-
Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır (ciltsiz)
Daha önce iş yaşamı üzerine çarpıcı görüşleriyle tanıdığımız Ahmet Şerif İzgören bu kitapta daha genel bir yaklaşımla, hayatın her dalında başarı ve mutluluğa giden yola ışık tutuyor. Bazen kahkahalarla gülecek, bazen hüzünlenecek, çokça düşünecek ve bu kitaptan çok keyif alacaksınız. Hayatınızı tekrar gözden geçirmek için 3 saat ayırın ve bu kitabı okuyun.
Lütfen bu kitabın üzerine bir uyarı yazın, Evde okunmalıdır diye. Kitap yüzünden metroda ineceğim durağı kaçırdım.
Duygu Durak -
Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır 2 (Yeşil Kapak)
Elma Yayınevi ve Ahmet Şerif İzgören, Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır kitabının ikincisiyle tekrar okurlarının karşısında. Çıktığı ilk günden itibaren Elma Yayınevinin en sevilen kitabı olma özelliğini kaybetmeyen, çok satanlar listesinden hiç inmeyen efsane kitabın ikincisinde de güzel bir sohbete eşlik edeceksiniz. Hayatla ilgili birçok konuda yazarın fikirlerine, önerilerine ve sizleri gülümsetecek gerçek hikâyelere tanık olacaksınız.
Kendine has çizimleri, tasarımı ve yazarın okuru kucaklayan üslubuyla Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır 2 sizlerle…
İlkini 2002’de yazmıştım, otuzlu yaşların ortasında. İkincisini 2020’de yazıyorum ellilerin ortasında.
Üçüncüsü zor, babam ve iki kardeşinden 74 yaşını geçebilen yok. Zaten ben sağ kalsam, fil zor yaşar onca sene.
…
Keyifli okumalar. -
Su Üstüne Yazı Yazmak
“İnsanların taş üzerine yazdıkları yüzyıllık yazılar, Allah için su üstüne yazılmış yazı gibidir.” Amerika’da doğan, orada İslam’la tanışan ve halen orada yaşayan, çeşitli Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde psikolojik danışmanlık dalında akademisyenlik yapan Muhyiddin Şekûr Su Üstüne Yazı Yazmak’ta tasavvufa giriş öyküsünü anlatıyor. Şekûr, bu serüveni tasavvufla karşılamasından başlatıp şeyhinin rehberliğinde eriştiği dervişliğe ve ötesine kadar götürüyor. Şeyhinden aldığı “ders”lerle hayatın her anına dalga dalga yayılan ve hepsi birer hikmete işaret eden, kendisine sunulan lütufları ve bu yolda geçirdiği dönüşümü dile getiriyor. Bölümler arasında ilerledikçe, okur da günlük hayatın içinde insana yapılan ilahi çağrıya tanık oluyor. Lavabonun tıkanması, biriken günahlara karşı bir uyarıdır aslında. Sadece perşembeleri kendisini aramasını söyleyen şeyhine ulaşamadığında yaşadığı hayal kırıklıkları, yazarı Allah’a giden yolda pişiren ateştir. Yolda rastladığı yaralı kuş, şehirde kopması beklenen fırtına ve arabasının bozuluşu hep semadan gelen işaretlerdir görmeyi bilene. Eski bir plakçaların iğnesini ararken aslında kaybettiği inancını aramaktadır. Ve tüm bu olaylarda okur, yazarın samimiyetine, bazen acemiliklerine, tereddütlerine, ama en çok da teslimiyetine şahit olur ve onunla birlikte ruhun ve kalbin bu olağanüstü serüvenine dâhil olur. Su Üstüne Yazı Yazmak, okura karanlıklar içinden bir ışık sunuyor, soluk aldırıyor, umut aşılıyor… Arayış içinde olanlar ve aradığını tasavvufta bulmayı umanlar için kaçırılmayacak bir roman.
-
Şu Yaramaz Tavşanlar
Koca Ayı tek başına yaşıyordu. Issız kırların ortasındaki evinde. Yalnızlıktan hiç sıkılmıyordu. Onun sevdiği hayat buydu işte. Bir gün kalabalık bir tavşan ailesinin hemen yanı başına taşındığını görünce asabının ne kadar bozulduğunu tahmin edersin.
-
Suffa Meclisleri Kur’an Dersleri
Suffa Meclisleri’nin dördüncü yılında konu, Aziz Kitabımız olan Kur’ân-ı Kerîm’di. 32 ders boyunca Kur’ân-ı Kerîm’i farklı yönleriyle tanımaya, onunla derin ve daha samimi bir şekilde tanışmaya, elbette meseleyi sadece bilgi boyu-tunda bırakmadan o hakikatleri hayatımıza taşımaya çalışacağız. Hazırladığımız bu müfredatın/kitabın, her dersi 13 bölümden oluşuyor. 1. Ana Metin: Kur’ân-ı Kerîm’in muhtevası, değeri, ona iman edenlere yüklediği mükellefiyetleri, inkâr edenlerin karşılaşacakları durumlar ve daha birçok konuya metin kısmında temas edildi. Metinlerin büyük bir kısmı 2005 yılında kaleme aldığımız ve bugünlerde yeniden gözden ge-çirip güncellediğimiz “101 Cevapla Kur’ân Nedir?” ya da alt başlığı ile “Vahyi Hayata Taşımak” adlı eserimizden alındı. 2. Kur’ân İklimi: Ana metne uygunluk arz eden ayetleri ihtiva etmektedir. Arapçaları ile beraber verilen söz konusu ayetler, gerek ezberlenerek ge-rekse çeşitli tefsir kitaplarına müracaat edilerek anlaşılmaya çalışılmalı ve Kur’ân’ın o dirilten iklimine girmeye gayret edilmelidir. 3. Nebevî Seda: Hz. Peygamber’in (sas) Kur’ân’ın değer ve kıymetine, onun muhataplarına yüklediği görev ve sorumluluklara dikkat çeken 32 tane hadisten oluşmaktadır. Bu hadisler de Arapça metinleri ile beraber verilmiş, kaynakları belirtilmiştir. Elbette bu hadislerden de daha fazla istifade etmenin yolu, hadislerin geçtiği şerh kitaplarına müracaat et-mektir. 4. Örnek Şahsiyetler: Kur’ân-ı Kerîm’in insanlığa örnek şahsiyetler olarak tanıttığı, çoğu peygamber olan 32 şahsiyeti en temel özellikleri ile anla-tan ayetlerden oluşmaktadır. 5. İbret Şahsiyetler: Bu başlık altında da 32 tane ibret şahsiyet, ayetler ışı-ğında tanıtılmaktadır. Menfî örnekler üzerinden müspet davranışların tespiti açısından önemli olan bu bahis, başta Firavun, Nemrud, Kârûn, Hâmân, Bel’am olmak üzere 32 şahsiyeti nazarlara vermektedir. 6. Kur’ân Kavramları: “Eşya zıtları ile bilinir” ilkesi gereğince 32 tane kav-ram zıtları ile birlikte kısa, öz; ama mesaj ihtiva eden bir özellikte anla-tılmaya çalışılmıştır. İman-Küfür, Tevhid-Şirk, Hak-Batıl, Hidâyet-Dalâ-let, Adalet-Zulüm, Helal-Haram, Ma’ruf-Münker, Hayır-Şer, Âlim-Cahil ve daha nice Kur’ânî kavramlar bu başlık altında işlenmiştir. 7. Kur’ân’ın En’leri: Bu bahiste Kur’ân-ı Kerîm’in en temel özellikleri kısa ve vurgulu bir şekilde aktarılmıştır. Mesela, Kur’ân-ı Kerîm’in en uzun ve kısa sûreleri/ayetleri, en çok geçen kelime, en az geçen kelime, en çok geçen cümle, en çok geçen peygamber, en az geçen peygamber gibi teknik sayılabi-lecek konulara yer verilmiştir. 8. Hz. Peygamber’in (sas) Dünyasında Kur’ân: Kur’ân’ın ilk muhatapı olan Efendimiz’in (sas) dünyasında ilahî kelamın nasıl yer edindiğini anlaya-bileceğimiz bazı örnekler bu bölümde aktarılmıştır. 9. Ahlâkı Kur’ân: Bu bahiste ahlakın temeli olan Kur’ân-ı Kerîm’den, en önemli 32 ahlakî ilkeye değinen ayetler aktarılmıştır. 10. Davası Furkân: Burada ise yine 32 ayet üzerinden bir Müslüman’ın ha-yatında olması gereken mücadele, gayret ve sorumluluk nazarlara veril-miştir. 11. Nûr Çeşmesi: Asrımızın önemli bir Kur’ân tefsiri olan Risale-i Nur’dan Kur’ân ile alakalı 32 cümle bu bahiste paylaşılmıştır. 12. Kur’ân’ın Şahitleri: Son vahyin ilk muhatapları olan sahâbe neslinin özellikle Kur’ân anlayışlarını öğrenebileceğimiz örnekler üzerinden çok mühim tablolar paylaşılmıştır. 13. Kur’ân’ın Sevdalıları: Kitabımızın son bahsi olan bu bölümde en hayırlı ikinci nesil olan Tabiîn neslinden başlayarak yolumuzu aydınlatan bü-yüklerin dünyasında Kur’ân’ın yerini anlayabilmek için çeşitli örnekler anlatılmıştır.
-
Suffa Meclisleri Sahabe Dersleri
Sahâbeyi doğru anlamak, gerçek manada sevmek, onları hayatımızın temel ölçüsü, Kur’ân ve Sünnet’in beşerî zemindeki en güzel pratikleri olarak kabul etmek, onları her daim hayırlarla yâd etmek ve onları kendi anlayışlarımıza ve yorumlarımıza feda etmeden oldukları gibi anlamaya çalışmak ve onları insanlığın aynaları, iman ve kardeşliğin sadâları olarak bilip, hayatlarını hayatlarımıza taşımaya gayret etmektir. Özellikle son ifadelerin üzerinde biraz durursak, şunu söylemek durumunda kalırız: Sahâbe nesli, ideal kulluğun ne olduğunu yaşadıkları hayatlarla ortaya koydukları için “İnsanlığın Aynaları” oldular. O aynaya bakan hem kendini hem onları görecek ve onlardan doğru olanı öğrenerek ve kendisine çeki düzen verecek… Böylece eksikler tamamlanacak, yanlışlar düzeltilecek; aşırılıklar itidal çizgisine çekilecek, azalan heyecanlar artacak, biten ümitler yeniden yeşerecek… Onların sadâları, gök kubbede her daim yankılanan hoş bir sadâ olacak… “Gelin, sesi ve nefesi tükenen şu zor zamanlara ve zeminlere, bir Sahâbe yankısı bırakalım. Haykırışımız ideal kulluk çizgisini, hayatları ile âleme gösteren o güzel insanlar olsun ve onların ruhlara hitap eden nağmeleri, bizim dillerimizde ve hayatlarımızda yeni bir besteye dönüşsün…”
-
Suffa Meclisleri Siyer Dersleri
Bir Müslüman için Hz. Peygamber’in (sas) hayatına ve O’nun dünyasına ait her hatıranın çok mühim bir yeri vardır. Çünkü O (sas) en güzel örnek, en kâmil misal, en doğru rehberdir. Rabbimiz onlarca ayette Resûlullah’a ittibânın/itaatin gerekliliğine ve önemine vurgu yapmış, O’nun (sas) rehberliği olmazsa dinin gerçek manada kemale eremeyeceğini belirtmiş; Efendimiz de sarıldığımız müddetçe asla dalalete sapmayacağımız iki büyük emanetten birinin Kur’ân, diğerinin ise kendi sünneti olduğunu beyan etmiştir. Başka bir hadisinde Efendimiz (sas) miras olarak bıraktığı hayatının/sünnetinin değerini şöyle ifade etmiştir: “Allah’a yemin ederim ki size gecesi gündüz kadar aydınlık, geniş ve takip edilecek bir yol bıraktım.” Gecesinin bile gündüz gibi aydınlık olduğu bu bereketli hayatı her yönü ile öğrenmek, anlamak ve kavramak her Müslüman’ın en önemli gayesi olmalıdır.
-
Sufi ve Sanat
“Kâinatın harflerini oku Çünkü biz de bir zamanlar yüce harfler idik Şimdi aşağıya indik Kâinatın harflerini oku Zira bu harfler sana Okunmak üzere gelmiş birer mektuptur” Sûfî ve Sanat, şiir, kitap, hat, mimari, musiki, çini, tezhip, ciltçilik gibi geleneksel İslâm sanatlarının anlamlandırılmasında tasavvufun rolünü anlatan, kâğıda, yazıya, notaya, taşa nakşolmuş bir düşüncenin kodlarını açmaya çalışan muhtelif konuşmaların bir araya getirildiği, sanat felsefesi bağlamında çok mühim noktalara ışık tutan bir eser. Tasavvuf süzgecinden geçmiş olan İslâm dinini, estetize edilmiş ilâhî bir yaşam olarak tanımlayan sahanın uzmanlarından Mahmud Erol Kılıç, kitap boyunca, manevî eğitimle kesret pazarından vahdete yükselen erenlerin dünyasından hayatı ve sanatı yorumluyor. Taç kapılarda tevhid sembolizminin, cami kubbelerinde âlem katmanlarının izini sürdüren bu eser, ne oldu da dinin metinleri letafete, estetik düşüncelere bağlı latif insan tipi üretemez hale geldi, sorusunun da cevabını barındırıyor satır aralarında.
-
Sufi ve Şiir
Bu eser, Yunus’un
Bizim sevdiğimiz Haktır
Bu halka göz ü kaş gelir
beytinde, Muhyiddin İbn Arabî’nin
Ne geldiyse dilime hepsinde O’nu söyledim O’nu
mısralarında dile getirdiği gibi, hakikatten haberdar olmak isteyenlere hakiki aşk menbaını gösteren Osmanlı şiirinin ontolojisinin temelinde “din” ve “maneviyat” yattığı tezinden yola çıkarak, “şiir” olgusunu, İslam’a özgü metafizik düşünce mekteplerinden biri olan sûfîlik penceresinden yorumlamaktadır. Zira asırlar boyunca toplumun irfanını yükselten tasavvuf sembolizmini anlamadan, Osmanlı şiirini hakkıyla anlamanın imkânı yoktur.
Tasavvuf Anabilim Dalı Profesörü Mahmud Erol Kılıç, Osmanlı’dan günümüze Türk şiirinin poetikası denemesi olan Sufi ve Şiir’de, bir yandan onun evrensel şiir poetikaları arasındaki yerini irdelerken, diğer yandan Ebedî ve Ezelî olanın aşkını terennüm eden bu şiirin musikiye, mimariye, sanata ve bütün bir toplumsal hayatın ahengine tesir eden değerler manzumesini, şiir ve hikmet arasındaki derin bağları son derece akıcı bir üslupla ele alıyor. -
Sûfîler ve Sultanlar Klasik Dönemde Tasavvuf-Siyaset İlişkileri
Bu kitap, İslam tarihinin klasik döneminde (miladi yedinci ve on birinci yüzyıllarda) sûfîler ile halifeler, emirler, valiler ve kadılar gibi yönetici ve devlet görevlilerinin ilişkisini, tasavvufun gelişim sürecine etkileri bakımından incelemektedir. Tasavvufun “kimlik krizi” yaşadığı ve Emevîler ya da Abbâsîler gibi güçlü merkezî yönetimlerin olduğu bu süreçte, sûfîler kendilerini fakihler, mütekellimler ya da başka gruplarla mücadele içinde bulurken siyasete karşı nasıl bir tutum geliştirmişlerdi? Yöneticiler sûfîlere nasıl bakmıştı? Kitap bu tür sorulara cevap bulmamızı sağlayacak verilere odaklanmakta ve tasavvufun erken çağına ilişkin birtakım önyargılarımızı sorgulamayı amaçlamaktadır
-
Sufilerin Edepleri
Bu kitap, dünyada huzur içinde yaşamanın ve ölüm korkusunu üzerinden atmanın altın anahtarlarını veren eşsiz bir eserdir.
Peygamberimiz aleyhisselâm buyurdular: “Bir kimse, ibadet etmemesine rağmen, güzel ahlâkı sayesinde cennette en üst derecelere erişir. Durmadan ibadet eden kimse de, sırf kötü ahlâkı yüzünden cehennemin dibini boylar.”
Bir sûfîye göre güzel ahlâk: “Hem insanlara eziyet etmemek, hem de eziyetlerine katlanmaktır.”
Ebubekir el-Kettânî: “Bir müminin gönlünü hoş etmem, bana kabul edilmiş bir hacdan daha sevimli gelir.”
Ebu Osman: “Yüce gönüllü özür diler, aşağılık kimse ise böbürlenir.”
Sülemî’ye göre sûfîlerin ahlâkı: Yumuşak huyluluk, alçak gönüllülük, cömertlik, dünyaya gönül bağlamamak, dost ve ahbabına edepte örnek olmak, insanların erdemlerini, kendisininse kusurlarını görmek, herkese saygılı olmak, insanlara nasihatte bulunmak, onlar için servetini ve kendisini feda etmek.
devamını oku -
Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri
… Dün yaptığım bu yorum, bugün beni biraz düşündürdü. Şimdiye kadar sigara dumanları arasında düşünceyle geçen günlerimin bazı hatıralarını yazmaktaki ihmalime neredeyse pişman oldum ve üzüldüm. Uzun bir hayat ve uzun bir hükümdarlık çağı geçirdim. Hatıralarım, yalnız benim değil, biraz tarihin ve özellikle tarihindir… … Ah!.. Beni edebiyata düşman sanır ve böyle gösterirlerdi. Hayır!.. Ben edebiyatın değil, edepsizliğin, edebiyatçıların değil, edepsizlerin düşmanı idim… … Ben, sayıp döktüğüm bu küçük hizmetlerimle iftihar etmeye de kendimde hak bulmuyorum; çünkü hepsi vazifemdi. Bugün üzgün ve pişman olarak görüyorum ve yaşarsam ileride kendi kalemimle enine boyuna itiraf edeceğim ki, benim de birçok kusurlarım vardır… … Ben, hangi şartlar içinde ve nasıl bir zamanda padişah oldum?.. Bunu hatırlatmak isterim!..
-
Sultan Alp Arslan Fethin Babası
Cend’den Mâverâünnehir’e, Hârizm’den Horasan’a, İran’dan Anadolu’ya hâkimiyetlerini doğu ile batı arasında birleştirmiş ilk devlet… Bu coğrafyada bizleri kalıcı kılan fikirlerin kaynağı, Anadolu’nun Türkleşmesinden cumhuriyetimizin kuruluşuna kadar gelen yolun başı: Selçuklular…
Sadece 9 yıl tahtta kalmasına rağmen Türk tarihinde adı en fazla geçen hükümdar olan, babası Çağrı ve amcası Tuğrul Beylerle Anadolu’nun Müslümanlaşmasını sağlayan, özgür bir hükümdar olarak Fırat’ın batısına ilk defa geçmeyi başaran, 1071’de Malazgirt’te destan yazan, Türk tarihinin efsanesi Sultan Alp Arslan…
Sultan Alp Arslan üzerine hem akademik ihtiyaçları karşılayacak hem de akıcı üslubuyla tarih severlerin merakını giderecek bu çalışmayla, geri planda kalmış Selçuklu tarihi ile Sultan Alp Arslan yeniden gün yüzüne çıkıyor.
devamını oku -
Sultan Bir Kanuni Romanı
Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Anadolu’dan Rumeli’ye kara ve denizlerin yegâne hâkimi Kanuni Sultan Süleyman Han yedi cihana nam salmaya devam ediyor! Devir Muhteşem Süleyman devridir. Düşmanları bir korkudur sarar. Vehimi çıkar her köşe başından; yamandır, aman vermez. Pargalı ise her vezire benzemez, zekâsıyla savaşır da olmazları oldurur. Hürrem’in tek bir sözüyle kayıplara karışır kimi, kiminin hayatı huzur bulur. Ancak başta Cihan Padişahı vardır ki sefer eyler Bağdat’a, Estergon’a; şanıyla Viyana kapılarına ulaşır. Ne Şarlken tanır ne Ferdinand. Denizler ise Barbaros’tan sorulur. Preveze’den gelen kahramanlık haberleri Kutsal Roma ile Safeviler arasındaki ittifakı körüklerken acaba bu güç savaşında kim galebe çalacaktır? Tarihi romanların vazgeçilmez ismi Okay Tiryakioğlu, Kanuni üçlemesinin ikinci kitabı Sultan’da tarihin en ihtişamlı dönemini soluk soluğa bir anlatımla bugüne taşıyor.
-
Sultan Mehmet’in Casusları
Elinizde tutmuş olduğunuz bu kitap, gerçek olaylar üzerine kurgulanmış bir casusluk romanıdır. Kaynak bilgiler üzerinden gidilerek, Akıncıları ve Akıncıların çok önemli bir kolu olan Osmanlı Casusları’nı, Avrupa’daki faaliyetlerini, sarsıcı bir olay üzerine kurgulayarak size onları tanıtacak, replikleri ve konu akışı ile adeta size bir film izliyormuşsunuz gibi zevk uyandırarak, tarihin bu en sırlı dönemini akıcı bir üslup ile aktaracaktır. Kitabın en güzel yanı ise; kapağı kapattığınızda sadece gerçek bir olayı değil, aynı zamanda bu konu hakkında yazılmış en ilginç satırları okumuş olmanız olacak. ‘’Bilhassa Fatih Mehmet’in İtalya’daki ajan şebekesi, çeşitli İtalyan devletlerinin en yüksek çevrelerine sızmıştı.’’ -Ünlü Tarihçi Franz Babinger
-
Sultanın Casusları 16. Yüzyılda İstihbarat, Sabotaj ve Rüşvet Ağları
Akdeniz dünyasındaki siyasi gelişmeler, korsanlık faaliyetleri gibi konularda gerçekleştirdiği ilmî çalışmalarla öne çıkan isimlerden olan Emrah Safa Gürkan’ın elinizdeki kitabı, imparatorluk çağının doruk noktası olarak genel kabul gören XVI. asırda casusluk ve karşı istihbarat meselesini, orijinal yerli ve yabancı belge ve kitabî kaynaklara dayalı olarak incelemekte; çok az ciddî çalışmaya konu olmuş haber alma “ameliyesi” hakkında doyurucu sayılabilecek ilginç bilgiler sunmaktadır.”
Feridun M. EmecenBazen işleyişi itinayla düzenlenmiş resmi bir teşkilat çerçevesinde, bazen de fırsatçı ve dalavereci casuslar aracılığıyla, devletler ve ordular tarih boyunca istihbarat yapmıştır. Bu istihbarat teşkilat ve elemanlarının tek görevi haber toplamak ve bu haberi şifreleme ve gizlenmiş yazı gibi metotlarla zamanında ve güvenli bir şekilde aktarmak değildir; düşman hükümdar ve komutanlarını bir suikast ile ortadan kaldırmak, askeri hedeflere sabotaj yapmak ve düşman yönetiminden memnun olmayan “beşinci kol”ları kışkırtmak gibi “örtülü operasyon”lara da girişmektedirler.
İşte, Osmanlıca kaynakları Avrupa arşivlerindeki İtalyanca, İspanyolca, Fransızca, Portekizce, Almanca ve Latince binlerce belgeyle harmanlayan elinizdeki bu kitap, Osmanlıların Yeniçağ’daki istihbarat faaliyetlerini, rakipleri Habsburg ve Venediklilerle karşılaştırmalı bir şekilde ele almaktadır. Sultanın Casusları: 16. Yüzyılda İstihbarat, Sabotaj ve Rüşvet Ağları, cihanşümul bir imparatorluk olan Osmanlıların Avrupa ve Akdeniz’e yolladığı casusların sahadaki faaliyetlerinin yanı sıra, Osmanlı istihbaratının kurumsal yapısı, Osmanlı karşı istihbaratı (kontrespiyonaj), Osmanlı paşa ve elçilerinin haber alma kaynakları, istihbarî bilginin siyasi fonksiyonu ve Osmanlı karar alma süreci gibi konuları titizlikle irdelemektedir.
İstihbarat, korsanlık, kölelik, ihtida, Osmanlı-Avrupa ilişkileri ve serhad çalışmaları gibi alanlarda araştırmalar yapan Doç. Dr. Emrah Safa Gürkan’ın bu eseri, yıllar süren arşiv çalışmasıyla bir araya getirilmiş tarihi örnekler eşliğinde istihbarat dünyasının gizemli sayfalarını aralıyor. Böylece, hem Osmanlı hem de istihbarat tarihi alanında çok önemli bir boşluğu dolduruyor. -
Sultanın Korsanları Osmanlı Akdenizi’nde Gaza, Yağma ve Esaret, 1500-1700
“Osmanlı” adını verdiğimiz korsanlar hangi etnik kökenlerden gelmektedir? Bunlar fırsatçı yağmacılar mı, yoksa İslam’ın bayrağını taşıyan nusret-karin din savaşçıları mıdır? Mühtedi ve Hıristiyan denizciler Müslüman dünyaya ne kadar adapte olmuş; aileleri, vatanları ve reddettikleri inançlarını ne dereceye kadar arkalarında bırakabilmişlerdir? Gemilerde korsanlarımız ne yiyip içmekte, doğal ihtiyaçlarını nasıl karşılamakta ve denizin belirsizliklerine hangi ibadet ve ritüellerle karşı koymaktadır? Hastalıklarla nasıl mücadele edilmekte, hijyen ve disiplin nasıl sağlanmaktadır? Bir korsan akınında kullanılan askerî taktikler nelerdir? Gazilerimiz avlarını nasıl aldatmaktadır? Korsan akınlarına uygun gemi tipleri nelerdir? Bunlar ateşli silahların yaygınlaşmasından nasıl etkilenmiştir? Topoğrafik faktörler hangi limanları korsanlığa mahkûm etmiştir? Elde edilen ganimetin korsan limanlarına katkısı ve Avrupa ekonomisine zararı ne boyuttadır? Bu ganimet nasıl elden çıkarılmakta ve paylaşılmaktadır? İnsanları korsanlığa iten sosyo-ekonomik etkenler nelerdir? Korsanlarımızın yavaş yavaş gelişmeye başlayan uluslararası hukuktaki yeri nedir? Korsanlık, ticaret ve kaçakçılık arasında nasıl bir ilişki vardır?
İşte daha önce sorulmayan tüm bu suallerin cevabı Osmanlıca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, İngilizce, Portekizce, Katalanca, Latince ve Almanca kaynakları harmanlayan Sultanın Korsanları: Osmanlı Akdenizi’nde Gazâ, Yağma ve Esaret, 1500-1700’de. Yıllar süren arşiv çalışmasıyla bir araya getirilmiş İzlanda’dan Adriyatik’e, Korsika’dan Azorlar’a uzanan tarihî örnekler; okuyucuyu din değiştiren fırsatçı mühtedilerin, firar etmek için binbir yolu deneyen Cervantes gibi esirlerin, aynı gemide yoldaşlık yapan ve beraber yiyip içen Hıristiyan ve Müslümanların, sırtında kırbaç güneşin altında terleyen kürekçilerin, yeniçerilere fark ettirmeden korsan gemisini bir Hıristiyan limanına yanaştırıp özgürlüğüne kavuşan esir denizcilerin, Hıristiyan dünyasında bıraktığı ailesini ziyaret eden gazilerin, hakarete uğradığı, sevdiği kızı alamadığı ya da dolandırıldığı için intikam hırsıyla Mağrib’e gidip korsanları Hıristiyan kıyılarına getiren müntakim mürtedlerin, halkın veli mertebesine çıkardığı Hıristiyan doğumlu nev-müslimlerin dünyasına davet ediyor.
Yakınçağ Akdeniz’inde istihbarat, korsanlık, kölelik, ihtida ve dinler ötesi diplomasi gibi alanlarda araştırmalar yapan Doç. Dr. Emrah Safa Gürkan’ın tarihsel kategorileri altüst eden serhad kahramanlarını incelediği bu ikinci eseri, Osmanlı bahriye tarihinin en gizemli sayfalarını aralamakla kalmıyor; Osmanlı korsanlarını Akdeniz ve dünya tarihindeki iktisadî, siyasî ve teknolojik gelişmelerin ışığında analiz ediyor.
devamını oku -
Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu
“İslam toplumu, tarih boyunca sünnet ve hadisi yanlış anlamaktan çektiğini, uydurma hadislerden çekmemiştir.”
Muhammed GazâlîHadis ilimlerinin hemen hepsi, hadislerin sübut ve sıhhat problemini çözmeye yöneliktir. Hadis metinlerini anlamaya yönelik az sayıdaki ilim dalı ise gelişme gösterememiştir. Sünnet ve hadisi anlama sorununa pratik çözüm olarak sunulan usûl-i fıkıh da bir kanun yorumlama ve tahlil tarzı olduğu için yeterli olamamıştır.
Bu kitap, sünnet ve hadisi doğru anlama doğrultusunda bir metodolojiye duyulan ihtiyacı tartışmakta ve bu doğrultuda yeni adımlar atmayı teklif etmektedir. -
Sünneti Reddeden Kur’an Müslümanlığı
Çekrâlevî Sünnet’i reddeden Kur’an Müslümanlığının/Mealciliğin amentüsünü, İngilizler’den hem talimat, hem de nişan alan Seyyid Ahmed Han’dan aldı. Buna göre Sünnet’i reddedenlerin bir kısmı doğrudan, bir kısmı da dolaylı yoldan Kilise’ye hizmet etmektedir. Bizdeki Mealcilerin her ne iddiaları varsa tamamı Hindistan’da zuhur eden Kur’aniyyûn hareketine aittir. Bu yüzden hadiseyi mukallitler üzerinden değil, İngilizler’in AR-GE’sinde çalışan Çekrâlevî gibi “mucitler” bağlamında tahlîl ettik. Mealcilik, Allah Rasûlü’ne ﷺ mecnun diyen, insanları O’ndan uzaklaştırmak için O’na dair her nev’i yalanı uydurmayı vazife kabul eden, naaşını kabrinden çıkarmak için özel adamlar görevlendiren fakat her seferinde hüsrana uğrayan Kilise’nin, aktörlerini Müslümanlar arasından seçtiği en son ve en tehlikeli oyunudur.