Gösterilen 781–800 arası toplam: 806

  • Simyacı

    Simyacı, Brezilyalı eski şarkı sözü yazarı Paulo Coelho’nun, yayınlandığı 1988 yılından bu yana dünyayı birbirine katan, eleştirmenler tarafından bir `fenomen’ olarak değerlendirilen üçüncü romanı. Simyacı, altı yılda kırk iki ülkede yedi milyondan fazla sattı. Bu, Gabriel Garcia Marquez’den bu yana görülmemiş bir olay. Yüreğinde, çocukluğunu yitirmemiş olan okurlar için bir `klasik’ kimliği kazanan Simyacı’yı Saint-Exupery’nin Küçük Prens’i ve Richard Bach’ın Martı Jonathan Livingston’u ile karşılaştıranlar var (Publishers Weekly). Simyacı, İspanya’dan kalkıp Mısır Piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago’nun masalsı yaşamının felsefi öyküsü. Sanki bir `nasihatnâme’: `Yazgına nasıl egemen olacaksın, mutluluğunu nasıl kuracaksın?’ sorularına yanıt arayan bir hayat ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen romanın altı yılda, yedi milyondan fazla okur bulmasının gizi, kuşkusuz, onun bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor. Simyacı’yı okumak, herkes daha uykudayken, güneşin doğuşunu seyretmek için şafak vakti uyanmaya benziyor.

    8,90
  • Sofra

    “…. sofra, bir bakıma göğe aittir. Yeryüzüne
    serilmektedir, ama semavîdir.
    Gök, insanın ruhu, arz ise bedenidir.
    Yani sofra, ruhtan bedene,
    Rahman’dan nefse lütfedilmiş olandır.”
    “Sofrayı, yer ve gök biçiminde nitelemek
    doğru değildir.
    İster yere isterse göğe ait olsun, bütün sofralar
    gökseldir.
    Sofra, aynı zamanda herkesin çağrıldığı ve
    oturduğu bir nimet şölenidir.
    Mülkiyetin ferdîliği burada iflas eder.
    Burası özgürleşme mahallidir.
    Herkes doyar bu sofrada, her şey davetlidir.
    Güzel, iyi olan ne varsa burada sergilenir.
    Dostun sofrasıdır burası, Hz. İbrahim’in bereketidir.
    Hz. İsa’nın diriltici nefesidir, kardeşlik şölenidir.
    Dinin olgunlaştığı, nimetin tamamlandığı yerdir.
    Rahmaniyyetin, Rahimiyyetin ve
    Ulûhiyyetin tecelligâhıdır, üçler sırrıdır.”

    7,94
  • Sonsuz Kare Sonsuz

    Ruhumuza tesir eden, kendimizi şöyle bir yoklamaya sevk eden her film; velev ki içinde ruhsallığı deneyimleten, insandaki bir yaraya veya tecrübeye karşılık gelen tek bir sahne olsun, o film, bir başyapıt mesabesindedir artık. Zira sinemanın -dolayısıyla sanatın- gücü de buradan gelir: İnsana hakikati hatırlatmak, onu ruhsal olarak sar/s/mak ve olgusal deneyimlerini geliştirmek.”

    “Her şeyin her şeye bir etkisi vardır. Bunu insanoğlundan daha iyi kim bilebilir?

    İnsan, kadimlerini koruyarak, merkezini her daim hatırlayarak ve gelenekten kopmadan, geleneğin nefesiyle, şimdiye/buraya dair bir şeyler üretebiliyor, söylüyor. Kat kat insanı, kendisini merkez edineceği ama donmasına da izin vermeyeceği gelenek doğuruyor, muhkemleştiriyor.”

    Bu kitap, kâh sinema sanatının ne’liğine, kâh sinema sanatının imkânlarına, zaman zaman koca bir filmin tek bir karesine, zaman zaman ise heder edilmiş emeklere dair yazıldı. Ama en çok insana, insanın hikâyesine, çaresizliğine, yalnızlığına, düşüşüne ve dahi dirilişine…

    5,64
  • Sorularla Bir Cihan Imparatoru Fatih Sultan Mehmed Han

    Çocuk yaştan itibaren payitaht ve cihan hâkimiyeti için kendisini yetiştiren II. Mehmed, 21 yaşında İstanbul’u fethederek Peygamber Efendimiz’in kutlu hadisine mazhar olan âlî bir şahsiyet… İstanbul surlarını yıkan şâhî topları icat eden, gemileri karadan yürüten bir mühendis, bir deha… Cesareti ile İstanbul’u fethederek cihad ve gazayı, güç elde ettiğinde zalimleşmeyerek hoşgörüsü ile insan haklarını Batı âlemine tanıtan bir lider… İstanbul’u dünyanın ilim ve kültür şehri hâline getiren, âlimlere kıymet veren, yedi dil bilen bir entelektüel…

    Bu kıymetli insanın ayrıntılı bir portresinin çizildiği elinizdeki kitapta; Ahmet Anapalı, Türker Akıncı’nın sorularını cevaplayarak okuyucuyu Fatih Sultan Mehmed Han’ı tanıyıp anlamaya ve onun aziz hatırasını yâd etmeye davet ediyor.

    9,09
  • Suç ve Ceza

    Suç ve Ceza yayımlandığı 1866 tarihinden bu yana, modern insana yaklaşımıyla ve sorduğu can alıcı sorularla güncelliğini hiç kaybetmediği gibi, edebiyatın çıtasını erişilmesi güç bir seviyeye yükseltmiştir. Dostoyevski’nin dehasını tüm yönleriyle yansıttığı roman, bir suçun psikolojik kaydıdır aynı zamanda.

    11,39
  • Suskunlar

    Eflâtun rengi hayaller kuran bir “suskun”un sözleridir, bu roman. İşittiğini gören, gördüğünü dinleyen, dinlediğini sessizliğin büyüsüyle sırlayan ve tüm bunların görkemini hikâye eden bir adamın alçakgönüllü dünyasına misafir olacaksınız, satırlar akıp giderken. O ise, muzip bir tebessümle size eşlik edecek, sessizce… Sayfaları birer birer tüketirken, benzersiz erguvanî düşlerin “gerçekliği”nde semâ edeceksiniz ve bu düşlerden âdeta başınız dönecek. Hayat kadar gerçek, düş kadar inanılmaz bu dünyanın tüm kahramanlarının seslerini duyacak, nefeslerini hissedeceksiniz. Çünkü Suskunlar, sessizliğin olduğu kadar, seslerin ve sözlerin, yani musikînin romanıdır. Sonsuzluğun derin sessizliğinin “nefesini üfleyen” ve ona “can veren” bir adamın hayallerinin ete kemiğe bürünmüş kahramanları, en az sizler kadar gerçektir; ya da siz, en az onlar kadar bir düş ürünü… Bağdasar, Kirkor, Dâvut, Kalın Musa, İbrahim Dede Efendi, Rafael, Tağut, Veysel Bey ve diğerleri… Onlar, sessizliğin evreninden İhsan Oktay Anar’ın düş dünyasına duhûl ederek suskunluklarını bozmuşlardır. Bir meczûp aşkı tattı, bir âşıksa aşkına şarkılar yazıp ruhunu maviyle bezedi; diğeri, kaybolduğu dünyada bir sesin peşine düşerek kendini buldu. Nevâ, belki de, herkesin âşık olduğu bir kadının pür hayâliydi. Hayâlet avcısı, kendi ruhunu yakalamaya çalıştı. Zâhir ve Bâtın ise, zıtlıkların muhteşem birliğinde denge bulan iki ayrı gücün cisimleşmiş hâliydi. Suskunlar’ı okuduktan sonra aynaya bakmak, yansıyan aksinizde gerçeği görmek, gördüğünüzü işitmek ve duyduklarınızla sağırlaşıp susmak isteyeceksiniz. Sayfalar tükenip bittiğinde, kim bilir, belki de “suskunlar”dan biri olacaksınız…

    10,24
  • Taksi

    Güncel Mısır edebiyatının en başarılı örneklerinden biri olan Taksi, 10’dan fazla dile çevrildi!
    Taksi şoförleri, bu gezegenin en çok çeşitlilik içeren türlerinden biridir. Bu roman, hareketsiz kalmayı reddeden Kahire’nin kirli, affı olmayan sokaklarının gerçek yüzünü ortaya koyuyor.

    Kahire taksilerinden 58 kurgusal monoloğu bir araya getirerek okuru şehrin kaotik sokaklarında heyecanlı bir tura çıkaran bu kitap, sözlü anlatım geleneğinin klasiklerinden biri olarak kabul ediliyor.

    Kitabını “yoksulların kelimelerinde yaşanan hayata” adadığını söylenen Khamissi, Kahire sokaklarını 80.000 taksi şoförünün gözünden anlatıyor.
    *Taksi, standart Arapça ile değil, lehçeyle yazılmış ve bu gerçeklikle edebi olarak saygınlık kazanabilmiş ender romanlardan biri.
    *Bir yıl içerisinde 7 baskı yapan roman, 3000 kopya satan kitapların bile çoksatar listelerine girdiği Mısır’da 75.000 adet sattı.
    Bu güzel eseri yayınlayarak sizlere Kahire’nin dolayısıyla Afrika’nın kapılarını açıyoruz…

    9,09
  • Tarihimiz Ve Biz

    “Milletlerin ortak hafızası tarih dediğimiz zaman kesiti içinde oluşur. Savaşlar, istilalar, göçler kimliğimizin oluşumunda son derece müessirdir. Gerçek bir kimlik bilincine ulaşabilmek için tarihi iyi bilmemiz gerektiğiniz görüyoruz. Tarihi olaylara, tarihe bigane kalınamayacağını anlıyoruz. Bilmesek ve dikkate almasak da tarih kendisini bize dayatıyor.”

    9,09
  • Tarla Kuşunun Sesi

    Türk edebiyatının usta hikâyecilerinden Mustafa Kutlu’nun yeni kitabı Tarla Kuşunun Sesi, okurlarıyla buluşuyor…
    Kutlu, “halk destanı” tarzında kurduğu hikâyede, bir ailenin kuşaklar boyu yaşadıklarını anlatıyor. Kalabalık bir ailenin hayatını merkeze alan Kutlu, diğer hikâyelerinde de olduğu gibi hikâyeyi günlük hayatın unsurlarıyla zenginleştiriyor. İnsana, aileye, topluma “gerçekçi” ve “merhametli” bir gözle bakan anlatıcı, hikâyeye tarihi bir arka plan da çiziyor.

    “Böyledir. Her şeyin aynı şekilde sürüp gideceğini sanırız. Kâinata ve hayata akıl erdirmeye çalışmak boş. Akıl dediğin bir yere kadar. Nasıl gayba inanıyoruz, olup bitenler için şöyledir böyledir demenin bir mânası yok. Teslim olmalı.
    (…)
    İşte su üzerine bir yazı yazdık, geldik gidiyoruz. Şu gölgede bir miktar dinlendik. Hepsi bu.

    İdare edin. Hoşça kalın.”

    7,94
  • Tevafuk

    Kör bir kuyuda yüreğim. Güneşimi çaldı birileri. Karanlık doldu her yanıma. Hapsoldu bir kafese ruhum. Lisanıma kezzap döktüler, yangınlarda kaldı kelimelerim. Avuçlarımda noktalar. Tüm cümleler son buldu. Ve yıldızlar kaydı göğümden. Ay gelmez oldu gecelerime. Günlere dönmez oldu dünya. Zamanın dibine takıldım ve hatta çakıldım. Lügatimden çıktı tüm bilinmişlikler.
    Dünyaya hiç gelmemişçesine yabancı, herkesi tanıyormuşçasına tecrübeli.
    Ama yalnız. Bir başına. Başım bile ağır bana. Alemi yüklendim sırtıma. Ne yolum belli ne menzilim.
    Kör bir kuyuda yüreğim. Karanlıkları hıfzettim. Ezberledim duvarları. Yine de tutunmaz ellerim.
    Kör bir kuyuda yüreğim. Yusufça değil masumiyetim ama bir kervan beklemekteyim. Mısır değil niyetim lakin rüyalarımın tabirini dilerim.
    Rüyaları zindan olanın tabirine bir Yusuf yetişir.

    9,09
  • Türklerden Deha Çıkmaz (!)

    “Müzik dehası” dendiğinde aklınıza ilk kim geliyor? Mozart, Beethoven ya da Bach, değil mi? Peki ya Neşet Ertaş desem? Ya da Âşık Veysel? Kimse bunun farkında olmasa da Neşet Ertaş, muazzam bir modern zaman dâhisidir. Neşet Ertaş’ın eserleri ve yaşantısı ile verdiği mesaj, ciltler dolusu yazılmış felsefi ansiklopedilerden daha yalın, daha ezeli ve ebedidir. Neşet Ertaş bir semboldür. Bir başarı modelidir. Bu toprakların yetiştirdiği gerçek bir dâhidir. Mozart, “Ne üstün zekâ ne hayal gücü ne de her ikisi beraber, bir dâhi yapmaya yeter. Sevgi, sevgi, sevgi… İşte bu dehanın ta kendisidir,” der. Neşet, “Bildiğim bir şey varsa kim olursa olsun, ister ozan, ister şair, her âşık, her bilim adamı ne söylerse söylesin yâre dayanır,” der. Bilimsel bir konuda deha ve yaratıcılık daha kolay kabul edilebilir bir şeydir. Fakat sanatsal bir çalışmada “neye göre dehadır, kime göre dehadır?” sorusu ortaya çıkar. Bach dinlerken buharın kapattığı bir cama bakıyormuş hissi yaşayan biri, Neşet Ertaş’ın sazının tınısını duyduğu anda gözleri doluyorsa hangi evrensel dehadan bahsedebiliriz ki?

    9,09
  • Tutunamayanlar / Bütün Eserleri 1

    Tutunamayanlar, Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Berna Moran, Oğuz Atay’ın bu ilk romanını “hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı” olarak niteler. Moran’a göre “Oğuz Atay’ın mizah gücü ve duyarlığı ve kullandığı teknik incelikler, Tutunamayanlar’ı büyük bir yeteneğin ürünü yapmış, eserdeki bu yetkinlik Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır. “Küçük burjuva dünyasını ve değerlerini zekice alaya alan Atay, “saldırısı tutunanların anlamayacağı, rededeceği türden bir romanla yazar.”

    12,90
  • Üvercinka

    Cemal Süreya, ilk kitabı Üvercinka 1958’de çıktığında, 27 yaşında, ilk şiiri (“Şarkısı Beyaz”) daha beş yıl önce yayımlanmış genç bir şairdi. Bu kitapla çağcıl Türk şiirinin en çok konuşulan, en çok tartışılan akımlarından İkinci Yeni’nin öncülerinden biri olacağını ne kendisi ne de bir başkası bilebilirdi.

    Lirik, erotik, ideolojik… Sıcak, tılsımlı ve ölümsüz. ;
    Türk şiirinin kavşak noktasında, tek başına ayakta duran bir kitap.

    4,49
  • Vazgeçmenin Bilge Soytarısı

    Bin yıllardır değişmeyen bir öyküdür bu… hükümdarın etrafındaki vezirler, kellelerini kaybetme korkusuyla hükümdarın yanlışlarını ve kendi doğrularını konuşamazlarken, sadece hükümdarın soytarıları, kendilerini ölümün kıyısına götürecek kadar pervasızca, hükümdarla ve onun yaptıklarıyla alay eder ve diledikleri gibi konuşurlardı… belki de o soytarılar, hayatlarından çoktan vazgeçmiş bilgelerdi… ve şimdi, sen ver kararını… doğru bildiklerini, hiç korkmadan ve kaybedeceklerine hiç aldırmadan konuşan bir bilge soytarı mı, yoksa, korkularının esiri olan, elindekileri yitirmemek adına benliğini yitiren ve hep başkalarının sözleriyle konuşan, köpekleşmiş bir vezir mi olmak seçimin..

    5,64
  • YARA’LI ŞİİRLER

    Aşkı mezhep bilip kutsayan Fuzûli, “Aşk imiş her ne var âlemde” diyerek aşkı hem can hem yara olarak kabullenir. Aşk ki candaki yara, yaradaki candır. Bu dünyada var olmamızın ereği, öbür dünyaya göçtüğümüzde de künhümüzün ruh kuşlarıyla sonsuzluğa uçması ancak yanarak ve yaralanarak gerçekleşecektir. En sahici ve hakiki duygunun aşk olduğunu bilenler içindir bu dünya ve ötesi. Aşk ki kanadıkça yara, yandıkça yara, küle dönüşsek de yara… Dünya ki bir yara yurdudur. Bu diyara gelip yaralanmayan olmuş mudur? Ve şairler… Şairler bu diyarın en has evlatlarıdır. Şimdi 136 şairden 137 yara’lı şiirle huzurlarınızdayız ey okur. Şiire, dostlarınıza ve yaralarınıza sarılmanız dileğiyle…

    6,79
  • Yaşamak

    Yeni Türkçe deki hatıra türünün en yetkin örneklerinden biri olan Yaşamak, toplumsal olarak bir ışığa dönüştürmek istediğimiz acıya, bireysel bir dünyada aydınlık sağlamaktadır.

    Zarifoğlu, çevremizde gelişen olayların gözümüzü yorduğu ve bizim, hayatın bütünsel akışıyla olan bağlarımızı güçlükle koruduğumuz dönemde, o bağlara canlılık veren birkaç şairimizden biridir.
    Yaşamak, şiirindeki derinliğin yol açtığı açılım getiren ve şaire ait iç dünyanın zenginliğini gözler önüne seren bir eserdir.
    Şair, yaşamayı varlık ve oluşun özüne dokunan bir derinlik içinde algıladığı ve arka planındaki hikmetle anlaşarak yaşadığı için, aynı hikmetin onun anlatımında parıldaması pek tabiidir.

    9,09
  • Yedi Güzel Adam

    Cahit Zarifoğlu’nun şiiri bunca anlaşılmaz, kapalı ya da zor anlaşılır bulunmasına rağmen, şimdiye kadar hiçbir aklı başında şiir okuyucusu (eleştirmen ya da okuyucu olarak) bu şiirleri reddetmek, yok saymak cesaretini gösterememiştir. Rasim Özdenören Cahit Zarifoğlu’na ait hangi metin olursa olsun, O’nun dünyasına, bir iklime geçer gibi girerseniz. Yeni bir iklime girmenin ne gibi etkileri oluyorsa, nasıl değiştiriyorsa insanı öylece değişirsiniz. Alim Kahraman Kendinden sonra yazmaya başlayan genç Müslüman şairlere, hangi özellikleriyle yol göstermiş olursa olsun, O’ndan sonrakiler, O’nda ders alınacak bir taraf bulacaklardır. Hem şiirin kendine mahsus kaliteleri bakımından, hem Müslüman bir şairin dünya hayatındaki temayülleri bakımından. İsmet Özel Cahit Zarifoğlu o hale gelmişti ki, kendi dünyası içinde bir şiir dili kurmuştu ve bunu çok iyi kullanırdı. Yani şiire, o anlatılmaz olana ait bir durum çıktığı zaman, bir algılama olduğu zaman, onu hemen anında şiire döküverirdi. Erdem Bayazıt Kanaatimce Cahit’in şiiri belli bir kalıp içerisinde hemen formüle edilebilecek, anlatılabilecek bir hüviyet taşımıyor. Cahit, eski tabirle şair-i maderzat, anadan doğma şair idi. Akif İnan Türkçe’de hem ahenge ulaşmak hem de duygu iletişimini sağlamanın belki de en çetin bir şairlik görevi olduğu günümüzde, bir de buna ‘avucunda kor tutmayı’ eklemişti. ‘Hâl’ini iyiye doğru sürekli yüceltirken, ‘şiir’ni de yeni ‘hâl’ine uydurma savaşımında idi. Prof. Dr. Hüseyin Hatemi Ece Ayhan’a sordum, ona göre “Cahit Zarifoğlu” şiirde yapı sorunun en iyi kavramış bu konuda örnek gösterilebilecek sanatçılardan biri. Kolsuz Bir Hattat’ta da ayrıca belirtmiş bunu. Cemal Süreya Cahit Zarifoğlu’nun şiirini ve düzyazısını o uzaklık, ayrılık gayrılık içinde ancak kendi uzlet köşemden izleyebiliyordum. Kamplaşma havasında kendine yer bulamayacak bu ince şiir, kapalı ama mutlaka sanatkârca düzyazı, kendine özgü değerleri daima korurdu. Selim İleri Cahit Zarifoğlu’nun şiiri, bütün diğer yapıp ettiklerini de, hatta müstear adla yazdığı ‘okuyucuya cevaplar’a varıncaya kadar bir çok şeyi aydınlatan veriler olarak alınabilir sanıyorum. Bu şiir, insanı çok yalın halinde kavrayan bir şiir. Nâbi Avcı

    7,94
  • Yedinci Gün

    Çizgilerin kürelere, zamanın sonsuzluğa, sonsuzlukların da hayâllere dönüştüğü bir hikâyedir bu. Sıradan insanların sıra dışılığı, bilinen hikâyelerin düşlere dönüşümü, zaafların asîlleşmesi, erdemlerin ardındaki günâhkârlık tüm içtenliğiyle akacak zihinlere. İnsan olmanın en zayıf ve en yüce yanları, bir hikâyenin dokunuşuyla bir kez daha bilinebilir olacak. İhsan Oktay Anar, bu yeni düşüyle sizleri bir kez daha şaşırtacak. Çizgilerde değil kürelerde gezinecek, bilinen zamanların bilinmeyen anlarına yolculuk edeceksiniz. Alışık olmadığınız bu dünyanın kapısından girdiğinizde âşinalık hissedecek, sadeliğin ihtişâmına teslim olmanın rahatlığıyla kendinizi akışta yolculuk ederken bulacaksınız.

    10,24
  • Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti

    Edebi kişiliğinin yanı sıra, Müslümanca düşünmek ve yaşamak meselesi etrafındaki özgün yaklaşımlarıyla da tanınan Özdenören bu kitapta demokrasi, küreselleşme, yeni dünya düzeni, liberalizm, insan hakları ve laiklik kavramlarının Müslümanca bir eleştirisini yapıyor. Ülkemizin tartışma gündemini çeşitli dayatmalarla işgal eden bu kavramlar karşısında İslami düşünüş gereken fikri ve ahlaki tavrı ortaya koyan yazar, kitabı boyunca ısrarla “yükselen değerlerin” sefaletini vurguluyor.

    9,09
  • Yeraltından Notlar – Hasan Ali Yücel Klasikleri

    Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (1821-1881): İlk romanı İnsancıklar’ın çarpıcı konusu ve farklı kurgusuyla dikkatleri çekti. İnsan ruhunun derinliklerini sergileyiş gücüyle önemli bir yazar olarak ün kazandı. Ancak daha sonra yayımlanan eserleri o dönemde fazla ilgi görmedi. Dostoyevski 1849’da  I.Nikolay’ın baskıcı rejimine muhalif Petraşevski grubunun üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Kurşuna dizilmek üzereyken cezası sürgün ve zorunlu askerliğe çevrildi. Sibirya sürgününden sonra yazdığı romanlarla tekrar eski ününe kavuştu. 1864’de Vremya dergisinde yayımladığı Yeraltından Notlar gerçek dünyadan kendini soyutlamış bir kişinin iç çatışmalarını ve hezeyanlarını konu alır. Bu roman Dostoyevski’nin daha sonra yazacağı büyük romanların ipuçlarını taşımaktadır.

    Nihal Yalaza Taluy (1900-1963): Cumhuriyet’in ilk kuşağının önde gelen Rusça çevirmenlerindendir. Dostoyevski ve Tolstoy’un yanı sıra Puşkin, Gogol ve Turgenyev çevirileri de beğeniyle okunan Taluy’un çeviri külliyatı otuz kitabı aşmaktadır.

    10,24