-
Benim Adım Sena
İnancınız için neleri terk edebilirsiniz? Nelerden vazgeçebilir ve neleri ardınızda bırakabilirsiniz? “İnsan, ardında bırakabildikleri, terk edebildikleri kadardır.” derler ya hani… İşte tam da öyle bir hikâye bu. *** Siz şimdi bir romanın içerisinde bir hayatı, küçük bir kız çocuğunun hayallerini, belki de kendini arayışını okuyacaksınız. Bu bir yol hikâyesi, yolculuk hikâyesi dersem yalan olmaz ama yarım olur. Zira bu roman bir arayışın, bir buluşun, hatta bir oluşun hikâyesi. Julia ile başlayan, Sena ile biten bir yolculuğun hikâyesi…
-
Benim Üniversitelerim
Gorki’nin üniversiteleri, ona kendi hayatlarının acımasız gerçekliğini öğreten gerçek insanlardır… Toplum dışına itilmiş yersiz yurtsuz aylaklar ve serserilerdir… Açlığı, zulmü ve baskıyı; devlet ve kiliseyle ilişkilerini sorgulayan devrimcilerdir… Kürek mahkûmları gibi sürekli çalışan, hayatlarını aklın rehberliğinde yaşamak isteyenlere düşman olan mujiklerdir…
Devrime yol açan fikirlerin filizlenmeye başladığı bir dönemde yazarın sosyal çevresini bu kesimlerden insanlar oluşturur. Çocukluğundan itibaren yazgısı olan sefil ve hoyrat gerçekliği daha güzel, daha insani bir hayata dönüştürme çabasındaki Gorki, Rus toplumunun devrim öncesindeki umutlarının cisimleşmiş halidir adeta.
devamını oku -
Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi
Heyecanla beklenen sıradan bir doğum, ‘küçük’ Benjamin’i Baltimore’daki hastane odasına ölümün hemen eşiğinde bırakır. Doktorların, anne ve babasının onu gördüklerinde yaşadıkları hayreti giderecek hiçbir açıklaması yoktur. Hiç de sıradan olmayan bu yetmişlik koca bebeği ne yapacaklarını ya da çevrelerine nasıl açıklayacaklarını bilemez hâlde hastaneden ayrılırlarken başlar işte Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi. F. Scott Fitzgerald’ın bu kısacık öyküsü, Hollywood stüdyolarında iki saati aşkın keyifli bir filme dönüşürken çok daha geniş kitlelerin de onu tanımasını sağlayacaktır.
-
Beyaz Diş
Korkunç soğuğa rağmen hâlâ hayatta olan iki adam ümitsizliğe düşmeden, durmadan yürüyordu. Soğuktan korunmak için kalın kürkler, deri eldivenler giyinmişlerdi. Kirpikleri bile buz tutmuştu. Yüzlerindeki kar ve buzdan yüz hatları kaybolmuştu. Sanki bu adamlar bilinmeyen bir gezegene ölüleri taşıyan ve orada gömen özel görevli yaratıklardı. Ya da tanınmamak için maske takmış iki mezarcı… Aslında ikisi de senin benim gibi insanlardı. Bu kadar tehlikenin, bu ıssız doğanın içinde ölümle âdeta dans eden iki maceracıydı onlar. -
Beyaz Diş
Beyaz Diş, soylu ve onurlu bir vahşi kurt-köpek kırmasının zihninden bakılarak hayatın acımasızlığını, sevgi ve şefkat eksikliğinin yol açtığı dramatik olayları konu edinir. En vahşi canlının bile bu yüce duygulara duyduğu ihtiyacı bütün gerçekçiliğiyle dile getiren roman, tematik özellikleri ve Alaska, Kanada gibi karlı coğrafyaların zorlu yaşam koşullarını gözler önüne sermesi bakımından dünya klasiklerinden biri olma özelliğini fazlasıyla hak eder
-
Beyaz Gemi
Masalla gerçeği birleştiren bir eserdir. Geçmişi temsil eden dede ile geleceği temsil eden çocuk arasında dramatik bir ilişki kurarak insan duygu ve düşüncelerine kendine has yorumlar getirilir. Adı eserde hiç geçmeyen çocuğun saf ve temiz dünyasından, hayatın acı ve çıplak gerçeğine uzanan bir roman kurgusu meydana çıkarılır. Aytmatov’un, edebiyat âleminde geniş akisler uyandıran, uzun yıllar tartışılan, verilmek istenen mesajla yaratılan tiplerin büyük bir uyum sağladığı eserlerinden biridir.
-
Beyaz Usta Siyah Çırak
12 Eylül’ün darbesini yemiş bir aile. Cezaevinde idamla yargılanan bir abi, geçirdiği felçten sonra yok hükmünde bir baba ve bu iki acı arasında kalakalmış bir anne. Ve ailesini derleyip toparlarken unutulmuş, ihmal edilmiş bir genç adam; Sarp. Acılarla, kayıplarla geçen gençlik yıllarından sonra, hangi pusula Sarp’a çıkış yolunu gösterecek? Bir yanda hiç ummadığı bir anda hanımeli kokularıyla hayatına giren bir rehber, Kıymetlim dediği Ustası. Bir yanda kendini de Sarp’ı da aşkla yakan bir kartal; Jammer. Ve bu iki çekim merkezinin etkisinde Aşk’ın hallerini tecrübe ederken yeniden doğan Sarp. Aşk Çölü, Aşk Cephesi, Kanaviçe ve Kerime ile yakın tarihin acılarını en insani noktadan yakalayarak anlatan Bahadır Yenişehirlioğlu, Beyaz Usta Siyah Çırak’ta merceği bugüne taşıyor. Modern insanın en temel açmazlarından birini, hakikat arayışında savrulan bir genç adamın hikâyesini anlatıyor. Beyaz Usta Siyah Çırak, geçmişinden yorgun, geleceğine hakiki bir yol arayan Sarp’ın hayal kadar şaşırtıcı ama gerçek hikâyesi.
-
Beyaz Zambaklar Ülkesinde
Finlandiya gibi küçük ve geri kalmış bir ülkenin, eğitim ve kültür yönlerinden, nasıl kalkındığını derinliğiyle anlatan büyük toplumsal bir yapıttır. Fin halkı önceleri nasıldı, sonradan ne duruma geldi, bunda, okulun, ordunun, devletin, dinin rolleri nedir? Tek tek kahramanlar, Fin halkını nasıl yiğit bir ulus yapmıştır? Demokrat bir ulus ne demektir, bütün bir ulus nasıl yücelir, halka karşı aydınalrın görevi nedir, gerçek yurtseverlik nasıl olur, ulusa gerçek hizmet nasıl verilir, bir avuç aydının kendini halka veren gönül tokluğu ve özverisiyle tüm bir ulus nasıl cehennemden cennete yükseltilir? Kitabın asıl değeri bize Finlandiya’yı tanıtılmasında değil, onu tanıtırken, bize de kendimizin ne olduğunu, ne olacağını göstermesindedir. Sanki bu küçük Fin ulusu, büyük akrabası olan biz Türklere bir kolaylık olsun diye, tuttuğumuz uygarlık yolunda, daha kararlı, daha güvenle, daha bilinçli yürüyüp ilerlememizi sağlamak için, o deneyi yaptılar.
-
Beyaz Zambaklar Ülkesinde
Kutsal kitaplarda şöyle bir hikâye geçer: Bir zamanlar güçlü, zalim bir hükümdarın sarayının duvarlarında ateşle yazılmış kelimeler varmış: “Mane tekel fares!” Bu kelimeleri hiç kimse anlayamamış. Hâkim Danyal, kelimeleri şöyle yorumlamış: “Bu ateşten yazılar, ilginç bir olayın geleceğini haber veriyor. Bunların anlamı şudur: Devlet, artık yaşama gücünü yitirmiştir. Kaçınılması imkânsız bir sona, yani yıkılmaya mahkûmdur. Tarih onlar hakkındaki kararını verdi: Mane tekel fares!” Atatürk’ün okullarda okutulmasını tavsiye ettiği Beyaz Zambaklar Ülkesi’nde bir milletin bütün olumsuz koşullara rağmen nasıl ayağa kalkabileceğini adeta kalplere dokunarak gösteriyor.
-
Beyaz Zambaklar Ülkesinde (Atatürk ‘ün askerlere tavsiye ettiği kitap)
Meşhur bir atasözü der ki: “Yeni toplumlar, kendileriyle birlikte yeni şarkılar üretirler.” Zaman geçip gittikçe nesiller değişiyor ve yenileniyor. Her nesil gelişirken kendisiyle birlikte yeni kavramlar, yeni söylemler, yeni ihtiyaçlar ve talepler de getiriyor. Artık yeni nesillere eskimiş ve zaman aşımına uğramış yönetim biçimleri ve yasalar zorla uygulanamaz.
-
Bilinmeyen Adanın Öyküsü
“Bir adam kralın kapısını çalmış ve ona demiş ki, Bana bir tekne ver.”
Bilinmeyen adaların kalmadığına inanılan bir dönemde bilinmeyen ada arama cesaretine sahip bir adamla böyle bir cesareti görüp hayatını değiştirebileceğine inanan bir kadının büyük usta Saramago’nun eşsiz anlatısında edebiyat tarihine geçen yolculukları böyle başlar. Emrah İmre’nin Portekizceden çevirisi ve Birol Bayram’ın desenleriyle okurun minör başyapıtlarından olacaktır Bilinmeyen Adanın Öyküsü. -
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun “gönderen”inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: “Sana, beni asla tanımamış olan sana”. Kadın büyük tutkusunu hep bir “bilinmeyen” olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde “taraflar” değil, sadece tek bir “taraf” vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi? Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda “mutlak aşk” kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal!
-
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört – 1984
Geçmişi kontrol eden, geleceği de kontrol eder: Şimdiyi kontrol eden, geçmişi de kontrol eder. Her şey 1984 yılında geçer. Birbiriyle mütemadiyen savaşan üç büyük gücün elinde bölünmüş bir dünya, mutlak güce sahip bir Parti, kapanması yasak tele-ekranlarla her hareketi denetleyen Düşünce Polisi, her şeyi izleyen Büyük Birader ve diğer tüm düşünce biçimlerini imkânsız hâle getirmek için oluşturulan “Yenidil”. Gerçek Bakanlığı’nın altındaki Arşiv Bölümü’nün gözlerden ırak odalarında, Parti’nin ihtiyaçları-na göre geçmişi yeniden yazan Winston Smith’in oyununda arka plan bu kâbustur işte. Herkesi dilediği gibi kontrol eden bu totaliter dünyaya karşı içinde isyan tohumları büyüyen Winston, hakikat ve özgürlüğe duyduğu özlemin yanında aşka da kayıtsız kalamayacaktır. Yirminci yüzyılın en çok okunan ve en etkili kitaplarının başında gelen George Orwell’in distopik başyapıtı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, dönemler değişse de varlığını sürdüren tota¬liter dünya düzenine tutulmuş bir ayna olmayı sürdürüyor.
-
Bir Adam Girdi Şehre Koşarak
Camlardan ölesiye sarkan gündelikçi kadınlar, elindeki eczane poşetleriyle çaresiz bekleyen yaşlı adamlar, pazar yerlerinden artık toplayanlar, eskimiş kıyafetleriyle düğün salonlarında şarkı söyleyenler, sefer tasından utanan genç adam ve diğerleri.
Şehrin ötekileri yani.
Biraz Raif Efendi, biraz Maria Puder, Sartre, Bachelard, Anna ve biraz Kudüs.
Karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir şehirde hayatta kalabilmek için her şey.
Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulabilmek için yani.
Tarık Tufan, “Bir Adam Girdi Şehre Koşarak” kitabında her şey hızla akarken, yavaş gidenleri, yorulanları, rekabete güç yetiremeyenleri ve onların mekanlarını anlatıyor.
devamını oku -
Bir Arının Hikayesi
Toz zerresi kadar bir yumurtayla başladı arının macerası. Gün gelip de bütün donanımını kuşanmış bir balarısı olarak dünyaya gözünü açtığında, hayatı boyunca gün gün kendisinden hangi görevlerin beklendiğini biliyordu. Bulutlu havada güneşin yerini belirlemek onun işiydi. Dünyanın yuvarlak olduğundan haberdardı. Parlamenter demokrasinin kusursuz uygulayıcısıydı. Kovanın bütün görevlerinde bulundu. Hergün yeni bir hizmet mahallindeydi balarısı. Her görevini de sanki yılların tecrübesiyle donanmış gibi yerine getirdi. Bu hikâye, göz kamaştırıcı bir sanat eserinin ve akıllara durgunluk verden bir toplum düzeninin gerçek macerası.
-
Bir Çöküşün Öyküsü
Bu son derece çarpıcı çöküş öyküsü, XV. Louis döneminde Fransız sarayında epey etkili olmuş aristokrat bir kadının gerçek yaşamına dayanır. Madame de Prie günün birinde gözden düşer ve kral tarafından Normandiya’ya sürülür. İktidar sahibi ve ilgi odağı olduğu hareketli ve eğlenceli Paris günlerinden sonra, ne kadar süreceği belli olmayan, kendisiyle baş başa kalacağı bir sürgün dönemi beklemektedir onu. Ancak iktidar savaşları, entrika ve eğlenceden ibaret boş saray hayatı varoluşuna anlam katan tek şeydir. Hem kendini hem çevresindekileri sürekli kandırma eğilimindeki bu sığ ve kibirli kadın, malikânesinde gösterişli eğlenceler düzenleyerek Paris’teki hayatını yeniden canlandırmaya çalışır. Giderek mantıklı düşünme yetisini bütünüyle yitiren Madame de Prie, yeniden bütün dikkatleri üzerine çekebilmek için inanılmaz bir plan yapar.
-
Bir Delinin Anıları
ir Delinin Anıları, Flaubert’in çağının ötesinde kaleminin ve edebî derinliğinin habercisi gençlik eserlerinden. Flaubert’in henüz on yedi yaşındayken kaleme aldığı roman, kimilerine göre aşka adanmıştır. Kimileriyse “anomali” hayat tarzının manifestosu olarak görür onun satırlarını. Fransızca aslından çevrilen bu otobiyografik kurgu, onun çalkantılı duygu dünyasının da bir tezahürü: “Daha gençken, yaşlanmıştım. Yüreğim kırışıklıklarla kaplanmıştı. Hâlâ dinç, coşkulu, inançlı ihtiyarlarla karşılaştıkça, böylesine gençken, hayattan, aşktan, utkudan, Tanrı’dan, var olan ve olabilecek her şeyden bu denli düş kırıklığına uğramış birine döndüğüm için kendi hâlime acı acı gülmekteydim… Uçurumun kenarına vardığımdaysa gözlerimi kapadım… İçine düştüm.”
devamını oku -
Bir Delinin Hatıra Defteri – Portre
Nikolay Vasilyeviç Gogol’ün, en çok okunan hikâyelerinden Bir Delinin Hatıra Defteri ve Portre’nin yer aldığı kitapta Bir Delinin Hatıra Defteri, orta hâlli bir memurun günden güne nasıl delirip kendini İspanya Kralı ilan ettiğini gözler önüne seriyor. İvanov’un trajikomik dönüşümüyle Rus toplumunu ve bürokrasisini de ince bir dille alaya alan Gogol, Portre hikâyesinde ise yoksulluk içinde yaşayan yetenekli ressam Chartkov’un bir dükkândan satın aldığı ürkütücü portreden sonra önünde açılan iki yoldan birini seçerken nasıl bir tereddüt yaşadığını anlatıyor. Chartkov, ya yoksul kalarak sanatını icra edecek ya da dönemin sanat anlayışına ayak uydurarak şöhret ve paraya talip olacaktır. Gogol’ün, üstün mizah anlayışıyla delilik ve ihtirasın herkese dokunabilecek gerçekliğini sunduğu bu iki hikâyesi Rusça aslından çevrildi
-
Bir İnattır Yaşamak
Zordur tabii ki içi dışı bir kadınların anlaşılması. Ve zordur, değerlerine göre yaşayan bu kadınların kendilerini diğerlerine anlatması. Hani zorluklarda kaçmak yerine, savaşmayı seçen, düştükleri dikenli yollarda bile kendilerine yeni bir yol çizen ve yeri geldiğinde de acılarına bile gülümseyen kadınlardan bahsediyorum. Dert anlatmak için oturdukları masalardan dert dinleyerek kalkan, inandıkları bir doğru için tüm limanlarını bir anda yakan ve karar verip yola düştüklerinde ise, kimsenin gözyaşına acımayan kadınlar var diyorum. Yalnızlığı iliklerine kadar hissetseler de, kişiliklerinden asla ödün vermeyen, ağladıklarında gözyaşlarının son damlasına kadar ağlayan, mutlu olduklarında ise herkesi kıskandıracak kadar içten gülen ve yaşadıkları tüm olumsuzluklara rağmen yine de hayattan zevk almasını bilen kadınlara sesleniyorum. Birileri tarafından değeriniz bilinmese de unutmayın ki birilerinin olmazsa olmazısınız. Birilerinin can damarı ve hayat pınarısınız. Fırtınalarda köklerine ve sevdiklerine tutunup dimdik ayakta kalan kadınlar, SİZ İYİ Kİ VARSINIZ.
-
Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm
“Gerçek bir şaheser! Teknik ve psikolojik olarak mükemmel! Öldürmek mi bağışlamak mı ikilemini en iyi veren roman.” Yaşar Kemal “Livaneli, dönemin saplantılı siyasal inançlarını, roman akışı içinde ustalıkla yedirerek anlatıyor.” Doğan Hızlan Türkiye’nin üretken kalemi Zülfü Livaneli’nin yazmaya başladıktan 29 yıl sonra bitirdiği romanı: Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölü. Ünlü yazar, bu romanıyla dünyanın farklı yerlerinden, Stockholm’e sığınan devrimcilere odaklanıyor. Tüm yaşamları sınavlarla ve kayıplarla geçen bu insanların “biraz güvenlik biraz can sıkıntısı” olarak tanımladıkları mutluluk arayışlarına odaklanıyor. Türkiye’den Stockholm’e iltica eden Sami, yaşadıklarının sorumlularından biri olan eski bakanla kaldığı hastanede tesadüfen bir araya geliyor. Bu karşılaşma, intikam ve affetme gibi temel psikolojik ikilemleri tartışırken, cezalandırma ve yargılama gibi devlet mekanizmaları ekseninde ülkenin ahlaki iklimine de değiniyor. 2001 Yunus Nadi Roman Ödülü’ne layık görülen Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm okurları alışılmışın dışında bir roman tekniğiyle tanıştırıyor. Usta edebiyatçı Zülfü Livaneli, yazar-karakter çatışmasını oldukça şeffaf ve özgün bir şekilde göz önüne seriyor. Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm enternasyonalizm, mültecilik, şiddet, cinayet, aile ve anadil üzerine cesur bir düşünüş biçimi sunuyor.