-
İkinci Yalta
Tarih şeridi gözden geçirildiğinde görülüyor ki dünyada bazen hakkı üstün tutan medeniyetler hâkimiyet kurmuş, adaleti sağlamış, hükmettikleri coğrafyaya barış ve huzur getirmişler; bazen de bâtılı üstün tutan medeniyetler hâkimiyeti ele geçirmiş ve ne yazık ki, dünyada zulüm, kan, gözyaşı ve ardı arkası kesilmeyen vahşetler işlemişlerdir.
Bugün itibariyle bakıldığında görülen o ki bâtılı ilke edinmiş medeniyet anlayışı, maalesef insanlığa acı ve ıstırap dolu günler yaşatıp duruyor.
Milattan sonraki üçüncü binli yılların, bilim ve teknolojideki bunca gelişmişliği karşısında insanlığın aslında mutlu bir hayat sürmesi mümkün iken, Ortaçağ karanlığının bir takım bağnazlıklarına ram edilmesi utanç verici bir durum değil de nedir?
Yaşanan bu zulüm düzeni insanlığı canından usandırmıştır. Artık temeldeki bu yanlışların yapılmayacağı, yeryüzünde huzur, barış ve adaletin tesisi için yeni bir yola girilmesi ve de doğrulara dönülmesi zorunluluğu apaçık ortadadır. İnsanlığın huzur ve rahata çıkabilmesi için ‘Yeni bir Dünya’ kurulması elzemdir ve bunu gerçekleştirmek vicdan sahibi her inanın üzerine önemli bir vazifedir.
-
İmam Şamil Osmanlı’nın Dağıstan Serdarı Ve Gizli Veziri
“Ey General! Çar’ına şöyle haber ver ki; Kafkasya’nın bağrında daha binlerce Ahulgo gibi kaleler var ve on binlerce Surhay kule yerini almıştır. Bunların hepsi Rabbine baş kaldırıp eceline susamış olanları beklemektedir. Silahlarınızın vücûdumda açtığı üç yarayı şifalı Dağıstan otlarından kendi ellerimle yaptığım ilâçlarla şimdiden iyileştirdim ve size karşı harp etmek üzere hazırlandım. Kalbimde açtığınız evlâd ü ıyâl ve hemşiremden gelen ayrı ayrı dört yaranın hiçbir hükmü yoktur. Geri kalan evlâd ü ıyâlimi de daha şimdiden vatana ve Allah yoluna kurban olarak adadım. Size ve Çar’ınıza her şeyi bol bol vereceğiz, fakat vatanın hürriyet ve şerefini asla! Ahulgo’da aldığınız kanlı ders kâfi gelmediyse, zengin Çar’ınızın ordularını ve hazinelerini ortaya dökerek tekrar geliniz. Askerlik şerefini lekeleyerek yalan söyleyiniz, vaadlerinizi inkâr ediniz, ormanlarımıza kundak sokunuz, ekinlerimizi yakınız, meyva ağaçlarımızı, bahçelerimizi kavurunuz. Bütün bunlar Kafkas’ın ezelî hürriyet ve istiklâl aşkını körüklemekten başka hiçbir işe yaramayacaktır! Çarlar ölecektir, Petro’larınız ve Katerina’larınız gibi Nikolay da gözleri arkasında geçip gidecektir. Fakat Kafkasya mutlaka kurtulacak, hür ve mes’ud olacaktır. Allah, hak ve vatan uğrunda çarpışanların yardımcısı olsun!”
-
İslam Hukuku/Evrensellik – Süreklilik
Bu kitap, yüzyılımızın önemli bir ilim, fikir ve aksiyon adamının İslâm hukuku alanındaki ömürlük birikiminin bir özetini vermektedir.
İslâm hukûkunun mahalî ve tarihî olduğu iddialarının aksine el-Karadâvî bu eserinde, İslâm hukûkunun evrenselliğini ve bütün zamanlarda geçerliliğini incelemekte; onun kendi iç dinamiklerinden hareket ederek ve tarihinden örneklemeler yaparak fıkhın yaşanabilirliğini vurgulamaktadır. İctihâd’ın şer’î/hukûkî bakımdan bir yükümlülük, pratik hayat bakımından da bir zorunluluk olduğunu belirten yazar, İslâm’ın bütün zamanlara hitap edebilmesi için seçici ve kurucu şeklinde ikili bir ictihad anlayışını da irdelemektedir. -
Islam Önderleri Tarihi -1
İslam Önderleri Tarihi’nin bu birinci kitabında, Hicri I-X yüzyılda yaşayan, yenileme ve ıslahat bakımından, dinin aktif insanlarını tanıyacağız.
İslam’ın beşinci halifesi olarak kabul gören Ömer b. Abdülaziz ile başlayıp, Hasan Basrî hazretlerine, Abbasi halifeliğindeki dinî faaliyetlerden, Hadis ve Fıkıh bilgilerinin kitaplaştırılmasına, Kurân’ın mahlûk oluşu iddiasına karşı Ahmed b. Hanbel’in mücadelesine, Mutezile mezhebi fitnesi ve İmam Ebu’l-Hasan Eş’ârî’ye, Kelam ilminin çöküşü, Felsefe ve Batıniliğin gelişmesi ve İmam Gazâlî’ye, Bağdat’ın iki davetçisi Abdülkadir Geylânî ve Allâme ibn Cevzî’ye, Haçlı hücumlarına karşı durup onları yer ile yeksan eden büyük kumandan Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyubi’ye, Şeyhü’l-İslam İzzeddin b. Abdüsselâm’a, Moğol fitnesi ve Mevlânâ Celaleddin Rûmî’ye kadar, İslam’a çok yönlü hizmetler etmiş, büyük şahsiyetlerin hayat hikayelerini okuyacağız.
Eserde, büyük bir zatı tanıtırken sadece onun faziletlerinin, üstünlüklerinin açıklanmasıyla yetinilmemiş, bilâkis onunla aynı dönemde yaşamış insaflı ve adaletli kimselerin veya daha sonra gelmiş bilgi ve fikir ehli kişilerin o zata veya onun eserlerine, görüşlerine karşı yaptıkları tenkidlere de yer verilmiştir. Bu tenkidler sıralanmış ve onlara şayet biri tarafından cevap verilmiş ise, o zat adına savunma yapılmışsa, bu da okuyucuya sunulmuştur. -
Kalp
Yazı yoktu ama o vardı.
Tekerlek icat edilmemişti ama o yerli yerindeydi.
Dünya yaratılmamıştı ama o kasılıp gevşiyordu.
İnsan henüz cennetteyken onunlaydı ve içindeki her şey de sevgi, aşk, vefa, iyilik, şükür, hamd, dostluk gibi erdemler üzerineydi…
Âdem ata onun sesini dinleyip arzusunu giderme gayretine düşmeseydi belki de yolu yeryüzünde tövbelere, pişmanlıklara ve umutlara hiç evrilmeyecek; çevresi daralmalar ve genişlemeler, arınmalar ve kirlenmeler, yangınlar ve donmalarla hiç kuşatılmayacaktı.Şimdi?
Aşk ve nefret, iyilik ve kötülük, saadet ve keder, iman ve inkâr… İnsana insan olduğunu artık bunlarla hissettiriyor. Bazen aydınlık, bazen karanlık; gören göz veya işiten kulak bazen… Göğüs kafesinde ahenkle her büzülüp genişlemesi bizi içten içe süratle değiştiriyor ve hâlden hâle döndürüyor.Bud-dub… bud-dub… bud-dub…
Sesindeki ters-yüz oluş bile adıyla örtüşük: “Bir şeyi bir yönden öteki yöne çevirmek; renkten renge giriş, kararsızlık, durmadan dönüşüm ve değişim = KALP.”Kalbe dair ne varsa…
İskender Pala’nın her zamanki yetkin kaleminden… -
Kayı -VI Osmanlı Tarihi
17. asrın son yirmi yılına girildiğinde Osmanlı Devleti gücünün ve kudretinin zirvesinde, dünya siyasetinde etkin bir şekilde hükmünü icra ediyordu. Dünyada yenemeyecekleri hiçbir devlet yoktu.
Yıllardır birçok tarihçi yetiştiren ve yaptığı televizyon programlarıyla tarihi yediden yetmişe herkese sevdiren Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, tamamen ilmî kaynaklardan beslenerek her yaştan tarih severin kolaylıkla okuyup anlayabileceği bir üslupla KAYI dizisini yazmış ve tarihimizi sıkıştığı bu alandan kurtarmıştır. Önyargısız ve objektif bir şekilde okuyucunun değerlendirmesine sunulan bu serinin hedefi; Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan yıkılışına kadar siyasî, sosyal, iktisadî ve imarî tüm serüvenini ve Osmanlı padişahları hakkında bilinen gerçekleri akıcı, anlaşılır, merak uyandırıcı ve roman tadında bir üslupla yorumlamaktır.
-
Kayı X – II. Abdülhamid Han
II. Abdülhamid Han, saltanattan çekildikten sonra milleti tarafından en çok aranan ve özlenen hükümdardır. Zira onun saltanatta olduğu 33 sene ile sonraki 10yıllık dönemi karşılaştırmak dahi mümkün değildir.
II. Abdülhamid Han, siyasi bir deha idi. 19. asrın sonlarına doğru neredeyse tarihten silinecek olan son muazzam Türk İmparatorluğu’nu, on sene içinde yeniden dünyada rol oynayan bir hale getirecekti.
O, yed-i tûla sahibi idi. Dünyanın hangi coğrafyasında olursa olsun Müslümanlar, İslam’ın halifesini yanında buluyorlardı.
O, Osmanlı ruhunun son temsilcisi idi. Ertuğrul ve Osman Gazilerin sahip olduğu hiç değişmeden devam eden Sünni inancı yaymakta büyük gayret sarf etti. İngilizlerin doğru inanç ve itikadı bozma çalışmalarına bir kale gibi karşı durdu.
O, merhamet ve şefkatin zirvesindeydi. Hayatına kastedenleri dahi affetti.
O, en mağdur padişah olarak tarihe geçecekti. Sadece ağır hakaretlere ve iftiralara maruz kalmadı. Kendi kesesinden yaptırdığı eserlerden ismi kaldırıldı. Tuğraları tahrip edildi. Resmen adı ve namı unutturulmak istendi.
O, bir asır boyunca anladığını zannedenlerin dahi anlayamadığı bir padişah oldu.
Osmanlı Tarihi’ni herkese sevdiren Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, Kayı serisinin X. Kitabında, o akıcı üslubu ile vefatının 100. sene-i devriyesinde II. Abdülhamid Han’ı okuyucularının takdirine arz ediyor. -
Kirazlıdere Tutukevi Penceresinden 12 Eylül
Yayın Tarihi 2017-03-01
ISBN 6055000912
Baskı Sayısı 1. Baskı
Dil TÜRKÇE
Sayfa Sayısı 422
Cilt Tipi Karton Kapak
Kağıt Cinsi Kitap Kağıdı
Boyut 13.5 x 21 cm -
Kısa Ortadoğu Tarihi
Kısa Dünya Tarihi ile başlayan KISA TARİH serisi Kısa Ortadoğu Tarihi ile devam ediyor… İlk insan, ilk tohum, ilk şehir, ilk din, ilk savaş, ilk imparatorluk… Sümerler, Akadlar, Persler, Mısırlılar, Romalılar… Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar… Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Bağdat, Kahire… Türkler, İranlılar, Araplar, İngilizler, Fransızlar, Ruslar, Amerikalılar… Sünniler, Şiiler, Haşhaşiler, Maruniler, Batıniler, Hariciler, Yezidiler, Aleviler… Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail, Napolyon, Sultan Abdülhamid, Arabistanlı Lawrence, Gertrude Bell, Emir Faysal, Şerif Hüseyin, Atatürk, Churchill, Nasır, Arafat, Saddam, Mübarek… Peygamberler, azizler, köleler, krallar, imparatorlar, diktatörler, devrimciler, şeyhler, emirler, hainler ve kahramanlar… Petrol, halifelik, savaşlar, darbeler, isyanlar… Kısacası kutsala ve dünyaya dair ne varsa burada. BURASI, ORTADOĞU… DOĞUMUN, ÖLÜMÜN, SİYASETİN, PETROLÜN, İHANETİN VE HATTA KIYAMETİN BEŞİĞİ… ORTADOĞU’YU HİÇ BÖYLE OKUMADINIZ…
-
Kızıl Elma Peşinde Bir Ömür Fatih Sultan Mehmed
FATİH’İN İÇİNDE YANAN KOR’A DOĞRU BİR SEYAHAT
İçinden kayıklar geçiyor bu kitabın, ilim adamlarıyla dolu. Coğrafyaları bir gerdanlık gibi birbirine rapteden altın halkaları tespit ediyor. Harita tutkusuyla iç dünya teknolojisini bir araya getiren engin bir ufka yelken açıyor. Yazar için Fatih’in ve fethinin maddesi kadar, belki de daha fazla, ifade ettiği mana önemli.
Ne arıyordu bu genç Sultan, Bizans İmparatoru’nun efsanevi kütüphanesinde? Ya Delfi mabedinin kâhini Plutark’ın biyografi kitabını neden istinsah ettirmişti? Yaptırdığı onlarca Füsûsu’l-Hikem şerhindeki hikmetlerin, içindeki hangi boşluğa deva olacağını bekliyordu? Bunları yeterince bilmiyoruz. Bildiğimiz şey, onun içinde bir korun yanmakta olduğu.
Bu kitap, okurunu o kor’a bir adım olsun yaklaştırabilirse vazifesini büyük ölçüde yerine getirmiş sayacaktır. -
Kudüs Her Müslümanın Ortak Davası
“Bu toprakların bir karışını bile satmam, çünkü bu topraklar bana değil, halkıma aittir. Halkım bu imparatorluğun her karışını kanını feda ederek elde etmiştir? Milletim bu vatanı kanlarıyla korumuştur. Bu toprakları kanlarımızla örteriz de elimizden alınmasına asla izin vermeyiz. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan onu tekrar kanlarımızla örteriz. Ben onun hiç bir parçasını veremem. Bırakın yahudiler milyarlarını kendilerine saklasınlar. İmparatorluk parçalandığı zaman onlar, Filistin’i hiç karşılıksız ele geçiribilirler. Bu vatan ancak cesetlerimiz parçalanarak taksim edilebilir. Her ne şekilde olursa olsun bizi parçalamalarına asla izin vermeyeceğim”
II.Abdülhamid -
Kuruluştan İtibaren Kronolojik Sırayla Osmanlı Tarihi
XIII. yüzyıl sonlarına doğru Kuzeybatı Anadolu’da ortaya çıkan küçük bir beylik, yüzyıl gibi kısa bir süre içerisinde Anadolu’nun dörtte üçünü, Balkanlarda ise Sırbistan ve Boğdan’a kadar olan toprakları hâkimiyetine alan bir devlet haline gelmiş, daha sonraki asırlarda ise Asya, Avrupa ve Afrika’da çok geniş topraklara sahip olarak yüksek bir medeniyet vücuda getirmiştir.Selçuklu-Bizans sınırındaki küçük bir beyliğin nasıl olup da dünyanın en büyük devletlerinden biri hâline geldiği tarihçileri hâlâ meşgul eden bir sorudur. Aslında verilecek tek bir cevap vardır. Osmanlı sadece bir imparatorluk değil, bir medeniyetin her alanda var oluşudur.
-
Mekanlar ve Olaylarla Hz. Muhammed’in Hayatı
Tarihi herkese sevdiren adam Talha Uğurluel, şimdi Peygamber Efendimiz’in(sas) hayatını, İslam Tarihi içinde cereyan etmiş nice önemli hadiseyi, Mukaddes Topraklardaki mekânlar eşliğinde, yüzlerce görsel üzerinden anlatıyor.
Uğurluel, Peygamber Efendimiz’in(sas) doğduğu, büyüdüğü, peygamberlikle görevlendirildiği, hicret etmek zorunda kaldığı ve vefat ettiği toprakları Mekke ve Medine olarak iki bölüm halinde gezdiriyor.
Her mümin, Hz. Muhammed’in(sas) memleketine gitmek, evini görmek, çocukluğunu geçirdiği mahallede dolaşmak, koyun güttüğü dağları seyretmek ister. O’nun(sas) yaslandığı bir duvar, abdest aldığı bir kuyu, alnını koyduğu bir zemin, gölgelendiği bir ağaç sahabe tarafından kayıt altına alınmıştır.
-
Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti
Bir kitap adı için oldukça ilgi çekici bir isim, bir Müslüman için ise, acı mânâlar içeren bir ifade…
İslâm dünyasının gerilemesinin en büyük sebeplerinden birinin Batı özentisi olduğu son yıllarda daha da iyi anlaşılmaktadır. Başta Araplar olmak üzere İslâm âleminin, bir tarafta pejmürde, diğer tarafta da şatafatlı ve debdebeli bir hayat sürmeleri bu durumu sarahatle ortaya koymaktadır. Ayrıca Müslümanların 600 küsür yıl hamiliğini yapmış Türklerin de Jön Türklük hareketi ile beraber bu bozulmadaki etkin rolü de unutulmamalıdır.
-
-
Nutuk
Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, medenî insanlık dünyası karşısında uşak olmak konumundan yüksek bir davranışa lâyık görülemez.
Yabancı bir devletin koruyup kollayacağını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de, bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Halbuki, Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!
Kurtuluş Savaşı’nın öyküsü. -
Osmanlı Padişahları
“Ben, Sultan II. Mehmet Han, bundan böyle bütün Dünya´ya ilân ediyorum ki, Bosna Fransiskanları bu ferman ile benim korumam altındadır. Ve emrediyorum ki: Kimse bu insanlara veya kiliselerine zarar vermeyecek! Devletimde barış içinde yaşayacaklar. Göçmen haline gelmiş bu insanlar, güvende ve özgür olacaklar. Devletim sınırları içerisinde olan manastırlarına geri dönebilirler. Devletimden hiçbir önemli kimse, vezirler, kâtipler veya hizmetkârlar onların izzetlerini kıracak ya da onlara zarar verecek bir şey yapmayacaklar! Kimse onlara hakaret etmeyecek, tehlikeye atmayacak ya da kendilerine veya mallarına veya kiliselerine saldırmayacak!
Ayrıca, bu insanların kendi memleketlerinden getirdikleri şeyler ve kimseler de aynı haklara sahiptir… Bu fermanı buyurarak, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın ve onun Resûlünün ve ondan önceki 124,000 peygamberlerin adına kılıcım üzerine yemin ederim ki; hiçbir vatandaşım bu fermanın aksine hareket etmeyecek!”
-
Osmanlı ve Avrupa
“15. ve 16. yüzyıllar Avrupa’sı, zamanın büyük politik-ekonomik gücü Osmanlı’yı hesaba katmadan anlaşılamaz.”
“Avrupa tarihiyle Osmanlı tarihi iki paralel tarihtir; bu nedenle iki dünyanın tarihi karşılaştırmalı olarak incelenmelidir.”
Halil İnalcık15. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı, Avrupa tarihini şekillendirmede çok önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı’ya referansta bulunmaksızın raison d’etat, reel politik, güç dengesi ve hatta Avrupa kimliği gibi kavramları açıklamak mümkün değildir. Osmanlı ile Avrupa arasında karşılıklı etkiler aşikâr olduğu halde maalesef bu etkileşim Batı tarihçiliğinde çok fazla dikkate alınmamıştır.
Hristiyan Haçlı geleneği, uzun süren savaşlara bağlı olarak gelişen düşmanlık, kültürel yabancılaşma gibi bazı tarihsel nedenlerden ötürü ve belki de Osmanlı’nın Aydınlanma sürecinin dışında kalması dolayısıyla Osmanlılar Batı tarihçiliğinde genellikle Avrupa ve Avrupalılığın karşıtı ve antitezi olarak ele alınmıştır. Oysa taraflar arasında çatışmadan çok daha fazlası mevcuttur.
Osmanlı Devleti’nin modern Avrupa’yı şekillendirmedeki etkileriyle birlikte Batı tarihindeki yeri ve Avrupa’yla arasındaki siyasi-ekonomik ilişkiler, sosyo-kültürel bir karşılaşma olarak en büyük tarihçilerimizden Halil İnalcık’ın kaleminden, Osmanlı ve Avrupa’da… -
Osmanlı’da Bilim Kültürel Yaratı ve Bilgi Alışverişi
Osmanlı’nın İslamiyet’in altın çağından sonraki kültürel ve teknolojik gelişmesinin kendi içine kapalı bir şekilde gerçekleştiği, yeniliklere karşı duyulan ilginin giderek azaldığı ve sonuçta imparatorluğun duraklama ve gerileme dönemine girdiği uzun yıllar boyunca genel kabul gören bir görüştü. Özellikle Batı dünyası 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarındaki Osmanlı’yı böyle görüyordu. Bu alanda son 60 yılda İngilizce yazılmış ilk eser olma özelliğini taşıyan Osmanlı’da Bilim kitabında Miri-Shefer-Mossensohn, Osmanlı toplum ve kültürünün zengin bir bilimsel hayatı mümkün kılabilecek bereketli ortamı sağladığını öne sürmektedir. Osmanlılar dışarıdan gelen icat ve buluşları kendi ihtiyaçlarına göre değiştirerek bunları geliştirmede çok başarılıydı. Örneğin, 1877 yılında Osmanlı İmparatorluğu dünyanın yedinci en uzun telgraf ağına sahipti. Hatta modern iletişim altyapısı bakımından zamanın en gelişmiş devletlerinden biriydi. İmparatorluk içinde bilim, eğitim ve öğretim mekanizmaları, teknolojik gelişmelerde devletin üstlendiği rol ve bilimi üreten ve kullanan Türkçe ve Arapça konuşan Osmanlılar üzerinde önemli bir rol oynamıştır. Sonuç olarak, Osmanlı’nın bilimle olan ilişkisi, imparatorluğun altı yüz yıl sürmesini sağlayan dinamik unsurlardan biridir. Bu doğrultuda Osmanlı’da Bilim, bilginin “ne” olduğu sorusundan ziyade “nasıl” sorusuna, yani Osmanlı’nın bilgiyle etkileşime geçtiği süreçlere ve bunlara atfettiği değerlere odaklanmıştır. Çeşitli zaman ve mekânlarda Osmanlı için bilmeye değer şeyler nelerdi? Osmanlı bunları nasıl öğrenmeye çalıştı? Karşılaşılan zorluklar nelerdi? Osmanlı’nın sistemleştirilmiş bilgiyle olan deneyimlerinin ortaya çıkarıldığı Osmanlı’da Bilim, erken modern dönem Ortadoğu bağlamında “bilim” etiketinin altında yatanların tanımlanması açısından da bir rehber niteliğindedir.
-
Osmanlı’nın Çöküşü
Bu kitapta, Osmanlı gerçeğiyle ilgili tarihi veriler ışığında, ‘üç kıtaya yayılan, elli devletten haraç ve vergi alan bir imparatorluğun çöküş nedenleri’ yanıtlanmaya çalışılmıştır.
Osman Bey liderliğinde Türkmenlerin kurduğu beylik tarih sahnesinde yerini almış, fakat aile egemenliğine yönelik anlayışıyla Türkmenler yönetimden uzaklaştırılmıştır. Devleti, devşirmelerle yönetmeyi yeğlemişler ve savaşçılığa yönelik çokuluslu bir hanedan devleti kurmuşlardır. Savaş devleti olarak çöküşü içinde büyüten bir İmparatorluğa ulaşmışlar, ama büyüttükleri devleti koruyamamışlardır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş nedeninin özü; ulema ve hanedanın bilime, eğitime, üretime, demokrasiye, ekonomiye, teknolojiye, sanayiye önem vermeyen ve ‘önce insan’ demeyen bir devlet yapılanması ve yönetim anlayışıdır. Çöküşle ilgili nedenler yumağı ise, bu öykünmeci çarpık yapılanmanın ve yönetim anlayışının ayrıntılarıdır.