-
Cinler
Cinler, Rus toplumunu bekleyen çalkantıları seneler öncesinden
sezebilmiş Dostoyevski’nin, gerçek bir olaydan esinlenerek kaleme
aldığı siyasi romanıdır.
Bir taşra gölünde, infaz edilmiş bir adamın cesedi bulunur. Bu
genç adamın öldürülme nedeninin uzaklaştığı devrimci örgütten
ayrılmak istemesi olduğu sonradan anlaşılır. Dostoyevski’nin
1869’da gerçekleşen bu olaydan esinlenerek yazdığı Cinler’de,
Çar’ı devirmeyi ve devleti ele geçirmeyi amaçlayan bir siyasi
örgütün içindeki aydınların, sosyalistlerin, anarşistlerin,
tanrıtanımazların resmini çizer. 19. yüzyıl sonu Rusyası’nı kasıp
kavuran şiddet çığırtkanlığına karşı bir haykırış niteliğinde olan bu
başyapıt en iyi siyasi romanlardan biri olarak kabul edilmektedir.
“Dostoyevski’nin Cinler’i devrimci bir komplodan esinlenerek
yazılmış en iyi romanlardan biri.”
JOSEPH FRANK -
Dava
Franz Kafka’nın Dava adlı romanının bu çevirisi, yazarın ‘Oxford Metinleri’ diye adlandırılan el yazıları üzerinde Amerikalı ve Alman uzmanların yaptıkları son çalışmalarla oluşturulan metinden yapıldı. Dava, ‘Korku Çağı’ diye adlandırılan 20. yüzyılda insanoğlunun artık neredeyse kurtulunması olanaksız bir yazgıya dönüşmüş olan kuşatmalı yaşamının öyküsüdür. Bu çağa korku egemendir, çünkü insan, hemcinsleriyle insanca bir dil aracılığıyla iletişim kurabilme, böyle bir dille insanca tepkiler uyandırabilme olanağından yoksun kalmıştır. Albert Camus’nün deyişiyle, bu olanağın bulunmadığı bir çağ, artık ancak ‘Korku Çağı’ diye adlandırılabilir. Kafka’nın Dava’da betimlediği yargılama süreci, böyle bir çağın en güçlü simgelerinden biridir ve bu roman, insan, insanın korkusu olarak kaldığı sürece, güncelliğini -ne yazık ki- hiç yitirmeyecektir.
-
David Copperfield
sanayi Devrimi döneminin en büyük yazarlarından olan Charles Dickens (1812-1870) Londra’da doğdu. O dönem İngilteresi’nin sosyal kötülüklerini ve aşağı halk tabakalarını ustaca betimleyen romanıyla haklı bir üne kavuştu.
Kimsesiz çocuklar ve çocuk emeğinin sömürüsü, ingiliz eğitim sisteminin zorbaca disiplinini romanlarının başlıca izleği haline getiren dickens, asıl üne David Copperfield’le kavuştu. Karakterinin ölümsüzlüğü, aşağı halk katmanlarının içtenlikli dostluğu, burjuvaların katlanılmaz sevimsizliklerini işleyen bu yapıtıyla Dickens’i biraz daha seveceksiniz.
-
Diriliş
Lev Nikolayeviç Tolstoy (1829 – 1910): Savaş ve Barış, Anna Karenina ve Kreutzer Sonat’ın büyük yazarı, yaşamının son otuz yılında kendini insan, aile, din, devlet, toplum, özgürlük, boyun eğme, başkaldırma, sanat, estetik konularında kuramsal çalışmalara verdi. 1899’da yayımlanan Diriliş Tolstoy’un yaşadığı sırada çıkan son romanıdır. Tolstoy, yıllarca üzerinde düşündüğü ve pek çok kuramsal eser yazdığı insanlık sorunlarını bu kitapta edebi bir kurgu içinde ele aldı. Diriliş sadece Sibirya’ya giden bir mahkûm kafilesinin yolculuğunu değil, yaşamın anlamını kavramak adına kişinin kendini yeniden var etme sürecini anlatan bir başyapıttır. Lev Nikolayeviç
-
Don Kişot
Yel değirmenlerine savaş açan korkusuz bir şövalyenin hikâyesi:Don Kişot…
Yeni Çağ’ın gerçek anlamda ilk “best-seller”ı, ince, parıltılı bir espri anlayışının en büyük jonglörüDon Kişot’un okurlarla buluşmasının üzerinden tam dört yüz yıl geçti.Don Kişot, tüm zamanların en çok dile çevrilen, en çok okunan, en çok gönderme yapılan, en çok yankı uyandıran romanı olmasının yanı sıra devrinin en renkli tablosunu çıkaran eser olma konusunda da rakipsizdir. Üstelik Cervantes, İspanya’nın sosyal, ekonomik, dinî, siyasi ve edebî portresini resmederken okuru eğlendirmeyi bir an olsun unutmaz.
-
Ezilmiş ve Aşağılanmışlar
Ezilmiş ve Aşağılanmışlar, Dostoyevski’nin on yıl süren kürek mahkûmiyeti ve sürgün cezasının ardından kaleme aldığı ilk büyük romanıdır.
Ezilmiş ve Aşağılanmışlar ilk kez Dostoyevski’nin kardeşiyle birlikte çıkardığı Vremya (Zaman) dergisinin Ocak 1861 tarihli ilk sayısında yayımlandı ve yedi sayı boyunca tefrika edildi. Roman, okurlar arasında büyük heyecan uyandırdı ve derginin bir sonraki sayısı sabırsızlıkla beklendi. Övgülerin yanında epeyce olumsuz eleştiri alsa da aynı yıl basılan Rus romanları içinde en ilginç ve en çok okunan eser oldu. Dostoyevski’nin duygusal bir melodramla kendi kişisel hikâyesini harmanladığı Ezilmiş ve Aşağılanmışlar ilerideki başyapıtlarında yer alan tipleme ve motiflerin de habercisidir.
“Ezilmişler ve Aşağılanmışlar’ın, Dostoyevski’nin başyapıtı Suç ve Ceza’dan aşağı kalır yanı yok. Romanın kahramanı Nataşa, Yunan tragedyasının asil kurbanlarını andırıyor; hayranlık duymamak imkânsız. -
Haritada Kaybolmak
Kraliçe’yi Kurtarmak adlı kitabıyla matematiği sevmeyen çocuklara bile problem çözdüren Tumanov, becerisini bu kez coğrafya alanında kullanıyor. Soluk soluğa bir macerada çaresiz kalan kahramanlara yardımcı olmak isteyen çocuklar bu kez harita ve ansiklopedi karıştırmanın ne kadar da eğlenceli olabileciğinin farkına varacaklar…
Haritada Kaybolmak’ta iki kardeşin başlarına açtıkları dertten kurtulması, harita kullanma becerilerine bağlı! Bilmecelerde ipuçları verilen ülkelerin, dünya haritası ve ansiklopedi kullanılarak çözülmesiyle ilerleyen roman, hem öğrenmeyi eğlenceli kılıyor, hem de coğrafyanın yaşamımızdaki önemini vurguluyor.
-
İnsancıklar
Dostoyevski’nin ilk romanı olan İnsancıklar yayımlandığında büyük övgüyle karşılanmış, edebi bir dehanın habercisi olarak görülmüştü.
İnsancıklar, St. Petersburg’da bir devlet dairesinde çalışan orta yaşlı ve alçak gönüllü kâtip Makar Devuşkin ile uzaktan akrabası, yirmili yaşlarının başında genç bir kadın olan Varvara Dobroselova arasındaki mektuplaşmalardan oluşan bir eserdir. Dostoyevski’nin henüz 24 yaşındayken kaleme aldığı; yoksulluk, dostluk ve sanat sevgisi gibi temalarla örülü bu roman, dönemin eleştirmenlerince adeta göklere çıkarılarak yazarın edebiyat çevrelerine bir yıldız gibi girmesini sağlamış ve çok parlak bir “toplumsal roman” olarak nitelendirilmişti.
“Sahip olduğu ilham perisiyle çatı ve bodrum katlarında yaşayanlara hayat veren genç şairi tebrik ediyorum. Yaldızlı köşklerde yaşayanlara ‘yoksullar da insan, onlar da kardeşlerimiz,’ diye haykırıyor.”
VİSARİON BELİNSKİ -
İyinin ve Kötünün Ötesinde
Kendini verme, en yakın için özveride bulunma duyguları, tüm kendini yadsıma ahlakı, acımasızca sorguya çekilip yargı önüne çıkarılmalı: Bugün, sanatın erkekliğinin yok edilmesi için yeterince ayartıcı olan temiz bir vicdan oluşturmaya yönelik estetiği ondan aşağı kalmaz. Şu, “kendim için değil”, “bir başkası için” duygularında çok fazla büyü ve şeker var; bu noktada çifte kuruntulu olup sormaya gerek yok: “Yoksa bunlar birer ayartma olmasın sakın?”
-
Karamazov Kardeşler
Dostoyevski, yaşamının son yıllarında başyapıtı Karamazov Kardeşler’i tamamladığında, Rus yazınında ‘felsefe düzeyinde roman-tragedya denen türün de temelini attığının bilincinde değildi. Dostoyevski’nin yaşam birikiminin tümünü ve sanat gücünün doruğunu içeren bu roman, gerçekte insanı insan yapan ne varsa, onlara adanmış bir destan niteliğini taşır. Yazar, hiçbir romanında “Karamazov Kardeşler”de olduğu denli insan ruhuna inmemiş, insanoğlunu bu denli kesitler biçiminde, içgüdülerinin ve istencinin tüm görünümüyle sergilenmiştir. Bir aileyi konu alan ve bir felaketler zinciri olarak gelişen olay örgüsü, bireysel öğelerin yanı sıra, ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki Rus toplumunu da geçirdiği sarsıntıların tümüyle, dünya edebiyatında bir eşi daha bulunmayan bir sanat aynasından yansıtır.
-
Küçük Prens
‘-Elveda, dedi.
– Elveda, dedi tilki. İşte sana sırrımı açıklıyorum. Gayet basit bir sır: Yalnızca kalbi ile bakan gerçeği görebilir.Aslolan asla gözle görülmez.Küçük Prens unutmak için ‘’ Aslolan asla gözle görülmez.’’ diye tekrarladı.
-Gülünü senin için önemli kılan onun için harcadığın zamandır. Küçük Prens unutmak için ‘’ Uğruna harcadığın zamandır.’’ diye tekrarladı.
-İnsanlar bu gerçeği unuttu. Ama sen unutmamalısın.Evcilleştirdiğin şeyin sorumlusu her zaman sensin.Gülünden sen sorumlusun. Küçük Prens unutmamak için ‘’ Gülümden ben sorumluyum.’’ Diye tekrarladı.
-
Madam Bovary
Madam Bovary, 19. yüzyıl Fransız kadınının kıstırılmış hayatını ve iç dünyasını oldukça şeffaf bir şekilde ele alırken, dönemin kadın erkek ilişkilerine de ayna tutan bir başyapıt.
Vasat bir doktorla evlendikten sonra boğucu taşra yaşamı içinde sıkışıp kalan genç ve güzel Madam Bovary, mutsuzluğu bir kader olarak kabul etmeye razı olmaz. Büyük hayalleri, hayattan büyük beklentileri vardır; okuduğu romanlardaki tutkunun ve romantik fantezilerin özlemiyle yaşar ve aradığı ideal aşkı bulmak için çıktığı yolda hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz. Madam Bovary’nin bu mücadelesini ve sürüklendiği çıkmazı anlatan roman, tutkulu bir hikâyenin gerisinde evlilik, cinsellik ve zenginlik kavramlarını sorguluyor. 1857’de ilk kez yayımlandığında büyük yankı uyandıran, toplumun din ve ahlak anlayışını sarstığı gerekçesiyle yasaklanmaya çalışılan Madam Bovary, 19. yüzyıl Fransası’nın ahlak anlayışına ve burjuva değerlerine karşı güçlü bir eleştiridir.
“Şairler nasıl bahara şükran duyuyorsa, romancılar da Flaubert’e öyle şükran duymalıdır. Onunla her şey yeniden başlar.”
JAMES WOOD -
Olağanüstü Bir Gece
Olağanüstü Bir Gece, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikâyesidir. Sıradan bir Pazar gününü at yarışlarında geçirirken, belki de ilk kez burjuva ahlakından saparak “suç” işler. Böylece yeniden “hissetmeye” başladığını, kötücül ve ateşli hazları olan gerçek bir insan olduğunu fark eder. İçindeki haz dolu esrime, aynı günün akşamında onu gece âleminin son atıklarının arasına, “hayatın en dibindeki lağımlara” sürükleyecek, varış noktası ise ruhani bir uyanış olacaktır.
-
Satranç
Stefan Zweig, çok geniş bir psikoloji birikimini eserlerinde bütünüyle kullanmış ender yazarlardandır. Onun dünya edebiyatında bir biyografi yazarı olarak kazandığı haklı ünün temelinde de bu özelliği, yani yazarlığının yanı sıra çok usta bir psikolog olması yatar. Satranç, Zweig’ın psikolojik birikimini bütünüyle devreye soktuğu bir öyküdür ve bu öykünün baş kişileri, tamamen yazarın biyografilerinde ele aldığı kişileri işleyiş biçimiyle sergilenmiştir.
Zweig ölümünden hemen önce tamamladığı birkaç düzyazı metinden biri olan Satranç’ı kaleme aldığı sırada, karısı Lotte Zweig ile birlikte göç ettiği Brezilya’da yaşamaktaydı. Satranç’ta da, olay yeri olarak New York’dan Buenos Aires’e gitmekte olan bir yolcu gemisini seçmiştir. Bu gemide tamamen rastlantı sonucu karşılaşan üç kişi: yeni dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic, sıradan bir satranç oyuncusu olan anlatıcı ve bir zamanlar çok usta bir satranç oyuncusu olan, ama hayli zamandır satrançtan uzak kalmış bulunan Dr. B., öykünün aktörleridir.
-
Seküler Çağ
Kitabın odak noktası, kamusal kurumlarda dinin rolü ve dini inançların hayatımızda ne kadar yer kapladığı değil, tüm bunlardaki değişimi mümkün kılan koşullar.
(Jonathan Derbyshire, Philosopher’s Magazine)Bu Charles Taylor’ın gerçekten büyük önem taşıyan, çığır açan bir kitabı, çünkü burada, tüm sekülarizm tartışmasını yeni bir kalıba dökmeyi başarıyor. Yaşadığım süre içerisinde yazılmış en önemli kitaplardan biri . (Robert N. Bellah)
Tanrı’ya, hatta belirli bir dine inanmamanın neredeyse imkânsız olduğu zamanlardan, dini inanışların “bireysel tercih” olarak görüldüğü ve akılcılaştırılmak zorunda hissedildiği günümüze nasıl geldik?2007’de yayımlandığı günden bu yana dünya çapında büyük ses getirmiş ve Templeton ödülünü kazanmış olan Seküler Çağ ’da Charles Taylor, beş yüzyıla yayılmış sekülerleşme sürecini anlamak için modern bilimin doğuşuyla kaybedilen şeylere değil, bu bilimi mümkün kılan “toplumsal tahayyüldeki” değişimlere bakmamız gerektiğini söylüyor.
Taylor Batı kültür tarihinin bu uzun kesitini olağanüstü bir incelikle yansıtırken, bir yandan da günümüz koşullarında, aşkın bir varlıkla bağlantılı bir hayatın olanakları üzerine felsefi bir tartışmaya girişiyor.
-
Sineklerin Tanrısı
“Sineklerin Tanrısı başlangıçta, ıssız bir adaya düşen çocukların serüvenlerini anlatan, küçükler için yazılmış bir öykü, R.M. Ballantyne’ın Mercan Adası’nın çağdaş bir uygulaması sanılabilir. Hatta Golding, kendine özgü buruk alaycılıkla, okuyucunun bu sanısını pekiştirmek istercesine, Sineklerin Tanrısı’nın başlıca iki kişisine Mercan Adası’ndaki çocuklardan aldığı Ralph ve Jack adlarını verir. Mercan Adası’nda Ballantyne, oldukça duygusal ve biraz da bön bir iyimserlikle, gemileri battıktan sonra Pasifik Okyanusu’nda ıssız bir adaya sığınan üç İngiliz gencinin, Büyük Britanya uygarlığının oldukça başarılı bir küçük örneğini nasıl yeniden kurduklarını anlatır. Golding’in Sineklerin Tanrısı’nda da bir mercan adası ve İngiliz çocuklar vardır. Ama altı ile on iki yaş arasında olan bu çocuklar, gelecekteki atom savaşı sırasında, güvenilir bir yere götürülmek üzere bindikleri uçak bir saldırıya uğradığı için bu mercan adasına düşmüşlerdir. Ve bu mercan adasında olup bitenler, Ballantyne’ın romanında olup bitenlere hiç mi hiç benzememektedir…
-
Soytarı
Her zamanki gibi şık giyinmişti. Üzerinde siyah bir redingot, aynı renkte bir pantolon, başında parlak bir silindir şapka, ayağında ise güzel fotinler vardı. Ancak efendice giyinmiş soytarıların, sokakta çocuk gibi hareket edebileceğini düşündüm. Genelde bana öyle gelir ki, herkese yabancı olan ve dil bilmeyen bu adam, ancak soytarı olduğu için şehrin ve panayırın kalabalığı içinde kendini bu kadar serbest hissediyordu!…
…
Ciddi insanların yürüyüşlerinde kör, mukadder bir şeyler var. Bunların hepsi de, gidip gelen şu insanların acele ettiğini, kimsenin birbirine yol vermeye vakit olmadığını açıkça görüyorlar. Soytarı ise savaş meydanındaki tok bir karga edasıyla, kaygısızca dolaşıyordu… Bana öyle geliyor ki, o, nezaketiyle, yolu üzerindeki herkesi şaşırtmak ve mahvetmek istiyordu. Bu, yada onun başka bir hali, bende hoşa gitmeyen bir etki bırakıyordu. -
Suç ve Ceza
Suç ve Ceza yayımlandığı 1866 tarihinden bu yana, modern insana yaklaşımıyla ve sorduğu can alıcı sorularla güncelliğini hiç kaybetmediği gibi, edebiyatın çıtasını erişilmesi güç bir seviyeye yükseltmiştir. Dostoyevski’nin dehasını tüm yönleriyle yansıttığı roman, bir suçun psikolojik kaydıdır aynı zamanda.
-
Tom Amca’nın Kulübesi
Tom Amca’nın Kulübesi hem dünya edebiyatının klasiklerinden biridir, hem de yarattığı toplumsal ve siyasi fırtınalarla ABD tarihine damgasını vurmuş bir romandır. Amerikan toplumunun kölelik konusundaki utanç verici tutumunu acımasızca yargılayan ve siyahların yaşadıkları acıları ayrıntılarıyla gözler önüne seren yapıt 1852’de yayımlandığında büyük tepki almıştı. Amerika’da kölelik kurumunun kaldırılmasında büyük rolü olduğu söylenen bu kitap köleliğin korkunçluğunu, ahlaki ve dini açıdan yanlışlığını, özgürlüğü elinden alınmış insanın çaresizliğini dile getirir. Yazıldığı dönemin koşulları içinde değerlendirilmesi gereken romanda yazar, köleliği Beyazların sorunu olarak ele almış, kölelerin çektiklerini ön planda tutmuş, Tom Amca başta olmak üzere bütün zencileri ahlaklı, yumuşak huylu, inançla donatılmış kişiler olarak yansıtmıştır.
-
Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları
Dostoyevski’nin ilk Avrupa seyahatinin ardından kaleme aldığı Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları öfkeli ve alaycı bir Batı eleştirisidir.
Dostoyevski, 1862 Haziranı’nda Petersburg’dan ayrılarak ilk kez Batı Avrupa seyahatine çıktığında, tedavi için gittiği bu topraklarda bir yandan da varlığını uzaktan sezdiği yoldan çıkmışlığı ve yozlaştırıcılığı arama niyetindedir. Yazar Avrupa’nın kültür başkentlerinde sivri kalemiyle Londralı hayat kadınlarından Fransız küçük esnafına herkesi Slavcı bakış açısıyla deşifre ederken karşı olduğu bir kültürün ahlâki ve siyasi zaaflarına olan öfkesini saklama gereği görmez.
“Dostoyevski 19. yüzyılın Fransız burjuvalarına baktığında soyluluğun ve kibarlığın altında gizlenen adi bir çıkarcılık görmüştü.”
SAUL BELLOW“Dostoyevski’nin Kış Notları yazarın bugüne kadar yay