“Özümüzde dürüst olduğumuz zaman başkalarının da birçok meziyetleri olduğunu görürüz. Herhangi bir insanın güzel, övgüye layık olacak meziyetleri olmaması mümkün değildir. Ama biz, ancak kendi ruhumuzda sevgi tohumlarını yetiştirdiğimiz zaman, insanların ruhlarının derinliğindeki bu sevgi unsurlarını yakalayabiliriz.” diyen Seyyid Kutub, genellikle fikir ve aksiyon adamı olması açısından incelenmiştir. Fikir ve aksiyon adamı olmasının köklerini ifade etmesi bakımından o; İngiliz sömürgesi altındaki Mısır’da doğmuş “Saf ve masum bir köylü çocuğuydu.” “Köyden Bir Çocuk” 1906 doğumlu yazarın özellikle ilk 10-12 yılını kendi kaleminden ve duygusal bir pencereden okuyabileceğiniz müstesna bir eserdir.
Şu yanlış kavramlar ve garip düşünceler akıllara nereden geldi acaba?: – Dinin sosyal hayatla ne alâkası olabilir?! – Dinin bir ekonomik sistemi olamaz! – Din; ferdin toplum ve devletle ilişkilerine dair ne getirebilir ki?! – Dinin hayat olgusu ve günlük yaşamda ne gibi bir rolü olabilir; örfler bakımından, giyim kuşam cihetinden hele hele kadın kıyafeti ile dinin ne alâkası var? Böyle düşünenlere göre dinin; sanat, basın-yayın, sinema ve televizyon gibi konularda da asla sözü ve yeri yoktur. Biz, bu sapmanın nasıl ortaya çıktığını ve nasıl geliştiğini anladığımız zaman, umarız ki işin içindeki hile ve tuzağı da görmüş ve bunlara karşı uyanık olmamız gerektiğini öğrenmiş oluruz. İlk Müslümanların çok iyi şekilde anladıkları açık gerçek, Müslüman toplumun ancak Allah’ın şeriatı ile kurulabileceği idi ve buna kesin bir şekilde inanıyorlardı. Onlara göre Allah’ın şeriatından uzaklaşarak Müslüman olarak yaşayabilmenin imkânı yoktu. O tarzda Müslüman da olunamazdı. Evet, onlar başardılar. Çünkü onlar istediler, isteklerini önce kendi küçük dünyalarında gerçekleştirmek üzere uygulamaya koyuldular, bunda netice aldıktan sonra da hayata geçirme, topluma ve tüm insanlığa yayma yolunu tuttular. İşte o zaman gerçek Müslüman oldular.
Hâkim Tirmizî, erken dönemdeki tasavvuf anlayışını öğrendiğimiz en önemli kaynaklardan biridir. Onun, tasavvufun gelişim seyrinde merkezi bir rolü olduğu; nefis, sülûk, kalb, bilgi, velayet gibi tartışmalı konularda ortaya koyduğu düşüncelerle Gazzâlî ve İbnu’l Arabî başta olmak üzere pek çok mutasavvıfı etkilemiş olmasından da tespit edilebilir. Misaller, görme ve duyma açısından insanlara gayp gelen şeyleri onların idrak edebilmesi ve nefislerinin ikna olması için Allah Teâlâ tarafından verilen hikmetli örneklerdir. Kullar kendilerine esrarengiz ve kapalı gelen hususlarda misallere ihtiyaç duyarlar. Allah Teâlâ da kullara kendi indinde olan şeylerle değil; kulların nefislerinde mevcut bulunan şeylerle misaller verir. Bu, kulların o şeyleri idrak edebilmesi içindir. Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde yer alan misalleri ve tasavvufi manalarını bulacağınız bu eser, alanında bir kaynak niteliğindedir.
Gazâlî, akıl ve nakilden birini alıp ötekini bırakanlardan olmamış, her ikisini de layık oldukları makama oturtmuştur. Önce akla ve nakle bağlı ilimleri ciddi olarak öğrenmiş, ikisi arasında ölçülü bir denge kurabilmiştir. Elbette ona da itiraz edenler olmuş, tenkid edenler bulunmuştur. Ama o hep gerçeğin peşinde olmuştur. Bir noktaya körü körüne saplanıp kalmamış, söylediklerini aklî ve naklî ölçülere dayandırabilmiştir. Kendisine yöneltilen tenkidlerden korkmamış ve yılmamıştır. Onun karşılaştığı fikrî kargaşa, onun asrındaki gibi ilmî ve fikrî münakaşa zemini ve bu münâkaşayı gerçekleştirecek ilim ve fikir adamları topluluğu da nadir karşılaşılacak bir keyfiyettir. Bu yüzden onun maruz kaldığı şartlarla karşılaşacak diğer kişileri için onun metodu önem taşımaktadır. Gazâlî’inin eserleri İslam düşüncesiyle ilgilenen herkesin vazgeçemeyeceği kaynaklardır.
“Allah, bizden herhangi bir şeyi işiten ve işittiği gibi de tebliğ edip başkalarına aktaran kişinin yüzünü ak etsin…” ve “Ümmetimin dinî işlerine dair kırk hadis derleyen kimseyi Allah Teâlâ fakihler ve âlimler topluluğu arasında diriltir.” Hadis-i Şeriflerine istinaden İslâm âlimleri bu müjdeye erebilmek için çeşitli konularda Kırk Hadisler derlemişlerdir. İmam Nevevi’nin bu geleneği devam ettiren elinizdeki eseri, en fazla yayınlanan ve üzerine şerhler yapılan bir eserdir. Bu kıymetli çalışmayı, Nureddin Yıldız’ın kısa izahları ile okuyucumuzun istifadesine sunuyoruz.
Eski Diyanet İşleri Başkanımız, büyük âlim Ömer Nasuhi Bilmen’in; İstanbul’umuzun 500. Fetih yıl dönümünü tebrik ve Hakk Teâlâ Hazretlerine teşekkürlerini arz ve takdim maksadı ile yayınladığı bu eseri üç kısımdan oluşmaktadır: 1. Fetih Sure-i Celilesinin Türkçe tefsiri, 2. İslâmiyet’in yüksek mahiyeti ve yükselişi, 3. İstanbul kuşatmalarına, fethine ve Sultan Fatih’in hayatına dair bilgiler Birinci Kısımda, hakkında; Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Ömer İbnu’l Hattab’ı Huzur-u Saadetine davet ederek, “Vallahi, Bana bu gece bir sure indirildi ki o Bana, güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha sevgilidir.” deyip okuduğu Fetih Sure-i Celilesinin ayetleri, meali ve tasavvufî manaları açısından ele alınmaktadır. “Din, beşeriyetin ruhudur.” diye başlayan İkinci Kısım ise insan toplumlarının hiçbir vakit dinsiz bir hâlde yaşamadığını ve bu hâlin, dinin fitrî bir ihtiyaç olduğuna şahidlik ettiğini beyan etmektedir. Üçüncü Kısmın yazılış amacı ise İstanbul’un çok sayıdaki muhasaralarına ve son fethine dair kısaca bilgi verip bu vesile ile Hakk Teâlâ Hazretlerinin mazhar olduğumuz lütuflarını yâd ederek şükür secdesine kapanmakla vazifeli olduğumuzu muhterem dindaşlarımıza ifade etmektir. Ömer Nasuhi Bilmen’in lezzetine doyulmayan kaleminden, fethi üç önemli başlıkta ele aldığı bu kıymetli eseri okuyucularımızın istifadesine sunarız.
Müslüman kadının; namaz, oruç, zekât, hac, umre gibi ibadetlerinde kendisini ilgilendiren hükümlerin yanı sıra evlilik, boşanma, nafakalar, cenaze, hadler, yiyeceklerde helal ve haramı belirleyen prensipler gibi muamelâtla ilgili bahislerde kadının durumunu açıklayan bu eser; sadece bir ilmihal kitabı olmayıp Müslüman genç kız ve kadının her yönünü, çağımızın gereklerini ve problemlerini de göz önünde tutarak ele alan bir fıkıh kitabıdır. Ezher Üniversitesi Şeriat Fakültesi mezunu yazar İbrahim Muhammed el-Cemel elinizdeki eserini kendi ifadeleri ile şöyle tanımlamaktadır: “Müslüman kadın için bir çalışma ortaya koymak istedim. Bunu evinde bulundur sun, günlük hayatında ibadet veya muamelât ile ilgili herhangi bir ihtiyacı ol duğu zaman ona başvursun diye… Bu nedenle temel kitapları ve uzun fıkhî araştırmaları inceledim, bu konudaki ki tapların kaynaklarına başvurdum, hukukçularla beraber oturup kalktım, konu ları etraflı bir şekilde onlarla birlikte inceledim; eleştirdim, görüş lerimi belirttim. Gerekli gördüklerimi söyledim, görmediklerimi bir kenara bıraktım ve en sonunda bu çalışma ortaya çıktı. Müslüman kız kardeşim; şunu bilmen gerekiyor ki âlimler arasındaki ihtilaflar, Yüce Allah’ın Müslümanlar hakkında dilediği bir rahmetin gereği ortaya çıkmıştır. Ta ki Allah, ibadetlerinde ve muamelâtında onlara ge niş bir imkân tanımış olsun. Resulullah’ın (s.a.) dışında kalan her insanın sözlerinden bir kısmı alınabilir ve bir kısmı reddedilebilir. Ben daha kuvvetli delile sahip bir görüş gördüğüm taktirde onu zikrettim. Delillerinin kuvvet itibariyle birbirine eşit olduklarını gördüysem, bu konuda ih tiyacına uygun olanı seçmek üzere durumu se nin gözlerinin önünde bıraktım. Allah’ın izniyle onların hepsi de doğrudur. Eğer konu ile ilgili farklı ve teferruata dair görüşler varsa bu ko nuda söylenenlerin hepsini ortaya koymaya ça lıştım. Daha sonra bunların özetlerini yaparak konu ile ilgili görüşümü belirttim. Fazla açıklama gereken yerde açıklama yapmaya, özlü konuş mak gereken yerde ise özlü söylemeye çalıştım.”
Peygamber Efendimiz (s.a.), “Ya Rabbi! Sen Bana şefaati vadetmiştin. Beni cennet ehli için şefaatçi kıl ki onlar cennete girsin.” diye dua etti. Allah Teâlâ da, “Seni şefaatçi kıldım ve onların cennete girmesine izin verdim.” buyurdu. Allah’ın kelâmını en iyi anlayan ve anlatan insan Peygamber Efendimiz (s.a.) olduğu gibi gayba ve cennete dair hususları da en iyi anlatan yine O’dur. Bu itibarla müellif, cennetle ilgili ayet ve hadislerin bir kısmını kitabına alarak Müslümanlara kendilerini nelerin beklediğini izah etmek istemiştir.
Müslüman; Kur’an’la sohbet etmekten ve Kur’an okumaktan müstağni olamaz. Kur’an okumak bizatihi ibadettir. Ama Kur’an’ı nasıl okuyalım? Onu sırf okumak için mi okuyalım? Ya da ahireti hatırlamak, ölümü anmak, mahşer ve hesabı yâd etmek için mi? Kur’an’ı, belagatine hayran olalım; üslubunun güzelliğiyle şenlenelim diye mi okuyalım? Yoksa araştırma ve incelemeler yapmak için mi? Veya ekonomik, sosyal, psikolojik ve ahlâkî nazariyeler tesis etmek için mi okuyalım Kur’an’ı? Muhammed Kutub, “Bu şıklardan, istediğimizi tercih edebiliriz. Kur’an okumamızın amacı; bunlardan hangisi olursa olsun, karşılığında mutlaka mükâfat vardır. Yeter ki Allah’a yönelelim ve yaptığımız şeylerin hepsinin gayesi Allah olsun.” dediği bu eserinde, yaşadığımız hayatın problemlerine ışık tutan bu İlâhi kitabı yepyeni bir ruh ve dinamizm ile okumanın yollarını göstermektedir.
Belalarla sınanmanın hikmetine dair İbni Kayyım el-Cevziyye’nin “Pişman Olanları Şeytanın Tuzaklarından Kurtarmak” kitabı ile Seyyid Kutub’un “Fi Zilali’l Kur’an” tefsirinden Nur Suresi’nin 11. ayetten 26. ayete kadar olan bölümünü kapsayan elinizdeki bu eser, çeşit çeşit sıkıntı ve belaların etraflarını sardığı esnada müminlerin nasıl davranmaları gerektiğini aktarması açısından çok önemlidir. Müslümanların başına gelen en büyük musibetlerden biri olan İfk Hadisesi’nin işlendiği bu kitap, Müslüman toplumların böylesi büyük durumlarla karşılaştıklarında takip edecekleri metodu sunmaktadır. Seyyid Kutup bahse konu hadise ile ilgili değerlendirmesini Nur Suresi 11. Ayet-i Kerime ile özetlemektedir: “Onu kendiniz için bir şer sanmayın. Bilakis o sizin için bir hayırdır.” “İman zayıfladığında, Müslümanların imanlarının eksikliği nispetinde düşmanları aleyhte hareket imkânı bulurlar. Allah’a itaati terk etmekle düşmanlarına bu imkânı bizzat veriyorlar.” diyen İbni Kayyım el-Cevziyye’ye göre de “Belki de imtihan geçmiş hesaplara dönmek için bir fırsat, kavuşulması umulan gelecek için bir an durup düşünmektir. İmtihan, insanın olgunluğunu ve kuvvetini arttırır; sadık davetçiler için ise sevap ve derinleşmedir. İmtihan, mümin için asla şerli bir şey değildir. O, Allah Teâlâ’nın kullarını kendine döndürmek için yürürlüğe koyduğu bir hayırdır.”
Bir Müslüman, faizin kaçınılmaz olduğuna ve bu devirde onsuz bir ekonomik düzenin yürüyemeyeceğine inanıyorsa bu onun, bu konularda hiçbir bilgisi olmadığını açığa çıkarır. Bu düşünce baştanbaşa sakat ve yanlıştır. Bu düşünce sadece prensipte sakat olmakla kalmaz, hatta insan hayatı için en önemli ve kaçınılmaz olan ve onsuz dünya işlerinin yürüyemeyeceği bir şeyden bizi men etmeyeceğine inandığımız Allah hakkında da suizanda (kötü düşüncede) bulunulmuş olur. Seyyid Kutub’un “Faiz Ayetinin Tefsiri” kitabı hacim itibari ile küçük ancak muhtevası itibari faiz sistemini her yönü ile ele alan kapsamlı bir eserdir.
Bu kitapta İslam’ın dört temel esasından; namaz, zekat, oruç ve haccın hikmetlerinden ve özünden bahsedilmektedir. Kur’an ve hadislerin ışığı altında, bu dört rükün üzerinde yazılanları inceleyen yazar, bu rükünlerin insanla Yaratıcısı arasındaki bağı ne denli sağlam kurduğunu, kulluğun ancak bu esaslar çerçevesinde teşekkül eden bir yaşam şekliyle gerçekleşeceğini ve insan hayatının bu esaslar çerçevesinde anlam kazanacağını açık bir üslupla okuyucuya sunmaktadır. Nedvi’nin bu eseri yayınlandığı tarihten itibaren İslam dünyasında büyük ilgi görmüştür.
İslâm, yaşayan ve sonsuza dek var olacak, selefimizin bize emanet ettiği bir kültür birikimidir. Bu mirastan saf sünneti, ahlaki yapıyı, en ince ayrıntısına kadar işlenebilir hukuk kaidelerini ve İslâm edebiyatını, kısaca İslâmî kültürü kastediyoruz. Bütün bu değerlerde, her ferdin kapasitesine göre bir katkısı vardır. Bu dine karşı beslenilen güvensizlik duygusunu ortadan kaldırmaya çalışan, yabancı her türlü düşünce ve ideolojilere karşı mücadele eden, dinimizin temel esas ve kaynaklarını her türlü fitneden korumaya çalışan, hadis ve fıkıh üzerinde ümmetin problemlerine çözüm için araştırmalarda bulunan, içinde bulunduğu asrın toplumunun değerlerini İslâmî açıdan hesaba çeken her insanın bu mirasta payı vardır. İnsan aklının donuklaştığı dönemlerde kuvvetli belagat ve edebî üslup ile onları doğruya çağıran herkesin bu muazzam kültür mirasında katkısı mevcuttur. Bu eser, uzun süredir ihtiyaç duyduğumuz bir eksikliği gidermekte ve İslâm tarihi için önemli bir konuyu kapsamaktadır. Eserde, İslâm tarihinin çeşitli dönemlerinde yaşayan Müslümanların siyasî, dinî, ve sosyal yönleri islahatçı bir yaklaşım ile ele alınmış ve özellikle Emeviler döneminden bu yana gelen islahatçı İslâm önderlerinin en önemlilerinin tanıtımları yapılmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’in sûrelerinden her biri insanları doğru yola erdiren, belki her âyeti insanları irşada kâfi gelen hayat düsturlarıdır. Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi olan Fâtiha’nın lâfızları her namazda tekrar edilmekte, manâsı dikkatlice düşünüldüğünde ibadete devama ve günahı terketmeye sebeb olmaktadır. Bir şeyi ifade etmek için birçok isim verilmesi o şeyin şerefine delâlet ettiğinden, Fâtiha sûresinin de “Fâtihatü’l-kitâb” ve “el-Fâtiha” gibi birçok ismi vardır. İlim ve irfan coğrafyamızda belki de en çok tefsiri yapılan sûrelerden biri Fâtiha’dır. İskilipli Mehmed Âtıf Hoca da Türkçeye vakıf olup da Arapçayı bilmeyen mümin ve muvahhidinin istifade etmeleri için her yönüyle Fâtiha sûresini tefsir ve tercüme etmiştir.
“Batı ile Hesaplaşma” Müslümanın Batıya bakabileceği yeni bir bakış açısı takdim ediyor. Düşünceyi açık, güçlü, güzel ve tatlı bir dille tasvir edip, davetçilere ve fikir önderlerine yeni bir üslûp takdim ediyor. Yazar, bu kitabında İslâm davetçisinin durumunu inceliyor ve Batıyı korkutup ürkütmeden açıklık ve sadelikle İslâm’a çağırıyor. Onu insanlığın yönetimindeki önemli ve güç görevini yapmaya teşvik ederek; “Batıdaki imkân ve ilimler, inanç ve yüce gayelerle birleştiği zaman; renk, sınıf, millet ve halk ayrılığına rağmen insanlığa gerçek mutluluğu verebilir.” diyor.
Eserde Medine toplumunun yapısı, özellikleri, sosyal ve ekonomik hayatı incelenmekte ve gerçekleştirilen ilk uygulamalar üzerinde durulmaktadır. Bu eseri aynı konuyu işleyen diğer eserler ve siyer kitaplarından ayıran özellik ise ilk defa bu eserde konular ele alınırken hadis kritiği metodunun kullanılmasıdır. Böylece İslam tarihinin ilk dönemlerine ilişkin eldeki bilgiler ve rivayetler hadisçilerin ölçütlerine göre yeniden değerlendirilmektedir. Yazar Medine toplumunu çeşitli yönleriyle incelerken ilk döneme ait kaynakları da değerlendirmekte ve İslâm tarihinin hadisçilerin metoduna göre yeniden yazılması ve yorumlanmasına yönelik bir model sunmaktadır.
İnsan zıt, çift tabiatlı (Ambivalence) bir mahlûktur. Hem en üstün mertebeye çıkabilecek güçtedir hem de en alt tabakalara düşecek kabiliyette… Dinin koyduğu külli gerçekler, bilimin verdiği ayrıntılı bilgilerle birleşince hayatın normal akışı sağlanır. Biz Müslümanlar insan psikolojisi üzerinde İslâm’ın görüşünü ortaya koyabildiğimiz zaman, Batının bozuk psikolojik ekolleriyle üzerimize akan nazariyeler seline karşı koyabiliriz. Bunun yanı sıra sürükleyip getirdiği ahlâkî, fikrî, sosyal ve ekonomik bozuklukların hepsinin de önüne geçebiliriz. O zaman da krizler içinde bocalayıp kıvranan beşeriyet âlemine büyük hizmetler götürmeye hak kazanırız. Muhammed Kutub, elinizdeki eser ile ilgili olarak “Bu kitap, bütün bölümleri ve satırlarıyla insanı insanca yorumlamak için yapılmış bir çalışmanın ve harcanmış bir çabanın mahsulüdür. Bir yandan İslâm’ın psikoloji konusundaki görüşünü incelerken diğer yandan bizi konunun derinliklerine götürecek bütün psikolojik ekollerin görüşlerine başvuracağız. Bizi böyle bir sentez yapmaktan alıkoyacak hiçbir sebep yok. Ancak tabii ki ilk ve son görüş kaynağımız ve hareket noktamız yalnız ve yalnız Kur’an-ı Azim’dir.” diyor.
Muhammed Kutub, bu eserinde, günümüz müslümanının öncelikle yapacağı ilk işin zihinde yer eden kavramların yanlış yorumlardan ayırt edilerek tashih edilmesi, doğru temeller üzerine oturtulması ve berraklaşması olduğunu dile getirmektedir. Bu olmaksızın atılacak diğer adımların başarısızlığa mahkum olacağını belirten M.Kutub, bu gerçekten hareket ederek Kelimei Tevhid, Kaza-Kader, Medeniyet, İbadet kavramları üzerinde durmaktadır.
İlahî kanunlara uygun olarak gerçekleşen tarihten ibret alınması gerekmektedir. Tarih, sadece olayların aktarılması değil, aynı zamanda da yorumlanması ve değerlendirilmesidir. Yazar, Kur’an’dan hareketle insanın varlığının anlamını, insanın tarihi seyrini ve ilahî kanunların etkisini İslâmî-Batılı yorum şekilleri ölçeğinde inceleyerek Müslümanın tarihe bakışının nasıl olması gerektiği sorusuna cevap aramaktadır.
Bu eserde itikat, ibadet ve ahlâk konularında her Müslümanın dikkat etmesi gereken hususlar açık ve net üslup ile anlatılmaktadır. İslâm dünyasının yakından tanıdığı ve günümüz İslâmî tasavvur ve tefekkürünün oluşumunda büyük payı olan Nedvî, itikat, ibadet ve ruh terbiyesi hususlarında bütün Müslümanlara bir rehber kitap olması için yazdığını belirttiği eseri hakkında ‘‘Bu kitapta şimdiye kadar yaptığım çalışmalarımın davet ve terbiye alanındaki tecrübelerimin özü bulunmaktadır’’ diyor. Eser, Müslümanın hayatının bütün cephelerini Kur’an ve sünnet ışığı altında değerlendirirken, İslâm’ın değişmez prensiplerinin Müslümanın hayatına yansıyabilmesinin şartlarını da göstermektedir.
Bu eserde Kur’ân ve sünnetten hareket edilerek müslüman toplumun özellikleri ortaya konulmaktadır. Adalet ve eşitliğin egemen olduğu bu toplumun yüce ahlâkî değerler üzerinde yükseldiği, dayanışma içerisinde sevgi, kardeşlik ve hoşgörüyü benimsediği, sosyal adaletin tam anlamıyla bu toplumda gerçekleştiği anlatılmaktadır.
Bu eserde müslüman kadının kendisine, ailesine ve toplumuna karşı olan sorumlulukları ele alınmakta, diğer insanlarla ne tür bir ilişkide olması gerektiği ayet ve hadislerle anlatılmaktadır. Eser müslüman kadının hayatın çeşitli alanlarındaki rolünü ortaya koymaktadır. Çocuklarının eğitimi konusunda sorumluluğunu bilen şefkatli bir anne, eşinin yanında onunla birlikte mutluluk dolu bir hayat inşa eden iyi bir eş, anne babasının değerini bilen hayırlı bir evlat, akrabalarıyla, komşularıyla, arkadaşlarıyla iyi ilişki içerisinde olan, bunun yanısıra bilinçli ve kişilik sahibi bir fert olarak toplumun şekillenmesinde rol oynayan müslüman kadının üstlendiği sorumluluklar bu kitabın işlediği konulardır.
Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberlerle ilgili pek çok kitap bulunmaktadır. Ancak maalesef bunların çok azı doğru ve güvenilir bilgilere dayanılarak hazırlanmıştır. Ebu’l Hasan en-Nedvi, İslâmî yayınları takip edenlerin yabancı olmadıkları bir isimdir. Kendisi bu kitabı yazma amacını şu şekilde ifade etmektedir: “Peygamber kıssalarından sizlere anlattıklarımız bizim uydurup anlattığımız şeyler değildir. Onların hepsi Yaratan’ın Kur’an-ı Kerim’de anlattığı kıssa ve öykülerdir.” Elinizdeki bu kitap, her yaşta ve seviyedeki insana seslenmekte olup özellikle gençlerin zevkle okuyacağı bir niteliğe sahiptir
Ebu’l Hasen En-Nedvi’nin, İmam-ı Rabbani’nin yetiştiği ve yaşadığı kültür çevresine yakın olduğundan, onu ve onun eserlerini en iyi tarzda tanıma yorumlama imkanına hakkıyla sahiptir. Nedvi’nin, İslâm tarihi ve kültürüne derin vukufiyeti, çeşitli İslâmi konularda neşredilmiş müdakkikâne eserleri, onu güzel ahlak, insaf ve dürüstlüğü ile İslam aleminde haklı bir şöhret kazanmış biri yapmıştır. Ülkemiz münevverleri, böylesine değerli bir ilim adamının aşırılıktan, ifrat ve tefritten uzak salim kalemiyle yazılmış olgun ve ölçülü eserini okuyunca, Hint bölgesi Müslümanların tarihini, orada İslâm’ın karşılaştığı tehlikeleri, sapıklıkları, bunlara karşı kahramanca mücadele veren İmam-ı Rabbani’yi, onun şeriata nasıl şuurla bağlı gerçek bir mürşid ve mücahit olduğunu, tasavvufa ne kadar değerli yorumlar getirip bid’atlardan ne büyük titizlikle bu sahayı temizlediğini, Sünnet-i Seniyye’nin ihyasına ne denli gayret gösterdiğini daha iyi anlamış olacaklardır.
Bu eser namazın İslamiyetteki anlamını ve müslümanca yaşayışın ayrılmaz bir parçası olduğunu ortaya koymaktadır.Namaz,dinin hemen bütün esaslarını kuşatan bir ibadet olarak ele alınmakta,aynı zamanda imanın hayata yansıyan en açık bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.Bu açıdan kitap’’Namaz dinin direğidir.’’hadisinin güncel bir yorumudur.
Bir kitap adı için oldukça ilgi çekici bir isim, bir Müslüman için ise, acı mânâlar içeren bir ifade…
İslâm dünyasının gerilemesinin en büyük sebeplerinden birinin Batı özentisi olduğu son yıllarda daha da iyi anlaşılmaktadır. Başta Araplar olmak üzere İslâm âleminin, bir tarafta pejmürde, diğer tarafta da şatafatlı ve debdebeli bir hayat sürmeleri bu durumu sarahatle ortaya koymaktadır. Ayrıca Müslümanların 600 küsür yıl hamiliğini yapmış Türklerin de Jön Türklük hareketi ile beraber bu bozulmadaki etkin rolü de unutulmamalıdır.