John L. Esposito

  • Akıl ve Erdem Türkiye ‘nin Toplumsal Muhayyilesi

    Bir tarafta sağlam ve derin kökleri olan ve böylece dünyada bir var olma noktası (“merkezi”) bulunan, diğer tarafta açık ufuk perspektifiyle dünyaya bakan ve yeni imkânlara kapı aralayan bir özne olmak mümkün müdür? Bu soru, Akıl ve Erdem’in temel sorunsallarından birini oluşturuyor . Bir yanda dünyayla entegre olmak ve modernleşmek adına kendi varlığına sırtını dönmek, öte yanda kendi olmak adına her şeyi ötekileştirmek ve küçük milliyetçiliklere hapsolmak, Türk modernleşmesinin ürettiği sonuçlardan biri. Küreselleşme ve çoğul modernite çağında Türkiye bu yüklerinden kurtulmaya çabalıyor . Akıl ve Erdem, modernitenin ve Aydınlanma’nın temel iddialarını sorgularken, bunların Türkiye tecrübesinde tekabül ettiği yeri tespit etmeye çalışıyor ve mevcut ikilemlerin yerine “biz ve onlar” gibi yeni dikotomiler inşa etmektense, moderniteyi de aşan bir var olma ve düşünüş biçiminin imkânlarını araştırıyor .

    11,90
  • Varlık ve İdrak Molla Sadra’nın Bilgi Tasavvuru

    İbrahim Kalın’ın Molla Sadrâ ve bilgi meselesine yönelik enfes tahlili, bu son derece önemli düşünür ve mesele bakımından gerçekten çığır açıcı nitelikte. Kalın, İşrâkî düşünceyle alakalı açıklamaların anlaşılmasını güçleştiren teknik jargondan mümkün olduğunca kaçınarak, Molla Sadrâ’nın meşgul olduğu bağlamı açık ve anlaşılır bir biçimde ortaya koyuyor. İbrahim Kalın, Molla Sadrâ’yı epistemoloji konusunda ciddi bir şarih ve epistemolojiyi ise İslâm felsefesinde daimi bir araştırma konusu olarak sunuyor ve bir bütün olarak İslâm felsefesi alanında Molla Sadrâ’nın rolüne ilişkin tam bir fikir elde edebilmemizi mümkün kılıyor. Kitap, bu önemli düşünüre ilişkin anlayışımızı daha yüksek bir düzeye çıkarıyor. Bu çalışmanın kısa sürede temel bir referans eser olacağında kuşku yok. Oliver Leeman Varlık ve İdrak, genelde İslâm bilimleri özelde ise İslâm felsefesi alanlarında takdire şayan yeni bir soluğun ortaya çıkışını müjdelemekte. İslâm felsefesi alanında hem Batı hem de Doğu’daki okullarda eğitim alan İbrahim Kalın, geç dönem İslâm düşüncesine ilişkin bilgilerimize önemli bir katkı sağlama yetkinliğine sahip. Ayrıca bu eser, Sadrâ üzerine yazılan eserlere de önemli bir ilave niteliğinde. Kalın’ın kitabı, Molla Sadrâ düşüncesinin mükemmel bir analizini sunmanın yanında Sadrâ’nın varlık ve modaliteleri bağlamında bilgi kavramını nasıl ele aldığını da ortaya koyuyor. Dahası, Sadrâ’nın diskursif felsefe ve İşrâkî bilgiyi ustalıkla birleştirmesinin, geleneksel İslâm felsefesinin başlıca akımlarına dair önemli bir sentezi nasıl temsil ettiğini de gözler önüne seriyor. Seyyid Hüseyin Nasr Mollâ Sadrâ, “vahyedilmiş bilgi (Kur’an), felsefî ispat ve tahakkuk etmiş ya da mistik bilgiyi birleştirme” çabası bakımından İslâm entelektüel geleneğinin yedi asrını özetlemektedir. İbrahim Kalın, bu çığır açıcı eserinde Molla Sadrâ’nın arayışının “varlık ve nedensellikten kendini ve Tanrı’yı bilmeye kadar klasik ve ortaçağ felsefesinin tüm seyrini kapsadığını” ortaya koymak için zengin Yunan şerh geleneğini ayrıntılı bir biçimde ele almaktadır. Molla Sadrâ, her biri bizi farklı varlık tarzlarıyla birleştiren çeşitli biliş biçimlerinde sergilenen yaratılmış varlık derecelerinde, yaratıcının baki, ancak esrarengiz veçhesinin tefriki yoluyla epistemolojiyi metafiziğe dayandırmaktadır. Kalın’ın bu harikulade eseri, Sadrâ’nın varlık merkezli bir metafizik ve epistemolojiyi geç dönem İslâm felsefesinde yeniden inşa etmek için takip ettiği yolun izini sürmektedir. David Burell

    10,90
  • Gök Kubbenin Altında

    “Birçok insan ‘gök kubbemiz’i kaybettiğimizin henüz farkında bile değilken yolculuğumuzun ilk adımı olarak ‘Nerede yitirdik, nasıl bulacağız?’ sorusunu sormak çok önemli. Genellikle büyük gelenekler gücünü yitirdiğinde iki şey olur: Ya soru sormayı unuturlar ya da asıl soruları atlayıp tali meselelerde kaybolurlar. Bir medeniyet gerçek soruları sormayı bırakıp tali meselelerle oyalanıyorsa artık kendisini de kaybetmeye başlıyor demektir. Etrafına inşa edilen, kendine yabancı, başka birine ait ve suni bir yapının farkında bile değildir.” Elinizdeki kitap İbrahim Kalın’ın 2021 yılında katıldığı on iki bölümlük Kendi Gökkubbemiz programında anlattıkları ile bugüne kadar çeşitli dergilere verdiği bir dizi söyleşiden oluşuyor. Titiz bir yayıma hazırlık sürecinden sonra yazar tarafından düzenlenerek genişletilen bu çalışma, okuyucusunu gerçek soruların etraflıca konuşulduğu bir yolculuğa davet ediyor. Elbette yan yollara sapılıyor, detaylara giriliyor, parantezler açılıyor ama vurgulanan hep kendi gök kubbemizin idrakine varmamız oluyor. Gök Kubbenin Altında’yı okurken siyaset ve felsefe eserleri kaleme alan, müzik, spor ve fotoğrafla ilgilenen bir entelektüel olarak İbrahim Kalın’ın farklı disiplinleri nasıl bir araya getirdiğine dair çocukluğundan günümüze pek çok hatırasına ve değerli tecrübelerine şahit olacak, kendinizi uzun soluklu bir sohbetin içinde bulacaksınız.

    7,90
  • Açık Ufuk İyi, Doğru ve Güzel Düşünmek Üzerine

    “Düşünceler ruh ve zihin dünyamızda cereyan eden soyutlamalardan ibaret değildir. Var olma biçimimizi, benimsediğimiz düşünceler belirler. İyi olmak için iyiyi düşünmek, doğru olmak için doğrunun peşinden gitmek, güzel olmak için de güzeli kavramak gerekir.” diyen İbrahim Kalın, düşünmenin çileli ama kendini bilmek ve bulmak için varoluşsal bir gereklilik olduğunu derinlikli bir şekilde ortaya koyuyor. Düşünmenin değil; iyi, güzel ve doğru düşünmenin erdemini vurguluyor ve düşüncenin ufkunu açık hâle getiriyor. Düşünmek yola çıkmaktır. Herhangi bir yola değil, bizi hakikate götürecek yola koyulmaktır. Düşünmek, Eflatun’un mağarasından çıkmak için ayağa kalkmaktır. Duvara yansıyan gölgelerin hakikatin kendisi değil, sadece gölgesi olduğunun farkına vararak ışığın kaynağına yönelmektir. Düşünmek, ayağa kalktığınızda size müstehzi bir şekilde bakanlara aldırmadan kapıya doğru yürümektir. Ayağınıza vurulmuş zincirlerden kurtulmak için önce zihninize vurulmuş prangalardan kurtulmaktır. “Mağaradan çıkanı vururuz.” diyenlere aldırmadan aklının ve vicdanının sesine kulak vermektir. Düşünmek tehlikeli ve çileli bir iştir. Doğru düşünmek erdemli olmayı garanti altına alır mı? Düşünmek, ahlaklı olmak için yeterli midir? Bilmek, her zaman doğruyu yapmak anlamına gelir mi? Düşünmeyi zihinsel bir faaliyete indirgeyen ekoller bize bu noktada tatmin edici cevaplar veremezler. İyi, güzel ve doğruyu birbirinden ayrıştıran bir zihin yapısı, düşünce ile erdemli davranış arasında doğrudan ve zorunlu bir ilişki kurmaz. Fayda ve kârı artırmak için uygulanan yöntemler kapitalist üretim-tüketim kuralları içinde iyi ve doğru kabul edilir ama akıl ve erdem terazisine konulduğunda sınıfta kalırlar. Düşünmek ile ahlak, tefekkür etmek ile erdemli davranmak arasında ayrılmaz bir bağ vardır. Bir düşünce bizi doğru davranışa götürmüyorsa ya düşündüğümüz şeyde ya da düşünme biçimimizde bir sorun var demektir. Gerçek düşünce, bizi iyi, doğru ve güzel davranışa götürür. Bu yüzden düşünmek, salt zihinsel bir eylem değildir. Sahih mânâda düşünmek, bütün varlığımıza nüfuz eder. Bizi sarıp sarmalar ve dönüştürür. Bir düşünce, tasavvur yahut duyguyu iliklerimizde hissetmeden onun mânâsını tam olarak kavradığımızı söyleyemeyiz. Düşünce ancak varoluşumuzu dönüştürdüğü zaman iyi, güzel ve doğrunun elçisi olur ve hikmet sıfatını kazanmayı hak eder.

    6,90
  • Perde ve Mana Akıl Üzerine Bir Tahlil

    Aklın amel defteri bir hayli kabarık. Sevabı mı yoksa günahı mı daha çok, söylemek zor. İnsanların hayatını kolaylaştıran icatları yapan da Elhamra Sarayı’nı ve Selimiye’yi inşa eden de akıl, milyonlarca insanın ölümüne neden olan savaşları yöneten de kitlesel imha silahlarını yapan da akıl. Elbette farklı akıllar bunlar. Dolayısıyla temel soru şu: Bu fark nereden geliyor? Akıl, kendi özündeki iyiliği unutup neden kötülüğe râm oluyor? Kötüyü kutsayan ve meşrulaştıran akıl nasıl bir varlıktır? Kendi tabiatına ihanet eden bir akılla nasıl mücadele edilir? Elinizdeki kitap bu sorulara cevap ararken akıl, kalp, ruh, mânâ, hakikat ve varlık kavramlarını yerli yerine oturtmayı ve aralarındaki bütünleyici ilişkiyi ortaya koymayı hedefliyor.

    6,90
  • İslamofobi

    Islamofobi, 11 Eylül’den bu yana sayısız ayrım, ırkçılık, fiziki saldırı vakaları yanında İslam karşıtı kampanyalarla da katlanarak artış göstermiştir. 2006 Danimarka karikatür krizi ve Papa 16. Benedict’in Regensburg konuşmasını çevreleyen tartışmalar da ifade özgürlüğü, çok kültürlülük, dinî sembollere saygı ve dinler arası ilişkilerle alakalı bazı önemli sorunları ortaya koymuştur.

    Dinî özgürlüğün yanı sıra insan hak ve özgürlükleriyle alakalı temel ilkeleri ihlâl eden İslamofobik eylemler, birçok farklı görünüme bürünmektedir. Bazı durumlarda camiler, İslamî merkezler ve Müslümanların mülklerine saldırılmış ve saygısızlıkta bulunulmuştur. İş yerleri, okul ve meskenlerde ise İslamofobi şüphe, taciz, alay, red, küçük düşürme ve ayrım biçimini almaktadır.

    Elinizdeki seçki, Müslüman ve gayri müslim, Amerikalı ve Avrupalı ilim adamlarının uzmanlık ve tecrübelerini bir araya getirerek İslamofobiye yönelik disiplinlerarası bir yaklaşım sergilemektedir. Tahlille siyasî tavsiyeleri bir araya getiren yazarlar, mevcut uygulamaları tartışıp değerlendirmekte ve ayrım, yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla başa çıkma konusunda yeni yöntemler sunmaktadırlar.

    12,54
  • Barbar Modern Medeni

    Adab-ı muaşeretten şehir hayatına, mimariden müziğe, mutfak kültüründen uluslararası siyasete kadar her alanda karşımıza çıkan medeniyet, son iki asırdır gündemden düşmeyen ve bir o kadar da örselenen ve tüketilen bir kavram. Savaş çıkartmak isteyenler de barış yapmak isteyenler de aynı kelimenin arkasına sığınıyor . “Medenileştirme misyonu” adı altında yapılan barbarlıklar , modernitenin karmaşık tarihini yeniden ele almamızı zorunlu kılıyor . Barbarlığın, modernliğin ve medeniliğin aynı anda tecrübe edildiği bir çağda Batı, medeniyet hakkındaki sözünü tüketiyor; İslam dünyası ise söyleyecek sözünü arıyor . Elinizdeki kitap bu arayışın izlerini sürerken akla ve erdeme dayalı bir medeniyetin ancak belli bir varlık tasavvuru, dünya görüşü, bilgi anlayışı ve estetik duyuş ile mümkün olabileceğini savunuyor . “Medeni olmayı ve günümüz medeniyetini evrensel olduğu kadar milli (T ürk, Osmanlı, İslam) ve tarihi bir çerçeve içinde, Doğu-Batı kaynaklarına dayanarak, felsefi bir görüş ile inceleyen bu kitap, modernitenin iyi ve kötü her yönünü irdelemiştir . Varlığın değerini vurgulayan bu değerli çalışmayı herkesin okumasını ısrarla tavsiye ederim. ” Kemal H. Karpat Wisconsin Üniversitesi Öğretim Üyesi “İbrahim Kalın medeniyet, barbarlık ve modernite arasında asırlar boyunca kurulan bağlantıları naklederken barbarlığın ‘modernleşme ‘ ve ‘ilerleme ‘ adına aldığı yeni şekillerini inceliyor , sonra ‘medeniyet’ kavramının tekrar inşasının artık bir zaruret haline geldiği gerçeğini gözler önüne sererek, ‘Batı’nın medeniyet adına söyleyecek sözünün tükendiğini, İslam dünyasının ise söyleyeceği sözü aradığını’ ifade ediyor . Kitabın önemli özelliklerinden biri, devlette üstlendiği ağır görevlere rağmen ilmi çalışmalarına fasıla vermeden devam eden İbrahim Kalın’ın, eserinde bu zorluğun üstesinden gelmesi ve önemli fakat oldukça ağır bahisleri herkesin rahatça anlayabileceği bir T ürkçe ile ifadeye muvaffak olmasıdır . ” Murat Bardakçı Tarihçi – Yazar

    10,90
  • İslam ve Batı

    Tarihte İslâm ve Batı medeniyetleri kadar yakın ilişki içinde olan başka iki uygarlık görülmemiştir. Çatışma, rekabet, uzlaşma ve birlikte yaşama biçimlerine bürünen bu ilişkinin tarihi, aynı zamanda farklı “ben” tasavvurlarının ve “öteki” algılarının tarihidir. Bu çalışma, iki medeniyet arasındaki ilişkileri tarihî seyri içerisinde incelemekte ve günümüz sorunlarını bu tarihî arka plana dayanarak tahlil etmektedir. İslâm’ın tarih sahnesine çıktığı VII. yüzyıldan Orta Çağ’a, Haçlı seferlerinden Endülüs’e, Avrupalı gezginlerden oryantalistlere kadar İslâm ve Batı kavramlarının nasıl algılandığı, farklı algılama biçimlerinin gerçekliğin yerine nasıl konulduğu ve bunların hangi gerginlik alanlarını ürettiği çarpıcı örneklerle anlatılmaktadır.

    5,64
  • Akıl ve Erdem Türkiye’nin Toplumsal Muhayyilesi

    Bir tarafta sağlam ve derin kökleri olan ve böylece dünyada bir var-olma noktası (“merkezi”) bulunan, diğer tarafta açık ufuk perspektifiyle dünyaya bakan ve yeni imkanlara kapı aralayan bir özne olmak mümkün müdür? Bu soru, elinizdeki çalışmanın temel sorunsallarından birini oluşturuyor.

    Bir yanda dünyayla entegre olmak ve modernleşmek adına kendi varlığına sırtını dönmek, öte yanda kendi olmak adına her şeyi ötekileştirmek ve küçük milliyetçiliklere hapsolmak, Türk modernleşmesinin ürettiği sonuçlardan biri. Küreselleşme ve çoğul-modernite çağında Türkiye bu yüklerinden kurtulmaya çabalıyor.

    Akıl ve Erdem, modernitenin ve aydınlanmanın temel iddialarını sorgularken, bunların Türkiye tecrübesinde tekabül ettiği yeri tespit etmeye çalışıyor ve mevcut ikilemlerin yerine “biz ve onlar” gibi yeni dikotomiler inşa etmektense, moderniteyi de aşan bir varolma ve düşünüş biçiminin imkanlarını araştırıyor.

    10,24
  • Ben, Öteki ve Ötesi

    İslâm ve Batı’nın iç içe geçmiş tarihinin ana hatlarını ele alan bu çalışma, siyasî, askerî ve toplumsal ilişkilerin yanı sıra , ‘ben’ tasavvuru, ‘öteki’ algısı, zaman ve mekân tasavvuru, sembolik dil ve imgeler üzerinden inşa edilen anlamlar dünyasına eğilmeyi hedefliyor. Kitap İslâm ve Batı toplumlarının etkileşim içinde olan ve tedâhül eden tarihlerinin dün ve bugün ifade ettiği anlamları ortaya koymak için tarihten felsefeye, teolojiden sanata uzanan disiplinler arası bir yaklaşımı esas alıyor. Her ‘ben’ iddiası bir ‘öteki’nin varlığını tazammun ederken, her ‘öteki’ vurgusu da bir ‘ben’ tasavvuru inşasını zorunlu kılar. Fakat modern dikotomilerin tersine, bu ayrımı mutlaklaştırarak sonsuz ve sınırsız düşmanlar üretmek gerekmiyor. ‘Öteki’ üzerinden verilen hükümler, aynı zamanda ‘ben’ ile, ‘biz’ ile ilgili tanımlamaların da bir aynasıdır. Bu kitap, İslâm ve Batı ilişkilerini tahlil ederken, arka planda yatan ben-öteki diyalektiğinin izdüşümlerini takip etmeyi amaçlıyor. *** Geleneksel diyalektikte, “İsteseydim sizi tek bir millet yapardım…” ilâhî fermanının karşıt anlamını yakalama gereği olarak ‘öteki’ ile beraber var olmanın yolları aranırdı. ‘Öteki’ denilen şey ezilip yok edilecek bir şey değil, ancak kendisi ile yarışılacak bir şeydi. “Âdem’in çocukları birbirinin uzvu gibidir” diyen Sa‘dî ve “Varlığı bilmeden kendini bilemezsin. Ve varlığı bilmek Tanrı’nın kendi eseriyle cilveleşmesinin yollarını bilmekse, o zaman ‘ben’ idrâki bizi varlığa, varlık bizi Tanrı’ya, Tanrı da bizi tekrar ‘ben’e geri getirir. Kendine geri dönen ‘ben’ de artık sıradan bir ben değildir. Zira o, ‘büyük varlık dairesini’ kat ederek kendine geri dönmüş bir öznedir” diyen Molla Sadra gibi bilgelerden aldığı ilhamla Doç. Dr. Kalın, geleneksel ontolojinin karşısında yer alan modern zamanların hakim ötekileştirme eylemini sorgulamaktadır. Değerli kardeşim İbrahim Kalın’ın modern ötekileştirmenin aynı zamanda yok etme haline gelmesi sürecini, özellikle Müslümanın ötekileştirilmesi eylemi üzerinden okuyan bu mühim çalışmasını herkese tavsiye ederim. Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç *** “Ne Doğu, Doğu’dur artık; ne Batı, Batı. Bu ikisi artık birleşebilir! Kipling ve Peyami Safa’nın muhayyilesindeki Doğu-Batı’yı hâlâ merak edenler varsa, İbrahim Kalın’ı okusunlar: akıcı ve düşündürücü bir eser.” Mustafa Özel, İstanbul Şehir Üniversitesi

    11,90
Open chat
Size nasıl yardımcı olabiliriz?