Atasoy Müftüoğlu 1942 yılında Trabzon'un Çaykara ilçesinde dünyaya gelmiştir. Yazar Lise mezunudur. Eskişehir Belediyesinde yazı işleri katibi olarak görev yapmıştır. Deneme yazıları bir çok dergide yayımlanmıştır. 1980 yılından sonra çalışmalarını serbest yazar olarak sürdürmüştür. Türkiye ve Dünya Müslümanlarının günümüzdeki sorunlarını irdelediği düşünce yazıları ve bu yazılardan oluşan kitaplarıyla tanınmaktadır.
İslam dünyası toplumları yüzyıllardır aldıkları, hâlen ısrarla almaya devam ettikleri dinî ve politik popülizm uyuşturucuları ile yüzleşerek gerçeğe uyanma mücadelesi vermedikleri için modern tarihin farkına varamıyor. Toplumlarımızda hamaset ve popülizm dilinin, milliyetçi ve mezhepçi dilin, söylemin ve siyasetin kurumsallaşması, toplumsallaşması, mutlakiyetçi bir geleneğe dönüştürülmesi, toplumlarımızın gerçeğe uyanma konusunda istekli olmadıklarını gösteriyor. Batılı bilgi-bilim sisteminin tek referans çerçevesi hâline geldiği, Batılı kültürel ve siyasal içeriğin dönüştürücü etkisinin her alanda somut olarak hissedildiği bir dünyada, bu bilgi-bilim, kültür ve siyaset sistemine dâhil olduktan sonra, hiçbir toplum ve kültür bağımsızlıktan, yerli ve milli olmaktan söz edemez. Müslümanlar olarak Batılı/seküler bilgi kategorilerinin belirleyici otoritesi etrafında eleştirel, sorgulayıcı bir bilinç ve gündem oluşturmamız gerekir. Kendi bilincini, bilme ve algılama biçimlerini oluşturamayan toplumların uyumculuğu seçmeleri, çok büyük bir trajedidir. Uyumculuğu seçen toplumların ve kültürlerin tarihi yeniledikleri, yeniden yorumladıkları ve yazdıkları görülmemiş ve duyulmamıştır. Konfor kültürünü ve uyumculuğu seçerek, bir direniş kültürü oluşturamamak, aşağılanmayı ve taşralılaştırılmayı kabul etmek demektir.
Modern tarihin son üç yüz yılını, insanlığın dünyası, araçsal akılcılık ve araçsal rasyonalite temelinde gerçekleştirilen, sömürgeci-ırkçı bir uygarlıkla, sömürgeci ve ırkçı bir evrenselliğin ideolojik diktatörlüğü altında geçirdi. Bu zaman zarfında, hegemonyacı güç ideolojileri kirli-sömürgeci içerikleriyle, evrensel yalanları meşrulaştırdı. Evrensel yalanları meşrulaştırarak, hâkim ideolojik söylem ve bu söylemin oluşturduğu yorum tekeli, Batı dışı halkları-toplumları, özellikle de İslam toplumlarını entelektüel/kültürel ve siyasal anlamda sessizleştirdi, edilgenleştirdi. Bu sessizlik ve edilgenlik sebebiyle, İslam toplumları sömürgeciliğin neden olduğu, entelektüel/kültürel/düşünsel yoksulluğun ve yoksunluğun farkına ve bilincine varamadılar. Bu müdahaleleri fark etmediğimiz için de, modern uygarlığın, modern tarihin sömürgeci ve ırkçı mahiyeti ile modern sömürü düzenini meşrulaştıran entelektüel hareketlerle, düşünür ve filozoflarla İslami anlamda bir yüzleşme iradesi ortaya koyamıyoruz. Bunun içindir ki bugün, Türkiye’de de açıkça yaşandığı üzere, entelektüel hayatımız sömürgeci meşruiyetlerin sınırları içerisinde kalarak, sömürgeci meşruiyet biçimlerine öykünerek bir gelecek arıyor.
Modern zamanlar bütün insanlık ikliminin tehdit altında bulunduğu zamanlardır. Özellikle 20. yy. boyunca askeri yatırımlar, harcamalar, silahlanma yarışı, kitle imha silahları, insani iklimi bütünüyle yoksullaştırmıştır.
Modern yüzyıllar boyunca yaşanan insanlık dışı olaylar, özellikle Müslümanlar için “Ümmet Bilinci”nin evrensel bir zorunluluk olduğunu göstermektedir. Ümmet Bilinci imani bir zorunluluktur, ahlaki bir zorunluluktur.
Günümüzde “İslami İdealler” ile yaşanan gerçekler arasında çok büyük boşluklar bulunmaktadır. Günümüzde İslam Ümmeti kendisini kanıtlayamamaktadır. İslam Ümmeti kendisini ve sorunlarını ifade edememektedir. İslam Ümmeti, islami anlamları temsil edememektedir. İslam Ümmeti örnek olamamaktadır.
Ümmet Bilinci adını taşıyan, kuramsal herhangi bir iddia taşımayan bu kitabımızda öncelikle, içerisinde yaşadığımız dünyanın, içerisinde yaşadığımız tarihsel dönemin ve islam insanıyla birlikte insanlığın vicdani olmaya çalışılmıştır.
Harama ayarlı bir hayatın içinde müminler için bir esenlik yoktur.
Kişisel tercihlerin, cemaate özgü tercihlerle bütünleşmemesi bir dağılma ve erimeye yol açmaktadır. Kişisel tercihlerle kalmak, her şeyin ve herkesin kölesi olarak kalmak demektir.
Kişi sürü olmaktan kurtulmak istiyorsa, güçlerin buyrukları doğrultusunda bir hayatı ve bir dünyayı işaret eden kitle haberleşme araçlarını izlemekten kurtulmalıdır.
Batıla ait bir yöntemle, hakikatin sınırları çizilemez.
İmanın coğrafi anlamda bir yeri, yurdu ve uyruğu bulunmadığı gibi ilhâdın da bu anlamda bir yeri, yurdu ve uyruğu yoktur.
Sevmek bollukta ve darlıkta birlikte bulunmaktır. Sevmek, mutluluğu da mutsuzluğu da birlikte yaşamaktır. Sevmek, ölçüye ve tartıya vurmadan devamlı olarak vermektir. Sevmek bir karşılık beklememektir. Sevmek sonuna kadar inanmak ve sonuna kadar katlanmaktır.
Bütüne ayarlı bir dikkat ve çaba, geçici ve sınırlı özgürlüklere itibar etmeyecektir.
Gönlünüzü veriyorsanız daha güzel bir gönül kazanacaksınız. Vaktinizi veriyorsanız daha güzel vakitler kazanacaksınız. Kazandıklarınızın güzellerinden veriyorsanız, size bunların daha da güzelleri verilecektir. Hangi şeyi veriyorsanız bunun yerine size daha yenileri verilecektir. Kardeşlik ve dostluk verirseniz, kardeşlik ve dostluklar bulacaksınız. Allah’ın sizleri üzerinde vekil kılmış olduklarından verdikçe, yeni nimetlere de vekil kılınacaksınız.
Umut ve Sorumluluk, siyasî ve kültürel meselelere titizlikle eğilen Atasoy Müftüoğlu’nun eleştirel merakını diri tutmasının yanında eleştirel mesafesini korumasının hâsılası olan söyleşileri içeriyor.
Kitapta son yıllarda bütün dünyada politika analizlerinde sıkça kullanılan, neoliberalizm, popülizm, emperyalizm, seküler kesinlikler, postkolonyalizm gibi kavramlara da atıflar söz konusu. Meseleler genellikle İslâm dünyasının karşı karşıya kaldığı sorunlarla birlikte tartışılıyor. Metinlerde, bir tarih felsefesine sahip olarak umutlu olmanın değeri; zihinsel sömürge durumundan kurtulmanın gerekliliği; neonurculuk eleştirisi; dünyada ve Türkiye’de İslâmcılık bağlamındaki gelişmeler öne çıkıyor. Her halükârda söyleşiler, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin politik altüst oluşlarını anlamlandırmaya çalışmanın ötesine uzanan bir bakışa sahip.
Atasoy Müftüoğlu, büyük umutların gerekli kıldığı dünya görüşünü, politik anlayışı, “ruhu” anlamaya çalışırken herkesi sorumluluk almaya davet ediyor. Değişik tarihlerde farklı bağlamlarda yapılan söyleşiler farklı deneyimlere bakarak, canlı bir örneklemin içinden konuşuyor. Bu haliyle Umut ve Sorumluluk, şimdinin gerçekliklerini ciddiye alarak dönüştürme çağrısı niteliğinde.
Atasoy Müftüoğlu’nun geleceğe hazırlanmak için bir kriz ve kritik manifestosu nitelemesini hak eden Yeni Bir Dilin İnşası kitabı, bir iddia ve perspektifi açıklayan beş konferanstan ve bir önsözden oluşuyor.
n
nKitaba temel olan konferansların temel tezi; “İslâm dünyası toplumları neden bu haldeler ve nasıl başka türlü olabilir?” sorularıyla ilgili. Konuşmalarda, İslâm dünyasının içinde bulunduğu krizin yeni olmayıp yüzyılları içeren bir boyutunun bulunduğu sıklıkla ve tekraren vurgulanıyor. Haliyle sadece siyasi, ekonomik ve toplumsal olmayıp, belki de bunlara zemin hazırlayan daha derin bir düşünme problemine işaret ediyor.
n
nAtasoy Müftüoğlu Yeni Bir Dilin İnşası kitabında günümüzdeki İslâmî dilin, hareketlerin ve mücadelelerin diline ilişkin önemli tespitler yaparak, hareketlerin yeni bir kurucu nitelik kazanabilmesi için bir yol haritası öneriyor.
…Tarihin taşrasında yaşamanın bir kader olmadığını kanıtlayabilmek için, her şeyden önce, İslami anlamda tarihsel gündemimizin önceliği ve adı, yapısal değişim için nihai-varoluşsal çözüm, tahayyül ve tasavvur olmalı. İslam dünyası toplumları, aptallaştırıcı, ahmaklaştırıcı geleneksel uyuşturuculara-patolojilere karşı zihinsel/ahlaki direnişi gerçekleştiremedikleri takdirde, sömürgeci-ırkçı tarihe karşı direnişi hiçbir şekilde gerçekleştiremezler. Kime, hangi otoriteye yönelik olursa olsun, kayıtsız şartsız itaat, ahlaki körelmeye neden olduğu gibi, bilinç körelmesine de neden olur. Gerçek bir direniş, tehdit unsuru olan yapıların dünya görüşlerini, zihin dünyalarını yapı söküme uğratmak suretiyle başlatılabilir. Kolektif bir siyasal eylem, kolektif tarihsel/siyasal/kültürel bilinçle sürdürüldüğünde etkili olabilir.
İslam, müminlerin hem ruhani ve hem de cismani hayatı aynı ölçülerle düzenlemelerini istemektedir. Bir muvahhidin hayatında mistisizme varan bir ruhbanlığa yer verilmediği gibi materyalizme varan bir dünyacılığa da yer verilmemiştir. İnsanın iç dünyasını en mükemmel biçimde dokuyan İslam, dış dünyasını da aynı mükemmellikte dokumaktadır. İslam her alanda kendisini gerçekleştirebilecek bir mükemmelliğin adıdır…
İslam’ı maddi tutkular içerisinde, lüks içerisinde, konfor içerisinde, ihtişam içerisinde, modern dünyanın hazları içerisinde, merasim ve protokoller içerisinde yaşatılamayacağının bilinci içerisindeyiz…
Müslümanlar karşı karşıya bulundukları psikolojik terör yüzünden, inançlarını gereği gibi açıklayamamaktadır. Bu psikolojik terör yüzünden kimi Müslüman aydınlar ve bürokratlar, uluslararası modern sisteme karşı muhalefetlerini dile getirememekte, uluslararası sistemin içinden çıkacak muhalifleri beklemekte ve bu muhaliflerin sisteme yönelik eleştirilerini tercüme etmek suretiyle uluslararası sistemin dokunulmaz olmadığını ispatlamaya çalışmaktadır…
Eskişehir’deki mütevazi ofisinde her gün onlarcasını ağırlamıştır. Kim bilir kimler uğramıştır “abi!” diyerek. Ve niceleri o ofiste medeniyet ve medenilik dersi almıştır.
Gidenlerin tanıklık yapacağına eminim; orada bir tecrübe ve birikim abidesinin yanında bir incelik ve zerafet timsali bir adam bulursunuz. Giren ister bir kanaat önderi olsun, ister bir sayaç okuyucusu, ister bir çaycı; yılların yorgunluğu ve ağrı nöbetleri koltuktan kalkmasına engel olsa da, ayakta karşılayan ve kapıda uğurlayan, sohbet esnasında her bir eylem sonunda nezaket cümlelerini eksik bırakmayan bir adam…
Şöyle diyor:
İslamcılık tarihsel sorumluluğun adıdır.
Ahlaki sorumluluklar alarak, tarihsel sorumluluklar alarak, insan, hayvani alandan insani alana geçer.
Kendi zamanımızın insanı olmak, kendi zamanımıza özgü sorumluluklar almamızı zorunlu kılar.
Zamanın sınavından geçmeyi başaramayanlar, zamanın kölesi olurlar.
Evrensel Ufkun İmkânları, Atasoy Müftüoğlu’nun siyasî alan, hayat, edebiyat, İslâmî uyanış, öncüler, okuma, vakit ve kültür konularında verdiği söyleşilerin önemli bir kısmını bir araya getiriyor. Yazar, sorular karşısında bazen düşüncelerini açıyor, bazen de üzerine doğrudan yazmadığı konular hakkında görüşlerini açıklıyor.
Arap isyanları, İran ve Suriye meselesi başta olmak üzere aktüel konularda muhabirlerin tüm sıkıştırma çabaları karşısında Müftüoğlu’nun bir yandan hakikatin hakkını verirken bir yandan da zarafeti elden bırakmadan günün moda kanaatleriyle arasına eleştirel bir mesafe koymaya çalıştığını görüyoruz.
Travmaların üst üste geldiği, kriz zamanlarında fikrî ve siyasî mirasımızın, siyasî ve kültürel nostaljinin ötesine geçip umut vaat eden bir gelecek inşa etme noktasındaki yetersizliğine sıklıkla değinen Atasoy Müftüoğlu, eleştirel hassasiyetini hiçbir zaman elden bırakmıyor. Müftüoğlu’nun engin kültürüyle yüklü söyleşilerden oluşan Evrensel Ufkun İmkânları,düşünürün külliyatının vazgeçilmez bir tamamlayıcısı mahiyetinde.