Epsilon Yayınları

  • Hercai 2: Meftun

    Yıkık dökük bir mazinin ortada bıraktığı yaralı bir adamla en az kendisi kadar yaralı olan bir kadının paramparça sevda hikâyesi bu. Hayallerini asmış bir kadının, yeniden düşlere tutunuş hikâyesi bu. Hercai bir adamın, meftuna dönüş hikâyesi… Ne bir veda sözcüğü ne de haklı bir isyan. Hiçbir şey, onu sevmemeye yemin ettiği adamın karşısında güçlü tutamamıştı. Dudaklardan dökülen her serzeniş karşısında ördüğü duvarları biraz daha yıksa da, onu bir daha affetmeyeceğine dair büyük bir yemini vardı. Asla boyun eğmeyecekti, ihanetini unutmayacak, o adamı yeniden sevmeyecekti. Olmamıştı… Yeminlerini bozduran, karanlık bir gecede ellerinden tutan, onu düşüren adamdan başkası değildi. Yaralıydı. Lakin o adam daha yaralıydı. Seviyordu. Lakin o adam daha çok seviyordu. “Dinle,” diyordu yürek yakan bakışlarını kuzguni harelere emanet ederken. “Dinle ki anla öldüğümü, seni öldürdüğümü sandığım her yerden! Sen sadece bir bıçaktın. Bense o bıçağın düşmanıma değil, kalbime saplanacağını hesaba katamayan bir zavallıydım…”

    11,39
  • Martı Jonathan Livingston

    Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı.
    Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi, martılara kahvaltı zamanının geldiğini haber veriyordu. Binlerce martı, bir lokma yiyecek için mücadeleye girişmişti bile. İşte zor bir gün daha başlıyordu.

    7,94
  • Hercai

    Her şey, zamansız bir ölüm yüzünden başladı. Bu ölüm beraberinde, körpe bir yüreğe öfke ve kin getirdi. Aradan uzun, çok uzun yıllar geçti. Genç bir adamın kalbi ve ruhu birbirinden harap duygularla, acımasızca perçinlendi. Öyle ki, bu hissiyatlar onu uçurumun kenarına sürükleyebilecek kadar tehlikeli hale gelmişti. Yaralı bir mazinin ona bıraktığı en acı hatıra, yüreğinden tüm merhameti söküp atmasına neden oldu. Kara bir kilit vurup derin dehlizlere kapattı vicdanının çığlık çığlığa haykıran sesini. Merhameti ne zaman isyan etse, hep o anı hatırladı. Gözüne uyku girmeyen kara bir gecenin sonunda, akla zarar bir karar aldı! Ait olduğu topraklara gitmeye karar verdi genç adam. Çünkü her şey orada başlayacaktı, yıllar önce orada bittiği gibi… Ve Miran Karaman! Kusursuzca hazırladığı planla, ant içtiği intikamını almak için hazırdı. Yüreğinde kor bir öfke, dilinde kahrolası bir yemin vardı. Şimdi vakit, ödeşmeyi arzulayan deli yüreğini susturma vaktiydi. İçindeki öfkenin bir nebze soğuması için masum bir can yakacaktı… O can kim mi? Reyyan Şanoğlu! “Geceye bir selamım var. Andım olsun ki, adımı ezberleyecek bu şehir!”

    9,09
  • Şeytan Ayrıntıda Gizlidir

    Bir suç şehrinin daracık sokakları arasında….

    Her insanın içinde yatan dizginlenmiş bir karanlık, o ya da bu sebepten bir çıkış yolu bulup bir başkasının yaşamına son verebilir.
    Şeytan Ayrıntıda Gizlidir’de birbirinden farklı motivasyonlarla işlenmiş birçok cinayeti ustaca kurgulayıp soluksuzca anlatıyor Ahmet Ümit. İnsanın içindeki karanlığın peşine düşüyor, yanına aldığı okuru sokak sokak dolaştırıyor peşinde. Anlıyoruz ki bu karanlık hemen her yerde, hemen herkesin içinden kurtulmaya çalışabilir.

    “Sen hiç âşık oldun mu Ali?”
    “Tabii Amirim, şimdi bile kız arkadaşım var” diye yanıtladı beni.
    “Kız arkadaşından söz etmiyorum Ali, aşktan söz ediyorum. Gerçek aşktan, insanı katil eden, rezil eden, insanlıktan çıkaran aşktan söz ediyorum.”
    Biraz düşündü Ali.
    “Açık konuşmak gerekirse, öylesini yaşamadım Amirim” dedi.
    “Öylesini yaşamadınsa Nermin’i de anlayamazsın” dedim. “O yüzden, boşa öfkelenip durma.”

    9,09
  • Sarsıntı 2 / Yüz Yüze

    HER ŞEY SANA AKLIMDA BİR ODA VERMEMLE BAŞLADI.”

    Arda Erel ilk psikolojik romanı Sarsıntı’nın ardından devam romanı Yüz Yüze ile gözlerini bu kez topluma çevirirken, görünenle yaşananın ayrımını mahremiyet düzleminde inceliyor. Kitleleri, toplumsal bakış açılarını, ötekileştirilenleri, tarih boyunca değişmeyen ailedeki iktidar zeminini ve toplumun statüsel yaklaşımlarını kadınlar ve erkekler üzerinden sorguluyor.

    Aşk, hiçbir zaman ne öylesineymiş ne de boş yere.
    Acıysa, ne geçmişteymiş ne de gelecekte.
    O halde aşkı acıdan özgürleştirmek için, herkes birbiriyle
    yüz yüze gelmeli nihayetinde.

    Yüz Yüze, hayattaki düğümlerini çözüp kendi yolculuğuna yürüyenlere dair bir roman.

    9,09
  • Beyoğlu Rapsodisi

    Üç arkadaşın öyküsü bu. Beyoğlu’nda büyümüş, Beyoğlu’nda yaşayan üç ayrı kişilik, üç ayrı kimlik, üç ayrı insan. Ölümsüzlük merakıyla başlayan ölümler. Her cinayetin ardında gizemli bir neden… Ve soruşturma boyunca adım adım, bina bina, sokak sokak Beyoğlu. O çoksesli, çokrenkli, çokdilli, çokkültürlü Beyoğlu. Günümüzün Babil Kulesi… İnsanın bencilliğini, acımasızlığını, öfkesini, çaresizliğini en iyi anlatan mekân… Soluk soluğa bir gerilim, benzersiz bir final…Çok kollu, çok dallı büyük bir ırmağa benzeyen bu muhteşem cadde, papazı, fahişesi, cami hocası, pezevengi, hahamı, Alevi dedesi, bankacısı, işportacısı, öğrencisi, öğretmeni, tinercisi, dönercisi, dekoratörü, evsizi, midye satıcısı, esrar satıcısı, kanun kaçağı, Anadolu kaçağı, Avrupa kaçağı, Amerika kaçağı, Afrika kaçağı, yani yaşam kaçağı, beyazı, karası, sarısı, kızılı yani insan görünümünde olan kim varsa, hepsini, herkesi sorgusuz sualsiz kucaklamıştı.Kiliseleri, camileri, sinagogları, hanları, hamamları, bankaları, giyim mağazaları, kitabevleri, meyhaneleri, birahaneleri, şaraphaneleri, kafeleri, kültürevleri, randevuevleri, sinemaları, tiyatroları, galerileri, vakitleri çoktan dolduğu halde ömür sürmeye çalışan bilmem kaç yüzyıllık inatçı binaları, dar sokakları, kör çıkmazlarıyla Grande Rue de Pera, Cadde-i Kebir, İstiklal Caddesi ya da Beyoğlu nasıl adlandırılırsa adlandırılsın burası her gün, her an değişen yeryüzünün en büyük tiyatro sahnesi gibiydi.”

    8,90
Open chat
Size nasıl yardımcı olabiliriz?