– Duâ; mü’minin silâhı, Din’in direği, Göklerin ve Yeryüzü’nün nûrudur.
– Duâ; bir şeyin olmasını veya olmamasını , Allah Teâlâ Hazretleri’nden adabına uygun şekilde dilemektir.
– Duâ; Allah Teâlâ Hazretleri’nin afvına mazhâr olmak için bir vâsıtadır.
– Duâ; ihtiyaç anahtarıdır; sıkıntıda kalanların sığındıkları yerdir.
– Derdi olanların, ihtiyacı bulunanların rahatladıkları sahadır.
Muhterem Okuyucu! Elinizdeki bu eser, Fatih Dersimalarından emekli Diyanet işleri reisi, merhum Ömer Nasuhi Bilmen’in, “Büyük İslam İlmihali” adlı bu kıymetli eserin sadeleştirilmesi ile meydana gelmiştir. Bilindiği gibi ilmihal; her müslümanın mutlaka bilmesi gerekli, farz-ı ayn olan; başta temel iman bilgileri ile taharet, ibadet usullerini, nikah-talak ve helal-haram gibi dini hususları öğretmet üzere yazılmış olan dini kitaptır. Elinizdeki “Büyük İslam İlmihali”, müslümanlar için yapılmış büyüyk hizmetlerin başındadır. Her müslümanın evinde bulunması gereken bu eser birçok dini meseleleri ihtiva etmektedir.
Hâfız İbn Kesîr, bu kitâbında Kur’ân’ı Kerim âyetleri ve hadisler ışığında peygamberlerin genel ve özel yaşamını, toplumlarına karşı verdikleri tevhid mücâdelesini, dâvet şeklini, karşılaştıkları sıkıntıları, başlarına gelen olaylar karşısında sergiledikleri dimdik duruşu, sabrı, metaneti, özveriyi, bağlılığı, ihlâsı, dürüstlüğü; başta her Müslüman olmak üzere herkesin bilmesi ve araştırması gereken konulardan, karşılaştığı olaylardan ve ele aldığı işlerden bazen detaylı ve bazen de kısa bir şekilde söz etmiştir.
İmam-ı Gazâlî’nin en büyük eseri olan İhyâu Ulûmi’d-Din, her dönem Müslümanlar için ilk akla gelen başvuru kaynağı olmuş ve bu esere büyük güven duyulmuştur. İhyâu Ulûmi’d-Din, dört ana bölümden ve her bölüm de onar konudan oluşmaktadır. İhyâu Ulûmi’d-Din içinde yer alan konuların her biri, eserin orijinal anlatımı asla bozulmadan, akıcı ve duru bir dil kullanılarak çevirisi yapıldı ve başlı başına birer kitap haline getirildi. İhyâu Ulûmi’d-Din’in üçüncü bölümü olan Helak Edici Şeyler Bölümü’nün üçüncü konusu İki Şehveti Dizginlemek’tir. İmam-ı Gazâlî bu eserinde; açlığın fazileti, faydaları, mide şehvetini dizginleme, açlığın hükmü ve insanların ahvaline göre onun fazileti, şehvetin terkinde riyazetin önemi ve evlenme hususunda yapılması gerekenler gibi önemli konular hakkında bilgiler verir. Sonuçta ise mide, göz ve tenasül organının şehvetine muhalefet eden kimsenin ulaşacağı yüksek faziletler hakkında geniş izahat yapar ve bu noktaya ulaşmak için nasıl bir yol takip edilmesi gerektiğini izah eder.
Buhranlı bir çağda yaşıyoruz. Problemlerimizi çözebilmek için en doğru yolun İslâm olduğunda hemfikiriz. İslâm’ı en doğru şekilde anlamanın yolu ise okumaktan geçer. İnsana en doğru yolu gösterecek birinci kaynağın Kur’an, ikinci kaynağın ise Hadis olduğunun bilincine vararak okumak. İnsanların en büyük felaketlere sürüklendiği asrımızda cehaletin her türlüsünden kurtulmak İslâm Kültürünün bu ana kaynaklarına sarılmakla ancak mümkündür.
“Edep” kelimesi, insanın diğer insanlarla olan münâsebetlerinde veya günlük hayatında güzel ahlâk ve vasıflara sahip olması anlamına gelir. Çoğulu, “Âdab”tır. Fıkıh ıstılahına göre ise Edep, “Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in sünnetine uygun olarak yapılan hareketlerdir.” Daha geniş ifadesiyle Allah’ın ve Peygamber’in emir ve yasaklarına uygun biçimde hareket etmektir. İmam Buhârî “el-Edebü’l-Müfred” isimli kitabını; Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in ahlâkî yaşayış ve emirleri ile ilgili hadislerini derleyerek meydana getirmiştir. Genel olarak, bir ahlâk ve âdâp kitabı olma niteliğini taşımaktadır. “el-Edebü’l-Müfred”, günümüz İslam dünyasının her yerinde, alimlerin, ilim öğrencilerinin, vâiz ve hatiplerin ve özellikle de edep ve ahlâkla ilgili hadis okumak isteyen hemen her müslümanın adeta bir el kitabı olmuştur. Bu eser; Kişiyi; ahirete yöneltecek, İslamî edep kurallarını elde etmesini sağlayacak, insanların gönüllerini kötülük ile çirkinlikten alıkoyacak, vücut organlarının korunup manevî eğrilikleri gidermeyi sağlayacak, hayır ile iyilikleri özendirecek ve kötülük ile çirkinlikleri engelleyecek mahiyetteki hadislerden meydana gelen bir kitap olmayı hedeflemektedir.
İmam-ı Gazâlî’nin en büyük eseri olan İhyâu Ulûmi’d-Din, her dönem Müslümanlar için ilk akla gelen başvuru kaynağı olmuş ve bu esere büyük güven duyulmuştur. İhyâu Ulûmi’d-Din, dört ana bölümden ve her bölüm de onar konudan oluşmaktadır. İhyâu Ulûmi’d-Din içinde yer alan konuların her biri, eserin orijinal anlatımı asla bozulmadan, akıcı ve duru bir dil kullanılarak çevirisi yapıldı ve başlı başına birer kitap haline getirildi. İhyâu Ulûmi’d-Din’ in üçüncü bölümü olan Helak Edici Şeyler Bölümü’ nün ikinci konusu Nefs Terbiyesi ve Ahlâkı Güzelleştirme’ dir. İmam-ı Gazâlî bu eserinde; kalp hastalıklarının birçok kısımlarına işâret ediyor. Özetle onların tedavisi hakkındaki sözün keyfiyetine, hastalıkların hususî ilâcının tafsilâtını yapmaksızın parmak basıyor. Ahlâkın güzelleştirilmesine genel bir bakış sunarak, bedenin ilâcını buna misâl gösteriyor. Tâ ki, bilinmesi insanların zihinlerine yaklaşsın. Tâ ki bununla güzel ahlâkın faziletinin beyanı açıklığa kavuşsun. Sonra güzel ahlâkın hakikatinin beyanı… Sonra ahlâkların riyâzetle değişmeyi kabul etmesinin beyanı… Sonra güzel ahlâka vardıran sebebin beyanı… Sonra ahlâkların tehzibine varan yolların tafsilini bildiren yolların beyanını yapıyor. Sonra nefislerin riyâzeti… Sonra kalp hastalığının bilinmesinin alâmetlerinin beyanı… Sonra insanoğlunun nefsinin ayıplarını bilmesinde vesile olan yolların beyanı… Sonra kalplerin tedavi yolunun beyanı… Sonra güzel ahlâkın alâmetlerinin beyanı… Sonra gelişmenin başlangıcında çocukların riyâzetindeki yolun beyanı… Sonra iradenin ve mücâhede mukaddimelerinin beyanını açıklığa kavuşturuyor.
a. Felsefeyi tenkid etmek,
b. Kelam ilmini yeni bir tarzda arzetmek.
Hazretin ikinci cephesini “İHYA” adlı eseri temsil etmektedir. Zira ‘İHYA’ müslümanların hayatını derinden etkileyen İslami kaynakların başında gelir. Alimler ve tedkikciler onu çokça övmektedir. Örneğin; hadis hafızı imam Zeyneddin Ebul-Fazl el-Irakî [806 Milad.] “İHYA” hakkında şunları söyler: “O İslâmî kitapların büyüklerindendir.”
Gazâli’nin muâsırı ve İmamı Haremeyn’in talebesi Şeyh Abdul-Gafır El-Farisî: “İHYA, Gazâli’nin eşsiz eserlerindendir,” der. Şeyh Ebu-Muhammed el-Kâzerûnî: “Eğer bütün ilimler yok olsa, hepsi İHYA’dan çıkabilir.” der. İmam Nevevî hazretleri “İHYA” yı çok beğenir ve onu son derece takdir ederdi. Bu ve benzer sözlerin mübalağadan ibaret olduğunu farzetsek bile yine de bunlar en azından halkın bu kitabın tesirinde kaldığına delalet eder. Ayrıca alimlerin onu mütalaa ettiğinin delilidir.
İmam-ı Gazâli’nin “Minhâcü’l Âbidin” orijinal isimli bu eserinde; kulların, ibadetlerini hangi şartlarda ve ne şekilde yapacakları, dünya ve ahiret saadetine nasıl erişecekleri açıklanmaktadır. İlmin faziletinden, ihlasın çeşitlerine; kalbi ıslah etmenin çarelerinden, şeytanı kahretmenin yollarına kadar birçok konuda açıklamalar yapılan bu kitap; “salih kulların hayat ve ibadet ölçüleri” olarak da adlandırılabilir.
İmam-ı Gazali’ nin en büyük eseri olan İhya-u Ulum’id-din, her dönem Müslümanlar için ilk akla gelen başvuru kaynağı olmuş ve bu esere büyük güven duyulmuştur.
İhya-u Ulum’id-din içinde yer alan konuların her biri, eserin orjinal anlatımı asla bozulmadan, akıcı ve duru bir dil kullanılarak çevirisi yapıldı ve başlı başına birer kitap haline getirildi.
İhya-u Ulum’id-din’ in birinci cildinde yer alan son kitap Virdler Kitabı’dır.
Bu kitapda; Virdlerin faziletleri, virdlerin sayısı ve tertibi, gecenin virdleri, gece ibadeti, faziletli günler ve geceler gibi konular ayetler ve hadisler ışığında açıklanmaktadır.
* * *
Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Sabah akşam Rabbininin adını an (sabah, öğle ve ikindi namazlarını kıl). Gecenin bir kısmında da O’na secde et (akşamla yatsı namazlarını kıl). Bir de O’nu geceleyin uzun bir süre tesbih et (teheccüd namazı kıl). İnsan, 76/25-26.
Allah, zekât ibadetini İslam’ın temel şartlarından biri kılmıştır. Zekâtı hemen namazın arkasından zikretmek suretiyle, önemini belirtmiştir. Ki namaz, farz kılınan ibadetlerin en üstünüdür. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin.” (Bakara 2/110) Zekât vermede kusurlu davrananlar ve vermek istemeyenlere ilişkin olarak çok ağır tehditler ve cezalar bulunmaktadır. Nitekim Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele.”(Tevbe 9/34) İşte bu açıdan zekât üzerinde durulması gereken dinin asıl ve önemli konularından/farzlarından biridir. Dolayısıyla bu kadar önemli olan bu ibadetin sırlarını ve hikmetlerini ortaya koymak, bununla ilgili açık ve gizli şartlarını sergilemek, zekâtın görünen ve görünmeyen/bâtınî manalarını izah etmek gerekecektir. Bu kitabımızda, zekâtın hem veren ve hem alan açısından durumunu kısaca özetlemek suretiyle konuyu ortaya koymaya çalışacağız.
Makam hırsı denince, insanın ün salması ve şöhret bulması anlaşılır. Bu, gerçekten kötüdür. Aksine övgüye değer olanı, şöhret bulmamak ve sessiz bir hayat sürdürmektir. Ancak bir kimse dinini yayma uğrunda, herhangi bir şöhret ve isim yapma arzusu olmaksızın bir ün yaparsa bu olabilir. Bunun herhangi bir sakıncası yoktur.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kendilerini korudukları dışında, bir kimsenin dini ve dünyası bakımından parmakla gösterilir olması kendisine kötülük olarak yeter. Şüphesiz Allah sizin şekil ve sûretinize bakmaz, O ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.”
Hz. Ali (radıyallâhu anh)’ de şöyle söylemiştir: “Dağınık bir hayat yaşamak, şöhret bulmaktan daha iyidir. Seni ansınlar diye yükselmeye çalışma. Bilgili ol, fakat ağzını tutmasını bil, susmayı bil ki, kurtulasın. İşte bu, iyi kimseleri mutlu kılar ve kötü kimseleri de çileden çıkarır”.
İbrahim b. Edhem de şöyle söylemiştir:
“Kim şöhret peşindeyse, o kimse, Allah’ı tasdik etmemiş demektir.”
Eyyub Sahtiyanî de der ki:
“Allah’a yemin ederim ki, bir kulun doğruluğu ve Allah’a imanı, ancak o kimsenin bulunduğu makamını gizli tutmasına bağlıdır.”
O Allah’ın kulu ve kelimesidir. Her can taşıyan gibi o da ölecektir. Allah Teâlâ onu yüce makamlara göklere kaldırmıştır. Çarmıha gerilen o olmadığı gibi, onu öldürecek olanlar da insanlar değildir. Zamanı gelince Rabbi onu öldürecektir.
Aşk nedir? Cevabını bu eserde bulacaksınız…
Mahlûkatı incelemek, onların harikulâde hâllerini tefekkür etmek, çeşit çeşit mahlûkatın yaratılma hikmetlerini düşünmek, mârifetullah yolunda Allah’a tazim göstermek demektir. Böyle davranmak kişideki yakini kökleştirir. Bu hususta müttakilerin dereceleri de farklı farklıdır. Ben bu kitabı akıl ve basiret sâhipleri için Kuran âyetlerinin birçoğunun işaret etmiş olduğu nimet ve hikmetlerin çeşitlerini târif ederek telif ettim. (Allah celle celâlüh) aklı yarattı ve o akla ahdi göstererek onu tekmil etti, akıl sâhiplerine de mahlûkata bakmalarını, o mahlûkatta bulunan harikulâde hâlleri tefekkür ederek onlardan ibret almalarını emretmiştir. Nitekim Allah (celle celâlüh) şöyle buyurmuştur: “De ki: Göklerde ve yerde neler var, bakın da ibret alın!’ Yûnus Sûresi,101. “Her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı? Enbiyâ Sûresi, 30. Buna benzer pek çok apaçık âyet ve delil vardır ki, bunları ancak selim akıl sâhibi insanlar idrak eder. İmam-ı Gazali
Nûru, doğrudan doğruya sahibinin elinden teslim alan ve kendisinden sonraki diziye baş olan büyük baş: Hazret-i Ebu Bekir (R.A.)… Peygamberlerden sonra cihanın en büyük insanı ve en sadık Peygamber dostu…
Evet, O Hilm âlemi yüce Sıddîk, has odanın sırrını, arkasında dizeye girenlere, bugüne kadar hiç güneş görmemiş ve bozulmamış bir fotoğraf camı gibi teslim etti…
Bu kitap, cihanın en büyük kahramanı, İslam’ın büyük mücahidi, Allahın yenilmez Aslanı ve Evliyalar Sultanı Hazret-i Ali (K.V.) nin hayatından pırıltılar sunmaktadır.
O Ali ki (R.A.) dünyaya gözünü açtığından itibaren Allah Resûlünün sevgisine mazhar oldu ve bir ömür boyu, O mukaddes Nûru nefes nefes içine çekti ve O’nun irfan pınarından ilim ve hikmet suyu içti de Cennetler bile ona müştak oldu.
Fazla söze ne hâcet!
Oku! Düşün, hem iyice düşün!.. Ve bil ki: O Nebiyyi Âhirzaman nazarı dağa değse dağ bile şevkinden harekete geliyordu…
İşte şevk, heyecan, aşk ve iman tüten bir insanın hayatı.
Yayınevimiz , bu eseri Müslümanların istifadesine sunmakla iftihar duymaktadır.
Cennet ehline ışık, canlara candır Ömer,
Ufkunda güneş batmaz, hepten imandır Ömer.
Vefâ bağının gülü ve safanın engini,
Hak’la bâtılı ayırd eden Sultândır Ömer!..
İmam-ı Gazâlî, yaşadığı döneme ait yazdığı kitapları ve fikirleriyle damgasını vurmuş bir din âlimidir.Gazâlî’nin eserleri günümüzde de değerlerini korumakta, en çok okunan ve başvurulan islamî temel kaynak eserler arasında yer almaktadır. İmam-ı Gazâlî’nin en büyük eseri olan İhyâ’u Ulûm’id-din, İslam dünyasında son derece önemli ve müstesna bir değere sahiptir. Her dönem Müslümanlar için ilk akla gelen başvuru kaynağı olmuş ve bu esere büyük güven duyulmuştur. Bu rehber nitelikli büyük eseri, şimdi yepyeni bir formatla size sunuyoruz. İçinde yer alan konuların her biri, eserin orjinal anlatımı asla bozulmadan, akıcı ve duru bir dil kullanılarak sadeleştirilerek, başlı başına birer kitap haline getirildi. Bundan böyle yanınızda taşıyarak okuyabileceğiniz, İhyâ’u Ulûm’id-din kitabından bir bölüm olan “Dua ve Zikir” kitabını, okurlarımıza sunuyoruz.
Mukaşefetü’l Kulüb konu itibariyle tasavvufi bir eserdir. İçerik itibariyle kalpleri hassas bir İslami hayata sevk etmeyi, oraya saf bir İslami hayatı sıkıştırmayı hedef edinen bir eserdir. Mukaşefetü’l Kulüb bir “Kalpleri ihya” kitabıdır. Durumlarını tespit ve keşfedip aralayarak, ortaya çıkararak ıslaha çalışmayı öğreten bir eserdir. Tasavvuf kalp ile meşgul olan bir ilimdir. Malumdur ki, kalp nasıl olursa dış aza ve yaşayış da ona uygun bir manzara arz eder. Allah Tela’nın; “Her kulun kalbini günde birkaç kere kontrol ettiği” hadisinin manasına itibarla tasavvufta amellerin zuhur mahalli olan kalp ele alınmıştır.
İçinde yer alan kıssalar ve haberlerle insanların ibret almalarını sağlamak için düşünce ufuklarını genişleten yegane kitap. Bu sayede en güçlü metodu, en doğru yolu açıklamış, içinde yer alan hükümlerin açıklanmasıyla düşünce alanımızı genişletmiştir. Allah bu kitabında helal ve haramı açık olarak ortaya koymuş, bizzat bir nur ve ziya olarak kitabını önümüze vermiştir. Yanlış saplantılardan kurtuluş ancak bu kitap sayesinde mümkündür. Çünkü bu kitapta gönüllere şifa olacak hükümler yer almaktadır.
Gazâlî’nin eserleri günümüzde değerini korumakta, en çok okunan ve başvurulan İslamî temel kaynak eserler arasında yer almaktadır. İhyâ’u Ulûm’id-din, Her dönem Müslümanlar için akla gelen başvuru kaynağı olmuş ve bu esere büyük güven duyulmuştur.
İhyâ’u Ulûm’id-din içinde yer alan konuların her biri bir kitaptır eserin orjinal anlatımı asla bozulmadan, akıcı ve duru bir kullunılarak sadeleştirilerek, başlı başına birer kitap haline getirildi…
İhyâ’u Ulûm’id-din içinde yer alan önemli bölümlerinden biri de “Uzlet-Yanlızlığa çekilmenin Faziletleri”dir.
devamını oku
İmam Gazali “Helaller ve Haramlar” eserinde dinimizin günlük yaşam içinde uygulamamız gereken kurallarını incelikli ve detaylı bir biçimde bize anlatıyor.
Kitabın birinci bölümünde; helali aramanın önemi ve değerleri, fazileti, haramın kötülüğü, helal ve haramın dereceleri anlatılıyor. İkinci bölümünde; şüphelilerin mertebeleri, bunların kaynağı, haram ile helalden bunların ayır edilmesi irdeleniyor. Üçüncü bölümünde; araştırma, sorgulama, bunların üzerine gitme ve ihmal durumlarının incelenmeleri aynı zamanda bunların helal ve haram sanılma nedenleri araştırılıyor. Dördüncü bölümünde; tövbekar olan kimsenin yapmış olduğu mali zulümlerden arınma mselesi inceleniyor. Beşinci bölümünde devlet büyüklerinin verdikleri maaşlar, hediyeler bunların helal ve haram olma sınırları tartışılıyor. Altıncı bölümünde; devlet büyükleriyle birlikte bulunmak, onlarla oturup kalkmanın kişi üzerindeki etkileri ve hükümleri inceleniyor. Yedinci bölüm olan son bölümde ise; farklı meseleler ve çözümlerine yer veriliyor.
devamını oku
İmam-ı Gazali’ nin en büyük eseri olan İhya-u Ulum’id-din, her dönem Müslümanlar için ilk akla gelen başvuru kaynağı olmuş ve bu esere büyük güven duyulmuştur.
İhya-u Ulum’id-din içinde yer alan konuların her biri, eserin orjinal anlatımı asla bozulmadan, akıcı ve duru bir dil kullanılarak çevirisi yapıldı ve başlı başına birer kitap haline getirildi.
İhya-u Ulum’id-din’ in birinci cildinde yer alan ilk kitap İlim Kitabı’dır.
Bu kitapda; ilmin fazileti, ilim öğrenmenin ve öğretmenin fazileti, öğretici ve öğrenci arasındaki ilişkiler ve görevleri, faydalı ve faydasız ilimler, makbul olan ve olmayan ilimler gibi konular ayetler, hadisler ve İslam büyüklerinin sözleriyle açıklanmaktadır.
* * *
Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Allah sizden iman edenlerle, kendilerine ilim verilmiş olanları derecelerle yükseltir (yükseltsin).” (Mücadele/11)
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyuruyor:
“Kim, ilim isteğiyle bir yola girerse, Allah da O kimseye cennete giden yolu açar.” (Müslim, Ebu Hureyre)
devamını oku
“İslam Akaidi” İslam dininde kesinlikle inanılan hususlar manasına gelir ki, bunlara ‘’İman Esasları’’ da denir. Buna göre iman esaslarını ihtiva eden ilme de “Akaid İlmi’’ denir. Akaid İlmi; Allah’ ın varlığından, sıfatlarından, fiillerinden bahseden bir ilimdir. Akaid ilminin gayesi, taklitten kurtulmak ve tahkiki iman derecesine ulaşmaktır.
Yüce Allah buyuruyor:
«Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarı ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır.»(Bakara 2/164)
“Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüpheniz mi var?”(İbrahim,14/10)
“Andolsun ki, onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah…” derler.”(Lokman,31/25)
devamını oku
“Bir anlık/saatlik tefekkür, doğrusu bir yıllık nafile ibadetten üstündür.”(Hadis-i Şerif) Kaldı ki Yüce Rabbimizin Kitabında; tefekkür, düşünme, ibret alma, dikkatli ve titiz olarak incelemeyle ilgili olarak çok teşviklerde bulunulmuş ve buna ilişkin hükümler yer almıştır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın.”(Al-i İmran, 3/191.) Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Allah’ın yarattığı varlıklar hakkında düşünün/ tefekküre dalın. Ancak Allah’ın zatı hakkında tefekküre dalmayın/düşünmeyin. Çünkü siz gerçekten gereğince Allah’ı takdir edemezsiniz.” Bu kitabımızda; tefekkürün önemini, değer ve faziletini gerek ayetler ve gerekse hadislerle açıklamaya gayret göstereceğiz.
İmam-ı Gazâlî, yaşadığı döneme damgasını vurmuş bir din âlimidir. Gazâli’nin eserleri günümüzde de değerini korumakta, en çok okunan ve başvurulan İslamî temel kaynak eserler arasında yer almaktadır. Her dönem Müslümanlar için ilk akla gelen başvuru kaynağı olmuş ve bu esere güven duyulmuştur. Müslümanların ellerinden düşmeyen ve kitaplıklarında baş köşede duran bu rehber nitelikli büyük eseri, şimdi yepyeni formatla size sunuyoruz. İhyâ’u Ulûmi’d-din içinde yer alan konuların her biri, eserin orjinal anlatımı asla bozulmadan, akıcı ve duru bir dil kullanılarak sadeleştirilerek, başlı başına birer kitap haline getirildi. “Ölüm ve Ölüm Ötesi Hayat” tır kitabını, İhyâ kitaplığı dizisinin ilk kitabı olarak değerli okurlarımıza sunuyoruz.
Varlığın sebebi olan Cenâb-ı Peygamber, mübarek torunları hakkında şöyle buyuruyorlar: “Hasan ve Hüseyin’i seven beni sevmiş ve onlara düşmanlık eden muhakkak bana düşmanlık etmiş olur!” Allah’ın Resûlü o solmaz çiçekleri böyle, bu muhabbetle sevmişlerdi. Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahu anh), bir gün sahabilere şöyle seslendi: “Ey ahali! Allah’ın Sevgilisi Cenâb-ı Muhammed Mustafa’yı (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Ehl-i Beyti’ni koruyunuz! Onlara sakın eziyet ve zulüm etmeyiniz. İyi biliniz ki, ben Hazret-i Peygamberin akrabasını ziyaret etmeyi kendi akrabamı ziyarete tercih eder ve onları bütün yakınlarımdan daha çok severim!..” Allah ve kemâl yolunun büyük kahramanı, velîlerin başbuğu Hazret-i Abdülkadir Geylânî de can ve gönülden haykırıyor: “Benim için pek muhterem, elimden tutacak öyle beş şahsiyetim var ki, bu hayatta veba ateşini, âhirette cehennem şiddetini onlarla söndürürüm. O yüce zatlar da: Allah’ın Resûlü Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem), Aliyyül-Murtazâ, Hasan, Hüseyin ve Fâtıma i Zehra’dır. Allah’ın salât ve selâmı onlara olsun!” Onlar ki, şanlı ve ebedi Peygamberimizin ilahi bakışlarının aydınlığı altında birer saadet incisi olarak yetiştiler ve en büyük mana kahramanı oldular.
Allah, orucu kullarını korumak ve kurtarmak için, dostlarını himaye için bir kale ve bir kalkan kılmıştır. Oruç sayesinde onlara cennet kapılarını açmıştır. Oruç ibadeti, başka hiçbir ibadete benzemez. Çünkü bu, belli şeylerden uzak kalmak, belli bir zaman dilimi içerisinde, yeme, içme ve şehevi istek ve arzulardan uzak bulunmaktır. Bu açıdan başlı başına bir sır/gizli ibadettir. Dolayısıyla oruç tutanların alacakları ecirler, sayı ve hesaba gelmeyecek ve elektronik hesaplamalar ile değerlendirilemeyecek derecede fazladır. Çünkü Allah oruç tutanlara öylesine bir ecir akıtacak ki, bunun herhangi bir yerde dur ve durağı yoktur. Bunun belli bir sınırı olmaması da değerlidir. Çünkü oruç yalnızca Allah için tutuluyor, aynı şekilde Allah’a nisbet olunmakla da şeref kazanmış oluyor. Gerçi tüm yapılan Allah için yapılmaktadır. Hepsinin ayrı bir durumu, ayrı bir değeri ve yeri vardır.
Dil, Allah Teâlâ (C.C.)’nın yarattığı sanat harikalarındandır. Çünkü o, hacmi itibarıyla küçük olmasına rağmen, işleri itibarıyla vücudun diğer bütün organlarından daha büyüktür. Diğer organların iş alanları sınırlıdır. Örneğin göz, sadece renk ve şekilleri görür; kulak sadece sesleri duyar; el yalnızca maddeye temas eder. Dil ise, maddi ve mânevi bütün varlıklarla, ilim, tasavvur ve hayal alanlarına giren tüm şeylerle ilgilenebilir. O, bunları doğru veya yanlış bir şekilde, kabul veya ret tarzında seslendirebilir. İnsanın ebedi saadet veya felaketine sebep olan iman ve küfür de dilin ikrarıyla sabit olurlar. Bu özelliğinden dolayı, dil sonsuz hayra da sonsuz şerre de vesile olabilir. Dilini Şeriat ölçüleriyle kontrol eden ve onu yalnızca dünyada ve ahirette kendisine fayda veren sözlerle sınırlandıran bir kimse, kurtuluşa erer. Onu kayıtsız ve kontrolsüz bırakan bir kimse de dünya ve ahirette bela ve musibet görür. Böyle bir dil şeytanın sesi olup çıkar ve bombadan beter bir yıkım aracı haline gelir.
“Ey General! Çar’ına şöyle haber ver ki; Kafkasya’nın bağrında daha binlerce Ahulgo gibi kaleler var ve on binlerce Surhay kule yerini almıştır. Bunların hepsi Rabbine baş kaldırıp eceline susamış olanları beklemektedir. Silahlarınızın vücûdumda açtığı üç yarayı şifalı Dağıstan otlarından kendi ellerimle yaptığım ilâçlarla şimdiden iyileştirdim ve size karşı harp etmek üzere hazırlandım. Kalbimde açtığınız evlâd ü ıyâl ve hemşiremden gelen ayrı ayrı dört yaranın hiçbir hükmü yoktur. Geri kalan evlâd ü ıyâlimi de daha şimdiden vatana ve Allah yoluna kurban olarak adadım. Size ve Çar’ınıza her şeyi bol bol vereceğiz, fakat vatanın hürriyet ve şerefini asla! Ahulgo’da aldığınız kanlı ders kâfi gelmediyse, zengin Çar’ınızın ordularını ve hazinelerini ortaya dökerek tekrar geliniz. Askerlik şerefini lekeleyerek yalan söyleyiniz, vaadlerinizi inkâr ediniz, ormanlarımıza kundak sokunuz, ekinlerimizi yakınız, meyva ağaçlarımızı, bahçelerimizi kavurunuz. Bütün bunlar Kafkas’ın ezelî hürriyet ve istiklâl aşkını körüklemekten başka hiçbir işe yaramayacaktır! Çarlar ölecektir, Petro’larınız ve Katerina’larınız gibi Nikolay da gözleri arkasında geçip gidecektir. Fakat Kafkasya mutlaka kurtulacak, hür ve mes’ud olacaktır. Allah, hak ve vatan uğrunda çarpışanların yardımcısı olsun!”
İmam Gazali bu kıymetli eserinde otoriteye karşı duruşumuzu irdelerken adil bir yönetici olmanın önemini vurguluyor. Kitapta; büyük Üstad Gazali, konuları öykülerle örneklendirerek akıcı bir üslupla detaylandırırken yöneticilere öğütler veriyor. Yönetici adaylarının ya da liderlerin hem dünyada adil olmak hem de ahiretini kurtarmak için muhakkak okuması gerekli bir kitap.
Mustafa Necati Bursalı, ‘Güzel Ameller Büyük Sevaplar’ eserinde imanı güçlendirecek güzel ameller ve öte dünyamıza zenginlikler sunacak amelleri akıcı üslubuyla bizlere anlatıyor.
Eserde; ‘İmanın Fazileti’, ‘La ilahe ilallah demenin fazileti’, ‘Namazın Fazileti’, ‘Cemaatin Fazileti’, ‘Amin Demenin Fazileti’,’ Zekat, Hac ve Kurban Kesmenin Fazileti’, ‘Surelerin Fazileti’ gibi konulara ayet ve hadislerle değinilmiştir.
Sultan Mehmet, Fâtih olmayı gerçekten kafasına koymuş bulunuyordu, esasen kendinden emin ve kararlı görünmeliydi.
“Maçka ve Dolapdere taraflarındaki ağaçlar bu gece kesilsin, kızaklar yapılarak altmış yedi parçalık ince donanma bu gece
Haliç’e indirilsin, havan ateşi hiç kesilmesin ki, düşman durumu fark edemesin!”
“Gemiler karadan mı yürüyecek yani, sultanım?!”
“Denizden yürüyerek zinciri kıramayınca, biz de karadan yürürüz.”
Ertesi gün koca Osmanlı ince donanmasını Haliç’te gören Bizanslılar âdeta küçük dillerini yuttular. Bu sırada surlardan durumu
seyreden Prens Dukas şöyle dedi:
“Böyle bir harikayı kim gördü ve kim işitti. II. Mehmet karaları denize çevirdi ve gemileri dalgalar yerine dağlardan aşırdı.
Böylece Kayser ve İskender’i gölgede bıraktı, Bizans’ı mahvetti ve dünyayı süsleyen bütün şehirlerin kraliçesi İstanbul’u fethetti.”
Derler ki…
Gökyüzüne yamanmış el ayası kadar bir bulut, kendisini sürüyüp dağıtacak hafif bir rüzgâr bekliyordu. Ama ne gökte, ne yerde yaprak kımıldatacak bir esinti vardı… Sapsarı bir sıcak; kırışık ensesinden oklanmış sarışın bir dev gibi, bozkıra yüzükoyun uzanmış yatıyordu…”
•Sevgili öğrenciler; her hikâyemizin altında, o hikâyede geçen kelimelerin günümüz Türkçesini, hikâyelerin özetini ve atasözlerinin anlamını bulacaksınız…
•Kıymetli öğretmenler; bu çalışmamızı öğrencilerinizle paylaşıp; Anadolu kültürü ve edebiyat açısından inceleyip, değerlendireceğinizi umuyoruz…
•Değerli okuyucular; “Atasözlerimizin Çıkış Hikâyeleri” adı altında sunduğumuz hikâyelerde, bir “mesel” veya bir “öykü” tadını bulacağınıza inanıyoruz… Bu başucu kitabında, zevkle okuyacağınız (77) Atasözümüzün çıkış hikâyesiyle geçmiş zamana bir yolculuk için var mısınız?…
Av dönüşü Kâbe’ye kavuşmak ve tavaf etmek ayrı bir haz verirdi Hamza’ya. Nedendir bilinmez, içinden bir şeyler kopar, yüreğindeki yağlar erirdi tavaf ederken… Hamza’nın bu aydan dönüşteki tavaf manzarası görmeğe değerdi. Zira dağlara baş eğmeyen bir yiğit olan Hamza’nın bu mütevazı tavrı, onun kadar yiğitliği olmayan başkalarına nispetle daha da bir değerli oluyordu. Böylesine dağları bile ensesinden bağlayıp assalar eğilmeyecek olan bu dik baş, Kâbe önünde nasıl da hürmetle eğiliyordu. Ancak bu defa çok daha başka bir şey olmuştu; Allah huzu-runda eğilmeyi reddeden Ebti Cehil ve yandaşları, Hamza’dan iyi bir tokat yiyerek eğilmez zannettikleri dik başlarını eğmişlerdi. Bu eğilme; Kâbe’nin Rabbi huzurunda başını hürmetle eğen Hamza gibi bir yiğidin kahramanlığı ve cesareti ve hatta öfkesi karşısında eğilmekti. Bu ne kadar da garip bir tecelliydi… Hamza’nın namusu ve şerefi için bedel olarak veremeyeceği maddi ve manevî hiçbir şeyi zaten yoktu. Ancak onun bunlardan da öte, yüce bir gayesi ve dâvâsı da olacaktı. Şimdi O; yaratılmış varlıkların tamamın-dan üstün olan Peygambere ve O’nun tevhid dâvâsına her şeyini adamaya hazır bulunuyordu.