-
Camdaki Kız
“Küçükken çekilen acıların ateşi kolay sönmüyor, kolay unutulmuyor ve izlerini hayatımız boyunca üstümüzde taşıyoruz.”
Aşk yakıyor
Ayrılık kavuruyor
Aldatılmaksa hep çok acıtıyor…Bize çocukluk acılarını tekrar yaşatacak kişileri gözünden tanır, başkasına değil, ona âşık oluruz. Hayat onu kendi ellerimizle buldurur bize.
Kaderimiz aslında doğduğumuz evlerde yazılır. Yine o evlerde yaralanır, o yaralarla büyür, sonunda o yaraların bizi götürdüğü yere gideriz. Ancak mutluluk her zaman o yolda değildir…
“Bu kitapta her zamanki gibi gerçek bir yaşam hikâyesi anlatacağım sizlere. Hep lüks içinde yaşamış ama kaderi daha baştan kötü yazılmış Camdaki Kız ile bir varoş çocuğunun aşk hikâyesi bu.”
Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
devamını oku -
Can Veren Pervaneler
Divan Edebiyatı, geçmiş kültürümüzün eşsiz ve engin hazinelerinden biridir.
Divan edebiyatını anlarsak kültürümüzü, neler kaybettiğimizi ve neleri kazanabileceğimizi çok daha iyi anlarız. İşte bu eser bu konuda tam bir rehber.“Can Veren Pervaneler” unutulmaya yüz tutmuş muhteşem mirasımız Divan Edebiyatını küllerinden yeniden doğurmaya namzet ve okuyan herkese can verecek bir eser…
Bir sebeple o kadar iltifat ettiği şair Bâkîye öfkelenen Kanuni merhum, şiir kudretini konuşturarak onu memleketine sürgün yönünde ferman ısdâr eder:Tabii biri şairlerin sultanı biri de Osmanlı Sultanı fakat ikisi de gönüllerin sultanı olunca ortaya aşağıdaki şaheserler çıkmış: “Baki bed / Azm-i bülend / Bursaya red / Nefy-i ebed”
(Bâkî kötü adam; yüksek kararım odur ki -memleketi olan- Bursaya gönderilsin, bir daha da gözüm görmesin.)
Bu müstesna edebiyat için yine kendi kaleminden netice-i kelâm: “Geçmiş zaman olur ki hayâli cihân değer.”
-
Can Veren Pervaneler 2
Kim gidici değil ki…
Biz de gideceğiz ve buluştuğum zaman “sizi alkışladılar efendim” diyeceğim. Önce Nabi’ye, sonra Şeyh Galib’e ve dahi Baki’ye…
Evet onları sizler adına selamlayacağım. Gösterdiğiniz iltifatı bir postacı gibi taşıyacağım.
Yaptığımız iş eskilerin tabiri ile “nâkilane asar, raviyane ahbar” olmaktır. Türkçeden Türkçeye çevirirsek eserleri nakletmek, haberleri rivayet etmek… Araya da girmemek şartıyla tabii…
Çerâğ-ı meclisi pervâne yane yane arar
Murâd ü matlabı sûziş değilse yâ ne arar
Niye arıyor pervane? Yanmak istiyor da ondan. İstese serin serin gezer, kim karışabilir ona? Biraz etrafında dolanıyor, keyf ediyor, o onun eğlencesi, sonra atıyor kendini alevin kucağına.
…..
Hukukçu, yazar, televizyon programcısı, sunucu Hayati İnanç, verdiği konferanslarda bir dantel gibi işlediği o yüksek edebiyat dünyamızın sırlarını “Gönülden Gönüllere Can Veren Pervaneler” kitabıyla vermeye devam ediyor. Tamamen resimli olarak hazırlanan kitap her biri bir gravür titizliğinde sanat eseri tablo ile süslendi. Uzun söze ne hacet, sizi sürprizlerle dolu sayfalarla baş başa bırakıyoruz. -
Can Veren Pervaneler 3
Sevgili Peygamberimizin âşıkları, O’nun güzel ahlakını asırlar boyunca saf, temiz hislerle kaleme aldıkları; mana içinde mana yüklü beyitlerle, kıtalarla anlattılar. Eskiden olduğu gibi bugün de, yarın da bu aşk, bu muhabbet hiç bitmeyecek.
Edebiyatımızın ilk öncülerinden günümüze kadar gelmiş, geçmiş söz ustalarının eserlerinden seçilen çok hususi numuneler bu kitapta paylaşılarak; istikbâlimizin ümidi evlatlarımıza bu hususta destek olmak amaçlandı. Bu vesileyle, bu müstesna eserlerin sahipleri bir daha hürmetle yâd edileceklerdir.
Divan edebiyatımız, her yönden örnek alınacak mükemmel eserler hazinesidir. Bu paha biçilmez hazineden seçilen eşsiz mısraların orijinallerinin ve aslına en yakın ifadelerle kısa izahatlarının zevkle okunarak en güzel şekilde öğrenilmesi, böylece bu sanat dalımızın yaşatılması en büyük arzumuzdur.
Hukukçu, yazar, televizyon programcısı ve sunucu Hayati İnanç, yaptığı programlar ve verdiği konferanslarda bir dantel gibi işlediği o yüksek edebiyat dünyamızın sırlarını “Bu Sevdadan Usanmazım – Can Veren Pervaneler 3” kitabıyla vermeye devam ediyor. -
Can Veren Pervaneler 4
İçinde bulunduğumuz modern çağda öyle bunaldık, modern kültür adıyla savrulduğumuz kültürsüzlük içinde öyle daraldık ki âsûde zaman ve mekânlardan bir teselli arar olduk. Hayhuy içinde hayatın manasını da lezzetini de yitirip yarış atı gibi sadece koşuyoruz.
Edebiyatımızın gelmiş, geçmiş söz ustalarının eserlerinden seçilen eşsiz mısraların orijinallerinin ve aslına en yakın ifadelerle manalarının zevkle okunarak en güzel şekilde öğrenilmesi, onların “aşk” deyince, “maşuk” deyince neyi kastettiklerinin anlaşılması en büyük arzumuzdur. Birer mütefekkir olan şairlerimizin mısralarından günümüze şifa damlaları sunmaya çalıştık. Azdan çoğa işaret var. Birkaç yüreğe merak düşürebilirsek bu kitap maksadına ulaşmış olacak.
Hukukçu, yazar, televizyon programcısı ve sunucu Hayati İnanç, yaptığı programlar ve verdiği konferanslarda bir dantel gibi işlediği o yüksek edebiyat dünyamızın sırlarını “İşte geldik gidiyoruz – Can Veren Pervaneler 4” kitabıyla vermeye devam ediyor. -
Can Veren Pervaneler 6
Aşkın anayasası madde bir: Ayrılık!
Aşkta kavuşmak olmaz. Aşk dediğiniz şey kavuşmayı katiyen kabul
etmez.
Aşığın içi titrer, ağlar sızlar kavuşmak için.
Ama o, kavuşmanın yakınından dahi geçecek olsa, kavuşsa,
kavuştuğunda yanacağını bildiğinden, kavuşulmasa derdindedir.
Ağlaması şart! Fakat ağlamanın da bir şartı var:
Ağlayacaksan, gözlerinden akan yaş bildiğimiz yaş olursa , saymam,
kabul etmem. Kan ağlaması icap eder aşığın.
Ve demelidir ki aşık;
Dünyanın tacının, tahtının saltanatının tamamını bana verseler ey
sevgili, senin köyünün çevresini terk edip de, o tacı başıma alıp,
bahtiyarlık taslamam.
Eğer aşkın kanunu yazılacaksa yeniden, zamanında yazmışlar işte!
Yeniden yazmaya ne hacet?
Amma mesele şu:
Aşk nedir?
Ve hangi aşk? -
Canavar
Stephen Crane’in en popüler kitabı Canavar, köleliğin yasalarla resmi olarak kaldırılmasından çok kısa süre sonra, ilk kez 1898’de yayımlanmıştır. Hikâye, Whilomville adlı kasabada yaşayan siyahi bir gencin kendi hayatını hiçe sayarak beyaz ırktan bir çocuğu yangından kurtarması ve ardından gelişen olayları konu alıyor. Yüzü yanan bu genç adama karşı örülen duvarlar, önyargılar ve uygulanan tecrit, onu ten renginin yarattığı sorunların bile çok ötesine itiyor. Beklenmedik bir kıvılcımın nasıl da trajediye dönüştüğünü anlatan Crane, gerçek canavarın kim olduğunu sorgulatıyor.
-
-
Casuslar ve İstihbaratçılar
Klasik anlatımların dışına çıkan bir casusluk kitabı. Çok konuşulan, hiç anlatılmayan ve yeni ortaya çıkan casusların, istihbaratçıların sarsıcı hikayelerini okuyup aynı zamanda dönemin istihbarat bağlantılarına da şahit olmak ister misiniz? Tarihten günümüze kadar uzanan bu derin dünyanın deşifresi sizi derinden sarsacak. Unutmayın, casusluk tarihinde her şey yazılmadı. Çoğu zaman saklandı. Biz ise bu kitapta bağlantıları birleştire birleştire çok konuşulan bu adamlar hakkındaki gerçekleri ortaya çıkaracağız. Şahit olmaya cesaretiniz var mı?
-
Çatıdaki Pencere
“Ölmek varolmuş olmak ve artık olmamaktır,” derdi José Saramago. O öldü, artık yok, ama Çatıdaki Pencere Portekiz’de ve Brezilya’da, anadilinin vatanlarında basılır basılmaz insanlar yeni kitabı elden ele dolaştırdılar ve yepyeni bir heyecanla okuduklarını, şaşkınlıklarını dile getirdiler. Saramago bir kitap daha yayımlamıştı, duyarlılıklarımıza nüfuz eden, hayret ve hayranlıkla kalakalmamıza neden olan taze ve aydınlık bir kitap; ve anladık, sonunda anladık ki bu artık kesinlikle varolmayan ama paylaşmaya devam etmek isteyen yazarın ardında bıraktığı bir armağandır. Bıktırana kadar şu cümle yinelendi: Bu kitap bir mücevher, Saramago nasıl olup da o yaşında bu bilgeliğe sahipti, insanları böylesine incelikle, kusursuzca ve anlatıyı uzatmadan betimleyebiliyordu? Nasıl olup da sıradan ve önemsiz ama bir o kadar da evrensel durumları dile getirebilecek, bu kadar dingin bir şiddetle köhne değer yargılarına karşı gelecek kapasiteye sahipti?”
Pilar del RioÇatıdaki Pencere, José Saramago’nun yazarlığının erken döneminde yazdığı, ama ölümünden sonra yayımlanan romanı. Eşi Pilar del Rio’nun dediği gibi, Çatıdaki Pencere Saramago’ya giriş kapısıdır ve her okur için bir keşif olacaktır. Sanki mükemmel bir halka tamamlanıyormuş gibi. Sanki ölüm yokmuş gibi.
devamını oku -
Çavdar Tarlasında Çocuklar
NewYork’lu bir burjuva ailesinin oğlu Holden Caulfield’in “büyümeye dair” keyifli ve hüzünlü öyküsü. Salinger’in en iyi eserlerinden biri. Türkçeye daha önce Gönülçelen adıyla çevrilen roman, bu kez İngilizce aslından Coşkun Yerli tarafından çevrildi.
-
Cehennem (Karton Kapak)
Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon başından vurulmuş bir halde hastane odasında gözlerini açar. Ne buraya nasıl geldiğini ne de nasıl vurulduğunu hatırlamaktadır. Camdan gördüğü manzara karşısında altüst olan profesör, evinden binlerce kilometre uzakta, Floransa’da olduğunu anlar. Yaşadığı korkunç baş ağrısına eşlik eden tek şey; sürekli kâbuslarında gördüğü kan kırmızısı bir nehrin karşısından kendisine seslenen gümüş saçlı güzel bir kadın ve toprağa baş aşağı gömülü can çekişen bedenlerdir. Langdon gördüğü kâbusları anlamlandırmaya çalışırken kadın bir suikastçı tarafından takip edildiğini, kendine tedavi uygulayan doktorlardan biri gözlerinin önünde vurulunca anlar. Hastanede görevli diğer doktorlardan biri olan Sienna Brooks’un o ölüm kalım anında yardım etmesiyle hayatta kalır. Simgebilim profesörü kendini bir anda ipuçlarını Dante’nin cehenneminde bularak çözmesi gereken korkunç bir senaryonun içinde bulur. Floransa’nın tarih kokan dar sokaklarından Venedik’in muazzam bazilikalarına uzanan semboller zinciri Langdon’ı insanlık tarihini sonsuza dek değiştirebilecek bir mekâna sürükler. Burası üç imparatorluğun merkezi olmuş, insanlık tarihi kadar eski, dünyanın incisi İstanbul’dur. Ve bu şehirde ya insanlık tarihi baştan sona yeniden yazılacak ya da bunu yazacak hiç kimse kalmayacaktır… Diz çök kutsal bilgeliğin yaldızlı mouseion’unda ve kulağını yere daya, dinle suyun şırıltısını.Batık sarayın derinliklerine in, orada, karanlığın içinde bekler khthonik canavar kan kırmızı sularına gömülmüştür lagünün ki yansıtmaz yıldızları…
-
Cemil Meriç / Örnek İnsanlar Dizisi 8
1930’lu yıllarda Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde kimselerin pek fark etmediği, sakin ve sessiz, ufak tefek bir genç yaşardı. Bu gencin en önemli özelliği delicesine kitap okumasıydı. Okumak onun için ekmek gibi, su gibi olmazsa olmaz bir gıdaydı. O okurken dünyada değil de okuduğu kitapların satırlarında bahsedilen yerlerde gezinir gibiydi. Bir çiçekten başka bir çiçeğe konan kelebek misali, kitaplar sayesinde bambaşka coğrafyalarda dolaşır, birçok yazarın gönül dünyasına konuk olurdu. Böylece tadına doyamadığı yolculuklara çıkardı. Bu muhteşem bir özgürlüktü. Okumak onun kanatlarıydı. Kitapların dünyasında bir masal kahramanı gibi gezinen bu gencin adı Hüseyin Cemil Meriç’ti ve o yıllarda onun günün birinde ünlü bir fikir adamı olacağını, Doğu ve Batı arasında kelimelerden köprüler kuracağını bilen birileri yoktu. Okumaya ömrünü adayan, bu uğurda çileli, karanlık ama anlamlı bir yolculuk yaşayan bu gencin hikâyesini dinlemeye ne dersiniz?
-
Cenazene Mahalle Bakkalı Gelir / Muhabbet Yazıları 3
İnsan derdini anlatmak için onlarca yol bulabilir belki kâri. Kimi söyler, kimi ağlar, kimi kaçar gider ve kimi de yazar. Ama bence en asil olanı susmak. Ben yazmayı söylemekten değil de susmaktan bir cüz olarak görenlerdenim. Yazarak susmak diye bir hâl bu bahsettiğim. Kendine saklamaya gücünün yetmediklerinin ardına saklanmak bir çeşit. Tanımadığın, tanışmadığın biriyle dertleşmek gibi. Hem söylemek hem de söylememek yani. … Bu kez sana değişen, başkalaşan hatta bence kötüleşen ne varsa –elbette kendimce– ondan bahsetmek istedim. Bizim mahallemizden, bizden, bizim gibilerden. Bir mahalle bakkalında leblebi tozunu, eski bir kıraathanede şekerli oraleti, mahalle aralarında top oynayan, ip atlayan çocukları aradım bu kez. “Sen de değiştin be abi!” diyenlere hak vererek biraz değişmesini istemediklerimi, eski ve güzel olanları yazdım.
-
Cengiz Han Rüzgar ve Ateş İmparatorluğu
“Gök Tanrı’nın kılıcı, ateşten kamçısı, yedi cehenneminin ateşi, yeryüzündeki gazabıyım ben!” Doğduğunda bir damla kan pıhtısı vardı avucunda. Ağladığındaysa gözlerinden kanlı yaşlar dökülüyordu. Tabii sadece bu özellikleri değildi tüm dünyaya nam salan… Bir fırtına gibi esip bütün dünyayı toza dumana bulayandı Cengiz Han. Kendi milletinin dışında bütün dünyanın tarihini geri dönülmez biçimde etkileyendi. Bir kabileden dünya fethine girişecek güçte bir millet uyandırandı. En önemlisi de dünya tarafından acımasız ve kana susamış bir fatih gibi gözükse de aslında yalnızdı Cengiz Han. Dostuyla düşmanıyla, zaaflarıyla başarılarıyla, gücüyle güçsüzlüğüyle, zaferiyle yenilgisiyle ve en önemlisi de herkesten sakladığı yüreğindeki en büyük sırrıyla… Türkiye’nin en çok okunan tarihî romanlarının yazarı, okurları tarafından “günümüzün Peyami Safa’sı” olarak anılan Okay Tiryakioğlu, bu romanıyla tarihte çok önemli bir tuğlayı yerine yerleştiriyor. Cengiz Han/Rüzgâr ve Ateş İmparatorluğu; aşkla savaşı bir arada yaşayanların kitabı…
-
Cengiz Han’a Küsen Bulut
Ünlü yazar Aytmatov’un bu son romanı, aslında “Gün Olur Asra Bedel” adlı romanın içinde yer alması gereken ve onu tamamlayan uzunca bir bölümdür. Fakat, on yıl kadar önce kaleme alınan o eserde, KGB’yi en çarpıcı örneklerle en ağır bir şekilde suçlayan bu bölüme izin verilmemiş, ya da Aytmatov bunu, “Dişi Kurdun Rüyaları” adlı daha sindirici romanını yazdıktan, bugünkü ortama ulaşıldıktan sonra ayrı bir roman halinde yayınlama fırsatını beklemiştir.Bugün heykelleri yıkılmakta olan Dzerjinski’nin kurduğu KGB için iktidar, daha doğrusu bu örgüt, hiç söndürülmeden yanması gereken bir sobadır. Bu sobanın yakıtı yalnız insandır. Yaş, kuru ayrımı yapılmadan insanlar yakılacaktır ki soba sönmesin…Bu romanında Aytmatov, “Gün Olur Asra Bedel”in kahramanlarından biri olan öğretmen Kuttubayev’in nasıl öldüğünü anlatıyor. Oysa, sözünü ettiğimiz büyük romanda resmi makamlar onun kalp sektesinden öldüğünü bildirmişlerdi.Kuttubayev’i suçlayan askerî savcı (KGB) en önemli delil olarak onun, Cengiz Han’la ilgili bir efsaneyi kaleme almış olmasını gösteriyor. Bu efsane, Avrupa’yı fethe giden Cengiz Han’ın Sarı – Özek’ten geçerken iki sevgiliyi idam ettirmesi olayıdır. Bu, hem çok güzel bir aşk hikâyesi hem de “diktatör karşısında bireylerin durumu” gibi evrensel bir konunun işlenmesidir. Anlatan Aytmatov olunca, orada, masal ve efsane aracılığıyla geçmişimizi, günümüzü hatta geleceğimizi apaçık görebiliyoruz.
-
Cennete Koşanlar Engelliler
Bir sahur programında engelli bir çocuk babası olan ve on dokuz yıldır ibadet bilinciyle oğluna hizmet eden Ali Bey’i misafir etmiştim. Konu engellilerdi. Karşılaştıkları problemleri, toplumun engellilere bakışını anlatıyordu. O anlattıkça ben kendimden utanıyordum. Yer yarılsa yerin dibine girecektim. Bu konuda ne kadar gafil olduğumuzu fark ettikçe mahcubiyetim katlanarak artmıştı. Sivas’taki bir konferans sırasında tanıdığım Fatma Tatlı kardeşim, imanın imkânını fark etmemi sağladı. İlk Almanya ziyaretinde tanıdığım Gülseren Gümüş kardeşim, bana sahip olduklarımı hatırlattı. Ne kadar zengindim ve ne kadar az şükrediyordum. Zaman içinde tanıştığım kardeşlerim arttı. Hepsi Allah’ın ayrı bir ayetiydi. Hepsinde ayrı bir cevher vardı. ‘Bu kardeşlerimin derdine merhem olabilir miyim,’ düşüncesiyle hayatımızda onlara yer açalım diye bu çalışmaya başladım. Onlar, en zor imtihana tabi tutulmalarıyla Allah’ın özel kullarıydılar. Rabbimiz onlara dünyada bazı sıkıntılar verse de şundan emin olmalıyız ki onları çok seviyor. Ve onların hayatları bizler için ibretlik numuneler sunuyor.” Ahmet Bulut, Cennete Koşanlar’da bizleri Allah’ın verdiği nimetlerin kıymetini anlamaya, her gün soluduğumuz nefesin değerini bilmeye, çok olağanmış gibi kullandığımız uzuvlarımızın önemini fark etmeye davet ediyor. Okuduğunuzda hayatınızda çok şey değişecek. Ne kadar zengin olduğumuzu ancak buna karşın, ne kadar az şükrettiğimizi göreceksiniz.
-
Çevrimiçi Yalnızlık
Son görülme “dün”
İyiyim merak etme, sadece özlüyorum ara sıra.
Olur da gelmek istersin ama çekinirsin falan. Aklında bulunsun çekinmeye hiç gerek yok. Ben aynı benim. Araman yeterli. Sonuçta teknoloji gelişti. Böyle bir devirde nasıl birbirimizden habersiz kalabiliriz ki?
Az önce Whatsapp profil resmine baktım. Çok güzeldin. Bir de son görülmende “dün” yazıyordu. Telaşlandım, başına bir şey mi geldi acaba? Tam yazacakken çevrimiçi oldun bir an bütün paniğim geçti. Sonra “Seni özledim” yazmak geldi içimden ama yazamadım. Aklında bulunsun. Özlersen bir ipucu vermen yeter. Gerisini ben hallederim.
* * *
Belki bir gün beni özler ve eksilirsin.
Sakın çekinme, slm, mrb, nbr yaz gerisi bende! -
Çile
Şairliğim on iki yaşımda başladı.
Bahanesi tuhaftır:
Annem hastahanedeydi. Ziyaretine gitmiştim… Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter.. Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde.. Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp:
– Senin dedi; şair olmanı ne kadar isterdim!
Annemin dileği bana, içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin ta kendisi… Gözlerim, hastahane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgara karşı, içimden kararımı verdim:
– Şair olacağım!
Ve oldum.1925’de “Örümcek Ağı”, 1928’de “Kaldırımlar”, 1932’de “Ben ve Ötesi”, 1953’de “Sonsuzluk Kervanı” ve 1969’da “Şiirlerim” ismiyle yayınlanmış şiir kitaplarının bir çok bakımdan kendini ifadelendiremediğini söyleyen Necip Fazıl Kısakürek’in, 1922’de Yeni Mecmua’da yayınlanmış ilk şiirinden başlayarak bizzat kendisi tarafından süzülen, ayıklanan, düzeltilen ve bir araya getirilen bütün şiirleri…
Ve Poetikası… Bir yanda belli başlı bir sanat anlayışından tüten şiirler, diğer yanda, bu sanat anlayışının tüttürdüğü şiir mefkûresi…