Gösterilen 41–60 arası toplam: 90

  • İnançların Esasları

    “İslam Akaidi” İslam dininde kesinlikle inanılan hususlar manasına gelir ki, bunlara ‘’İman Esasları’’ da denir. Buna göre iman esaslarını ihtiva eden ilme de “Akaid İlmi’’ denir. Akaid İlmi; Allah’ ın varlığından, sıfatlarından, fiillerinden bahseden bir ilimdir. Akaid ilminin gayesi, taklitten kurtulmak ve tahkiki iman derecesine ulaşmaktır.
    Yüce Allah buyuruyor:
    «Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarı ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır.»(Bakara 2/164)

    “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüpheniz mi var?”(İbrahim,14/10)

    “Andolsun ki, onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah…” derler.”(Lokman,31/25)
    devamını oku

    7,94
  • İnsan ve Halleri & Vedanta’da Kamil İnsan

    Bu metin, geleneksel metafiziğin ve antropolojinin tam bir kutsal kitabıdır.
    René Guénon, Hint öğretilerinden Vedanta’nın, sahip olduğumuz geleneksel metafiziğin en antik, derin ve kapsamlı ifadesini içerdiğini ve bazı yönlerden diğer tüm geleneksel biçimlerin anahtarı olarak görev yaptığını düşünür ve bu eserinde de en saf ve kadim metafizik öğreti olan Vedanta’yı en ince ayrıntısına kadar incelemektedir. Bu eser bugüne kadar Vedanta’nın doktrinlerinin en iyi açıklamalarından birisidir (belki de en iyisidir). İngiliz yönetimi altındaki  Hindistan yarımadasına ilk giren Batılılaşma eğilimlerinden ve modernleşmeden tamamen bağımsız bir açıklamadır ve geçerliliğini hâlâ yitirmemiştir.
    Hindular neye inanırsa inansınlar, Vedanta; saf birlik, tek hakikat öğretisidir ki İslâm’da bunun karşılığı “tevhid”dir. Varoluşun merkezinde manevi bir ilke işler. Bu ilkenin gerçekleşmesi için daima yetkin bir insana (Kâmil İnsan’a) gereksinim duyulur. Kâmil İnsan doğanın her parçasını, bitkileri, hayvanları, taşı-toprağı kardeş olarak görür. Dolayısıyla O, duyarlığını korumuş olan insandır.
    Çıkar temelli bir ilişki kurmaz. Zihin dünyasında zaten böyle bir veri de yoktur. Bu saflığı sağlayan ilke doğada vardır. Önemli olan onu açığa çıkarmaktır. Tanrı’nın duyular âlemindeki açılması bu Kâmil İnsan üzerinden gerçekleşir. Amaç, Yüce Özdeşlik’e ulaşmaktır. Yani İNSAN olmaktır. Yunus diliyle, ‘kendin bilmek’tir. Kendini bilmeksizin Tanrı bilinemez.
    “Maneviyat arayışındakileri” çekmek için yazılmış binlerce kitap vardır ama bunlar kişinin sadece manevi farkındalıkla ulaşabileceğine kısa bir bakış sunarlar, bu sebeple kavramları aşırı basitleştirerek manasından koparırlar. Hiçbir kitap manevi uygulamanın yerini alamaz, ancak bu eser manevi uygulamanın gerçek anlamını nakleden bir özelliğe sahiptir.
    René Guénon eserlerinde kadim gelenekten bahseder, büyük dinlerin kökenindeki metafizik öğretiyi ortaya koyar. Bu geleneğin ve öğretinin dili sembolizmin dilidir ve bu dili yorumlamada onun üstüne kimse yoktur. Dahası, “ilerleme” fikrini ters yüz eden de O’dur. İnsan manevi mükemmellik yolundan geriye düştükçe Karanlık Çağ’a girer; eski kültürler yok edilir, niteliğin yerini nicelik alır ve çöküş yaklaşır.
    Guénon’u okuyan ve anlayan hiç kimse, bir daha asla eskisi gibi kalamaz.

    9,09
  • İnsan-ı Kamil

    Dünya’dan Ahiret’e…
    Mutlak Feza’dan … Zerrelere…
    Arş’tan, refref’e…
    Salsala-i Ceres’e
    Parlak yıldızlardan, kabelerin dileği olan;
    adn Cenneti’ne…
    Herşey Ben’im…

    Abdü’I-Kerim b. İbrahim el-Cili
    Ancak dikkat et!…
    Bütün bunlara rağmen;
    Mevlanasına tevbe ederek dönen;
    Aciz… Kul da yine benim
    Fakirim, hakşrim, hadı (eğilen) im…
    Zillet sahibiyim ve günahların esiriyim

    6,79
  • İnsanın Özgürlük Arayışı

    Albert Camus, “Dünya anlamsız, insan saçmadır”; Jean-Paul Sartre, “İnsan beyhudedir” diyor. Michel Foucault ise insanın ölümünü ilan ediyor. İnsan gerçekten mümkün değilse, onu kim bu kadere mahkûm etti? Ali Bulaç, modern insanın özgürlük sorununa İslâmi bir bakış açısı sunarken, iletişimle küçülen bu dünyanın sistemleştirilmiş insanını da eleştiriyor. İnsanın varoluş çabasının saçma ve beyhude olup olmadığını tartışıyor. Peki, insan gerçekten mümkün mü? Mümkünse özgürlüğü de mümkün mü? Modern insanı özgürlüğe götürecek bir yol gerçekten var mı?Modern dünyanın karmaşık toplumsal ilişkileri içerisindeki insanın dramını ele alan İnsanın Özgürlük Arayışı, ehlileşme ve kapatılmanın hangi süreçlerden geçerek mutlaklık kazandığını irdeliyor. Modern tıp, sosyoloji, psikoloji, felsefe, sanat ve ateizm… Bunların hiçbirinin insanın özgürlük arayışına katkıda bulunmadığını söyleyen Ali Bulaç, insanın özgürlük sorununu farklı bir düzlemde ele alıp insanın ve özgürlüğünün mümkün olduğunu göstermeye çalışıyor.

    5,64
  • İşaretler ve Tembihler / İbn Sina Felsefe Serisi -11

    İbn Sînâ felsefesinin özeti olan el-İşârât ve’t-Tenbîhât, bir açıdan onun felsefesine giriş olarak nitelenebilecek bir eserdir. İbn Sînâ, Müslümanların çeviriler vasıtasıyla karşılaştığı felsefî mirası bir kitap külliyat başlığı altında telif ve tasnif eden ilk filozoftur. Bu sebepledir ki felsefî birikim islam toplumunda eğitim ve öğretim yapılabilir bir niteliğe İbn Sînâ’nın eserleriyle kavuşmuş ve el-İşârât kitabı da geniş felsefî koleksiyonun temel disiplinlerini içeren üst düzey bir özetleme tarzında kaleme alınmıştır.
    Bu bağlamda İbn Sînâ eş-Şifâ’yı mantık, doğa bilimleri, matematik ve metafizik gibi dört bölümde yazmışken el-İşârât bunlardan yalnızca mantık, doğa bilimleri ve metafiziği içermektedir. Eserin üst düzey bir özet oluşu, bir anlamda İbn Sînâ’nın külliyatına giriş niteliğini ortaya koymakta diğer yandan da ancak eş-Şifâ’nın yardımıyla anlaşılabilecek bir metin olma durumunu gerekli kılmaktadır. Üzerinde yüzyıllar boyunca farklı düşünürlerin şerhler yazmış olduğu bu eser, felsefe ve düşünce geleneğinde en belirleyici başat eserlerden birisi olma özelliğini taşımaktadır.

    9,09
  • İslam Dünyasında Düşünce Sorunları

    İslâm dünyasının çağdaş düşünce sorunları nelerdir? Bu sorunları doğru anlamak ile modern dünyanın İslâm olgusunu kavrayıp anlamak arasında dolaysız bir bağ vardır. Bu kitabın amacı, giderek önemini ve ciddiyetini artırmakta olan bu konuya belli bir açıklık getirmektir.
    Ancak oldukça güç ve karmaşık bir konuyla karşı karşıya olduğumuzu belirtmeliyiz. Bunun başta gelen nedeni, çağdaş Batı kültürünün genelde “din” olgusuna yüklediği yanlış ve çarpık anlam ile İslâm toplumunun, deyim yerindeyse bir tür başkalaşıma uğratılmasıdır.
    İslâm düşüncesinin bugünkü durumunun doğru kavranabilmesi için, 1400 yıllık gelişmesinin ve özellikle 19. yüzyılda boy atıp günümüze kadar etkisini sürdüren İslâm anlayışlarının da genel hatlarıyla belirtilmesi gerekir. Bunu göz önüne alarak, bu yüzyılın başından günümüze kadar etkisini gösteren İslâmî düşünüş şekilleri genel hatlarıyla anlatıldı.

    7,94
  • İslam Düşüncesinin İlahi Tarafı

    Mısırlı âlim Muhammed el Behî bu eserde İslam’ın yabancı kültürlerle karşılaştığı çağları incelemiş, İslam düşüncesinin onlarla kesişim noktalarını, ayrılma yollarını ve bu kültürler karşısındaki durumunu net bir şekilde ortaya koymuştur. Prof. Dr. Fuat Sezgin tarafından Arapça aslından tercüme edilmiştir.

    6,79
  • İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri

    Bilim, felsefe ve medeniyet tarihinde ortaç Batı için “karanlık” sayıldığı halde İslam açısından tam tersi bir durum söz konusudur. Zira İslam bu çağda doğmuş; İslam toplumu da tarihinin en bereketli ürünlerini ve en büyük başarılarını bu çağda ortaya koyarak insanlığa bir medeniyet armağan etmiştir. Elinizdeki kitap bu iddiaların bir kanıtı sayılabilir.
    10,90
  • Kaderle Tasarım Arasında Yeni İnsan

    On dokuzuncu yüzyılda evrimci biyoloji, insan-hayvan arasındaki farkı ortadan kaldırmıştı. Günümüzdeyse biyo-teknik ve gen mühendisliği makine-insan arasındaki sınırı belirsiz hale getirdi. Biyonikler, yapay zeka, genetik kopyalama gibi metotlar nedeniyle artık insanın sınırları tartışmalı hale geldi. Eğer insanın bir kutsiyeti ve doğası yoksa, onu biteviye değiştirmemize, yapay organlarla takviye etmemize, embriyoya müdahale ederek üstün nitelikli insan ya da insan-hayvan-makine arası bir varlık inşa etmemize ne engel olabilir? Bilim kendi amacını tayin edebilir mi? “Bilimsel” tavır, ölü bedenlere ya da embriyolara sadece birer hücre yığınıymışçasına muamele edilmesini meşrulaştırabilir mi? Nazife Şişman, kader ile tasarım arasında salınan “yeni insan”ı bu sorular eşliğinde tartışmaya açıyor.

    6,79
  • Kadim Bilimler ve Bazı Modern Yanılgıcılar

    “Gayr-ı meşru olan kutsal-dışı bakış açısıdır, zira o, eşyayı sanki bunlar tüm ilkelerden bağımsızmışlar gibi kabul eder ve onları hiçbir müteal ilke ile bağıntılandırmaz. Modern bilim gerçek bir bilgi olarak kabul edilemez, zira bazen doğru olan şeyleri ifade etse bile, onları sunuş tarzı yanlıştır, ve her hâlükârda bunların doğruluk nedenlerinin ancak ve ancak ilkelere bağımlılıkları olduğunu belirtemez…”

    7,94
  • Kalbi Atanlara 83 Ayette Yasin Hikayesi

    Kur’an’ın kalbi olan Yasin Suresi’ni 7’den 70’e sizler için hikâyeleştirdik.

    Hep Arapça’sından okuduğumuz bu sureyi bir de Türkçe’sinden, hem de hikâye şeklinde okumaya ne dersiniz?

    Rabbimizin bize gönderdiği mektuplardan biri olan Yasin Suresi’ni ayet ayet bu hikâyenin içerisinde bulacaksın.

    Not: Bu hikâyedeki kişi ve mekânların hemen hemen tamamı gerçektir.

    6,79
  • Kalbin Erbaini

    Beden ülkesinin sultanı kalptir. Yaratan ve O’nun yarattıkları kalbe vurgu yapar.
    Kalp işgal edilir, meşgul olur ama miracı vardır. Katı olur, kötü olur ama sıcaklığı, safiyeti ve samimiyeti vardır. Değişir, bozulur ama salahı, istikameti, terbiyesi vardır. Yakarır, sorumluluğunu bilir, ahlakı ve sadakati vardır. Ne mutlu bize ki kalbi imar eden vahiy vardır. Yumuşar, bayram eder, sonunda bir yolculuğa çıkar sonsuzluğa varır.

    9,09
  • Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi

    Time dergisinin “Beckett’ten beri çağdaş yazının en büyük adı” diye nitelendirdiği Handke’nin en önemli yapıtlarından biri olan Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi, bir tek sözcükle tanımlamak gerekirse, dille dünya arasındaki “boş”luğun romanıdır. Metin, Batı toplumlarında yaşayan “uygar” insanların ilişkisinin (ya da aynı anlama gelmek üzere, ilişkisizliğinin) yarattığı “boş”luğun “özgürleştirici” ve “öldürücü” boyutları üzerine kuruludur.
    Romanı edebiyat estetiği açısından farklı kılan yan, Handke’nin dile olağanüstü bir önem vererek “boş”luğun üslubunu yaratmış olmasıdır. Klasik romanlardaki tipleme yoktur bu kitapta. Kalecinin penaltı anında duyduğu endişenin bütün bir hayata yayılmasından duyulan tedirginlik ve dilin ilişki kurmadaki eksikliği işlenir bu metinde, hem de büyük bir başarıyla.
    Handke’ye göre, “Edebiyatın görevi toplumsal koşullandırmayı yıkmak ve kültürün insan ve doğa üstündeki baskısını kaldırmaktır. Ama edebiyatın kendisi de her zaman için kültürün bir parçasıdır ve dolayısıyla kendi içine dönük ve kendine yeniktir. Yazmak, kendi kendini hapsetmek, kendini yaşamdan uzaklaştırmaktır ve bu da bir tür şizofrenidir aslında.”
    “Yalnızlık”, “boşluk”, “ilişkisizlik”, “dilin ilişki gücü” gibi temalarla örülü, iyi edebiyatın “zor” metinlerine ilgi duyan okurların büyük zevk alacakları bir başyapıt…

    4,49
  • Kategoriler ve Retorik Kitabu’l-Makulat ve Kitabu’l-Hatabe

    Fârâbî (ö. 339/950) İslam dünyasında mantık bilimine en fazla vurgu yapan filozoflardan biridir. Filozof, felsefenin diğer alanlarında olduğu gibi mantık alanına dair de kendine özgü bir telif ve metin inşası tarzı ortaya koymuştur. Bu durum, gerek selefi Aristoteles, gerekse halefleri İbn Sînâ ve İbn Rüşd’ün aynı alanlara ilişkin eserleri ile mukayese edildiğinde daha iyi anlaşılmaktadır. Fârâbî Kategoriler’de ilk defa Aristoteles tarafından ortaya konulan kategoriler teorisini, Retorik’te ise yine ilk defa Aristoteles tarafından ortaya konulan retorik teorisini kısa ve öz bir şekilde yeniden inşa etmiştir. Fârâbî Aristoteles’in vaz ettiği bu teorileri evrensel olarak değerlendirmiş ve bu evrensel teorileri kendi tekil tarihsel koşulları içerisinde yeniden var kılmıştır. Elinizdeki kitap Fârâbî’nin bu eserlerinin ilk Türkçe çevirisidir. Bu iki eser Fârâbî mantığını ve felsefesini, dahası Meşşâî mantık ve felsefeyi anlama çabası içerisinde olanlara bugünün dünyası açısından çok önemli olanaklar sunmaktadır.

    10,24
  • Kayıp Halka İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Anlam Küresi

    Bu topraklarda bizim mensup olduğumuz kültür nasıl bir nazarî düşünce tecrübesi yaşamıştır? Bu kültüre mensup insanlar ne düşünüyorlardı, nasıl düşünüyorlardı, niçin düşünüyorlardı? Başka bir deyişle, ne tür soru ve sorunlara sahiplerdi; dertleri ne idi; bu sorunları, dertleri nasıl kavramsallaştırıyorlardı; hangi yöntemleri kullanıyorlardı ve çözümlerini üretirken ne tür bir kendilik bilincinin içinde hareket ediyorlardı? Muhtelif zamanlarda kaleme alınmış altı makaleden oluşan bu kitap işte bu soruların yanıtı için genel bir çerçeve çizmeye, bir kılavuz oluşturmaya çalışıyor.

    9,09
  • Kelime Defteri

    Ben ilkokula gittiğim yıllarda öğretmenimiz bize Kelime Defteri tuttururdu. Alfabetik fihrist formunda, ince uzun bir defterdi bu. Türkçe dersi sırasında karşılaştığımız yeni bir kelimeyi ve onun anlamını günlük defterimize değil Kelime Defteri’ne yazar, karşı tarafta cümle içinde kullanırdık. Böylece kendimize ait sözlüğümüz oluşurdu.

    Şimdi ben de kendi kelimelerimi merak ediyorum ve onları bir araya getirerek cümle içinde kullanmayı deniyorum. Bir tür Kelime Defteri çıkarmak istiyorum kısacası. Bir de merak ediyorum, acaba fark etmediğim kelimelerim de var mıdır benim? Yoksa hepsinin farkında mıyımdır?

    İşte benim Kelime Defteri’m…

    Aşk: Ezelden beri aşk olduğu için kelimelerin en başına yazıldı.

    İnsaniyet: Her türlü davanın üstünde.

    Tabiat: Yarı ölü düştüğüm bahçede yabani bir lâvanta çiçeğini saçlarımın arasına takma arzusunu duyduğumda, beni taşıdığım can hatırına onaracak olanı da tanıdım.

    Nergis: Gül devrim, lâle devrim geçti. Şimdi nergis devrimdeyim.

    Karadeniz: Karadeniz’in ayrı bir kimliği var. O yüzden Kelime Defteri’nde Deniz’e rağmen Karadeniz var. İçinde Fırtına.

    Çay: Çayı yaratan Allah’a hamd olsun. Ya yaratmamış olsaydı!

    Yazı: Hayatımın merkezinde duran şey yazıdır, yazarlık değil.

    Defter: Bitti. Oysa benim daha çok kelimem kaldı. Su gibi. Ateş gibi.

    7,94
  • Kendini Aramak

    İnsan başlangıç ile son arasında bu-ara-da seyrettiği, kendiyle başlayıp yine kendiyle bitirdiği hayat yolculuğunda kendi olmak, kendi kalmak, kendi ölmek için ne yapabilir? Kendilikiyle sımsıkı bağlı bilgiye erişmek, edindiği bilgiyle eylemek onu nereye taşıyabilir? Vahşi kapitalist dünya; duyu, duygu, düşünceden mürekkep insanın hangi zaafları üzerinde yükselir? Din, felsefe, bilim ve sanat insan olmaklıka nerede, ne zaman ve nasıl hizmet eder? Bu deneme tüm bu sorular ile 21. yüzyılın muzdarip ikliminde insan olmanın, kendi olmanın kıymetini bilerek, tanıyarak ve inanarak yola çıkıyor ve “düşünmek yolda olmaktır” ilkesiyle Hz. İnsan’ı arıyor…

    7,94
  • Kesin İnançlılar

    Bu kitap tam teşekküllü bir ders kitabı değildir. Bu bir düşünceler kitabıdır ve yeni bir yaklaşıma işaret ettiği ve yeni soruların dillendirilmesine yardım ettiği sürece yarı-hakikatlerden kaçınmaz. “Bir kaideyi resmetmek için,” der Bagehot, “epeyce abartmanız ve epeyce şeyi dışarıda bırakmanız şarttır.”

    “Yirminci yüzyılın en etkili kitaplarından.” Time

    Alman asıllı dünyaca ünlü ABD’li düşünür Eric Hoffer’in, Nazizmin ilgasından sonra ve Soğuk Savaş’ın tırmanmasından hemen önce kaleme aldığı Kesin İnançlılar, temelde kitle hareketlerinin ve bu hareketlere katılan bireylerin psiko-politikasına dair önemli ve provokatif düşünceler barındıran bir eser.

    Hoffer bu kitabında, kendi ülkülerine ulaşmak için gerekli enerjiyi kitlelere “pompalayan” dinî ve ideolojik hareketlerin gelişme safhalarını, beslenme kaynaklarını, birey ve toplum üzerindeki çalışma mekanizmalarını, bağlayıcı ve zorlayıcı yapılarını irdelerken, okuru da bu konular üzerine her daim sorgulamaya –zaman zaman kendisine cephe alınmasını dahi göze alarak– teşvik ediyor. Yazıldığı 1951 yılından bu yana birçok dile çevrilen ve tüm dünyada çoksatar olan Kesin İnançlılar, günümüz dünyasına hâlâ ışık tutan bir yapıt.

    7,94
  • Kırdaki Zambak ve Gökteki Kuş Üç Dini Sohbet

    Kierkegaard, bu kısa lakin anlam ve mesaj yüklü eserinde, İncil’deki Dağ Vaazını temel alarak, insanın varoluşsal gerçeklerini ve koşullarını ince ve yer yer ironik bir dille mercek altına yatırıyor, ve diğer eserlerinde olduğu gibi bunda da dini inanışı eleştirel düşünceye açıyor.
    İnsanoğlu, Kierkegaard’un “karşılaştırma huzursuzluğu” dediği şeyden muzdarip; hep olduğundan daha fazlasını istiyor, komşunun bahçesindeki çimen ona hep daha yeşil görünüyor. Kuş gibi hür olma arzusu samimi bir arzu olabilir, lakin bu arzu hiçbir zaman gerçekleşemeyeceğine göre, insanı endişe ve umutsuzluğa da sürükleyebiliyor.
    Biz insan olarak hiçbir zaman bir kuş gibi kaygısız olamayız, lakin bir kuşun “ah keşke insan olsaydım” dediğini de hiç duymamışızdır. İşte, gökteki kuştan ve kırdaki zambaktan öğrenebileceğimiz ilk şey bu oluyor: bir şey dememek, sükut etmek! Fazla lafın, çenebazlığın endişeye götüren bir yol olduğunu söylüyor Kierkegaard.
    Sonra kırdaki küçük bir zambak kendini başka bir şeyle veya diğer zambaklarla mukayese etmekle de uğraşmıyor. Onun öbürlerinden daha güzel olmak veya göze en güzel görüneceği başka bir yerde yetişmek, veyahut kendini öbür zambaklara göre kanıtlamak, tanımlamak gibi bir emeli yok.
    Kuşla zambaktan öğrenebileceğimiz ikinci şey: zambağın itaatkârlığı! İnsan olarak kaderimize razı olmamız ve habire başkalarıyla meşgul olmamamız icap ediyor. Mütemadiyen belli bir yere doğru yolda olmamamız ve her şeyi sorguya tabi tutmamamız icap ediyor. Mütevazı olmayı öğrenmemiz icap ediyor.
    Gökteki kuştan ve kırdaki zambaktan öğreneceğimiz son şey, Kierkegaard’a göre, dert ve endişelerimizin yükünü Tanrının omuzları üzerine yüklemek oluyor.
    Yarın ne olacağını önceden kestirebilmemiz mümkün değil; dolayısıyla endişe etmek gayet abes oluyor. Tam burada ve tam şu anda yaşamamız, laf söylemekten ziyade lafa kulak vermemiz, kendimizi başkalarıyla mukayese etmeyi bırakmamız, ve son fakat aynı derecede önemli, sevince kendimizi bilfiil kaptırmamız icap ediyor.

    4,49
  • Kırık Kanatlar

    Cibran’ın 1912’de yayımlanan romanı Kırık Kanatlar, Arap dilinde yazılmış ilk romanlardan biridir aynı zamanda. Selma Karami’yle Cibran olduğu tahmin edilen genç adamın imkânsız aşkının hikâyesi, pastoral şiir tadında bir aşk itirafıdır. Cibran bu içe işleyen metinde, Arap edebiyatında ilk kez din adamlarının yozlaşması ve kadın hakları gibi toplumsal meselelere el atar. Doğulu kadının yüzyıllar boyu gelenek karşısındaki âcizliğine, eşya gibi oradan oraya sürüklenmesine yönelik eleştirel bir tavır ortaya koyar.

    4,49