Bu kitap, bugün yaşamakta olduklarımızı doğru çözümleyebilmek ve yaşayacaklarımız için isabetli bir öngörüde bulunabilmek için, yaklaşık yüz yıldır yaşadıklarımızı ortaya koyma çabasının bir ürünü olmuştur. Okuyucu bu kitapta, bugünün Türkiye’sinde halkın iradesini temsil eden ve üstünde irade olmadığı ifade edilen ve kabul edilen siyasal sistem gereği böyle olması da gereken Meclis’in üzerinde irade olmaya çalışanların ilk örneklerini 23 Nisan 1920’de faaliyetine başlayan Meclis’te bulabilir ve halkın iradesine müdahalenin Türkiye’de köklü bir geleneğe sahip olduğunu görebilir; halkın iradesini ifade biçimi olan seçimlere müdahale ederek sonucu istediği gibi inşa etmeye çalışanların yaklaşık yüz yıldır devlet kurumunun önemli noktalarında yer aldıklarını fark edebilir; halkın iradesi söylemine sımsıkı sarılan ancak eğer bu irade kendi iradesini onaylıyorsa kabul eden, yoksa halkı “cahil sürüsü” olarak algılayan zihniyetin sahiplerinin yine yüz yılı aşkın süredir bu ülkede “iktidar” olduklarını tespit edebilir; bu ülkede birilerinin ülkeyi her şeyi ile kişisel malı gibi kullanma ve yönlendirme zihniyetine sahip olduğunu ve bunu sağlamak için her türlü enstrümanı titizlikle edindiğini, oluşturduğunu ve bunun yaşadıklarımızın önemli bir faktörü olduğunu fark edebilir; bütün manipülasyonlara ve yönlendirmelere rağmen, halkın iradesini biraz ortaya koyma tavrını sergilediği zaman, bunun hemen ses getirdiğinin yüzyıllık süreçte bir çok örneğini bulabilir…
Freud, Eylül 1921’de psikanaliz ve telepati konusunda bir inceleme kaleme almıştı. 1920’lerin ortasında kaybolan bu elyazması ancak Freud’un ölümünden sonra bulundu ve 1941’de redaksiyonu yapılmış biçimiyle yayınlandı. Freud, ilerleyen yıllarda da, başta telepati olmak üzere okültizm üzerinde düşünmüş, birkaç makale hazırlamıştı. Psikanaliz ve Telepati, bu makaleleri bir araya getirmektedir. Freud bu makalelerde, bilim insanı kimliğine uygun biçimde, okültizme tarafsızca bakmakta ve psikanalizle bağdaşır olup olmadığını incelemektedir. Psikanaliz ve Telepati’yi Leyla Uslu’nun Türkçesiyle okurlarımıza sunuyoruz.
Bu kitap zor ve meşakkatli, bir o kadar da maceralı bir sürecin ardından ortaya çıktı. Kitapta bulunan röportajları gerçekleştirmek için bir bölgeye girerken kimi zaman kılık değiştirdim, kimi zaman sınırlarda para karşılığında kaçakçılarla anlaştım. Çatışmaların ortasında kaldım, peşimdeki istihbarat ajanlarını atlatmaya çalıştım, gözaltına alındım, sorgulandım. Özellikle Bağdat’a direnişçilerle görüşmeye giderken şehrin girişinde durdurulup başıma silah dayandığı anı ve Afganistan’da bir saate yakın şiddetli bombardıman altında kaldığım, yanımda insanların ölüp yaralandıkları o zor dakikaları sanırım hayatımın sonuna kadar unutamayacağım. Çünkü o anlar, artık dünyaya veda etme vaktimin geldiğine inanmış ve melekleri beklemeye başlamıştım. İnsan, ölümün kıyısından tekrar yaşama geri döndüğü vakit çok farklı duygular yaşıyor. Hatta hayata alışmakta bile zorlanıyor. Direnişçilerle ve direniş gruplarıyla ilgili karalamaya yönelik, uzaktan yapılan değerlendirmelere asla itibar etmedim. Çünkü savaş bölgelerinde gazetecilik yaparken uzaktan, masa başından yapılan değerlendirmelerin hiç de doğruyu yansıtmadığına bizzat şahit oldum. Bundan dolayı aylarca farklı coğrafyalarda direnişçilerle birlikte kaldım ve günlerce onları dinledim. Kitabı okurken siz de Filistin’den Afganistan’a, Patani’den Çeçenistan’a, Irak’tan Filipinler’e kadar geniş bir coğrafyada yolculuk yapma fırsatı bulacaksınız. Ayrıca dünyaca ünlü direniş liderlerinin hayatlarıyla ilgili bilinmeyenleri, bu kişilerle ilgili benim kişisel gözlem ve düşüncelerimi de okuyacaksınız.
Bir Müslüman genç olarak, namaza bakışınızı ve namazla ilişkinizi hiç sorguladınız mı? Namazlarınızı dosdoğru, devamlı ve huşu içinde yani bilinçli olarak kılabiliyormusunuz? Yoksa, namazlarınızı savsaklayıp ihmal ediyor yada adet yerini bulsun diye, sadece üzerinize bir borç olduğu için mi kılıyorsunuz? Niçin namaz kıldığımızın, namazda neler söylediğinizin, Allah’a hangi konularda söz verdiğinizin farkında mısınız? İşte bu kitap; siz sevgili gençlerin şahsına tüm günümüz Müslümanlarının maalesef içi boşalmış namazlarının içini doldurmaya, onların kıldıkları namazlardan haberdar olmalarını sağlamaya ve dosdoğru, gereği gibi namaz kılmalarına katkıda bulunmaya yönelik bilgi ve yorumlar içermekte; Kur’an’ın tanımladığı, Allah Rasulü ve ashabının kıldığı namazları yakalamak için haydi namaza! demektedir.
2012 yılının 9 Mart günü belgesel çekmek için gittiğimizi Suriye’de, kameraman arkadaşım Hamit Coşkun’la birlikte Esed rejimine bağlı silahlı milisler tarafından kaçırıldık. Kaçırıldıktan sonra yeraltı cezaevinde yaşadıklarımız bizi yepyeni bir dünya ile tanıştırdı. Bu öyle bir dünyaydı ki çoğu zaman insanlığımızdan utandık. Akla gelmeyecek işkence ve zulümlere şahit olduğumuz yeraltı cezaevinde kalırken dışarıdaki hayatın her geçen gün bizden daha da uzaklaştığını, bir rüyaya dönüştüğünü hissediyorduk. Çünkü Esed rejiminin yeraltında kurduğu bu dünya adeta bambaşka bir gezegen, bambaşka bir âlem gibiydi. Baştan aşağı kötülük ve zorbalığın hâkim olduğu yeraltı cezaevinde hayatta kalabilmenin tek yolu ise inanca ve umuda sarılmaktı. Biz de öyle yaptık ve inanç ile umudun insan için ne büyük bir imkan olduğunu bir kez daha keşfettik.
Rotamız Âlem-i İslâm kitabı söze değer verenlerle yine söz, yazı üzerinden bir bağ, bir köprü kurma iştiyakıyla oluştu. Kitabı bitirip son olarak kitabın önsözünü yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda kendi kendime iyi ki yollarda günlükler, notlar tutmuşum. İyi ki ülkelerle, şehirlerle, insanlarla kurduğum bağları, duygularımı, heyecanlarımı bir gün yazmak için içimde saklamışım dedim. Çünkü söz ancak yazıya dökülürse bir anlam kazanıyor ve kalıcı oluyor.Müslümanlar olarak öyle geniş bir ümmete sahibiz ki insan dünya Müslümanlarını keşfettikçe daha bir heyecanlanıyor, soluksuz bir şekilde bu asil topluluğun izini sürmek istiyor. Ben de Âlem-i İslâm’ın izini sürerken bazen acılara, bazen de sevinçlere şahit oldum. Fakat her daim ilginç ve heyecan dolu bir yolculuğun içinde olduğum duygusu beni hiç terk etmedi. Kitapta dünyanın farklı coğrafyalarına yaptığım yolculukların yanında Filistin’e Özgürlük Konvoyu’nda tuttuğum günlüklere de yer verdim.
Ahlak bireyin amel aracılığıyla kendini gerçekleştirmesini ifade eder. Bu yönüyle insanın özü ve onu diğer canlılardan ayıran temeldir ahlaklılık. Akıllılık da dâhil olmak üzere tüm insani vasıfların kendisinden neşet ettiği bir niteliktir. Ancak meseleye yüzeysel bakan modernler bunu reddederler, dünya hakkındaki zanlara zemin hazırlayan soyut akıl üzerinde ısrarcıdırlar. Bu ise görecelik başta olmak üzere ahlakla ilgili fikrî karmaşayı beraberinde getirir. Taha Abdurrahman’ın Ahlak Sorunsalı kitabına da yansıyan felsefi düşüncesinin bütünündeki hâkim çizgi kesinlikle ahlaktır. Onun eserleri çeşitli yönleri ile birlikte ahlak felsefesi adını verebileceğimiz bir alanda konumlanır. Teorik şekilde ifade edilmiş ve uygulamayla zenginleştirilmiş bir ahlaki amele öncelik verir. Filozofun görüşlerini, birbirini destekleyen sorunsallar ve kanıtlamalar biçiminde sunan eser tam anlamıyla bu çizgiye odaklanmakta hem Batı’da hem de İslam dünyasında karşılaşılan temel meselelere eğilmektedir. Onun kapsamlı ahlak düşüncesi yüzeysel ahlakın tersine, bizi otoritenin logosta değil, ahlakta olduğu yeni bir medeniyet kurmaya çağırır. Öyle ki bu medeniyette insanın hakikati aklı ve sözüyle değil, ahlakı ve fiiliyle tanımlanır. Bundan uzak maddeci küreselleşme biçimlerini aşmanın yegâne yolu da ahlaklılıktır. O hâlde insanın bu dünyada düzelmesini ve ahirette kurtulmasını istiyorsak, insanı ahlak medeniyetine hazırlamaktan kaçış yoktur. Seküler modern olanı İslam ahlakı ile eleştiren Ahlak Sorunsalı, insanın varlığının ahlaktan önce değil, onunla beraber olduğu esasını kavramak için önemli bir başlangıç.
20. yüzyılı büyük yıkımlara uğratan araçsal akılla ilgili pek çok eleştiri yapıldı. Hem Batı dünyasında hem de İslam dünyasında meydana gelen sorunları ele alırken kaba bir akılcılıkla yetinilmemesi gerektiği anlaşılmış durumda. Artık hemen herkes ahlaken temellendirilmiş bir dünya görüşünü şu ya da bu şekilde benimsiyor. Faslı dil, mantık ve ahlak filozofu Taha Abdurrahman Dinî Amel ve Aklın Yenilenmesi adlı eserinde tam da bu konular üzerinde duruyor. İslami uyanışa felsefi temeller kazandırmak amacıyla kaleme aldığı eserinde filozof, bunun yapılabilmesi için iki genel şart ileri sürer: Ahlaki tecrübe ve yenilenmiş akli bir yöntem. Ona göre tutarlı ve bütünleşmiş bir uyanış için bu iki husus tam manasıyla anlaşılmalıdır. Tarihin çizgisel değil ahlaki zamandan okumasını yapan Taha Abdurrahman, bilgiyi amelin kurucu esası, ameli de bilginin olgunlaşmış tamamlanışı şeklinde değerlendirir. Söz ve uygulama arasındaki uyumsuzluklara dikkat çeken filozof, sadece İslam dünyasını değil aynı zamanda Batılı gelenekleri özellikle liberal Batılı geleneği eleştirmektedir. Tartışmanın en zayıf akılcılık biçiminden ahlaken zorlayıcı en güçlü akılcılığa doğru ilerlediği eser, İslam felsefesinin ve teolojik metafiziğin öncüllerini, siyasileştirmeyi, tasavvufi uygulamaları, modern selefi tezahürü çeşitli boyutlarıyla ele alıyor. Dinî Amel ve Aklın Yenilenmesi, uyanışın temellerini atmakla kalmayıp değişen durumlarla şekillenen geleceğin yenilikçi yollarını üretecek ahlaki bir yöntemi belirgin kılıyor.
Uzaklara gitmenin ilginç bir cazibesi vardır. Her şeyi arkamızda bırakıp yola koyulduğumuzda yeni bir başlangıca doğru açıldığımızı hissederiz. Sefer yepyeni bir nefes ve farklı bir heyecandır. İnsan önce hayal ve rüyalarında seyahat eder sonra da bu hayal ve rüyalar ülkelere, şehirlere, sokaklara, farklı kültür ve insanlara dönüşür. Eğer gittiğimiz yer içimizdeki merak duygusunu kışkırtıyor ve bize farklı bir bakış açısı sunuyorsa o iyi bir yolculuktur. Tarihin kırılma anlarının çoğunda da bir kişinin veya toplulukların gerçekleştirdiği yolculukların etkisi vardır. Bu anlamda sefer, dönüştürücü olduğu kadar inşa edicidir de. Kuran’da arzullahi vasia, yani “Allah’ın arzı geniştir.” diye buyurulur. İnsan, Allah’ın arzında yolları kat edip yeni insanlar ve şehirler tanıdıkça kendi dünyasında da genişleme hisseder. Endülüs’den Orta Asya’ya, Kafkaslardan Balkanlara, Avrupa’dan Afrika’ya kadar dünyanın dört bir yanına yaptığım gezilerin yer aldığı Sefer’de sadece ülkeler, şehirler, gezilip görülmesi gereken yerler değil; aynı zamanda düşünsel bir yolculukla da karşılaşacaksınız. Siyahi Müslüman lider Malcolm X; “Dar düşünceli insanların her şeyi ne kadar berbat edebildiklerini gördüğümden beri ufkumu genişletmek için seyahat ediyorum.” diyor. Bu yolculuklar da bana çok şey kattı ve kendime, ülkeme, İslam dünyasına, yeryüzüne bakışımda yeni ufukların açılmasına neden oldu.
Ümmet Coğrafyası kitabı, farklı ülkelere yapılan seyahatler esnasında gerçekleştirilen birbirinden önemli görüşmelerin bir araya getirilmesiyle oluştu.
Kitapta Filistin’den Fas’a, Moro’dan Suriye’ye, Libya’dan Makedonya’ya, Kosova’dan Suud’a, Tunus’dan Yemen’e, İran’dan Patani’ye, Nepal’den Malezya’ya, Cezayir’den Pakistan’a, Latin Amerika’dan Arakan’a kadar uzanan güzergâhta nelerin olup bittiği, Müslümanların neler yaşadıkları, tecrübeleri, hangi imkân ve zaaflara sahip oldukları, Müslüman toplulukların umutları, beklentileri, gelecek perspektifleri, Türkiye’ye nasıl baktıkları konu ediliyor. Kitap bu yönüyle ümmetten haberler getiren bir çalışma olma özelliği taşıyor.
Kitabın amaçlarından bir diğeri de Arap isyanlarıyla başlayan süreçle ilgili okuyucuya bizzat kaynağından, bu sürecin önemli aktörlerinden doğru bilgiler aktarmak. İslam dünyasının nerelerden geldiğini, hangi acıları çektiğini, hangi bedelleri ödediğini hatırlatarak içinden geçtiğimiz günlerin daha da iyi anlaşılmasını sağlamak.
Hasan el Benna, Seyyid Kutup, Erbakan Hoca, Şeyh Ahmet Yasin, Malcom X, Rantisi, Abdulhamid Han, Ömer Muhtar, Ali Şeriati, Aliyaİzzetbegoviç ve Mevdudi’den arda kalan düşünsel ve mücadele mirasının izleri de kitabın bir başka konusu.
devamını oku
İslâm ve siyaset ilişkileri öteden beri hararetli tartışmalara konu olmuştur. Bu konudaki düşünce ve tezlerin derinlikli olarak değerlendirilmesi ancak İslâm siyaset ilişkilerinin tarihsel tecrübeyi dikkate alacak bir şekilde analiziyle yapılabilir.
Işıl Arpacı, akıcı bir dille kaleme aldığı kitabında, İslâm-siyaset ilişkilerini, İslâm’ın siyasetinden “siyasetin İslâm”ına, İslâmcılık akımından Türkiye tecrübesinin özgünlüğüne değin İslâm dünyasındaki din-siyaset ilişkilerini çeşitli boyutlarıyla ele alarak bu ihtiyaca cevap veriyor. İslâm’ın siyasetine yön veren ana kavramlar ışığında “siyasetin İslâm”ının ortaya çıkardığı “tarihsel” gerilimi ve bunun tezahürlerini inceleyen Arpacı, aynı zamanda modern zamanlarda İslâm’ın düşünsel açıdan siyasallaşmasına dikkat çekiyor.
İslâm siyaset ilişkilerini, aktörler zemininde inceleyen Müslümanlarda Siyasal Tasavvur geniş bir perspektifle, İslâmcılık, din devlet etkileşimi, kolonyalizm, küresel bir durum olarak ortaya çıkan liberal İslâm gibi oldukça kapsamlı bir tartışma zeminini ele alıyor.
devamını oku
Dünya bilim tarihçiliğinin tartışmasız en önemli isimlerinden biri merhum Fuat Sezgin’di. Derinlikli, uzun yıllara dayanan çalışmaları, sahih bakış açısıyla bilim tarihinin insanlığın ortak malı olduğunu, bugünkü Batı biliminin İslâm medeniyetinin güçlü tesirleriyle doğduğunu ortaya koydu. Sefer Turan’ın söyleşiyle şekillendirdiği Bilim Tarihi Sohbetleri İslâm bilimler tarihinin en önemli isimlerinden Fuat Sezgin’in hayatı, anıları, aynı zamanda bilimler tarihine duyulan tutkunun kitabı… Yaşadıklarını dönemin toplumsal ve siyasal panoramasını çizerek anlatan Sezgin, 1940’larda adım attığı üniversitede yavaş yavaş yazma eserlerin ve bilimler tarihinin sınırsız dünyasına yolculuğunu, alışıldık kalıpların dışına çıkan öğrenme şevkini gözler önüne seriyor. Ne var ki akademik araştırmalarıyla ses getiren Sezgin, 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sırasında yürütülen tasfiye sonucunda kürsüsü elinden alınan bilim adamlarımızdan biri olmaktan kurtulamayacaktır. Fuat Sezgin, kitaptaki söyleşilerde sadece geçtiği bu yolları anlatmakla kalmıyor, bakış açısına yön veren bilimler tarihi alanındaki gelişmeleri de tüm ayrıntılarıyla sunuyor. Bir yandan icatlar, buluşlar hakkında muazzam bir sohbete şahitlik ederken diğer yandan bilimler tarihine, Hellmut Ritter, Carl Brockelmann, George Sarton, Franz Rosenthal gibi isimlere, oryantalist araştırmalardan İslâm âleminin ahvaline, İslâm kültür çevresinde Müslüman bilginler tarafından yapılmış aletlerin modellerinin sergilendiği müzelere uzanan kapsamlı bir dökümün sunulmasına da tanık oluyoruz. Sefer Turan’ın Bilim Tarihi Sohbetleri, sadece bir insanın hikâyesini anlatmıyor; insanların yaptıkları iyi işlerle kendi hayatlarını olduğu kadar başkalarının hayatlarını da nasıl zenginleştirdiğini gösteriyor… Bu yönüyle çalışma, bilim tarihine ilgi duyanlar için olduğu kadar İslâm’ın bilimler tarihindeki yaratıcı rolünü kavramak için de bir başucu kitabı niteliğinde…
Malcolm X, 1960’lardan bu yana Afro-Amerikan kuşakların Amerika’da tam eşitlik için verdiği mücadelenin efsane isimlerinden biriydi. Yoksul gettolardan şehir meydanlarına akan siyah öfkenin bizzat kendisiydi. Aynı zamanda sırf derilerinin renginden dolayı ayrımcılığa uğrayan, aşağılanan, hakları elinden alınan milyonlarca Afro-Amerikalıya öz güven duygusunu, mücadele azmini aşılayan özgün bir kişilikti. Bu yıllarda hem sivil haklar mücadelesi yapan liderleri hem de beyaz politikacıları eleştiren Malcolm X’in düşünce dünyasını dolaysız olarak yansıtan konuşmaları kendisinin hayatı boyunca yaşadığı dönüşüme dair etraflı bir resim çizebilmek açısından olmazsa olmaz metinlerdir. İşte, Amerika’ya Meydan Okurken kitabındaki konuşmalar, söyleşiler ve notlar ihtiva ettiği önem ile birlikte, hitap edilen kitledeki ve tarihsel bağlamdaki karşılığı dikkate alınarak, tekrarlardan arındırılmış ve kronolojik bir şekilde okurlarla buluşuyor. Irkçı gettolaştırma siyasetine itiraz eden konuşmalar, adına şarkılar bestelenen, filmler yapılan bu mücadele insanının düşünce dünyasında olup bitenlerin kuşatıcı ve olabildiğince eksiksiz bir hikayesini anlatıyor. Amerika’ya Meydan Okurken, kurumsal ırkçılığa karşı mücadele eden Malcolm X’in çok katmanlı hayatının ritmine ve gerçeklerine ışık tutan kapsamlı ve özgün bir eser olma özelliğini taşıyor.
Tarihin derinliklerinde kalmış olan Medyen ve Eyke’deki egemen sosyo-ekonomik düzenle çağımıza hakim olan küresel sistem arasındaki benzerlikler bir hayli şaşırtıcıdır. Kur’an’ın beyanından öğreniyoruz ki, Medyen ve Eyke’nin yönetici elitleri, çeşitli ticari hile ve sahtekarlık yöntemleriyle aşırı kâr sağlamayı, insanların mallarını gasp ederek haksız kazanç elde etmeyi bir alışkanlık haline getirmişlerdi. İnsan haklarını açıkça çiğnemeleri, soygun ve yağmacılığı meşru kabul etmeleri nedeniyle ticaret hayatının güvenliği kalmamış, sosyo-ekonomik düzen tamamıyla bozulmuştu. Refah ve bolluktan şımaran mutlu azınlık, ekonomik ve siyasal güçlerine güvenerek kendilerinden daha zayıf gördükleri mümin insanlara işkence baskı yapmakta, onları zorla kendi batıl sistemlerine entegre etmeye çalışmaktaydılar. Bugün de bu soygun ve vurgunlar son derece ince ve akıl almaz yöntemlerle yapılmakta; müminleri ve mustaz’afları baskı altında tutmak için de aynı Şeytani sinsi yöntemler kullanılmaktadır. Dolayısıyla Medyen-Eykelileri bekleyen akibet, bu çağın fesatçılarını da beklemektedir.
Osmanlı İmparatorluğunun son yılları ele alınırken öne çıkan komutanlardan Ömer Fahreddin Paşa, Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki destansı Medine savunmasından dolayı tarih yazımında kahramanlığı ile öne çıkmıştır. Ümmet-i Muhammed’in ruh dünyasında “Medine Müdafii” olarak yer edinmesi bundandır. Abdullah Yıldız, Fahreddin Paşa ve Medine Savunması adlı eserinde, Osmanlı’nın dağılma sürecinde düşmanlarınca dahi “çöl kaplanı” yahut “kaburgalarına kadar tam bir askerdir” denilmek suretiyle kahramanlığı kabul edilen Medine müdafaasının kumandanı Fahreddin Paşa’yı anlatıyor. Onun kahramanlığını, manevi dünyasını kuran Hz. Peygamber (s.) muhabbeti ve hassasiyetleriyle birlikte ele alıyor. Kitapta bu süreçte yaşanan siyasal ve diplomatik gelişmeler kadar İslam aleminin çöküşüne, buhranına ve parçalanmasına yol açan faktörleri de inceleniyor. Medine müdafaası ile Anadolu’nun istiklal ve diriliş mücadelesini tutuşturan kıvılcımı birlikte ele almanın gerektiğine de dikkat çekiliyor. Dönemin panoramasını daha iyi kavramak için mutlaka okunması gereken bir eser. Yıldız, sadece bir müdafaayı anlatmakla kalmıyor, Hz. Peygamber’in “rahmet” ve “cihad” anlayışını ilke edinen Fahreddin Paşa’nın bugünün Müslüman genç öncülerine, örnek alacakları güzel bir miras bıraktığını hatırlatıyor.
1960 sonrası küresel muhalefetin tahayyülünde müstesna bir yeri bulunan Malcolm X, Afrika ve Amerika’daki pek çok devrimci grubun yanı sıra İslam dünyasındaki hareketlerle de irtibat içerisinde oldu. Malcolm X’in yeniliklerle dolu yolculuğu, birçok bakımdan hayatı boyunca sürecek olan inancın anlamını ve özünü arama arayışından kaynaklanır. Hayatının dönüm noktalarından biri hiç şüphesiz hac vecibesini ifa etmek için gittiği Mekke ziyaretidir. Malcolm X, İslam’ın hakiki evrenselliğini benimsediği hac dönüşünde insan hakları için mücadele yürüten gruplarla işbirliği de dahil olmak üzere siyah Müslümanları destekleyen beyazlarla da çalışmak istediğini söyledi. Çok sahici bir tarihi figür olarak Malcolm X’in Amerikalılar arasında nasıl dirildiğini anlamak için onun müstesna hayatını bütün boyutlarıyla yeniden ele almak gerekir. Ödün vermez bir mücadele insanı olarak her tarafta hayranlık uyandıran Malcolm X’in hayatının gerçek ayrıntılarını kavramak için sağlam mizah anlayışına yaslanan ve ideolojik muhaliflerinin gardını düşüren konuşmalarını yeniden okumak onun hayatının ıstıraplı ama aynı zamanda haysiyetli hikayesini gözler önüne serecektir. İşte, Biraz Aksiyon onun içsel benliğini, ruhunu ve canlılığını anlamanın yolunun konuşmalarından geçtiği düşüncesiyle hazırlandı. Biraz Aksiyon, zihinlerdeki cana yakın ve samimi Malcolm X imgesinin oluşumuna katkı sunan konuşmalardan oluşuyor.
Canlı ve dinamik bir ruhla okunan Kur’an, inkılapçı mücadelenin pratik sonuçlarıyla her an yüzyüze olan davetçi Genç Öncü’nün yolunu aydınlatacak, karşılaşacağı problemleri çözmek için gerekli basire, dirayet ve tarih bilincini ona kazandıracaktır.
Puta tapıcılığın çağdaş biçimlerinin yaygınlaştığı bir zamanda Hz. İbrahim’in (a.s) mücadelesi yeniden hatırlanmalı. Zira o öyle bir insandı ki, ateş onu ve kalbinin yüceliğini tanımış, yakmamıştı. Öyle bir insandı ki, babasının yolunu ona saygıda kusur etmeden terk etmeyi bilmişti. Bu yüzden, çağımızda tıpkı onun gibi inanıp dosdoğru davranan bir insan olabilmek oldukça önem taşıyor.
Abdullah Yıldız, İçindeki Putları Kır, kitabında bugünün insanına Hz. İbrahim’in tevhid mücadelesini akıcı bir dille anlatıyor. Onu, günümüz insanını geçici dünya nimetlerine bağlayan şan, şöhret, servet, güç gibi tutkulardan kurtulabilmek için mükemmel bir örneklik şeklinde sunuyor. Aslında kurbanın özü de tam bu noktadadır.
İçindeki Putları Kır, hak yolunda defalarca sınanan yeryüzündeki elçilerin en büyüklerinden Hz. İbrahim ve onun mücadelesinin gerçek değerini hatırlatıyor.
Namaz kılan bir mü’min, bir bakıma günde beş kez muharebe meydanına çıkmakta ve ‘Allah’u ekber’ sloganını dilinden düşürmeyerek nefsiyle ve Şeytan’la kıyasıya savaşmaktadır. Zaten; ilahlaştırılmaya meyyal olan nefisleri ayaklar altına almadan, putlaştırılan dünyaya ve onun nimetlerine karşı ahireti tercih etmeden, şeytana ve onun askerlerine kin duymadan, Allah’ın dışında ilahlık ve rablık iddia eden bütün otoriteleri reddetmeden kılınan namaz beyhudedir. ‘Yalnızca Allah’a ibadet edeceğine ve yalnızca O’ndan yardım dileyeceğine’ dair söz verdiği halde; sahte ilahlara kullukta bulunmaya, onlara alkış tutmaya devam eden, Allah’ın dışındaki fani varlıklardan medet bekleyen kimse, havanda su dövüyor demektir.’
nsan varoluş ve yaratılış gayesinin gereğini yerine getirmek istiyorsa, Allah’ın mülkü olduğunu bilmeli ve bir ‘abd’ bilinciyle davranmalıdır. Eğer ‘abd’ olduğunu unutur veya reddeder de kendisini mülkün sahibi veya ortağı kılmaya kalkışırsa yaratılış gayesini tersine çevirecek sapma başlıyor demektir. Bu sapmanın neticesi ise, sadece dünya hayatı düşünüldüğü zaman, aldanma, yanlışlık, kötülük, zulüm, sömürü, keder, gözyaşı, acı çile, ahlaksızlık, sapıklık ve benzerleridir. Şirk işte böylesi bir sapmadır ve dolayısıyla arızidir, yanlıştır tehlikeli bir gidiştir. Peygamberler ise böylesi tehlikeli bir gidişin önünü kesmek, böylesi yanlış bir sapmayı önlemek ve gerçekleşmiş olanları tekrar güzergâhına oturtmak için gelirler; “Andolsun ki her ümmete Allah’a kulluk edin, tağutlardan kaçının” diye peygamberler göndermişizdir.
Peygamberler, insanların idrakine, duygularına hitap edip, bulundukları yolun yanlışlığını gösterir ve dosdoğru yolu tarif ederler; “İşte benim doğru yolum bu. Ona uyun,(başka)yollara uymayın ki, sizi O’nun yolundan ayırmasın! (Azabından) korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye ediyor.”(6/153)
Bunun gereği ise, Tevhid gerçeğini açıklamak ve gereğini göstermektir:
İnsan ile Rabbi olan Allah arasında uyum.
İnsan ile toplum arasında uyum. İnsanın inanç, düşünce ve yaşantısı ile mutlak hakikat ve yaratılış gayesinde uyum.
Missouri Gemisi İstanbul’a demirlediğinde takvim yaprakları 5 Nisan 1946 Cuma gününü gösteriyordu. İkinci Dünya Savaşı bitimindeki bu kritik tarih, Cumhuriyet Türkiye’sinin kaderini şekillendirecek gelişmelerin başlangıcıydı. Mecliste yapılan konuşmalar ve gazetelerde yayımlanan yazılar ABD’nin Türkiye’de sempatiyle anıldığını, iyiliksever, koruyucu ve kurtarıcı bir imgeyle baş tacı edildiğini hatta kutsandığını gösteriyordu. Başbakan Şükrü Saraçoğlu için ABD “Dünyanın en mükemmel çocuğu” idi. CHP vekili Muhittin Baha Pars Amerikan Başkanı Roosevelt için “Peygamber gibi temiz ve kusursuz” nitelemesinde bulunmuştu. Celal Bayar ise Türkiye için NATO’nun “imanlı bir uzvu” diyordu. Türkiye’nin siyasal ve kültürel elitine hakim olan bu duygusal atmosfer yaklaşık yirmi yıl boyunca devam etti. 5 Haziran 1964 günü ABD Başkanı Lyndon Johnson tarafından İsmet İnönü’ye yazılan mektup, Türkiye’deki yerleşik Amerikan romantizmini sarstı. O günden sonra Türkiye ABD ilişkileri hiç bir zaman 1950’lerdeki altın yıllarına dönemese de, ABD’nin Türkiye üzerindeki belirleyici etkisi devam etti.
Aliya İzzetbegoviç’in kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevaplardan bir kısmından oluşan Geleceği Yenilemek, onu mücadele ve düşünce hayatının bir özeti olarak değerlendirilebilir. Zira burada hem hayatı hem bir ahlaki mesele olarak Bosna mücadelesi hem de İslâm dünyası üzerine söylediklerini görmek mümkün.
Bu yüzden de kitap bir İzzetbegoviç seçkisi olarak okunabilir. Kitabın bu niteliği, İzzetbegoviç’in fikri ve siyasi mücadelesini kavramaya dönük çalışmalarda onu öncelikli kaynaklardan biri haline getiriyor. Ayrıca söyleşilerin İslâm dünyasının geçmişi ve geleceğine dair birtakım vurgular taşıması yanında 2000’lere kadar uzanan bir zaman aralığında İzzetbegoviç’in düşüncesinin ve mücadelesinin hangi soru(n)lar etrafında şekillendiğini görmeye de imkân tanıyor.
Bu küçük kitap, İslâm dünyasının kemikleşmiş sorunlarının nasıl aşılabileceğine dair bir ufuk çiziyor. Çağdaş İslâmî uyanışın umdelerini bilmenin büyük güveniyle… İnsan fıtratının köleleştirilmesine karşı çıkarak… Bilinç ışıkları yakarak… Geleceğin tortularla değil, mesuliyet bilinci ve muhasebeyle kurulabileceğinin farkında olarak..
Biz, bu çalışmamızda; insanlık tarihinin en güzel, en hayırlı insanlarından Hz. Yusuf’un (a.s) güzelliklerle dolu kıssasını, bugünün dünyasında yaşayan müminler olarak günümüze taşımaya gayret edeceğiz. Bunu da Yusuf Aleyhisselam’ın hayatının üç önemli aşamasına işaret eden simgesel üç gömlek ekseninde çerçevelemeyi deneyeceğiz. Hz. Yusuf’un çocukluk dönemini hatırlatan kanlı gömleğinin onun mazlumiyet ve mağduriyetini simgelediğini, delikanlılık dönemini özetleyen arkası yırtık gömleğin onun iffet ve ismetini simgelediğini, olgunluk ve iktidar dönemini işaret eden son gömleğinin yani kardeşleri vasıtasıyla babası Yakub’a gönderdiği “Yusuf kokulu” gömleğin de onun istikrar ve istikametini simgelediğini düşünerek bu güzel kıssadan günümüz için, günümüzün Genç Öncüleri için dersler çıkarmaya çalışacağız.
Avrupa kaynaklı ırkçılık; sömürgeciliğin, emperyalizmin, soykırım hareketlerinin, kapitalimin, liberal ekonomik modellerin ve nihayet aşırı tüketim, israf ve konfora dayalı modern Batılı hayata tarzının ideolojisidir. Irkçılık ideolojisi gereği, insanların deri rengi veya kafatası yapısından yola çıkarak yetenekleri, eğilimleri ve davranış biçimleri belirlenmeye çalışıldı. Rudyard Kipling’in yücelttiği “beyza adamın yükü”nü kavramaktan aciz, onun uygarlaştırma çabasına karşı koyan “vahşi” ve “yarı şeytan” topluluklar, ortadan kaldırılması gereken hilkat garibeleri olarak muamele gördü insanlar.
İşte Güney Afrika’nın yerli insanları bu gerçeği, bütün bu farklı aşamalarda alttan alta işleyen, hemen hiç kesitiye uğramayan bir ırkçı damarın varlığını bizzat yaşayarak öğrendi. Güney Afrika’da apartheid öncesinde, esnasında ve sonrasında yaşananalar bunun en çarpıcı örneliğini sunar.
Bu kitapta iki esas noktayı hedeflemekteyim ve onları, yazdıklarım içerisinde en önemli ve en kıymetli işlerden sayıyorum. Bunların birincisi: İnsanı ilim yoluna koymaktır. Bu da ilim kabiliyetini insanlara aktarmak ve bu kabiliyeti aralarında yaymakla olur. İşte bu, bana göre kolaylaştırılması için uğrunda çabaların sarfedilmesi gereken en kutsal görevlerden biridir. Bu yapılacak ki, insanların ilim havası içerisinde yaşamaları mümkün olsun ve bunun yaymış olduğu tatminkârlıktan, vakar ve aklî sağlamlıktan istifade edebilsinler. İkincisi ise barıştır. Barış, ilmin doğurduğu bir şeydir. Ancak ilim yoluyla insan, bozmadan ve yok etmeden insanın ıslahının mümkün olacağını anlar. Çünkü hilelerin âciz bıraktığı az bilgi, yıkmaya ve yok etmeye sığınır. Zaman zaman da düşmanlığı samimi dostluğa çevirecek ilme yöneleceği yerde “bana ve düşmanlarıma karşı” gibi bir düşünceye sığınır. İlim kabiliyeti olmayanların ona yüzeysel bir saygılarının olduğunu, ancak ciddiyeti görünce onu da kaybettiklerini ve azı dişleriyle ilmi parçalamak için sırıttıklarını görmekteyiz. Öyle ki, böyle kimselerde tepki hakim olmakta, ve bu tepki aklı örtmekte, işlevsiz bırakmakta sonra da içgüdüsel savunma mekanizmalarına uyma yoluna gitmektedirler.
Mevdudi, Gelin Müslüman Olalım kitabında anlamını yitirmiş ya da gerçek anlamından uzaklaşmış olan pek çok hususu yeniden açıklamıştır. Kitap, 1940’tan beri, onu okuyarak değişen pek çok insanın ruhsal, zihinsel ve kültürel alandaki ihtiyaçlarına büyük ölçüde ve gerçekten etkili bir biçimde cevap vermiştir.
Mevdudi, sadece sözlük ve kültürel anlamları olan sözlere duygularını katar. Böylece iman, İslâm ve İslâm’ın beş şartı, cihad gibi kavramlar ilk ortaya çıktıkları yıllarda sahip oldukları canlılığa kavuşurlar. Derken inanç ve uygulamalarımızın kabul edegeldiğimiz hareketsiz dünyası kaybolmaya başlar. Mevdudi’nin Cuma konuşmalarından oluşan bu kitapla okur, tebliğin nasıl yapıldığını da kavrama imkânı bulacaktır. Kurduğu bağlantılarla imanın, toplumu ve dünyayı değiştirme gücünü yeniden kazanacağını öne süren Gelin Müslüman Olalım, Müslümanları Allah’ın kendilerinden istediği şekilde Müslüman olmaya çağırmaktadır.
İçinde yaşadığımız modern şehir hayatında, bir yandan görevler ve zorunlu ilişkiler içinde boğulurken, diğer yandan algı yöneticilerinin manipülasyona dayalı kandırma teknikleriyle baş etmeye çalışıyoruz. Zira gerçekle aramıza giren manipülatörler; gördüklerimizi, duyduklarımızı ve hatta dokunduklarımızı nasıl yorumlayacağımızı belirlemek için profesyonel bir çaba gösteriyor. Neticede algı yöneticileri kolaylıkla verebildiğimiz “hayır” deme ve itiraz etme tepkisini ortadan kaldırarak insanları edilgen hale dönüştüren uzmanlık kodlarından yararlanmakta son derece mahirdirler. Oysa bu teslimiyetçi durum aile, siyaset ve bilim ilişkileri başta olmak üzere toplumsal alanın farklı katmanlarında bizi türlü yalanların kurbanı haline getirebilir. Peki, algı yöneticilerinin manipülasyonları karşısında “hayır” demek hepimize neden bu kadar zor gelir? Usta yalancıların yönettiği bir dünyada yaşadığımızın farkında mıyız? Onaylamadığımız düşünceleri onaylar görünmek pahasına, bizi başkalarına uyum sağlamaya iten nedir? Dahası kandırmanın başarılı olmasında “niçin?” sorusunu sormayışımızın etkisi ne düzeydedir? Kampanyalar ve sürekli tekrar bizi nasıl yönlendirir? Manipülasyonları başarılı kılan unutkanlık, duygusallık ve düşüncesizlik zaaflarından kurtularak algı yöneticilerine karşı direnmeyi nasıl başarabiliriz? Mücahit Gültekin, Algı Yönetimi ve Manipülasyon’da kanmanın ve kandırmanın psikolojisinin nasıl işlediğini çeşitli örneklerle gözler önüne seriyor. örnekler sağlık, eğitim, bilim, siyaset, sinema, ticaret ve İslam tarihi gibi farklı alanlardan seçilmiştir. Elinizdeki kitap manipülatörlerin tekrara dayalı kandırma süreçlerini sekteye uğratmak için her daim eleştirel düşünmenin gerekli olduğunun altını çiziyor. Gerçeğin peşinden sabırla yürüyerek yalanı, yalancıyı ve yalana maruz kalanı inceleyen yazar, algı yöneticilerinin operasyonlarına karşı direnememenin sebep olduğu sıkıntılardan kurtulmayı vaat ediyor.