-
Dorian Gray’in Portresi
Oscar Wilde’ın, kendisinin roman yazamayacağına dair eleştirilere adeta bir cevap olarak kaleme aldığı Dorian Gray’in Portresi, yazarın en tanınmış eseridir. Bu eserinde Wilde, kendi dünyasını şekillendiren estetizmi en yalın hâliyle kurguya aktarır. Saflığı ve iyiliği temsil eden Dorian Gray’in, bir karşılaşma sonucu bütün hayatı değişir. Ressam Basil Hallward, onun güzelliğinden etkilenerek portresini çizer. Basil’in evinde Lord Henry Wotton ile tanışan Dorian Gray için bir kimlik bunalımı başlar. Lord Henry ona insan için en değerli şeyin haz ve estetik olduğunu söylerken, çok sevdiği Gray’in uğrayacağı değişimi asla tahmin edemez. Sahip olduğu güzelliğin yok olacağına üzülen Gray, kendisinin yerine portresinin yaşlanmasını diler. Ama ebedî güzelliğin bedeli oldukça ağır olacaktır
-
Ein Landarzt
“Ich war in großer Verlegenheit: eine dringende Reise stand mir bevor; ein Schwerkranker wartete auf mich in einem zehn Meilen entfernten Dorfe; starkes Schneegestöber füllte den weiten Raum zwischen mir und ihm; einen Wagen hatte ich, leicht, großräderig, ganz wie er für unsere Landstraßen taugt; in den Pelz gepackt, die Instrumententasche in der Hand, stand ich reisefertig schon auf dem Hofe; aber das Pferd fehlte, das Pferd.” -
Fantastic Night
Zweig exquisitely skewers an almost lost culture of the Vienna between the wars. And he does so with the precision of a master short storyteller: concisely, intimately and dramatically. Immersed in his highly mannered world, you simply can’t resist the sharply observed characters and crises of Fantastic Night.
-
Geçmişe Yolculuk
Zweig’ın 1920’li yıllarda yazdığı tahmin edilen bu novellanın el yazması ölümünden sonra oldukça geç bir tarihte, 1970’lerde gün ışığına çıkarıldı. Ve aşkın sınır tanımazlığı üzerine yazılmış en yoğun, en etkileyici metinler arasında yerini aldı. Geçmişe Yolculuk, zamana, mekâna ve değişen koşullara direnen yasak ve tutkulu bir aşkın hikâyesidir. Bu çılgın aşk önce okyanusun ve daha sonra da Birinci Dünya Savaşı’nın araya girmesiyle dokuz yıllık bir kesintiye uğrar. Yıllar sonra yeniden buluşan iki sevgilinin hayatları büyük bir değişime uğramıştır. Önlerinde uzanan belirsiz geleceğe, geçmişin sürekli aralarına giren gölgesine rağmen, aşk doludizgin sürmektedir…
-
Genç Bir Doktorun Anıları
Devrim zamanı Rusya… Karakışı aratmayacak kadar soğuk, kasvetli bir eylül günü, tıp fakültesinden yeni mezun olmuş bir doktor, şehirde çoktan unutulmuş geleneklerin ve boş inançların hüküm sürdüğü uzak bir kasabaya gelir. Devrim, büyük şehirlerin merkezlerinde hayatı ve zihniyetleri altüst ederken, bu genç doktor ülkenin ücra bir bölgesinde kadercilikle ve batıl inançlarla zorlu bir mücadeleye girişir.
Zor bir doğum, hassas bir cerrahi müdahale, uzaktaki bir hastaya ulaşabilmek için şiddetli bir kar fırtınasına rağmen göze alınan bir yolculuk, ağrılarını dindirmeye çalışırken morfinman olan bir meslektaş… Genç doktorun gündelik hayatında karşılaştığı bütün zorlu sınavlar, Bulgakov’un elinde olağanüstü güçlü bir anlatımla, dram sınırlarında gezinen bir dokunaklılıkta öykülere dönüşür. -
Genç Werther’in Acıları (Ciltsiz)
Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832): Alman edebiyatının dünyaca ünlü, en önemli yazarlarındandır. Hukuk eğitimi alan ve resim sanatına da ilgi duyan Goethe, doğa bilimleriyle de uğraşmış, araştırmalar yapmış, yazılar yazmıştır. Dünya görüşünü ve sanat anlayışını aktardığı Şiir ve Hakikat en dikkati çekici eserlerinden biridir. Ayrıca Roma Ağıtları, Faust ve pek çok eseri yayımlandığı dönemde büyük ilgi görmüş, yazarın yüzyıllar süren edebi ününü pekiştirmiştir. 1774 yılında yazdığı Genç Werther’in Acıları daha önce şiirleri ve oyunları yayımlanan Goethe’nin ilk romanıdır. Eser büyük bir ilgiyle karşılanmış ve 25 yaşındaki yazara kısa sürede bütün Avrupa’da ün kazandırmıştır.
devamını oku -
İlahi Komedya
Dante Alighieri İtalyan ozan ve politikacı. En bilinen eseri, ahirete yapılan bir yolculuğu anlattığı İlahi Komedya´dır. Bu eser Cehennem, Araf ve Cennet isimlerinde üç ciltten oluşmuştur. Dünya edebiyat tarihinin en büyük eserlerinden biri kabul edildiği gibi, modern İtalyancanın da temelini oluşturur.
Gençlik yılları. Dante´nin yaşamıyla ilgili bilgilerin büyük bölümü yapıtlarından çıka-rılmakladır. Floransalı bir burjuva ailesinin oğlu olarak doğdu; ömrü boyunca da bu kente bağlılık duydu. İlahi Komedya´nın “Paradiso” (Cennet) bölümündeki bazı kantolarda ailesinin kökenini anlatırken atası Cacciaguida´dan söz eder; Alighieri soyadı da bu büyükdedesinin karısının adından gelir. Dante, ustası Brunetto Latini ve yetenekli dostu Guido Cavalcanti´yi de anlatır, ama ana babasıyla ilgili hiç bilgi vermez. Annesi Bella´yı küçükken kaybettiği, babasının da ikinci kez evlendiği bilinmektedir. Dante, ablası ve biri kız, öbürü erkek iki üvey kardeşiyle büyüdü. Babası öldüğünde 18.1277´de nişanlandığı Gemma Donati´yle evlendiğinde de 20 yaşındaydı. Floransa´da siyasal ve ekonomik üstünlük sağlamak isteyen imparatorluk yanlısı Ghilbellinolar ile papalık yanlısı Guetfolar arasındaki uzun mücadelede Dante´nin ailesi. Guelfoların yanında yer aldı; Guelfolar 1266 Benevento Savaşı´yla kentte yönetimi ele geçirdi. Bu tarihten sonra da şiddetli çekişmelere sahne olan Floransa´da yetişen Dante. İlahi Komedya´da ayrılıkların asıl sorumlusu olarak feodal soyluları gösterir.
İtalya´nın yetiştirdiği en büyük şair olan Dante, Shakespeare ve Goethe´yle birlikte Batı Avrupa edebiyatının üç büyük dehasından biri olarak kabul edilir.İlahi Komedya´yı Latince yerine İtalyanca yazarak Avrupa edebiyatının Latincenin dışında yeni bir evrime yönelmesini etkilemiş, ayrıca Italyancanın gelişmesinde kesin bir dönüm noktası olmuştur. Dante´nin İtalyan edebiyatı tarihinde önemli yer tutan.öteki yapıtları bir yandan yeni edebi biçimler getirirken bir yandan da 14. yüzyılın Petrarca ve Boccaccio gibi ünlü şair ve yazarlarını etkilemiştir.
1321 yılında 56 yaşındayken burada öldü. Ölüm nedeni kesin olarak bilinmemekle beraber, bazı kaynaklara göre ölüm nedeni sıtmadır. San Pier Maggiore Kilisesi´ne gömüldü. (Bu kilise günümüzde San Francesco adını taşır.)
gizle -
İlimlerin Sayımı
Farabî (870-950): Türk-İslam filozofu, gökbilimci, müzisyen. İslam’ın Altın Çağ’ının en önemli isimlerden biridir. Farabî yükseköğrenimini Bağdat’ta tamamladı, zamanın ünlü bilginlerinden ders aldı. Aristoteles’in ve Platon’un eserlerini inceledi, bu iki filozofun felsefelerini İslam’la bağdaştırmaya, bu sayede İslam dinine felsefi bir nitelik kazandırmaya çalıştı. Felsefeye mantık ile başlayıp metafizik üzerinde durdu; felsefenin dil, siyaset, doğa, zihin ile ilgilenen dallarında eserler verdi; müzik aletleri geliştirdi, müzik ve psikoloji konularında yazdı. İslam felsefesinin gelişmesini ve korunmasını sağladı, Batılı Orta Çağ düşüncesini etkiledi. Kendi zamanında ilim kabul edilen ilimleri sınıflandırdığı İlimlerin Sayımı’nda, her ilmin konusu, değerleri hakkında bilgi verir, bu ilimlerden birini öğrenmek isteyen kişileri neyi incelemeye giriştikleri, bu incelemenin kendilerine nasıl bir fayda sağlayacağı, o ilmi öğrenmekle hangi üstünlüğü elde edecekleri konusunda aydınlatır.
-
İrade Terbiyesi
Eğitimci Jules Payot, İrade Terbiyesi’nde, tembellikten arındırılmış sağlam bir zihni nasıl yaratabileceğimizi anlatıyor. Çabalamayı asla bırakmamamızı, arzu ettiğimiz hayata ulaşabilmemiz için zaruri bir terbiyeye ihtiyacı olan irademizi sürekli sınavdan geçirmemizi öğütlüyor. Özellikle gençlere ve zihin işçilerine seslenen Payot, safsatalardan, tembel arkadaşlardan, dikkatimizi dağıtacak ve azmimizi azaltacak durumlardan nasıl kaçınılabileceğini açıklıyor. “Disiplin içinde çalışmayı bu kitaptan öğrendim.” – Cemil Meriç “Kendi kendime, ah bu kitap on sekiz yirmi yaşlarımdayken elime geçmeliydi diyor ve geciktiğim için üzülüyordum.” – Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil
-
Karanlığın Yüreği
Modern edebiyat için muazzam bir dönemeci temsil eden Karanlığın Yüreği, “medeniyet”i bir arada tutan ipliğin aslında ne kadar ince olduğunu gözler önüne seriyor.
Joseph Conrad’ın 19. yüzyılın son yılında yazdığı Karanlığın Yüreği, tarihin en kanlı asırlarından bir tanesine damgasını vuran savaşlar, gelişen teknolojinin açtığı uçurumlar, modernliğin allak bullak ettiği toplumlar gibi konulara bir uvertür niteliği taşıyor. Gizemli Kurtz’u bulmak için görevli oldukları ticaret şirketinin Belçika Kongosu’ndaki şubelerine yolculuk eden Marlow, karanlığın çöktüğü bu coğrafyada ummadığı dehşetlerle karşılaşır. Marlow, Kurtz’a doğru ilerlerken, medeniyete ve kendisine olan güveninin parçalandığını da fark eder. Conrad’ın başyapıtı kabul edilen ve William Golding, George Orwell gibi yazarları etkilemiş bu roman hem dönemin değer yargılarını, hem de emperyalizmin meydana getirdiği tahribatı resmediyor.
“Karanlığın Yüreği, Afrika’yı bir sembolik imge olarak Avrupalıların zihnine nakşetmiştir.” -
Karmaşık Duygular
Zweig insani duyguları büyük bir ustalıkla çözümleyebilmesini keskin gözlemciliğine ve psikolojik derinliğine borçludur. Benzersiz maceralar, büyük sırlar, marazi saplantılar, duygusal ikilemler ve gerilimler, bu sayede çağları aşarak, her devrin okuruna hitap edebilen anlatılara dönüşür. Bu derlemedeki novella ve öykülerinde de, duygudaşlığı elden bırakmadan insan doğasının en iyi ve en kötü yanlarını gözler önüne serer. Bunlar sevgiye, ölüme, yitirilen ve yeniden canlanan umuda, yeniden kazanılan inanca, gençliğe ve insanın kendini keşfine dair yapıtlardır.
-
Kayıp Sembol
Dan Brown; Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar’dan sonra Kayıp Sembol’de insanlığın yüzyıllardır beklediği bir gerçeğin peşinde… Harvard Simgebilim Profesörü Robert Langdon, Kongre Binası’nda konferans vermesi için yakın bir arkadaşından davet alır. Ancak, Washington’a varır varmaz oldukça garip bir durumla karşı karşıya kalan profesör, kendini korkunç bir oyunun ortasında bulur. Kongre Binası’na bırakılmış olan bir sembolün -yakın arkadaşı Peter Solomon’ın kesik eli- varlığını haber veren bir telefon, Langdon’ı hiç de yabancısı olmadığı bir dünyaya davet etmektedir. Antikçağlarda kullanılan bu sembolik çağrı, daveti alan kişiyi ezoterik bilgeliğin hüküm sürdüğü, çok eskilerde kalmış kayıp bir dünyaya sürükleyecektir. Sonu belli olmayan bu mistik daveti arkadaşını kurtarmak için kabul eden Langdon, bir anda masonik sırların, saklı kalmış tarihin ve o güne dek görmediği yerlerin gizli dünyasında inanılmaz bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalır. Artık cevaplanması gereken sorular vardır: İnsanlığın Altın Çağı, açılmaması gereken bir kapının aralığından sırlarıyla birlikte yok mu olacak, yoksa hikmetin ışığında tüm soruların cevapları mı bulunacaktır?… -
Kızıl
Zweig gençlik dönemi yapıtlarından Kızıl’da öğrenim için Viyana’ya giden genç bir tıp öğrencisinin büyük kentin gerçekliğine uyum sağlama ve yetişkinliğe adım atma sürecini anlatır. Kendini birdenbire ailesinden uzakta soğuk bir odada yapyalnız bulan bu “çocuksu” genç adam, zamanla girdiği bunalımın etkisiyle hayallerinden, başlangıçta büyük bir hevesle sarıldığı tıp eğitiminden vazgeçme noktasına gelmiştir. Tam da o günlerde kızıla yakalanan ve yardımına ihtiyaç duyan bir kız çocuğu onu hayata geri çağırır… 1908 yılına ait bu anlatı, Zweig’ın daha o zamanlar çoktan bir novella üstadı olup çıktığının kanıtıdır adeta. Üstelik, yazarın sonraki yapıtlarında sıklıkla karşılaştığımız bir temanın peşine henüz kariyerinin başındayken düştüğünü; gaddar bir dünyada varoluşunu sürdüremeyecek kadar kırılgan insanların acılarını baştan beri dert edindiğini ortaya koyar.
-
Korku
Rahat ve korunaklı bir yaşam süren saygın bir kadın, sekiz yıllık evliliğinden sıkılmış, burjuva dünyasının kozasından çıkarak kendini genç bir piyanistin kollarına atmıştır. Ancak bu gizli ilişkiden haberdar olan bir şantajcının ansızın zuhur etmesiyle, hayatında yeni farkına vardığı bütün güzellikleri yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır ve kahredici bir korkunun pençesine düşer. Korku insanı bilinçdışına itilmiş utanç verici deneyimlerden, bastırılmış pişmanlıklardan özgürleştirebilecek güçte bir yapıt. -
Lyon’da Düğün
Lyon’da Düğün Fransız Devrimi sırasında yaşanan kargaşa ve zulüm günlerinde ölüme yaklaşan insanlara umut veren bir aşkın hikâyesidir. 1793’te kentte kurşuna dizilmeyi bekleyen karşı devrimcilerin toplandığı hapishane tuhaf bir nikâha sahne olur. İki Yalnız İnsan, acı çeken iki çaresiz insanı buluşturur. Birinin yüreğinden kopan çığlık diğerininkinde karşılık bulurken, farkında olmadan birbirlerinin yıllar süren yalnızlığına son verirler. Wondrak ise yazarın savaş karşıtı yapıtlarından biridir. Bohemya’nın küçük bir kentinde çirkinliğiyle sürekli alaya maruz kalan bir kadın tecavüze uğradıktan sonra doğurduğu çocuk sayesinde yaşama tutunmuştur, ama patlak veren Birinci Dünya Savaşı yüzünden oğlunu askere alarak ondan koparmaları söz konusudur. Zweig bu öykülerde toplum dışına itilmiş karakterleri üzerinden insanlık durumunu analiz eder. Karakterlerinin başlarından geçenler “yazgı” değil, insanlığın iflasının sonucudur.
-
Macellan Bir İnsan Bir Yaşam
Çevresini dolaşarak dünyanın yuvarlak olduğunu kesin olarak kanıtlayan Portekizli denizcinin biyografisi, Yeniçağ’ın bu en önemli kâşifini kararlı, cesur, mağrur bir kişilik olarak tanımlıyor. Tarihte iz bırakmış kişilerin yaşamöykülerini kendine öz¬gü bir üslupla kaleme alan Zweig, Macellan’da, dünyanın pek çok coğrafi bölgesine bugün bildiğimiz adlarını veren Portekizli kâşifin, her biri apayrı bir macera olan keşiflerini kişiliğiyle bütünleştirerek anlatıyor.
Colombus’un başarısı Avrupa’da müthiş bir şaşkınlık yaratır. Bir süre sonra da yaşlı dünyamızın daha önce hiç tanık olmadığı bir macera ve keşif heyecanı patlak verir: Tek bir cesur insanın başarısından, tüm bir kuşağa yetecek şevk ve cesaret doğar, bu daima böyledir. Avrupa’da sınıfından ve konumundan hoşnut olmayan, haksızlığa uğradığını düşünen ve beklemek için fazla sabırsız olan herkes, küçük oğullar, işsiz subaylar, büyük efendilerin piçleri, kanun tarafından aranan karanlık tipler, hepsi de Yenidünya’ya gitmek ister. -
Martin Eden
Jack London’ın yarı otobiyografik romanı Martin Eden, 20. yüzyıl başında sosyal ve ideolojik meseleler ağırlıklı içeriğiyle Amerikan edebiyatında büyük ölçüde kabul görmüştür. London farklı sınıflar arasındaki zihniyet ve değer farklarını gözlerimizin önüne sererken, statü ve servetin Amerikan toplumundaki hayati önemine işaret eder. Romanın ana temalarından biri, başarı ve refah yolunun sosyal sınıf farkı gözetilmeksizin herkese açık olduğu şeklinde özetlenebilecek Amerikan Rüyası’dır. Ya da bu idealin yarattığı muazzam hayal kırıklığı…
London, romanı bir sanatçının çıraklıktan olgunluğa geçiş sürecini işleyen Künstlerroman geleneğinde yazmıştır. Martin’in aşkı uğruna eğitimsiz genç bir işçiden başarılı ve rafine bir yazara dönüşüm mücadelesini anlatır. Kahramanı hedefine ulaştığında ise motivasyonunu ve heyecanını çoktan yitirmiş, trajik bir sona doğru sürüklenmektedir artık…
devamını oku -
Martı
Anton Çehov insanların birbirleriyle ilişkilerini, bu ilişkilerdeki incelikleri, aksaklıkları, karakterlerin sevgi ya da sevgisizlikleriyle yol açtıkları insanlık durumlarını olanca gerçekliğiyle gözlemlemiş, sonra da bir ressam titizliğiyle tiyatro eserlerine yansıtmayı başarmış bir yazar. Çehov bu oyununda, imzasını “Martı” diye atan Nina’dan, Konstantin Treplev’in vurduğu ölü martıya; göl üzerinde özgür uçan martılardan, ikide bir martı olduğunu söyleyen Nina’nın oyunculuk tutkusuna kadar her şeyi gizemli bir martı imgesinin etrafında örmüştür.
-
Mecburiyet
Savaş karşıtı görüşleriyle tanınan Zweig I. Dünya Savaşı boyunca bu görüşlerini yaymayı kendine misyon edinmişti. Avrupalı ve “dünya vatandaşı” kimliğine büyük değer veren yazar, yapıtlarında savaşın yıkıma uğrattığı “eski dünya”nın değerlerinin kayboluşunu büyük ölçüde dert edinmiştir. Mecburiyet ’in ana karakteri ressam Ferdinand da savaş sırasında askere alınmamak için İsviçre’ye kaçmıştır. Bir gün askerliğe elverişliliğinin tespiti için konsolosluğa davet edildiğinde, karısının şiddet karşıtı duruşuna ihanet etmemesi yolundaki telkinlerine karşın kendini gitmek zorunda hisseder. Görev duygusu, savaş karşıtı düşünceleri ve karısına duyduğu sevgi arasında sıkışıp kalmıştır. Ferdinand her ne kadar “insanlığın ötesinde bir vatanı” olmasa da, “yirmi milyon insanı boğan o zinciri” kıramayacağını düşünür…
-
Mecburiyet
Hayatı boyunca savaş ve kıyıma karşı duran Stefan Zweig’ın kısa öyküsü Mecburiyet’te kendi düşünce dünyası oya gibi işlenmiştir. Savaş sebebiyle İsviçre’ye sığınan Ressam Ferdinand’ın resmî evrakla askerlik için ülkesine çağrılması sanatçıyı inanç ikilemine sokar. Karısı Paula ile girdiği derin tartışmalar sayesinde; kutsiyet atfedilmiş bazı kavramların vicdanımızla dünya gerçekliği arasında sıkışıp kalmamıza sebep olduğunu fark ediyoruz. 1920’lerden bugüne değin çok az şeyin değiştiğini kabullenmeye “mecbur” kalıyoruz. Almanca aslından titiz bir çalışmayla çevrilen Mecburiyet, savaşın ezici tahakkümünden çok çekmiş bir yazarın sancılarını taşıyor: “İnsanlıktan başka vatanım yok ve amacım insan öldürmek de değil.”
devamını oku