler edinimini kolaylaştıran, problem çözme yeteneği geliştiren, sosyal bir birey olmanın yolunu açan aidiyet kavramı ebeveynlere yeni bir pedagojik bakış açısı sunuyor.