9 Eylül 1926 yılında Siff Turab, Mısır'da doğmuştur. On yaiına gelmeden Kur'an-ı ezberlemiş, Ezher Üniversitesinde öğrenim görmüştür. 1953 yılında Usulu'd-din Fakültesini, 1954 yılında da öğretmenlik derecesini birincilik ile bitirmiştir. Yusuf el-Karadavi, 1973 yılında İslam Zekat Fıkhı adındaki ilginç çalışması ile doktor olmuştur. Gençliğinden bu yana İslami hareketin içinde yer almıştır. Hasan el-Benna'dan etkilenmiştir. Çok yönlü bir kişiliğe sahip olduğundan iyi bir hatip, kendini tekrarlamayan ve özgün konularda çalışan bir yazar, gençliğin şiirlerini ezberleyip besteleyen bir şairdir. Pek çok ilmi ve kültürel kuruluşa üye olan Yusuf el-Karadavi, aynı zamanda kurulduğu günden beri İslami bankaları ilmi ve idari yönlerden destekleyip, gelişmeleri için çaba sarf etmiştir. Türkçe'ye 50 den fazla eseri çevrilmiştir. Yusuf el-Karadavi, Kasım 2005 ve Haziran 2008 tarihlerinde ABD'den Foreign Policy ve İngiltere'den Prospect dergilerinin internet üzerinden okuyucu anketleri ile oluşturduğu Dünyanın ilk yüz entelektüeli listesinde yer almıştır.
Kur’ân’da ve hadislerde çeşitli vesilelerle ve değişik şekillerde zamana temas edilmektedir. Bunların başında ise, zamanın önemi ve Allah’ın (celle celaluhu) ne kadar büyük bir nimeti olduğu beyan edilmektedir. Nimetler dile getirilirken, Allah’ın insanoğlu üzerindeki lütfunu beyan hususunda Kur’ân şöyle der: Sürekli olarak yörüngelerinde hareket eden ay ve güneşi, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verdi. O, kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size verdi. Allah’ın nimetlerini saymak isteseniz sayamazsınız. İbrahim, 33-34. Şu bir gerçektir ki; vakti boşa harcamak, malını gereksiz harcayarak saçıp savurmaktan daha tehlikeli bir durumdur. Mallarını boşa savuranlardan ziyade, vakitlerini boşa harcayıp savuranların cezalandırılması gerekir. Çünkü kaybedilen servet tekrar kazanılabilir. Ancak kaybedilen zaman bir daha geri getirilemez.
Hasan El-Benan’ın metodu yumuşaklık ve itidalli olma ile diğerlerinden ayrılıyordu. Bu iki ilkeye göre öğrencilerini ve dava arkadaşlarını eğitmişti. Bu şekilde bir metodu takip etmelerinin sebebi de; Mısır’da İslami hareketlerden bazılarının diğer bazı İslami hareketleri tekfir edecek kadar ileri gitmeleriydi.
Bunu gören El-Benna Eğitim Risalesine 20 ilkeyi yazma ihtiyacı hissetmiştir. Bu 20 ilke İslami anlayışının sınırlarını tayin ediyordu. Şu açık ifadeleri onun usulünü anlamada bizim için yeterlidir: “Kelimeyi şehadeti ikrar eden ve onun gereğiyle amel eden hiçbir Müslümanı bir görüş veya bir günah sebebiyle tekfir etmeyiz. Ancak zarureti diniyeden olan bir şeyi inkâr eder, Kur’an’ın açık hükmünü tekzip eder veya Arap dilinin kurallarına aykırı bir şekilde Kur’an ayetlerini tefsir eder veya küfürden başka bir ihtimal taşımayan bir amel işlerse bu durum müstesnadır.”
Lâilâhe İllallah
Peygamberlerin getirdiği ve İslâmın yerleşmesi, pekişmesi ve korunması için özen gösterdiği tevhidin gerçekleşmesi, köklerinin sağlamlaşması ve dallarının uzaması için şu unsurların bulunması gerekir:
Birinci madde: İhlâsla yalnızca Allaha ibadet etmek
İkinci madde: Bütün tağutları inkâr etmek ve onlara tapanlardan veya onları dost edinenlerden uzak durmak.
Üçüncü madde: Şirkin her çeşidinden ve mertebesinden sakınmak ve ona giden yolları kapatmak.
Bu serimde; Fakih olsun, davetçi olsun, daha çok sünneti ele alırken uymamız gereken temel prensipler ile sünneti ‘sahih’ olarak anlayabilmemiz için gerekli esasları ve kuralları açılama üzerinde durdum. Yanlız bunu yaparken; sünnetin zahirine (lafzına) sarıldığı halde özünü ihmal etmek suretiyle harfi (şekilci) hareket eden kimselerin dar yaklaşımlarından uzak kalmaya çalıştım. Yine evlere kapılarından değil de başka yerlerden giren, iyi yapamayacağı işlere burunlarını sokan, Allah ve Resulü (s.a.v.) hakkında bilmedikleri şeyleri söyleyen ve sünneti küçümseyenlerin sulandırmalarından da uzak durmaya çalıştım.
Kitabımın ilmi ve güvenilir olmasına, her sözü dahibine dayandırmaya ve her iddayı deliliyle desteklemeye, başkalarını eserlerinde karşı çıktığım durumlara kendim düşmeyeyim diye sadece ‘sahih’ veya ‘hasen’ hadisle delil gerirmeye ve nurlarıyla aydınlanmak ve metotlarından yararlanmak için, özellikle Selefi salihin başta olmak üzere ümmetin değerli alimlerine de başvurmaya çalıştım.
Doğrusu masum olan Nebi (s.a.v.)’den başka herkesin görüşü alınabilir de, terk edilebilir de. Sünneti gerek azgın, düşmanlarından ve gerekse iyi niyet ve ihlaslarına rağmen iyi yaptıklarını zanneden, gerçekte ise ufuklarının darlığı nedeniyle sünnete karşı kötülük yapan sünnet taraftarlarının da yanlış tutumlarına karşı insaflı olmaya çalıştım.
“Bu çalışmada, Kur’an-ı Kerim’in muhkem ayetlerinden ve pâk Sünnet’in sahih hadislerinden yararlanarak “tasavvuf”u İslâmî temellerine döndürmeye çalışacağım. Gerçek tasavvufu, İslâm’ın tabiatından ve mutedilliğinden uzak yabancı kaynaklardan ona bulaşan beşeri vehimler, hevâlar, ifratlar ve tefritler sebebiyle onun saflığını bozan ve özünü lekeleyen kirlerden arındırmaya gayret göstereceğim. …İslâm’da mânevi hayat Ebû Bekir, Ömer, Ali, Ebû Zerr, Ebû Derda, Selman, Abdullah b. Amr (r.ahm) ve başka sahabeler gibi âbid ve zâhid kimseleri kapsadığı gibi tövbe eden günahkarları da kapsar. Günahları ne kadar büyük olursa olsun, nefislerine ne kadar çok zulmetmiş olurlarsa olsunlar rahmet kapısı üzerlerine kapatılmaz. Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. ”
Bu araştırma şeriatın getirdiği bir dizi öncelikli meseleye ışık tutmaya çalışıyor. Ayrıca bu araştırma, düşüncenin belli bir metotta düzenlenmesi ve adı geçen fıkıh türünün yayılması adına bir görevi de yerine getirecektir. Böylece, İslami sahada çalışanlar ile onlara plan ve proje sunanlar (teorisyenler) bu araştırmayla yollarını bulurlar. Bu şekilde, şeriatın takdim ve te’hir ettiği, sıkı tuttuğu ve kolaylaştırdığı, dinin önemli gördüğü ve fazla önemsemediği meseleleri birbirinden ayırt etmeye azimli olurlar. Ayrıca, umulur ki bu çalışma, ifrat ve tefrite düşenleri bu konumlarından vazgeçirir, samimi çalışan insanların bakış açılarını da birbirine yakınlaştırır.
Ramazan ayı insanların her yıl en yüce değerler ve en üstün amaçlar ekseninde eğitimini sağlamak için dinimizin açtığı benzersiz bir okuldur. Bu ayı fırsat bilen ve bu aydaki rahmet esintilerinden en iyi şekilde istifade eden kimse, Allah’ın emrettiği şekilde mükemmel bir oruç tutmuş, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) belirlediği şekilde Ramazan’ı en güzel şekilde değerlendirmiş olur. Ayrıca bu kişi ebedi imtihan için de iyi bir hazırlık yaparak, büyük kazançlar elde ederek ve bereketli anlaşmalar yapmış olarak böyle değerli bir zaman dilimine veda ederler. Elbette cehennemden kurtulmak ve Allah’ın affını elde etmekten daha büyük bir kazanç olamaz.
İslam, Müslüman’ın bir yüzünün Allah (c.c)’a , diğer yüzünü ise Allah’a ortak edilenlre dönük bir şekilde ikiyülü olmasına razı olmaz hayatımın biri Allah, diğeri tağutlar için olmak üzere ikiye ayrılmasına da razı olmaz. İslam, bugünkü Müslümnların hayatlrında gördüğümüz iğrenç ikilemi ve çirkin ikiyüzlülüğü reddeder. Günümüz Müslümanın’da gördüğümüz üzere, adam camide veya ramazan ayında Müslüman’dır; sonra haytında veya insanlarla muamelesinde ya da tavır ve hareketlerinde bambaşka birisidir. Şüphesiz Müslüman’ın hayatının dağınıklıktan kurtarıp hepsini Allah’a has kılan şey ihlastır. İhlas Müslüman’ın kendisini ve amelini tümüyle Allah’a has kılmasını sağlar;onun namazı, ibadetleri, yaşamı ve ölümü alemlerin rabbi Allah içindir.
Şüphesiz Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın ebedî kitabı, İslam’ın kapsamlı bir anayasası, Hz. Peygamber’in en yüce nişanesi, en büyük ve kıyamete kadar baki olacak bir mucizesidir. O, İslam inanç, hukuk, ahlak ve adabının birincil kaynağıdır. Allah (celle celaluhu) Kur’ân-ı Kerîm’e bilgi hazinelerini, hakikat sırlarını, adaletin temellerini, iyiliğin yöntemlerini, hal ve gidişatın kurallarını ve hidayet ve şeriatin ilkelerini yerleştirdi. Ben de böyle bir düşünceye inanarak, bu tarzda bazı Kur’ân meselelerini yazmaya başladım. Allah’ın tevfiki ve yardımıyla, benzer başka çalışmaların da bunu takip edeceğini ümit ederek, bugün sizlere bunun bir örneğini sunuyorum: es-Sabr fi’l-Kur’ân (Kur’ân’da Sabır). Allah Teala’nın, Kur’ân’ın nuruyla hidayete erme, onun ipine sımsıkı sarılma ve yolunda istikamet üzere olma hususunda bizlere yardımcı olmasını niyaz ederim. Başarı yalnızca Allah’ın yardımıyladır. Sadece O’na tevekkül ettim ve O’na yöneldim.
Ümmetimiz asr-ı saadet döneminde Kur’ân’la iletişimi en iyi şekilde gerçekleştirdi. Onu iyi anladı. Maksatlarını iyi kavradı. Büyük ölçüde hayatın farklı alanlarında onu iyi uyguladı ve insanları basiretle ona davet etti. Bunun en iyi örneği sahabelerdir. Öyle ki Kur’ân onların hayatını tamamen değiştirdi. Onları cahiliyye sapıklığından İslam’ın doğru yoluna taşıdı. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkardı. Kur’ân neslinden sayılan talebeleri (tabiûn) ve talebelerinin talebeleri (etba-i tabiûn) en güzel bir şekilde onlara uydu. Allah o nesillerle kulları hidayete erdirdi, memleketleri fethettirdi, onlara yeryüzünde hâkimiyet bahşetti. Onlar da yeryüzünde adalet, ihsan, ilim ve iman medeniyetini ikame ettiler. Bu nesilden sonra gelenler Kur’ân’ı terk ettiler; harflerini ezberleyip ahkâmını görmezden geldiler. Onunla sağlıklı bir iletişim kurmadılar. Hakkıyla anlamadılar. Teberrüken onu taşıyıp duvarlarını ayetleriyle süsledilerse de bereketin O’na uymakta ve ahkâmını uygulamakta olduğunu unuttular. Ümmeti, içinde bulunduğu yokluktan, geri kalmışlıktan, bölük pörçük yaşamaktan kurtarmanın yolu Kur’ân’a dönmekle mümkündür. Hidayete giden temel taşlar, O’ndadır. Tabi olunacak rehber O’dur. Rehber olarak Kur’ân yeter…
Çalışmamızda; son derece kapsamlı olan İslam fıkhını çağımız insanları için kolaylaştırması talep edilmektedir. Bu, ister fert, ister fakülte, ister kurul ve isterse üniversiteler olsun, ilim ehlinin yapması gereken bir iştir.
Öncelikle ifade etmek istiyorum ki, kolaylaştırma işlemi, bazı insanların düşündüğü gibi, sadece yaşanan hayatın baskısına cevap vermek ya da çağın ruhuna uygun hareket etmek değil, hadd-i zatında dinen de ihtiyaç duyulan bir şeydir. Zira İslam hukukunun yapısı zorluğa değil, kolaylığa dayanmaktadır. Onun insanlara öğretilmesi de zorlaştırmaya değil, kolaylaştırmaya bağlıdır; ona davet ise nefret ettirmekle değil müjdeleme ile olacaktır.
Bu kitap, yüzyılımızın önemli bir ilim, fikir ve aksiyon adamının İslâm hukuku alanındaki ömürlük birikiminin bir özetini vermektedir.
İslâm hukûkunun mahalî ve tarihî olduğu iddialarının aksine el-Karadâvî bu eserinde, İslâm hukûkunun evrenselliğini ve bütün zamanlarda geçerliliğini incelemekte; onun kendi iç dinamiklerinden hareket ederek ve tarihinden örneklemeler yaparak fıkhın yaşanabilirliğini vurgulamaktadır. İctihâd’ın şer’î/hukûkî bakımdan bir yükümlülük, pratik hayat bakımından da bir zorunluluk olduğunu belirten yazar, İslâm’ın bütün zamanlara hitap edebilmesi için seçici ve kurucu şeklinde ikili bir ictihad anlayışını da irdelemektedir.
Cemiyet, din ve iman olmadan orman cemiyetidir, isterse tepesinde medeniyet şimşekleri çaksın. Orada hayat zorbanın ve kuvvetlinindir; faziletlinin ve muttakinin değildir. O cemiyet mutsuz ve bedbahttır; isterse refah içinde yaşasın ve nimet içinde yüzsün. O cemiyet basit ve ucuz bir cemiyettir. Çünkü onu meydana getiren fertlerin gayesi karın ve göbek şehvetinden ileri geçmez. Onlar, “Hayvanlar gibi zevklenir, hayvanlar gibi yer, içerler.”
Ne kadar ilerlerse ilerlesin, ne kadar genişlerse genişlesin maddi ilmin insanlara huzur ve saadet vermeye gücü yetmez. Çünkü ilim yalnız hayatın maddi tarafını yükseltir; uzağı yakın eder. Bunun içindir ki asrımıza “sürat çağı” ve “mesafeleri yenme çağı” adını vermişlerdir. Fakat hiç kimse ona ”fazilet” veya “sükûnet” ya da “beşerin mutluluk çağı” adını ver(e)memiştir.
Maddi ilim insana birçok alet ve edevat vermiştir, ancak ona kıymet vermemiş ve uğrunda ölümü göze alabileceği bir hedef göstermemiştir. Çünkü bu, ilmin vazifesi değildir ve onun ihtisas sahasına da girmez. Bu, ancak ve ancak dinin ihtisas sahasına girer.
İslam inançlarına, ilkelerine, usullerine ve şeriatın diğer hükümleri ve toplumu birbirine karşı kışkırtan ideolojik saplantıları tahrik eden bilgiler olmamak şartıyla İslam; teknoloji ve diğer dünyevi işlerde yabancılardan her türlü bilgi alışverişinde bulunmayı ciddi bir şekilde teşvik etmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Hendek savaşında Selman-ı Farisî’nin önerdiği Farisilerin (İran) hendek kazma fikrini benimser. Ayrıca bir Rum marangoz, Peygamber Efendimize hutbe okuması için bir minber yapar. Nitekim bir hadislerinde: Hikmet, müminin kaybettiği bir değerdir, onu nerede bulursa almalıdır ve bu da onun en temel hakkıdır. der.
“Bu toprakların bir karışını bile satmam, çünkü bu topraklar bana değil, halkıma aittir. Halkım bu imparatorluğun her karışını kanını feda ederek elde etmiştir? Milletim bu vatanı kanlarıyla korumuştur. Bu toprakları kanlarımızla örteriz de elimizden alınmasına asla izin vermeyiz. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan onu tekrar kanlarımızla örteriz. Ben onun hiç bir parçasını veremem. Bırakın yahudiler milyarlarını kendilerine saklasınlar. İmparatorluk parçalandığı zaman onlar, Filistin’i hiç karşılıksız ele geçiribilirler. Bu vatan ancak cesetlerimiz parçalanarak taksim edilebilir. Her ne şekilde olursa olsun bizi parçalamalarına asla izin vermeyeceğim”
II.Abdülhamid
“Asrımızda fetvanın değişmesinin gerekliliği” konusunu konuştuğumuzda ilim ehli olan bazı kardeşlerimizin akıllarına kuşkular gelmektedir. Bu kuşkuların nedeni de “fetvanın değişebilirliği” ibaresinde gizlidir.
Sanki birilerinin bundan destek alarak; dinin kesin hükümleriyle oynayacağından, Allah’ın helal kıldıklarını haram, haram kıldıklarını helal kılacaklarından, Allah’ın farz kıldıklarını ortadan kaldıracaklarından veya dinde Allah’ın izin vermediklerini meşru kılacaklarından korkuyorlar.
Bu çalışma farklı zaman ve durumlarda verdiğim Fetvalardan oluşmaktadır. Fetvaların tümü, Filistin Sorunu’nun yanı sıra topraklarımızı gasp eden, halkımızı yurtlarından çıkaran, canımıza kasp eden, mukaddesatımıza saldıran Yahudilere karşı mücadelemiz ile ilgilidir.
Bu fetvaların amacı; Müslümanların İsra ve Miraç yurduna, Allah’ın çevresini mübarek kıldığı Mescid-i Aksa topraklarına ilişkin hassas konulardaki sorulara kitap ve sünnetten cevaplar sunmaktır. Hakkında soru yöneltilen hususların başında; İsrail ile barış yapmak, Filistin’le ilgili bazı tavizler vermek, Kudüs’ten feragat etmek, Yahudilerin sultası altındaki Mescid-i Aksa’yı ziyaret, işgalci Siyonist düşmana yönelik şehadet operasyonları düzenlemenin hükmü, kadınların bu operasyonlara katılıp katılmayacağı, düşmanla işbirliği yapan ve onları Müslümanlara musallat eden hainlerin durumu gibi konular gelmektedir.
Bu kitap, Filistin meselesiyle ilgili temel gerçekleri özet şeklinde ortaya koymuştur. Bu temel hakikayler; siyasi, fikri ve kültürel hareketliliğin bilincinde olarak okuyucuya sunulmuştur. Kitabın her bir konusu bir metin mesabesinde olup her Arap’ın ve her Müslümanın zihninde canlanması, netleşmesi ve anlaşılması önem arz etmektedir.
Günümüzde ekonomik sorunlar diğer sorunlara göre daha önceliklidir. Çünkü insanlar geçim kaygısı ve kavgası ile meşguller. Öyle ki ekonomik faktörler hükümetlerin varlığının devamı veya çöküşlerinde, siyasilerin başarıları veya başarısızlıklarında, isyan ateşlerinin alevlenmesi veya bastırılmasında en önemli faktör olmuşlardır. Hatta şu anda dünyanın her tarafında meydana gelen ideolojik mezhep savaşlarının neredeyse tamamı iktisadî özelliğe sahiptir.
İslam bu sorunlara ilgisiz kalmadığı gibi aksine onlara karşı olumlu (çözüm odaklı) bir yaklaşıma sahiptir. Bu bağlamda İslam’ın şehadetler ve namazdan sonra üçüncü rüknü olan zekâtın bu sorunları çözmede önemli bir rolü vardır.
Bu kitapta Prof. Dr. Yusuf el-Karadavî, zekâtla bağlantılı olan bu sorunlardan bir kısmını, çözümünün de nasıl olacağını açıklayarak sunmaktadır. Aynı şekilde modern uygulamada zekâtın başarısı için gerekli olan şartları da açıklamaktadır ki bu şartların ihmali zekâtın meyvelerini vermesine ve mahsulünün devşirilmesine engel olacak ve zekât için düzenlenen her kanunun samimi Müslümanların aradığı şeyi gerçekleştirememesine sebep olacaktır.
Beklenen, özlenen nesil bu nesildir. Filistin, Afganistan, Eritre, Filipinler, Buhara, Semerkand ve daha tağutların, kötü ruhlu insanların kirlettiği pek çok tutsak bu ülkede bu neslin eliyle kurtuluşa erecek, hürriyetine kavuşacaktır. Allah’a ait bu yeryüzünde Allah’ın sancağı bu nesille yükselecektir. Yine bu nesil sayesinde kainatın yaratıcısının dini yerlerde ve göklerde üstün gelecek ve ortalığı bürüyen karanlıkları dağıtıp aydınlık ufuklar getirecektir.
Bu nesil, zafere layık olan nesildir.