Türk tarihinin şifreleri hangi boylarda saklı? Türklerin kara kutusu Töles boylarının önemi ne? Türk ismiyle kurulan ilk devlet Göktürkler kimlerdir? Göktürk modeli, Türk yönetimlerine nasıl referans oldu? Bilge Kağan, Türk milletine ne vasiyet etti? Yazıtları nasıl okumak lazım? Türk ilinin yüreği Ötüken nasıl bir yer? Papa Roma’yı esirgemesi için Attila’ya nasıl yalvardı? Çin sarayını yanındaki yiğitlerle bastığı anlatılan Kürşad kimdir? Türk ordusunun kuruluşu neden Mete’ye dayandırılıyor? Türklüğe ait kavramlar ve semboller neler? Bu kitapta Türk adının anlamından başlayarak yaşadıkları coğrafya, boyları, kurdukları devletler, inançları, kültür dünyaları ve sosyal yapıları, devlet yönetim şekilleri, Çinliler ile ilişkileri, destanları, orduları, şehirleri ve kahramanları, İslamiyet
Prof. Dr. Haluk Dursun’un güncesinden gençlere seslendiği yazılarının derlendiği bu kitap, kendisinin hayat bilgisi dersleri niteliğindeki tavsiyelerini farklı hikayeler ve olaylar üzerinden bir araya getiriyor. Haluk Hoca bu kitapta bir ağabey kimliği ile, hayatın her alanında yararlanılabilecek önerilerini, eğlenceli ve kendine has üslubuyla paylaşıyor. “Kısacası gençler, sıradan ve sürüden olmayın. Başkaları sizi gütmesin, yönlendirmesin, dolduruşa getirmesin. Siz onlara ehil iseler, adil iseler danışın ama yine de doğru bildiğinizi, içinizden geleni yapın. Kendinizi her sahada yetiştirin. Her öğrendiğinizden şüphe edin. Kendinizi yenileyin. İstikrar ve istikamet üzere olun. Tembihata önem verin ama tam teslimiyetten de, Allah hariç, uzak durun. Hayırlı insan olun. Başkaları sizin elinizden, dilinizden, işinizden emin olsun. İnsanın hayırlısı, insanlığa hayırlı olandır.” Haluk Dursun
Fatih Sultan Mehmed zamanında, Osmanlıların Ege Adaları, Karadeniz ve Balkanlarda ilerleyişleri Venedikleri telaşa düşürmüştü, Büyük Türk diye vasıflandırdıkları Fatih Sultan Mehmed’e karşı Doğu’da müttefik aramaya başladılar. Bu sıralarda Osmanlılarla arası açılmış olan Akkoyunlular onlar için değerli bir müttfik olabilirdi. 1471 yılında Trabzon Rum İmparatoru’nun yeğeni olan Caterion Zeno, Venedik Cumhuriyeti adına ilk elçi olarak Uzun Hasan Bey’in sarayına ulaştı. 1474 yılına ise Ambrogio Contarini ve Josaphat Barbaro eş zamanlı olarak Akkoyunlu ülkesine gönderildiler. Bunlar Osmanlı Sultanı’na nispetle “Küçük Türk” diye isimlendirdikleri Uzun Hasan Bey’i Osmanlılara karşı savaşa ikna etmek için çaba sarf ettiler. Hatta Caterino Zeno Otlukbeli savaşında bizzat bulundu. Elçilerin Osmanlı-Akkoyunlu savaşının yanı sıra bizzat tanık oldukları diğer olaylar. Doğu’nun tehlikeli yolları, gizemli şehirleri ve ilginç adetlerine dair gözlemleri. XV. yüzyılda Türk coğrafyası hakkında son derece değerli bilgilere ulaşmamıza katkıda bulunuyor.
Bir yaşında yetim, altı yaşında şeyh, on dört yaşında hükümdar, Kızılbaşların Şahı, Safevî Devleti’nin kurucusu, Ebu’l-Muzaffer, Mürşid-i Kâmil, Allah’ın Yeryüzündeki Gölgesi, Hataî… Kısacık bir ömre sığdırılan büyük bir tarih. Şeyhlikten şahlığa doğru uzanan çetin mücadele… Baş döndürücü zaferlerin ardından gelen Çaldıran yenilgisi. Kızılbaş Türkmenlerin şeyhlerini şah yapmak için giriştikleri mücadeleler… Bir inanç hareketinin devletleşmesi, biçim değiştirmesi, farklılaşması… Dinin siyasallaşması; devletin dinin hizmetine alınması, dinin devletin dayanağı haline gelmesi. Tarihten güncele doğru inanılmaz benzerlikler… XVI. yüzyılın başlarında İran’da kurulan yeni devlet, tarihin akışını değiştirdi. Devletin kurucuları olan Kızılbaş Türkmenler aynı zamanda onun kurbanıydılar da. Şah’ın emirlerine kayıtsız-şartsız itaat ettiler. Bir yanda Şah’ın otoritesini kurmak, diğer yanda ülkenin sınırlarını korumak ve devleti ayakta tutmak için canlarını verdiler. Bazen onlar Şah’a hakim oldular, bazen de şah onlara. Bu kitapta Şah İsmail ve Kızılbaş hareketi orijinal kaynakların ışığında inceleniyor. Bilinenin aksine bambaşka bir Şah İsmail portresi çıkıyor.
devamını oku
Bu kitapta, Abdrasul İsakov, Abdulkadir Özcan, Ahmet Taşağıl, Ali Ahmetbeyoğlu, Bihter Gürışık Köksal, Cemal Zehir, Cezmi Eraslan, Cihan Piyadeoğlu, Erhan Afyoncu, Erkan Göksu, Gülseren Ceceli Dursun, Hayrunnisa Alan, İlyas Kemaloğlu, İzzetullah Zeki, Konuralp Ercilasun, Kürşat Yıldırım, Mehmet Ersan, Necati Avcı, Okan Yeşilot, Osman Gazi Özgüdenli, Osman Sezgin, Ömer Soner Hunkan, Tufan Gündüz ve Vahdettin Engin’in makaleleri yer almaktadır.
Türkmenler, bozkır imparatorluklarının da kurucuları. İran’da, Irak’ta, Azerbaycan’da, Anadolu’da kurulan devletlerin tamamı Türkmenlerin eseri. Bu devletlerin sadece kurucu unsuru değil aynı zamanda ordusu, halkı, vergi vereni veya isyancısı da. Bazen “savaş makinesi” bazen de “vergi ünitesi”, ama her durumda bozkırın efendisi: “Beylik, her zaman Türkmenlik ve Yörüklük edenlerde kalsın” diye.
Elinizdeki kitap, Türkmenlerin tarih sahnesine çıkışından Anadolu’daki siyasî, sosyal ve ekonomik durumlarına kadar pek çok konuyu ele alıyor.
İslam dünyasında hakkında en çok eser yazılan kişi olmasına rağmen Hz. Muhammed hakkında yazılacak her şey eksiktir. Medeniyetimiz ona vahyedilenler üzerine inşa edildi. Onun kişiliğinin tüm Müslümanları çepeçevre kuşattığından, güçlü bir karakter verdiğinden şüphe yok.
Bu yüzden biz şimdi onu yeniden hatırlatmak istiyoruz. Ola ki unutulmuş olanlar varsa hatırlansın diye.
Türkler kılıç zoruyla mı Müslüman oldular? Yoksa Allah’ın hidayetiyle mi?
Ya da bu ikisinin dışında bir kültür değişmesi mi yaşandı?
Satuk Buğra Han mı İslam’ın öncüsüydü? Yoksa Deli Dumrul mu?
Kuteybe b. Müslim mi başarılıydı, yoksa Sulu Kağan mı?
Tartışmaya bu sorularla başlamak tarihi olayları değerlendirme imkanını ortadan kaldırıyor ama Türklerin eski dinlerini bırakıp, Müslüman oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Maveraünnehr’de yükselen kılıç şakırtıları yerini ezan sesine bırakalı neredeyse 1000 yıl oldu.
Elinizdeki kitap Türklerin İslamiyet’e girişini, genel tartışmaların uzağında tarihi olayları eğip bükmeden, tarihte intikam veya rekabet sahası yaratmadan anlatıyor.
Oğuz Kağan Destanı, en eski iki destanımızdan birisi olmasının yanında Oğuznâmeler içerisinde en ihtişamlısı olanıdır.
Okurken her satırından, hatta her kelimesinden ayrı lezzet aldığımız; millî duygularımıza hayat veren, bizi destanlar çağına alıp götüren Oğuz Kağan Destanı’nın biri Uygur harfli diğeri Farsça kaleme alınmış iki önemli kaynağı vardır.
Esasen Oğuz Kağan Destanı deyince hemen hepimizin aklına Uygur harfli metin gelir. İslâmiyet tesirinden uzak bu metin şiir şeklindedir ve metin başından, ortasından, sonundan eksiktir.
Uygur harfli Oğuz Kağan Destanı oldukça bilinir olmasına rağmen, maalesef Farsça kaleme alınmış Oğuz Kağan Destanı’nın bilinirliği çok sınırlıdır. Nedendir bilinmez Oğuz Kağan Destanı’nın bu versiyonu bir nev’i üvey evlat muamelesi görmüş gibidir!
Türk Milleti’nin her yitik edebî hazinesini gün yüzüne çıkarıp özellikle gençlerimizin istifadesine sunmayı kendisine vazife edinmiş birisi olarak Farsça yazılmış Oğuz Kağan Destanı’nı modern bir romana çevirmeye karar verdim. Elinizdeki tarihi roman böylelikle ortaya çıktı.
Bu yeni Oğuznâme artık sizlere, Türk Milleti’ne emanettir.”
Oğuzların kurucu atası, sayısız kahramanlıkları olan cihangir ve fatih, tecrübeye güvenen, nasihat dinleyen mütevazı bir hükümdar…
Olağanüstü varlıklarla mücadele eden bir kahraman yerine devlet kuran, ülkeler fetheden, müşküle düştüğünde etrafına danışan, ülkenin birliği için kaygılanan, disiplinli, dürüst, ahlâklı, yiğit bir hakan… Bir destan kahramanı olmaktan çok, Türk tarihinin yükünü omuzlarına alan manevi bir şahsiyet…
Çin, Hindistan, İran, Mısır, Anadolu ve Deşt-i Kıpçak’ın fatih hükümdarları Oğuz Kağan’ın şahsında birleşirler. Bundan dolayı onun destansı hayatı, olağanüstü gösterilerden arındırılarak tarihî olay örgülerine ve sade bir hayata dönüşür.
Kudretli Oğuz beyleri asla yalan söylemezlerdi. Uykuları ağır olur, yanlarında kara kılıç şakırtısı olsa yine uyanmazlardı. Savaşmak, dövüşmek, avlanmak, bahadırlık göstermek âdetlerindendi. Yiğitlik yapmadan ad alamazlardı. Deli Dumrul, Azrail’e meydan okur; Basat, Tepegöz’ü devirir, Uruz babasını kurtarmak için yollara düşerdi. Bamsı Beyrek’in yüzü pe-çeli, Burla Hatun’un boyu uzun, Banı Çiçek’in kara gözleri çekikti. Dedem Korkut derler bir er vardı; Oğuz’un bilicisiydi, gaipten türlü haberler söylerdi. Ne vakit Oğuz’un içine gelse; bu dediğim kudretli yiğitlerin destanını anlatır, benden sonra alp ozanlar söylesin, gazi erenler dinlesin, derdi. Sarayda, divanda, dergâhta, mecliste ve meydanda Dede Korkut okunur, söylenir, dinlenirdi.Şimdi yine okulda, evde, kapıda, yolda, yolakta alp ozanlar okusun, gazi erenler dinlesin, kimse elinden düşürmesin, ta kıyamet oluncaya dek.
Emir Timur…
Sahipkıran…
Yıldızlar onun bahtına güldü, o yıldızların da efendisi oldu.
Siyaset ve askerlik zordu o doğduğunda.
Adalet ve zulüm ikiz kardeş gibiydi gençliğinde.
Merhamet ve sevgi yaşlılığının alın yazısıydı.
Tarihçiler onu bazen zalim, bazen adil yazdılar, bazen merhametli bir sultan olarak göründü ahalinin gözünde, bazen korkunun kendisi.
Küçük bir köyden, cihan hükümdarlığına giden yolda cihangir diye anıldı. Benzersiz bir yönetme gücü vardı. Akıllara durgunluk veren savaş stratejileri…
Bu kitap Türk tarihinin en büyük kahramanlarından biri olan Emir Timur’a dair gerçekçi bir ufuk sunmayı hedefliyor. Orijinal kaynakları yeniden ele alıp, yeni bir nefes kazandırmaya gayret ediyor.
Bu çağrı tarihin derinliklerinden geliyor ve tarihin içinde doğan bir neferi çağırıyor.
Tarihin çağırdığı bu nefer; uzun savaşlardan, soğuktan, fırtınadan, yoksulluktan, kıtlıktan, sıtmadan çıktı. Bu nefer tam da tükendik dediğimiz ve büyük bir umutla yeni bir Kızılelma aradığımız yerden doğdu.
O, vatanın hem sahibi, hem varisi, hem geçmişi, hem geleceğidir. Umutsuzluğa düşülen her yerde bir teselli gibi görünür. Vefalıdır, beklenildiği yere gider. Tarihi kuran da bu neferdir, tarihin çağırdığı da.
Bazen o tarihi sürükledi, bazen de talihi onu.
Sırası yine geldi, tarih yine onu çağırmaya başladı.