Sevgili meraklı ve sanatsever çocuklar, Fatih Sultan Mehmet’i tanıyor musunuz? Peki, İstanbul’u fetheden padişah olduğunu biliyor musunuz? İşte, elinizde tuttuğunuz bu boyama kitabıyla Fatih’in çocukluğunu, eğitimini, başarılarını ve en büyük eseri olan fethini boyayarak, renklendirerek öğreneceksiniz. Haydi, ne duruyorsunuz? Hazırlayın o rengârenk kalemlerinizi… Fethin Fatih’i sizleri bekliyor!
Mustafa doğduğu şehirden çoook uzak bir ülkeye taşındı. Ramazan yaklaşıyordu. Mustafa Ramazan’ı ülkesindeki gibi yaşamak istiyordu. Eksiklerini tamamladı. Her şey hazırdı. Tek bir şey hariç. Mahyasız Ramazan olur mu hiç? Olmaz tabii. Mustafa ve arkadaşları bir çözüm bulabilecekler mi? Sayfaları çevir haydi!
Doğa deyip geçme, Peygamber’in onu çok severdi; Ağaçları, kuşları, çiçekleri. Toprağın altındakileri ve göğe uzananları. O bir çevreci. O bir doğa dostu. O benim Peygamber’im. Ben O’nu çok seviyorum.
“Kaya Hasan’ın ne demek istediğini anlamamıştı, anlayamazdı da zaten. Hasankeyf halkı yakında şu an oturdukları evlerden yeni evlerine gideceklerdi. Yeni evlenen gelin damat gibi doğup büyüdükleri evlerden kopacaklar, yepyeni bir hayata başlayacaklardı. Köklerini, izlerini, çocukluklarını sular altında bırakacaklardı. Belki attıkları kahkahalar, döktükleri gözyaşları balıklara yem olacaktı. Anlayamazdı ya Kaya, Hasan da buğulanan gözlerinin sebebini anlatmadı. Kaya sormadı ama sormaması gerektiğini anladı.” Hasan, Kaya ve Dicle… Bu üç çocuğun yolları 12.000 yıldır birçok medeniyete ev sahipliği yapan Hasankeyf’te kesişir. Yıllar yıllar önce Hasankeyf Kalesi’nden akrep tılsımı çalınır. Peki, bu üç çocuğun akrep tılsımıyla ne ilişkisi var? Akrep tılsımı yeniden yerine konabilecek mi? Tarih, macera ve gizemlerle dolu bir hikâyede, kahramanlarımızla birlikte bir gezinti yapmaya ne dersiniz?
Bu kitap Duvarın Ardı-Dünyanın Son İnsanları’nın devamıdır. Nükleer savaştan geriye kalan insanlar enkaza dönmüş, yağmalanmış ve elektriksiz şehirlerde hem radyasyonun etkilerinden korunmak hem kalacak güvenli bir yer ve yiyecek içecek bulmak hem de zorbalara karşı savaşmak zorundalardır. Yeni bir hayat kurmak için uğraşan bir grup çocuğun umut mücadelesidir bu. Ormanın içindeki dev bir kütüphaneye yerleşerek yaşamlarını sürdürmeyi başarırlar; tarım yaparlar, keşfe çıkarlar, binlerce kitabın olduğu bu yeri evleri bilirler ve bir medeniyet inşa edeceklerse daha fazla kişiye ihtiyaç olduğunu düşünürler. Ancak başka insanlara ulaşmaya çalışırken korkunç bir gerçeğin de farkına varırlar. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktır.
Süper Kahraman Akademisi’ne hoş geldiniz! Biz kimiz? Nasıl süper kahraman olunur? Bunlar aslında sır ama siz yabancı sayılmazsınız. Anlaşırsak bundan sonra sırdaşız. Bu sırları sadece güvendiğiniz arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz. Tamam mı? Keskin gözler, güçlü kollar, müthiş bir hız, süpersonik kulaklar, dehşetengiz bir dayanıklılık, inanılmaz bir kamuflaj becerisi, aslından ayırt edilemez bir ses taklit yeteneği, ölümcül zehir üretimi, ilginç soy bağları, robotları bile kendine hayran bırakan kuyruklar, harikulade tüyler, fevkalade boynuzlar, sınır tanımayan bir uyku ve daha nicesi… İşte burası: HAYVANYA!
Kitabın kapağını araladığında bir müzik işitmeye başlayacaksın. Bir şarkı bu. Zamanın Şarkısı. Şarkının bir yerinde bir çocuk, Şivliliiiiiiik, diye bağırıyor, duyuyor musun onu? Bir baba çocuğuna ahşap sandığın içinde bir diş hediye ediyor. Birileri, kuşlar için minik saraylar inşa ediyor. Ağaçlar için bayramlar, unutulan meslekler için anma törenleri düzenleniyor. Pelerinsiz süper kahramanları unutmayalım. Bu şarkı, en çok da onları söylüyor! Ve birileri, yıldızların altında enfes bir açık hava sinemasında. Heyecan dorukta. İşitiyor musun? Tabii işitemezsin. Önce okumalısın. Hadi, arala kitabın kapağını. Çocuklar için yazdığı kurmaca eserleriyle tanıdığımız Feyza Kartopu, dördüncü kitabı Zamanın Şarkısı’yla çocukları, denemenin incelikleriyle tanıştırırken bir yandan da eskinin unutulan değerlerini, bugünün sesiyle anlatısına dahil ediyor.
Ben Fare. Fare Fasol. Yani adım Fare, soyadım Fasol. Sürekli adımı, soyadımı anlatmaktan yoruldum. Tanıştıysak esas konuya girelim. Dünyanın ilk köşe yazarı faresinin dünyasına hoş geldiniz. Bu dünyada baltalı vampir komşular, yer altı şehirleri ve kemirme bilgisi dersinden yüksek not alma sırları var. Bu dünya, keskin dişler ile keskin zekâların karşılaştığı yer… Bu dünya, fare masallarının gizemli dünyası… Bu dünya, size uzak ve küçük gibi görünse de aslında sizin dünyanızın aynısı. Belki de burası sizin dünyanız. Tekrar hoş geldiniz…
Yusuf, kitabı dinleyerek ve ona sarılarak huzurlu bir uykuya dalıyor. Bakalım neler oluyor? Haydi beni ve bu kitabı sana okuyanı dikkatle dinle! Güzel okumalar! -Kumru
Bu kitap yazmanın, hayal etmenin, çizmenin, üretmenin, arkadaşlığın neşeli taraflarını ve iyileştirici gücünü çocuklara göstermek için kaleme alındı. Burası bir yaşlı bakım merkeziydi. Per de birçok yaşlı gibi burada kalıyordu. Sorsanız kalmazdı ama ona soran da olmamıştı zaten. Kimi kimsesi yoktu. Ne oğlu ne kızı ne kardeşi ne de tombalak bir torunu. Bu yüzden kendini yapayalnız, bir başına hissediyordu. Fakat son zamanlarda tuhaf bir uğraş bulmuştu. Aslında tam 87,5 yaşındaydı ama şu sıra okula yeni başlayan çocuklar kadar heyecanlıydı! Bu uğraş, onu on iki yıl, üç ay, beş gün gençIeştirmişti. Nasıl mı? Bilmem ki, bana da bunu Per söylemişti. Hatta, “Sevdiğin şeyleri yapmak, kozadan yeni çıkmış bir kelebek gibi hissettirir,” de demişti.
Şöyle başınızı bir kaldırın ve gözlerinizi etrafta gezdirin bakalım. Yoo, o kadar uzağa bakmanıza gerek yok. Hemen yan odada ya da balkonda çiçekleriniz yok mu? Evin bahçesinde, sokağımızda bir sürü çiçek var, değil mi? Bazen görünüyor, bazen kayboluyorlar. Onlar yokken her yer biraz renksiz sanki. Ondan mıdır, bahar gelince ve çiçekler açınca insanın içi kıpır kıpır olur? Şu çiçekleri biraz inceleyelim isterseniz. Nereden gelmişler, neden varlar? Onlarla ilgili şimdiye dek hiç duymadığınız bilgi ve hikâyelere hazır mısınız?
Günümüzden milyonlarca yıl önce yaşamış kocamaaaan büyüklükteki canlıları merak etmemek mümkün mü? Dinozorlardan bahsediyorum, evet. Üzerine birçok film çekilen, kitap yazılan ama hâlâ tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz canlılar… Fakat bilgi sahibi olduğumuz ve gördüğümüzde heyecanlandığımız çokça dinozor iskeleti ve fosili de var. O zaman biz de dedik ki beraberce bir seyahate çıkalım. Bu seyahatte dinozorların dünyasına doğru yol alalım. Ve bakalım neler yaşamışlar, başlarından neler geçmiş, hayatları nasıl sona ermiş? Var mısınız böyle bir seyahate? Varım, diyorsanız hiç durmadan hemen başlayalım. Yalnız dikkat edin, karşımıza her an bir dinozor çıkabilir!
Bir kelebek, kelebek olmadan önce nedir? Tırtıl. Peki ya tren, upuzuuun bir tren olmadan önce? Koca bir demir yığını. O halde her şeyin bir başlangıç hikâyesi var. Peki ya bir başlangıcı ve sonu olmayan? Her Şeyin Bir Başlangıcı Var, doğru sorularla, çocukları bu başlangıç hikâyelerine misafir ediyor ve zor konuları, akıl yürütmelerle anlaşılabilir bir hale getiriyor. Çocukların farkındalık yolculuğuna bir pencere aralayacak tatlı mı tatlı bir öykü.
Macera, yakaladığı kişinin peşini asla bırakmaz! Tıpkı Can’ı rahat bırakmayıp, maceradan maceraya sürüklediği gibi. Matematik evreniyle dünya arasındaki geçişi öğrenen Can, bu kez arkadaşı Furkan’ı kurtarmak için görev başında. Aşırı acayip olaylar ve çılgın sayılarla başı fena dertte olan Can’a, bu yolculuğunda yardım etmek ister misin? Bu fantastik ve gizemli matematik seyahatine çıkmadan önce dikkat etmen gerekenleri sıralıyorum. Sağlığını düşünüyorsan Yüce Pi’nin karşısına çıkma! Cüce Sanço kikirderken kulaklarını korumak için yanına pamuk al. Yüzme bilmiyorsan kolluklarını tak öyle gel. Sayı ejderhası büyükanne Mononulla’nın fotoğrafını çekmeye sakın çalışma! Cemşit Hoca’ya sarılabilirsin fakat Gauss varken görünmez ol. Hayatta kalmak istiyorsan Matematik Kemirgenleri’ne asla yakalanma!
Hafta Sonu Krallığı sakinleri şunu iyi bilir: Arkadaşlık her şeyden önce gelir. Büyük bir eğlence sizi bekliyor. Can sıkıntısı mı? O da ne? Hafta sonu demek arkadaşlarla maceralara yelken açmak demek. Bu ilk maceramızda “Görevimiz Yumurta” diyoruz. Yumurtaları tokuşturmaya hazırsanız sizi de yanımıza bekliyoruz.
Can, bir minyatürün içinden geçerek Matematik Evreni’ne ulaşacağı bu son macerasında Üstat Pisagor’un peşinde! Yok olma tehdidi altındaki sayıları kurtarabilmek için çareler arayan Can, başarılı olabilecek mi? Yoksa Matematik Kemirgenlerinin, sayıların olmadığı bir dünya hayali gerçek mi olacak? Tarafını seç! Üstelik kitabın sonuna sen karar vereceksin! Nasıl mı? Hemen okumaya başla hadi!
Yaşanan nükleer savaş sonrası bir yaşlı bakım merkezine sığınıp hayatlarını yeniden inşa etmeye çalışan bir avuç insan… Bu merkezi yöneten Hugo ve askerleri… Yok olmanın kıyısındaki insanların sıfırdan başlayan bir yaşam mücadelesi… Açlık, yoksulluk, esaret, teknolojik cihazlardan yoksunluk… Uygarlığın en üst seviyesindeki dünya nükleer savaşla nasıl tepetaklak olur? Peki ya savaştan önceki dünyayı neredeyse hiç görmemiş biri, telefonun ya da internetin ne olduğunu nasıl anlayabilir ya da nârenciye bahçesi ve gelincikli bir yamacın kokusunu nasıl bilebilir? Enkaza dönmüş bir dünyada yaşlı bakım merkezinde kalanlar gerçekten güvende midir? Bu bir hayatta kalma, dostluk ve aile hikâyesidir.
Eski zamanlarda bir ayakkabıcı kırmızı tokalı bir çift kırmızı çocuk ayakkabısı yapmıştı. Ayakkabılar akşam olup ayakkabici uyuduktan sonra aralarında sohbet ederlerdi. Ayakkabı çiftinin biri, “Saraya gideceğiz görürsün,” dediğinde diğeri, “Olmaz, küçük sultanın ayakkabısı çoktur, bizi giymeyi unutur,” diye karşılık verirdi. O zaman köyde yaşayalım, derdi ilki. Beriki, “Çamurda tokamız pislenir,” diyerek isyan ederdi. Onlar fısır fisir sohbet ederken sabah olurdu. Bir gün, bıyıklı bir adam, kızı için ayakkabıları satın aldı. İşte bu hikaye de böyle başladı.
Keloğlan’ın dedesi gizemli işlerin Keloğlan da dedesinin peşinde! Ama bir türlü çözemiyor: Özel görev dediği de ne? Nedir dedesine güç veren? Mutlu eden, huzurlu hissettiren? Büyük bir sır var kesin bu işte! İzlerin peşinden gidip gizemi çözmeye çalışırken, namazla karşılaşacağını hiç tahmin edemezdi ki Keloğlan!
İşte karşınızda yiyecek avcısı bir Bıdık canavar! Hem kendi hem adı Bıdık onun. Neden ya da nasıl yiyecek avcısı oldu merak mı ediyorsunuz? Öyleyse hemen sayfaları çevirip, okumaya başlayın ve bu alerjik canavarla tanışın!
Ayna insanın içini de gösterebilir, ama nasıl? Çok sevdiğin fil ve timsah size mi gelsin, evinde mi yaşasın? Bazı kayıplar belki de yeni kazançların sebebidir, ne dersin? Balıkların da çiçeklenme ve meyve verme zamanı vardır. Fayton çeken atla bisikletini durduramayan çocuk belki de aynı çaresizlik içindedir. Peki, hatıralar nasıl yeşil kalır? Evcil hayvanlar sahiplerini sokağa atarsa ne olur? Mustafa Bilginoğlubilgin’den haberleri dinlemek ister misin? Buz Çetesi; gezi, düğün, piknik, sokak konseri…derken tatili dolu dolu yaşıyor. Tatil sonunda Saz Çetesi’ne dönüşüyor ve Mustafa dedeye büyük bir sürpriz hazırlıyor! Şimdi Kiraza Asılan Ayna’nın karşısına geçme ve kuşları sevindirecek yeni eylemler hazırlama sırası sende!
Yerinde duramayan, maceracı, çevreci ve iyiliksever Buz Çetesi’nin sokağında ilginç hikâyeler yaşanmaya devam ediyor. Ahmet, Behiç, Başak ve Hande’yi hangi sıra dışı olaylar bekliyor? Siz hiç köpekle dans eden bir ufaklık gördünüz mü? Ya sakız çiğneyen bir martı?.. Çocuk, yaz yağmurunda boğulma tehlikesini nasıl atlatacak? Yürüyen fileler de neyin nesi? Beşinci kattan dağlara yem serpebilir misiniz? Her şeyi büyüteciyle inceleyen yeni komşu kim? Bir çocuk ezberden hangi belgeselleri anlatabilir? Bir terliğin gizemli kapıyı açabileceği aklınıza gelir miydi? Mustafa dedenin evinde ve bahçesinde neler var? “Veee…Kapı Açılıyor!” Eğlenceli, samimi ve merak dolu serüvene devam etmek ve birkaç iyi adım daha atmak için haydi, içeri buyurun!
Siz hâlâ Sümeyra Nine’nin bahçesini görmediniz mi? Öyleyse çok şey kaybettiniz! Öncelikle şunu belirtmeliyim ki ona bahçe demek büyük haksızlık. Minik bir orman, çok daha doğru olur. Üstelik içindeki ağaçlardan bazıları geceleri masal bile anlatıyor. Onlara masalveren ağacı diyorlar.
Yusuf, tuvaletini yapmayı öğreniyor. Öğrenirken neler yaşıyor? Haydi, Yusuf’un maceralarını okumaya başlayalım! Bakalım neler oluyor? Beni ve sana bu kitabı okuyanı dikkatle dinle. Güzel okumalar! -Kumru
Arkadaşın gelip de oyununu bozarsa neler hissedersin? Ona karşı kendini nasıl ifade edersin? Ne yapmalı ki; hem bizi anlasın hem de aramız bozulmasın? Hadi beraber görelim…
Çok beğendiğin bir oyuncak senin değil de arkadaşının olsa neler hissedersin? Hislerimizi fark etmek ne işe yarar? Aynı oyuncaktan almak tek çözüm müdür? Hadi birlikte görelim…
Sen de mi tuttuğunu koparanlardansın? Harika! Planla ve çabucak yap gitsin mi diyorsun? Haklısın! Kim istemez hayallerine kestirme yollardan ulaşmayı? Peki ya bütün planlarımız daha büyük bir planın parçasıysa? Verdiğimiz sözleri, aldığımız kararları bir muhafız gibi bekleyen ve gerçekleşmesi için dua eden bir bekçiyle tanışmak ister misiniz? Zeynep ve arkadaşlarının nefes kesen maceralarını okurken sözlerin bekçisiyle tanışacaksınız.
Ahmet, Behiç, Başak ve Hande dört iyi arkadaş. Normal şekilde başlayan yaz tatili onlar için yeni bir başlangıç olacak. Peki, attıkları küçük adımlar onları nereye götürecek? Balıkçıyı hayrette bırakan olay ne? Yolunuzun üstünde bir vahşi kabileye rastlasanız ne yaparsınız? Siz hiç ağaçta sallanan meyve-çocuk gördünüz mü? Sihirbaz, kuyudan hangi sürprizle çıkacak? “Fikir babası” duyduk da, “fikir teyzesi” de ne oluyor? Mahalleyi hangi olay ayağa kaldırıyor? Acaba yeryüzünde de yıldız olur mu? Küre ısınıyor, peki ne yapmalıyız? Kapıdaki tehlike için kolları sıvayan Buz Çetesi sizi eğlenceli, samimi ve merak dolu bir serüvene davet ediyor. Birlikte, “Tehlikeye Dur De”meye var mısınız?
Masalların müzelere kaldırıldığı bir şehir düşün… İşte orası Susanpusan Şehri. Ve bu şehirden yola çıkan üç arkadaşın masal gibi geçen yolculuğunu hayal et şimdi. Henüz haritada çizilmemiş gizemli ülkeyi… Kendisini ziyaret etmeye gelenleri ağırlayan kanatlı misafirhaneyi… Hortumundan kayılarak içine girilen, fil şeklindeki kütüphaneyi… Kasabanın tam göbeğinde yer alan, içinde iyiliklerin biriktirildiği kocaman kumbarayı… Üzerinden geçenleri gülümseten köprüyü… Her şeyin sayı ve sırayla yapıldığı köyü… Ve bu upuzun yolculuk boyunca, üç arkadaşın aradığı o sırrı sen de merak ediyorsan, doğru kitabı elinde tutuyorsun demektir. Hadi o zaman, aç kapağımı!
Öyle bir tren düşünün ki önce esrarengiz bir kazaya kurban oluyor, sonra sizi çatlak bir kabilenin eline düşürüyor, ardından da tüm dünyaya rest çeken kural tanımaz bir şehre götürüyor. Söylesenize, bu trenin yolcularından biri olmak istemez miydiniz? Gerçi biletler satıldı ve Macera Ekspresi çoktan yola çıktı ama Yeşil Kafalar’ı yakalamak hâlâ mümkün. Sadece bu kitabı elinize alıp okumaya başlamanız ve hikâyenin, sizi içine hüüüp diye çekmesini beklemeniz yeterli. Ama yanınıza haritanızı, not defterinizi, görünmez kaleminizi, kovboy şapkanızı, süper kahraman pelerininizi, havalı güneş gözlüklerinizi, salçalı ekmeğinizi, gaz maskenizi ve birkaç aile fotoğrafınızı almayı unutmayın. Çünkü uzun bir yolculuğa çıkıyorsunuz ve her şeyi Yeşil Kafalar’dan bekleyemezsiniz. Kendi başınızın çaresine bakmalı ve saksıyı çalıştırmalısınız!
“Beyaz yeleli kahverengi bir at uçsuz bucaksız bir ovadan salına salına geliyordu. Uzun yelesi örülmüş bu güzel at biraz nazlandıktan sonra Hamza’nın yanına gelip durdu. Hamza etrafına bakındı. Ondan başka hiç kimse yoktu etrafta. Bir at bir de Hamza. Bir Hamza bir de at. Biraz tereddüt ettikten sonra Hamza atın ipinden tutup eyere bir güzel oturdu. Hadi gidelim dedi. At ilk başta yürümeyi yeni öğrenen bir çocuk gibi adımlarını korkarak attı. Sonra kafasını kaldırıp Hamza’ya baktı ve hızlandı.”
Bekle! Maceraya atılmadan önce bir kaç uyarı işine yarayacaktır! Yüce Pi’yle tanıştığında hazırlıklı ol. Saygıyla önünde eğil. Fibonacci’yle gazoz içebilirsin fakat Pisagor’a asla asitli içecek teklif etme. Yeni demlenmiş çay, onunla iyi anlaşmanı sağlar. Matematik denince kaskatı kesilip buz dağına dönüşenlerden misin? Bir kalıp buzken, öğretmenin tahtaya soru yazar yazmaz vücudundan son sürat akan ecel terleriyle eriyip bitiyor musun? Fakat gaz hale geçip buharlaşamadığın için tahtadaki soruyu çözmeye muhakkak sen çıkıyorsun. O halde kahramanımız Can’la tanışmak için acele etmelisin. Eskiden olsa Can senle kafa kafaya verip matematikten uzun uzun dert yanabilirdi. Fakat bir gün karşısına Ömer Hayyam çıktı. İşler değişti. Zamanlar arası geçişler yaparak uzun bir yolculuğa çıkması gerekiyor. Matematik tarihine yapacağı bu gizemli yolculukta Can’a eşlik etmek ister misin? Fakat tehlikelerle dolu bir seyahat olacağını sakın aklından çıkarma.
Hayat Dede içinde kaplumbağa kurabiyeler olan koca bir kavanozla birlikte atölyeye gitti. Kapıda her zamanki gibi uzun mu uzun bir kuyruk belirmişti. Sonu evin çatısına bile çıksanız gözükmezdi. Puhu Kuşu kasabasının çocukları, onarılması gereken oyuncaklarını hep Hayat Dede’ye getirirdi. Çünkü o, bir oyuncak tamircisiydi. İşte kavanozdaki kurabiyeler de çocuklara ikram ettiği leziz mi leziz tatlılardan sadece biriydi. Anlayacağınız Puhu Kuşu kasabasında her şey her zamankinden daha da normaldi. Çocuklar, bozulan oyuncaklar, bal renkli tilkiler, Hayat Dede ve Vera nasıl olması gerekiyorsa öyleydi. Ta ki postacı kapıyı çalana dek! Zaten tüm korkunç şeyler hep en sıradan günlerde meydana gelirdi.
Bir çocuk, köstekli bir saat, renklerinden sıyrılan bir gökkuşağı, üzerinde bütün meyveler olan her şey ağacı, kitaplardan bir dağ, otuz kuştan oluşan bir masal kuşu, bir arkadaş ve bir şehir… Macera, heyecan, umut ve merak dolu bu yolculuğa hazır mısın?
Serinin birinci kitabı Ormanı Yemek Yasak’tı. Bu da serüvenin ikinci perdesi. Okulun duvarları mı gıdıklanırmış? Hatta duvar nasıl gıdıklanır? Gıdıklansa bile kim gıdıklar ki? Hem de neyle gıdıklayacağız? Şimdi şaşkınlıktan göğe kadar açılmış o ağzınızı bir kapayın bakalım. Evet, duvarlar da gıdıklanır. Bu bir yatılı okulun asık suratlı duvarları bile olsa öyle. Üstelik kitapta gıdıklanan duvarlardan daha da fazlası var. Çiçeklere doğum günü partilerinin düzenlendiği, tavukların dergilerin genel yayın yönetmeni olduğu, müdürlerin şimşek gibi çaktığı, Vikinglerin okulu bastığı, gezegenlerin bowling oynadığı, Güneş’te çay demlendiği, hayvanların ve bitkilerin insanlara mektup yazdığı, bol bol ağlanıp gülündüğü korkulu, heyecanlı ve yeşil bir hikâye bu. Kamuflaj kıyafetlerinizi, üfürükle çalışan boru tüfeğinizi, çadırınızı, uyku tulumunuzu, içine ateş böcekleri koyup fener yapacağınız cam kavanozunuzu, oltanızı, baykuşları gözleyeceğiniz gece görüş dürbününüzü, pusulanızı, merceğinizi, düdüğünüzü, çakmak taşınızı hazırlayın ve yiyecek stoklarınızı kontrol edin! Çünkü kitabın sayfaları arasına kamp kurmaya gidiyoruz. Hazırsanız, başlayalım.
Yeşik Kafalar’ın kafaları gerçekten yeşil mi? Yoksa onlar birer uzaylı mı? Bu kitap, küçük yeşil kafaları olan uzaylı çocuklarla mı ilgili? Durun durun, hayır! Aksine bu hikaye; ağaçlara şiirler okuyan, kuş yuvalarını kurcalayan ve yıldızları kavanoza dolduran dört acayip arkadaşın maceralarını anlatıyor. Neşeli, haylaz, mızmız, obur, şakacı ve sizden biriler. Sıradan olmaları başlarının canavarlarla, kemiklerle ve cevizlerle belaya girmesine engel değil tabii. Yeşil Kafalar, diğer insanları ormanı yemenin yasak olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Başarılı oldular mı, yoksa vazgeçip ormandan bir ısırık da onlar mı aldılar? Tüm bunlar ve diğer gayretkeş serüvenler için kitabın sayfaları arasında sörf yapmanız gerekecek. Ormanı yemeye çalışacak kadar şaşkına dönmüş insanlarla tanışmak ve sizin çevrenizde de onlardan birileri olup olmadığını öğrenmek istemez misiniz? Belki yan komşunuz belki karşı kaldırımdaki iş yeri sahibi, ormanı yemek için kurulan abur cubur topluluğun üyelerinden biridir. Şey, belki de siz bile… Kim bilir?
Size daha önce kimsenin görmediği bir yerden sesleniyorum. Burası öyle bir yer ki; burada, Ay’ı hapşırtan gökdelenler, mor gezegenler, konuşan yastıklar, öz çekim yapan padişahlar, dünyaya hükmeden tabletler, salyangoz kabuğundan evler yapanlar, uzay gemisi kazanlar ve şekerden dünyalar var. Gerçeği Gıdıklayan Masallar ile Çorap Kral’ın kraliyetine girmeye hazır mısınız?
Annen bir hediye paketiyle içeri girer… Kim bilir neler istiyorsun, neler? Bakalım içinden çıkanları görünce Kurabilecek misin bir sürü hayal?
Peki, nasıl olacaktı? Bütün renkler dönecek miydi gerçekten? Kargayı merakta bırakmadılar, sorularını cevapladılar hemen:
Cesur Kâşif Vera, her yaz ziyaret ettiği oyuncak tamircisi dedesinin evinden ormana doğru yola çıkar. Ama tam o sırada çok üzücü bir şeyin farkına varır. Kırdaki her şey değişmiştir. Eski renkleri, eski canlılıkları, eski tatları, eski kokuları kalmamıştır. Tilki sarısı başak tarlaları bile asfalt grisinden farksızdır. İnsanın kalbini kucaklayan o kadife notalı orman şarkısı artık hiç mi hiç duyulmuyordur. Vera, kayıp orman şarkısını bulmak için Hortgöz ve arkadaşlarının zorbalık krallığını yıkmak zorundadır. Ancak yanında fındık faresi Kikirik’ten başka kimse yoktur. Acaba umut ve iyilik, Hortgöz’ü yenmeye yetecek midir?
Sen de benim gibi oynamayı seviyor musun? O zaman çevir kitabın sayfalarını birlikte eğlenceli bir oyun oynayalım. Oynarken kendimizi keşfedelim. (Çıkartmalı ve oyunlu bu hikaye ile oyun oynayarak eğlenirken öğrenebilirsiniz)
Eski zamanlarda dünyayı gezmek isteyen bir çorap varmış. Çoraba beli ağrıyan bir ninecik yardım etmiş. Konakta yaşayan zengin bir hanım da yardım etmiş. Kervan sahibi bir tüccar da yardım etmiş. İyi kalpli bir derviş de yardım etmiş. Böylece çorabımız dünyayı gezebilmiş. Nasıl mı? Bu kitabın içinde anlatılıyor hepsi. Okumak ister misin?
Ben küçükken küçücükken büsbüyük sorularım vardı… Allah neredeydi? O’nu neden göremiyordum? Ne kadar büyüktü? Nasıl görünüyordu? Aldığım, aradığım ve bulduğum cevapları; yıllarca öğrencilerimle paylaştım. Ve “Neden isteyen ve merak eden her çocuğa ulaşmasın?” diye düşündüm. İşte elinizdeki bu seri tam olarak böyle ortaya çıktı. Rabbini merak eden, O’nu daha da çok tanımak isteyen meraklı miniklerin sorularına verilebilecek birbirinden makul yanıtları, en anlaşılır şekilde aktarmaya çalıştığım bu serinin; ümmetin güzel evlatlarına faydalı olması duası ile…
Allah çeşit çeşit ne de güzel meyveler yaratmış öyle değil mi? Peki, sen hepsini bir görüşte tanıyabilir misin? “Rabbimi Tanıyorum” serisi özellikle küçük çocuklara, etraflarında sürekli gördükleri varlıklar üzerinden Allah’ı ve onun muazzam yaratışını anlatabilmemize yardımcı olması duasıyla hazırlandı.
Salıncak ipi mi yoksa kuyruk mu? Gözlerini aç ve dikkatlice bak! Bu yaramaz hayvanları tanımak çok da kolay değil! Rabbimizin çeşit çeşit yarattığı ve harika özelliklerle donattığı muazzam hayvanlara hadi biraz daha yakından bakalım. “Rabbimi Tanıyorum” serimizin bu güzel kitabının; özellikle küçük çocuklara, etraflarında sürekli gördükleri varlıklar üzerinden Allah’ı ve onun muazzam yaratışını anlatabilmemize yardımcı olması duasıyla…
Okuldaki oyuncaklar, salıncaklar… Hepsi evde var! Peki ama arkadaşlar? Ve öğretmeninin öğrettiği o güzel şarkılar? Okula başlamak üzere olan Minik Canavar’dan kendi gibi miniklere hediye…
Bir canavarın kalbinde pek çok şey olabilir… Peki ya bir Anne Canavar’ın kalbinde kaç sevgi olabilir?
Büyük Canavarlar Ülkesi’nde sadece büyük canavarlar yaşıyordu ve hayat biraz sıkıcıydı. Derken günlerden bir gün harika bir şey oldu!
Ben küçükken küçücükken büsbüyük sorularım vardı… Allah neredeydi? O’nu neden göremiyordum? Ne kadar büyüktü? Nasıl görünüyordu? Aldığım, aradığım ve bulduğum cevapları; yıllarca öğrencilerimle paylaştım. Ve “Neden isteyen ve merak eden her çocuğa ulaşmasın?” diye düşündüm. İşte elinizdeki bu seri tam olarak böyle ortaya çıktı. Rabbini merak eden, O’nu daha da çok tanımak isteyen meraklı miniklerin sorularına verilebilecek birbirinden makul yanıtları, en anlaşılır şekilde aktarmaya çalıştığım bu serinin; ümmetin güzel evlatlarına faydalı olması duası ile…
Duygularımız bizlere uğrayan misafirlerdir, tıpkı öfke kuşları orkestrası gibi. Hiç duygularının içinde bir yerlerde sıkışıp kaldığını ve seni boğduğunu hissettiğin oldu mu? Öyleyse bazen çok öfkelenen Aliş’in, öfkesiyle savaşmayı bıraktığı zaman nasıl güzel bir orkestra şefine dönüştüğünü görmek için kitabın içine bakmaya ne dersin?
Ah, evet… Çocuklar sahildeki kum taneleri kadar çok soru sorar. Hem de her gün… Sorular çocukların başına, lambaya üşüşen ateş böcekleri gibi toplanır. Ellerinizle kovalasanız da onlardan bir türlü kurtulamazsınız. Üstelik bu uçan, minik ve parlak soruların akıllara ne zaman ve nerede geleceği de hiç mi hiç belli olmaz. Etrafta vızıldayarak dolanıp duran bu ateş böcekleri her an her yerde parıldayabilir. Doğum günü pastasını üflerken, ejderhalarla ilgili bir masalın tam ortasındayken, yorganının içinde kamp kurmuşken veya şey… Tuvaletteyken! Ama korkmanıza, kızmanıza, oflayıp puflamanıza gerek yok! Çünkü her soru bir ateş böceğidir. Ateş böcekleri de, bilirsiniz işte, ışıl ışıl ışıldarlar. Bu ışıklar uyuz birer baş belası gibi gözükse de bir fener gibi önümüzü aydınlatır. Biri söndüğünde diğeri yanar. Bu hayat boyu böyle devam eder. Sorular çocuklarımızın en iyi yol arkadaşlarıdır ve çok iyi de birer rehberdir.
Kalemim, arabam ya da aynam kırıldığında hiç dert etmem. Sarılırım bant ya da yapıştırıcıya. Peki ya bir kalp kırdığımda? Bantlasam yapışmaz mı? Acaba ne yapmalı?
Bazen bir treni paylaşmak; anneni paylaşmaktan bile zor gelebilir… Peki ama tren mi vazgeçilmezdir; yoksa kardeşinle geçirdiğin güzel günler mi?
Nedir bu oruç dediğin? Balık mıdır tutulur, börek midir yutulur? Otuz gün boyunca ilmek ilmek örülür, En sonunda mübarek bir bayrama erilir.
Hani kapakta gördüğünüz o acayip ninenin acayip pardösüsü var ya… Hah işte, o pardösünün pek çok cebi var. Hepsi de dolu. Kırmızı cebinde pergel takımı, sarı cebinde çiçek tohumları, mor cebindeyse karnı ağrıdığında yemek için hazırladığı macun bulunuyor. Ahududu reçelinin tarifi, geometri çizimleri, ördüğü bir çorap, kimya formülleri ve kuş yemi gibi şeyler de başka başka ceplerinde. Bunlar ne ki? Siz bir de zeytinyağı ile çalışan uzay gemisini görün!