Gösterilen 261–280 arası toplam: 805

  • Hanne

    Almanya’ya göç eden bir ailenin kızı…Hanne.
    Aile içi şiddeti, cinayeti, intiharı, evlatlık olmayı, kültür çatışmasını, aşkı, varoluş sancısını yaşamış ve sonuçta infilak noktasına gelmiş bir hayatın sahibi. Madden güçlü fakat manevi olarak zayıf hayatında gerçek kimliğini arayan bir kadın. Yaşadığını hissetmek ve lanetli geçmişinden kurtulmak için yine geçmişinden bir umut arıyor…
    İnsan asla geçmişini unutmaz. Ne kadar görmezden gelse de inkâr da etse geçmişi sarıp sarmalar. İnsan hayatına anlam arar. Kendisini bir değere ya da köklerine ait hissederek hayata dair bir anlam oluşturabilir insan fakat geçmişiyle barışık olmadan bunu başaramaz. Peki ya geçmişi ile barışık değilse? Yüzleşmesi gerekir geçmişiyle, gerçekle…
    İnsanı en çok acıtan şey ise gerçekle yüzleştiği o andır.
    Kitapları ve oyunculuğu ile Türkiye’de ve dünyada büyük ilgiyle takip edilen Bahadır Yenişehirlioğlu, gerçek bir hayat hikâyesinden esinlenerek kaleme aldığı Hanne’de pek çoğumuzun çevresinden izler bulabileceği sancılı ve fırtınalı bir dönüşüm hikâyesini ustalıklı bir kurgu ve etkileyici bir üslup ile anlatıyor.
    devamını oku

    11,39
  • Hanoğlu / Bir Selçuklu Kahramanı

    Gözünü budaktan sakınmayan, er meydanından asla kaçmayan, haksızlığa tahammülü olmayan; mert, cesur Türk gencinin timsali Hanoğlu’nun Bizanslı savaşçılarla, Deylemli erlerle giriştiği mücadeleleri, nice bileği bükülmez, sırtı yere gelmez cengaverleri alt edişini okurken Selçuklu Devleti’nin kuruluşuna şahit olacak, diyar diyar at koşturan akıncıların coşkusunu, fetih aşkını yüreğinizde duyacaksınız.

    6,79
  • Haşırt Dı Bilekbord

    “Zafer Abimin bu yazılarını okurken gerçekten çok güldüm. Mal güzel. Müthiş bir zamanlama ile yazılmış performanslar gibiler. Bazen bu performanslara canlı tanıklık da ettim, çok şanslıyım. Hem esnek hem beton gibi sağlam öyküler. Peki, hiç düşündünüz mü nedir bunun sebebi? Ben düşündüm. İyi şeyleri ancak iyi çocuklar yapar. Zafer Abim de hiç yaşlanmayan o iyi çocuklardandır.” Cem Yılmaz Zafer Algöz; Kemal Sunal’dan Sadri Alışık’a, Öztürk Serengil’den Fatma Girik’e, Erkan Can’dan Cem Yılmaz’a pek çok sanatçıyla setlerde, sahnede ve dost meclislerinde yaşadıklarını anlatıyor. Haşırt Dı Bilekbord güldürüyor, hüzünlendiriyor ve sanat dünyasının önemli isimlerini daha yakından tanıma fırsatı sağlıyor. Usta bir oyuncunun tanıklıklarıyla sese ve zamana soluk veren öyküler…

    7,94
  • Hatıra Kadar Narin Hafıza Kadar Zalim

    İnsan, gezegenin en fâni şahidi. Tanıklıkların izi, her bireyin zihninde farklı resimlerle kayıtlı. Soldukça güzelleşenler de var durdukça çürüyenler de. Günün izi düne düştüğünde; hatırlananlar da farklılaşır hafızanın mahzeninde, saklananlar da… Unutmak istenenlerle muhafaza edilmek istenenler birbirine karışarak akar bilincin ırmağında. Fatma Barbarosoğlu 2020’nin hatıra ve hafıza kaydını, hayatın en saf, en dokunaklı anlarını öykülere yükleyerek tutuyor. Hatıra Kadar Narin Hafıza Kadar Zalim, zamanın akışını tecrübe üzerinden yakalayamayanlara sunulmuş bir armağan…

    9,09
  • Hayat Apartmanı

    26 Kasım perşembe akşamı. Saat, 20.58-21.33 arası. Hayat Apartmanı’nın önünde esrarengiz bir genç kız beliriyor. Üstünde okul üniforması var. Görünüşü biraz ürkütücü, biraz tekinsiz; sanki başka bir dünyaya ait. Hayat Apartmanı’nın kilidi bozuk kapısından bir hayalet gibi içeri süzülüyor. Issız ve karanlık merdivenlerden ağır ağır çıkmaya başlıyor. Kızın attığı her adımda bir sır açığa çıkıyor, her adımında biri ölüme daha da yaklaşıyor. Dünyanın dört bir yanına saçılmış hayatlar bir noktada birleşiyor. Hırsız Mülayim Fikirtepe’deki gecekondusunda esrarın dibine vuruyor. Selma buğulu gözlerini televizyona dikmiş, kulağı kapıda bekliyor. Londra uçağındaki Kardiyolog Murat Bey, Avrupalı meslektaşlarına yapacağı etkileyici konuşmanın hayaline dalıyor. Müküslü Ramazan rüyasında ak sakallı bir dede görüyor. Küçücük bir iyilik bütün dengeleri değiştiriyor. Halepli Muhammed, Kilis’teki evinde eskiden yaşayanların hikâyesini merak ediyor. Ünlü müteahhit Mehmet Göğebakan, yakın gözlüğünü elinde evirip çevirirken artık yaşlandığını idrak ediyor. Dursun spor salonunda yüz yirmi kilo ağırlığı kaldırıyor, salonda bir alkış kopuyor. Numan, New York’ta, Lafayette Caddesi’ne yürüyüp gözdesi olan Madison Square Park’a ulaşıyor. Tarihçi Kâmil seyrettiği Into The Wild filmini tam o sahnede durduruyor. Daha birçok hayat tam o anda, Mualla Hanım’ın ömrünün son anında birbirine mühürleniyor. Mualla Hanım, evinin salonunda yerde yatarken, tiz bir kahkaha ile neye uğradığını şaşırıyor. Kara kaşlı, kara gözlü, buğday tenli, dünya güzeli Cemile buz gibi bir sesle fısıldıyor: “Ölümün benim elimden olacak.”

    7,94
  • Hayat Kaybettiğin Yerden Başlar

    “Kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin” Bütün dünya bir araya gelse ve sana geç kaldığını söylese bile, hayır, kalmadın! Aksine, tam da yeniden başlaman gereken noktadasın. Üstelik bazen öyle düşünmekten kendini alamasan da, hiçbir şey kaybetmedin. Kaybettiklerin senden gitmesi gerekenlerdi… Sen, seni daha da güzelleştirecek adımlarla yoluna devam edeceksin. Kaybettiğin için üzüldüklerinin, aslında kurtulduğun yükler olduğunu göreceksin. Mesele kaybetmekse, hayatta bu da var, kaybedeceksin; ama senden gidenlere üzülmeyeceksin, yerine daha iyilerini getireceksin. Çünkü hayat kaybettiğin yerden bir daha başlar. Kaybettiğin yerden “yeniden” diyeceksin…

    7,94
  • Hayata Bir de Böyle Bak

    İlâhî çağrıya kulak tıkayan insanoğlu bugün tüm zamanlardakinden daha zorlu bir süreçden geçiyor. Rahmet yüklü mesajı göz ardı eden bir yaşam, yalnızca bireysel olarak değil küresel ölçekte bir felaketi de beraberinde getiriyor. İnsanoğlunun kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Merhamet ve adaletin yok sayıldığı, zulüm ve haksızlığın kanıksandığı bir dünya, sâkinlerine kan, gözyaşı ve mutsuzluktan başka ne verebildi / ne verebilirdi ki? Şimdi zaman yeniden ilâhî rahmete kucak açma zamanıdır. Şimdi zaman yeniden fıtrat ile ilâhî mesajı buluşturup bu uğursuz ayrıma son verme zamanıdır.

    9,09
  • Hayata Dön

    Herkesin kaderi güzel olmuyor. Marifet, kader yolları kapatsa bile o kapıya yeni bir anahtar uydurabilmekte. Kimsenin hayatı dıştan göründüğü gibi değil. İmrendiğimiz, özendiğimiz hayatlar hiç de sandığımız gibi acısız değilken çok mütevazı bir hayatın içinde mutluluğun en parlağı olabiliyor. Kitabın başkahramanı Ala’nın hayatını okurken bu zavallı çirkin kızın yaşadıklarına inanamayacak, bazen de o sayfaların bir yerlerinde kendinizle karşılaşacaksınız. Bu karşılaşma hüzünlendirse de, kendinize biraz daha yaklaşmak ruhunuza iyi gelecek. Seanslar boyunca bu suskun kızı konuşturabilmek için ona tarihten alınma pek çok hikâye anlatıldı: Genç firavun Tutankamon’un esrarı; aynı dönemde yaşayan birbirine çok zıt iki kişi, Hitler ve Freud’un ilginç hayat görüşleri; 18. yüzyılda adına “fısıltı sanatı” dedikleri, evli kadınların şövalyelerle yaşadığı aşklar; Çariçe Katerina’nın çamaşırcılık ve hayat kadınlığından çariçeliğe yükselen yazgısı; Eva Peron ve Prenses Süreyya’nın hüzünlü hayatları… ve daha niceleri… Psikianalizin sihirli değneğinin dokunduğu yerde yükselen bir başarı öyküsü…

    11,39
  • Hayati Dengeler

    MUTLU OLMAK, HUZUR BULMAK, HAYATINA BİR YÖN VERMEK, BİR DENGE KURMAK İSTEYEN HERKES İÇİN… Mutlu olmaya ne çok ihtiyacımız var… Her gün türlü sıkıntılarla adeta güreş tutuyor, bir müsabakayı kazanıyorken, bir başkasını kaybediyoruz. Daha bir güreş bitmeden yenisinin peşrevine çıkıyoruz. Sabah nasıl oluyor, akşam ne zaman oldu anlamadan geçip gidiyor günler. Daha dün yaz mevsimi yaşarken bir bakıyoruz kış gelmiş. Bu korkunç tempo içinde beden ve ruh sağlığını muhafaza etmek her geçen gün zorlaşıyor. İç ve dış dengeler bozuluyor. Dengeler bozuldu mu hayatın her anında tökezlemeler, tatsız hadiseler çoğalmaya başlıyor. Bunalım fırtınaları sarıyor her yanı. Sığınacak bir liman, nefes alacak bir an, hasbıhal edecek bir dost arıyor insan. Teşhis tedavinin yarısıdır derler eskiler. Onlar; büyüklerimiz, çözmüş meseleyi. Tedavi olmuşlar, tedavi etmişler. Kalpleri temizlemişler. Formülleri de vermişler. Ama nasılsa, o tedavi formüllerini unutmuşuz genlerimize işlemiş olduğu halde. Unutturulmuşuz. Derinlere gömmüşüz. Unutunca da bozulmuş dengeler. Bozulan dengeleri yeniden kurmaya doğru bir adım atıyoruz bu defa. “Orta Yolu” bulmaya, anlamaya doğru… Dengenin hayâtî noktasına doğru…

    9,09
  • Hayatım

    Kazım Karabekir, Milli Mücadele öncesi, esnası ve sonrası için çok mühim bir askerî şahit, birinci elden kaynak ve hatıralarıyla yakın tarihimizin çok önemli konularına ışık tutan bir şahsiyettir. Bu yakın dönemde yaşananlarla ilgili ve insanımızın merak ettiği birçok konuda çoğu zaman belgelerle ve samimi bir üslupla hiç sakınmadan ve doğru söylemeyi, yazmayı kendisine ilke edinerek yaşamıştır. Askerlik alanındaki kendine has iş ahlakını eserlerinde de görmek mümkündür. Kısaca diyebiliriz ki Kazım Karabekir, sadece Türk milletinin değil, tüm insanlığın içinde bulunduğu sorunlara çözüm anlamında sahip olduğu fikirleri ve yaşadıklarını birer ibret vesikası gibi ince ince işlemiştir.

    7,94
  • Hayatın Sesi

    Duygularımız durmadan akan derelere benzer. Doğduğumuzda pırıl pırıl olan o berrak dereye attığımız her sıkıntı, her kaygı, her üzüntü rengini değiştirir, onu bulanıklaştırıp karartır. Bütün güzelliğine ve ihtişamına rağmen, hayat huysuz ve bencildir. Huysuz bir hayatla mücadele etmek, iyi yaşayabilmek ciddi bir sanattır. O sanatı da hayat kendisi öğretir bize; onun sesini duyanları, özen gösterenleri, anlamaya çalışanları bilir. Ona bakışımızı, duyduğumuz hayranlığı, onunla mücadele etmekten vazgeçmeyeceğimizi hissettikçe, bizimle başka türlü bir ilişki kurmaya başlar. Bize arkasını dönmez, unutmaz. İki kere vursa da üçüncüde öyle güzel şeyler yaşatır ki şaşırır kalırız. Huysuz hayatla iyi geçinebiliyor, bunun için mücadele etmekten hiç yorulmuyor ve vazgeçmiyorsak, ne mutlu bize. Çünkü sadece bu mücadeleden hiç vazgeçmeyenlerin dereleri güneşte pırıl pırıl parlayarak akar… Gülseren Budayıcıoğlu bir kez daha kendi “Kırmızı Oda”sının kapısını aralıyor ve orada biriken hikâyelerden seçtiklerini bizlerle paylaşıyor; “hayatın sesi”ni daha iyi duyup anlayabilelim diye…

    12,54
  • Hayatın Tekrarı Yok

    Eksikliğimizi görebilmek, yanlışlarımızdan dönebilmek, hatalarımızın farkına varıp özür dilemeyi becerebilmek bu kadar zor mu? Ya özür dileyeni affetmek, pişmanlığına inanmak, değişmesine yardımcı olmak daha mı zor ilkinden? Hayatın rövanşı olmadığına göre gerçekten yazık oluyor sevmeyi ve sevilmeyi tadamadan, kahırla, adavetle geçen ömürlere …

    6,79
  • Hayvan Çiftliği

    Bütün Hayvanlar Eşittir. AMA BAZI HAYVANLAR ÖTEKİLERDEN DAHA EŞİTTİR. George Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ten sonra dünya çapında en çok okunan ikinci başyapıtı olan Hayvan Çiftliği, kötü muameleyle ağır koşullar altında çalıştırılan hayvanların eşit, özgür ve mutlu olacakları bir düzen hayaliyle zalim çiftlik sahibi Bay Jones’a karşı ayaklanmasıyla başlar. Hayvan Çiftliği, ilk kez yayımlandığı 1945 yılından beri çok geniş yankı uyandırmış, alegorik nitelikler taşıyan siyasi bir yergidir. Doğrudan doğruya bir Stalin rejimi eleştirisi kabul edilen romanın bazı karakterleriyle dönemin siyasi figürleri arasındaki benzerlikler kolayca görülebilir. Ancak bu benzerliğin ötesinde Orwell, insanlığın hemen her dönemde maruz kaldığı otoriter gücün yıkıcı tahakkümünü keskin hicviyle masalsı bir romana dönüştürmüştür. Hayvan Çiftliği adaletsizliğe, kaba kuvvete ve özgürlüklerin kısıtlanışına karşı yükselttiği güçlü sesiyle güncelliğini koruyan çağdaş bir klasik.

    4,49
  • Hazreti Fatıma

    Fatıma olmasaydı tanımayacaktık aşkı.
    Muhabbeti Muhammedi’yi (s.a.v.) bilemeyecektik.
    Onsuzluğun ölüm olduğunu anlamayacaktık.
    Fatıma olmasaydı evlatlığın incisi dağılıp saçılacaktı yerlere. Kadın olmanın bestesi ahenksiz olacaktı.
    Yıldızsız geceler gibi yürekler rehbersiz kalıp üşüyecekti.
    Anneliğin ritmi anlamsız, şiiri ise yarım kalacaktı.
    Yeryüzünde muhteşem bir hikâye daha itinayla yazılıyordu.
    Ali ile Fatıma’nın hikâyesi, gelecek çağlara kadim bir destan ve ihtişamlı bir miras olarak kalacaktı.

    “Aşka Adanmış Bir Ömür Hz. Hatice” ile okuyucuların gönlüne taht kuran Nurdan Damla’nın bu romanı da, kalbinizde ve gönlünüzde ayrı bir yer bulacak.
    devamını oku

    11,39
  • Hercai

    Her şey, zamansız bir ölüm yüzünden başladı. Bu ölüm beraberinde, körpe bir yüreğe öfke ve kin getirdi. Aradan uzun, çok uzun yıllar geçti. Genç bir adamın kalbi ve ruhu birbirinden harap duygularla, acımasızca perçinlendi. Öyle ki, bu hissiyatlar onu uçurumun kenarına sürükleyebilecek kadar tehlikeli hale gelmişti. Yaralı bir mazinin ona bıraktığı en acı hatıra, yüreğinden tüm merhameti söküp atmasına neden oldu. Kara bir kilit vurup derin dehlizlere kapattı vicdanının çığlık çığlığa haykıran sesini. Merhameti ne zaman isyan etse, hep o anı hatırladı. Gözüne uyku girmeyen kara bir gecenin sonunda, akla zarar bir karar aldı! Ait olduğu topraklara gitmeye karar verdi genç adam. Çünkü her şey orada başlayacaktı, yıllar önce orada bittiği gibi… Ve Miran Karaman! Kusursuzca hazırladığı planla, ant içtiği intikamını almak için hazırdı. Yüreğinde kor bir öfke, dilinde kahrolası bir yemin vardı. Şimdi vakit, ödeşmeyi arzulayan deli yüreğini susturma vaktiydi. İçindeki öfkenin bir nebze soğuması için masum bir can yakacaktı… O can kim mi? Reyyan Şanoğlu! “Geceye bir selamım var. Andım olsun ki, adımı ezberleyecek bu şehir!”

    9,09
  • Hercai 2: Meftun

    Yıkık dökük bir mazinin ortada bıraktığı yaralı bir adamla en az kendisi kadar yaralı olan bir kadının paramparça sevda hikâyesi bu. Hayallerini asmış bir kadının, yeniden düşlere tutunuş hikâyesi bu. Hercai bir adamın, meftuna dönüş hikâyesi… Ne bir veda sözcüğü ne de haklı bir isyan. Hiçbir şey, onu sevmemeye yemin ettiği adamın karşısında güçlü tutamamıştı. Dudaklardan dökülen her serzeniş karşısında ördüğü duvarları biraz daha yıksa da, onu bir daha affetmeyeceğine dair büyük bir yemini vardı. Asla boyun eğmeyecekti, ihanetini unutmayacak, o adamı yeniden sevmeyecekti. Olmamıştı… Yeminlerini bozduran, karanlık bir gecede ellerinden tutan, onu düşüren adamdan başkası değildi. Yaralıydı. Lakin o adam daha yaralıydı. Seviyordu. Lakin o adam daha çok seviyordu. “Dinle,” diyordu yürek yakan bakışlarını kuzguni harelere emanet ederken. “Dinle ki anla öldüğümü, seni öldürdüğümü sandığım her yerden! Sen sadece bir bıçaktın. Bense o bıçağın düşmanıma değil, kalbime saplanacağını hesaba katamayan bir zavallıydım…”

    11,39
  • Heykelden Taşa ve Nobel Konuşması

    Heykelden taşa. Saramago’nun yıllar sonra kendi yazını ve zanaatına dönüp baktığında gördüğü seyrin veciz bir eğretilemesi. Saramago severlerin, okudukları kitapları yerli yerine oturtabileceği bir çerçeve ya da bir izlek önerisi de diyebiliriz.
    Bu kitap Saramago’nun 1998’de Torino Üniversitesi’nde yaptığı “Heykelden Taşa” adlı konuşmayı yine aynı yıl İsveç Akademisi önünde gerçekleştirdiği Nobel Konuşması ile birleştirirken, eşi Pilar’ın başlığın öyküsünü anlattığı sunuşu, Fernando Gómez Aguilera’nın derinlikli analizi, yazarın kendi eliyle kaleme aldığı otobiyografisi ve en sondaki albümle birlikte dört başı mamur
    bir Saramago haritası çıkarıyor.
    devamını oku

    6,79
  • Hiç’likten Gelen Güç

    Unutma!
    Kaybedecek hiçbir şeyin kalmadığı gün, içindeki gerçek güç açığa çıkar.

    Gerçek güç, hiç’likten gelir.
    Sana bu kitapta öyle şeyler anlattım ki artık asla eskisi gibi olamazsın.

    Şimdi git ve sana ait ne varsa, geri al bu hayattan.

    GÜCÜNÜ, SANA EN BÜYÜK DARBEYİ İNDİREN OLAYDAN ALACAKSIN

    Bu kitap, sana tüm gücünü geri yükleyecek özel içerikle geliyor:

    Kendi yaşamının Lideri olman için güçlü formüller
    Bilinçaltına hükmederek “yeni bir sen” yaratma yolları
    His Yüklemesi metodu ile gelecek mucizeler
    Parayı çeken uygulamalar
    Güç sahibi olman için gizli öğretiler
    Hızlı Sonuç veren Ritüeller
    İlişkileri dönüştüren yüzleşmeler
    Gizemli manevi reçeteler
    Hiçbir kitapta olmayan Spiritüel Sırlar
    Binlerce Yıllık, Çok Etkili GERÇEK TILSIMLAR

    KENDİ ZİRVENE ÇIKMAYA HAZIR OL…

    9,09
  • Hiçbir Zaman Hiçbir Şey

    Yanlış bir şeyler var. Bu yanlışa yokmuş gibi yapmaya devam edersek yanlışın bir parçası olacağız. Doğruyu söylemeden, doğruca eylemeden sadece yanlış var diye bağırırsak vicdanımızı sahte bir teselliyle avutacağız. “Birileri artık bu yanlışları düzeltmeli” deyip kenara çekilirsek yükü omuzlamanın külfetinden eleştirmenin kolaycılığına kaçmış olacağız. “Kendimi düzeltirsem yeryüzü hiç olmazsa bir yanlıştan kurtulacak” şuuru içinde ‘emrolunduğumuz gibi’ dosdoğru olmak derdiyle yaşayabilirsek, işte o zaman gerçekten bir şey yapmış olacağız.

    “İnsan olamadıktan sonra ne olsam ne olur” ve “insan olduktan sonra ne olmasam ne olur” idraki içinde duvarları yıkmak için aşkla yola revân olan divanelere duvarın şeş cihetinden Bizim Yunusça selam olsun.

    “Cümleler doğrudur sen doğru isen
    Doğruluk bulunmaz sen eğri isen”

    5,64
  • Hicret Ülkesi

    Hayat, esaslı bir hicret tasarımıdır insan için. Ve insan her yandan bir hicret kuşatması
    altındadır. İnsanlığın büyük hicreti: Her bir insanın dünya konağına doğması, sonra hicret
    yolculuğuyla bir ömrün ardından tekrar sılasına, varış ülkesine dönmesi…
    Hicret Ülkesi; insanın varlık sahnesine ilk çıktığı mekândan, yeryüzüne doğru ilk kopuşunu,
    ilk ayrılışını hatırlatıyor. İnsan, can evine yeniden dönmek üzere geldiği dünyaya, cennetin
    aydınlığını taşıyarak tamamlamış olacak verilen mühletini.
    Hicret Ülkesi; dünyanın kalelerinde, burçlarında dolaşan insanlığa, kendi öz gerçekliğinden
    kopmadan hayatı huzur ve sükûnetle geçeceği iklimi anlatıyor. İnsanın kendi benliğinin
    farkında olarak, doğayla ve içinde yaşadığı toplumun diğer bireyleriyle kurduğu sağlıklı ve
    güvenli eksenli ilişkiler sebebiyle ulaşacağı dinginliğin duraklarını işaretliyor yol boyunca.
    6,79