Tarık Uslu, 1974 yılında Adapazarı'nda doğmuştur. Milli eğitim hayatı lise son sınıfa kadar sürmüştür. Bütün bu süre içerisinde okumak ve yazmaktan daha önemli bir şey öğrenmemiştir. Tarık Uslu, lise yıllarında Zafer dergisinin yazı işlerinde çalışmaya başlamış ve uzun yıllar derginin müdürlüğünü yapmıştır. Tarık Uslu, şu anda Zafer yayınları, Uğurböceği Yayınları ve İlkgençlik Yayınlarından oluşan Zafer Yayın grubunun editörlüğünü yapmaktadır. Hem kendi ismi olan (Özkan Öze) hem de Tarık Uslu ismi ile pek çok kitabı yayınlanan yazar yazı çalışmalarını aralıksız sürdürmektedir.
— MESTAN! MESTAN! MESTAN! Nerede yine bu hayvan?
Mestan bizim kedimiz. Ama bazen bundan o kadar da emin olamıyorum. Yani sanki, o bizim kedimiz değilmiş de biz onun insanıymışız gibi geliyor!
“Sanırım evin kedisi yoktur, kedinin evi vardır!” diyenler haklı. Bu kediler gerçekten çok farklı!
Bir köpeği eğitebilir ve ona türlü numaralar öğretebilirsiniz. Attığınız topu geri getirip, ayaklarınızın dibine bırakır ve dişleri arasından sarkmış dili, azıcık şaşı gözleri ile kuyruğunu sallaya sallaya suratınıza, “Hadi bi daha at sahip! Hadi! Hadi! Hadi! Ben koşup sana geri getiririm o topu! Ve bunu zibilyon kere yapabilirim!” der gibi bakar. Ama aynı şeyi bir kediye yapmaya kalktığınızda, havanızı alırsınız. Yüzünüze öyle bir bakar ki, onun size “Bu ne şimdi? Oyun mu? Saçmalama da şu yaş mamayı bi aç bakalım!” dediğini hemen anlarsınız.
Yine de topunuzu parkın ta öteki ucundaki çalıların arasına atıp atmamak size kalmış. Fakat onu gidip kendiniz getirmeniz gerekebilir! Peki kediler böyle oyunlara hiç mi katılmazlar? Elbette katılırlar. Eğer canları isterse!
Evet evet! İnsanın kedisi diye bir şey yok! Ama kedinin insanı diye bir şey kesinlikle var!
Mesela ben!
—Mestan! Öğle yemeğinde domatesli kuzu mu, yoksa jöleli karides mi istersin Mestan?
“Gökyüzünün hayat bilgisi ve fen bilgisi kitaplarında yazmayan çok acayip gerçekleri” İŞTE geldik Acayip Şeyler Dizisi’nin dördüncü kitabına. Bu kitapta konumuz gökyüzü yani başımızın üzerindeki mavi gök kubbe… Geçenlerde büyük bir gazetenin internet sitesinde gezinirken “Gereksiz Bilgiler” diye bir köşe gördüm. Merak edip bir baktım ve çok şaşırdım. Çünkü “gereksiz bilgiler” adı altında bakın hangi başlıklar vardı: Gökyüzü neden mavidir? Bulutlar nasıl oluşur? Yağmur nasıl yağar?.. Demek birileri için bütün bunlar gereksiz birer bilgiden ibaretti öyle mi? Bunu gördüğüm sıralarda, sizler için bu kitabı yazmakla meşguldüm ve yağmurun nasıl yağdığına dair sayfalar dolusu yazı okumuştum. Ancak okuduklarım içinde, bana gereksizmiş gibi gelen tek bir cümle görmedim. Yağmur bizim için ne kadar önemliyse; onun gökyüzünün engin maviliği içinde ipsiz ve direksiz dolaşan dev gibi bulutların içinde,nasıl damla damla yaratılıyor olduğunu bilmek de, o kadar önemliydi… Bu gökyüzünün altında yaşıyorsak, uzayın korkunç soğuğundan, güneşin zararlı ışınlarından ve daha pek çok tehlikeden bu gökyüzü ile korunuyorsak, ciğerlerimizi bu gökyüzünden içimize çektiğimiz hava ile şişiriyorsak, bu gökyüzünden üzerimize usul usul yağdırılıyorsa yağmur ve yeryüzündeki hayat, o yağmur ile devam ettiriliyorsa, aynı gökyüzünün mavi teninde yedi renkli bir çiçek gibi açan gökkuşağını seyredip neşeleniyorsak, aynı gökyüzünde esen kekik kokulu rüzgarlara serinliyorsak; gökyüzü bizim için bu kadar önemliyse, ona dair öğrenebileceğimiz hiçbir bilgi gereksiz ve önemsiz olamazdı. Elinizdeki kitabı okuduğunuzda bana hak vereceksiniz eminim!
– Aslanlar kaplanlar, sırtlanlar, cırtlanlar! – Cırtlan mı? Cırtlan mı dedin sen? – Evet ne var bunda şaşıracak? – Ama öyle bir hayvan yok ki? – Eee… Şey… Sanırım haklısın, bir an için kafam karışmış olmalı. Neyse ne diyordum ben? Hah! Ve zürafalar, filler, hatta kuşlar bile karada yaşarlar. Mavi balinalar, orkinoslar, yunuslar, köpek balıkları denizanaları, ahtapotlar ise hep suda! – Bana bilmediğim bir şey söyle artık lütfen! – Kurbağalar ise hem karada hem de suda! Çünkü onlar, AMFİBİdir. – Haa? – Hem karada hem de suda yaşayabilecek şekilde yaratılmış canlılara AMFİBİ denir! – Ve kurbağalar AMFİBİdir öyle mi? – Öyle! – Vay be! – Şaşırtıcı değil mi? – Oldukça! – Onlar hakkında daha hiçbir şey duymadın… – Anlat o zaman! – Peki o zaman. Bugün sadece senin için vıraklayacağım!
“Ah keşke, dinozorların soyu tükenmeseydi de yakınlarda bir dinozor yaşasıydı. Hafta sonları gider, kendisini ziyaret ederdik. Ot verirdik, et verirdik beslerdik ve üzerine çıkardık!” Sen ciddi misin? Böyle bir şeyin gerçekten güzel olacağını mı düşünüyorsun? Daha geçen yaz, çelimsiz bir kertenkele yüzünden avaz avaz bağırıp kaçan ben miydim acaba? Dinozorların soyu tükenmeseymiş aman ne iyi olurmuş? Hah! Hayır efendim, hiç iyi olmazdı! Hem de hiç! Dinozorların soylarının tükenmesi çok iyi oldu! Peki ne oldu bu dinozorlara? Darıldılar mı? Nedir yani bir anda ortadan böyle kaybolup gitmeler? Haaa! Şikayetçi miyim? Yok asla! Her ne olduysa iyi oldu, iyi! İyi de ne oldu? Bu güçlü kertenkeleler, bu amansız dev sürüngenler, doymak bilmez, keskin dişli etoburlar, apartman boyunda otoburlar, zırhlı derileri, sert boynuzları, keskin pençelerine rağmen, neden yok olup gittiler dünyadan?
– Arıyorum! Arıyorum! Ama BALİNALARI bulamıyorum! – Dikkatlice baktın mı? Belki gözünden kaçmıştır. – Bir balina insanın gözünden nasıl kaçabilir? – Haklısın. Özellikle de aradığın bir MAVİ BALİNA ise! Düşünsene, hayvanın sadece dili bile, bir fil kadar ağır! – Evet olacak iş değil! Koskoca HAYVANLAR ANSİKLOPEDİSİ’nin BALIKLAR bölümünü üç kez baştan sona taradım, altını üstüne getirdim ama balinalarla ilgili hiçbir şey bulamadım! Minnacık lepisteslere dair koskoca iki sayfa ayıran ansiklopedi, yeryüzü yaratılalı ve hayvanlarla şenlendirileli beri nefes alıp vermiş en büyük canlı hakkında bir satır yazmaz mı? – Hiç! Bir şey sorabilir miyim? – Sor tabii. – Sen balinaları nerede arıyorsun? – Nasıl nerde? İşte burda! HAYVANLAR ANSİKLOPEDİSİ’nin BALIKLAR bölümünde! – Bulamamana şaşırmamalı! – Nedenmiş? – Tamam, suda yaşıyorlar ve şekil olarak da balıklara benziyorlar ama balinalar aslında balık değildir. Onlar memelilerin suda yaşayan balığımsılar sınıfındandır! Bir balina, bir köpekbalığından ya da bir orkinostan çok; bir file, bir suaygırına benzer… – Yok artık!
–BİR SALYANGOZU bir sümüklüböcekten ilk bakışta nasıl ayırabilirsin? –Kabuğu olan salyangoz, kabuğu olmayan sümüklü böcektir! –Peki bir salyangozu kabuğundan çıkarırsak, o bir sümüklüböcek mi olur? –Hayır, ölü bir salyangoz olur! –O zaman kabuk çok önemli desene! –Kabuk önemli evet! Hem de çok! Herkesin bir evi olmalı! Ayıların inleri, kuşların yuvaları, yılanların delikleri, örümceklerin ağları, ineklerin ahırları, koyunların ağılları… Ve ev, istediğin zaman çıkıp gidebileceğin, geri döndüğünde de yerinde sımsıcak bulabileceğin bir yer olmalı. –Ya da gittiğin her yere götürebileceğin! –O zaman, kendine bir karavan almalısın! Çünkü sen bir salyangoz değilsin! Salyangozlar, tıpkı kaplumbağalar gibi dünyaya evleri ile gelirler. Daha doğrusu yumurtadan evleri ile birlikte çıkarlar. Böylece hayatları boyunca, barınak sorunu yaşamazlar. Bir salyangozun kabuğuna hiç yakından baktın mı? Yetişkin bir salyangozun kabuğunun en ortasında kalan, yumurtadan ilk çıktığı halidir. Oradan başlayıp, halkalarını sayarsan, yaşını aşağı yukarı öğrenmiş olursun. –Tam olarak öğrenemem yani? –Aşağı yukarı işte! –Hımm… –Sanırım bu kadarı da yeter. –Eğer salyangozuna doğum günü partisi düzenlemeyeceksen elbette yeter!
Hanımefendiler, beyefendiler! 2008 yılından beri devam eden Acayip Şeyler dizisinin 22. kitabına hoş geldiniz! Biliyorum siz ŞU ACAYİP BABALAR’ı bekliyordunuz ama uzun zaman önce yazacağımı söylediğim ŞU ACAYİP BEŞ DUYU bir türlü yazılamayınca, daha doğrusu her bir duyu için ayrı bir bölüm yapmaya karar verdikten sonra -çünkü bütün duyuları tek bir kitaba sığdırmak mümkün olmadı- gözler ve kulakların ardından, burunları da aradan çıkarmak istedim. Bu yüzden, 22. kitapta konumuz, ŞU ACAYİP BURUNLAR! Umarım şimdiden burnunuza, iyi bir kitap kokusu geliyordur…
DÜNYA’NIN üzerinde sayısız inanılmaz şey vardır! Kanatlarını aça kapata uçabilen kuşlar, çiçek açan odunlar, içinden birbirinden lezzetli yiyecekler çıkan toprak, kendilerine muhteşem altıgen odacıklardan oluşan evler yapabilen ve o odacıkların içini bal ile donduran arılar… Ve daha pek çok şey… Ama Dünya’nın kendisi de bir o kadar inanılmazdır! Gerçekten inanılmazdır Dünya! Ve bu, gerçekten gerçektir! Uzun ama çok uzun seneler önce, insanlar Dünya’nın yuvarlak bir masa gibi dümdüz olduğunu düşünüyorlardı. Ve bir timsahın üzerinde durduğuna! Bazıları da onu bir kaplumbağanın taşıdığını düşünüyordu. Ve dediklerine göre o kaplumbağayı da yine bir başka kaplumbağa taşıyormuş! Onu da bir başka kaplumbağa, onu da bir başkası… Yani Dünya’yı sırtında taşıyan kaplumbağadan aşağısı hep kaplumbağa imiş! Nihayet insanlar bizim sevgili Dünya’mızın aslında yuvarlak yaratıldığını keşfettiler. Bu çok kolay olmadı. Evet, Dünya yuvarlaktı! Ama, bu, bir pinpon topunun yuvarlaklığı gibi değildi. Tam olarak yuvarlak bile değildi! Dünya, GEOİD bir küreydi. Üstten ve alttan bir miktar basıktı. İşte bu şekle GEOİD denirdi. Bu geoid şekliyle Dünya’mız, bir deve kuşu yumurtasına benzerdi. Kocaman, mavi bir deve kuşu yumurtasına…
Ay’a gitmek ister misin? Bu da soru mu şimdi? Elbette Ay’a gitmek istersin. Herkes Ay’a gitmek ister! Peki Ay’a giden herkes ne ister biliyor musun? Dünya’ya geri dönmek! Eğer uzayın herhangi bir yerinde tıpkı Dünya gibi bir gezegen olsa ama o gezegenin Ay gibi bir uydusu olmasa, kimsenin mecbur kalmadıkça oraya taşınmak isteyeceğini zannetmiyorum… Dünya; dağları, tepeleri, denizleri, balıkları, ormanları, ağaçları, bulutları, yağmur taneleri ve uydusu Ay ile birlikte tam da bizim yaşayabileceğimiz şekilde yaratılmış bir gezegendir. Her nereye baksak, “Tam da olması gerektiği gibi” görürüz baktığımız şeyi… Ay, işte bunun için güzel bir örnektir… Büyüklüğü, Dünya’ya olan uzaklığı, hem kendi etrafında hem de Dünya’nın etrafında dönme hızı ile, tam da olması gerektiği gibidir… O bizim biricik uydumuz… Allah’ın gecelerimizi aydınlatsın diye başımızın üzerine astığı bir nurlu kandil, bir gece lambası… Ve zamanı belirlememiz için görünen bir takvim aynı zamanda…
DÜNYA’YI çepeçevre kuşatan bu mavi gök kubbe, yani atmosfer tabakası sadece onu, Güneş sistemindeki öteki gezegenlerden daha güzel ve alımlı yapmakla kalmaz, yeryüzünde; kelebeklerden fillere, mantarlardan sekoya ağaçlarına kadar; tek hücreli, çok hücreli, omurgalı, omurgasız, yumurtadan çıkan, annesinden doğan, uçan, yüzen, koşan ne kadar canlı varsa, hepsinin rahatça yaşayabileceği güvenli bir yuva olmasını sağlar.
Burada Güneş, bu ihtişamlı yuvanın lambası ve sobası; burada Ay, bu muhteşem sarayın bir gece kandilidir… Burada yıldızlar, her gece üzerimizi örten koyu lacivert kadifeden battaniyenin inciden süsleridir… Burada her şey insan için ve insana göre yaratılmıştır… Piknik mi yapmak istiyordunuz? Haydi çıkarın yaygılarınızı, kilimlerinizi ve serin şu görkemli ceviz ağaçlarının altına… Burası Dünya’dır, Rabbimizin rahmet eserleriyle kuşatılmış sımsıcak ve şipşirin bir yuvadır…
Güneş, Dünya gibi dağlardan taşlardan, kıtalardan oluşmaz. O dev boyutlarda bir gaz kütlesidir. Sürekli fokur fokur kaynayan, bir yandan da akıl almaz şiddette patlamalarla etrafa enerji saçan bir gaz topu! Bu gaz topunun merkezinde her saniye 500 milyon ton hidrojen, helyuma dönüşür. Bu sırada % 3 oranında bir kayıp olur. Bu kayıp, ısı ve ışık olarak açığa çıkar. İşte bu enerji, Güneş’ten savrulup dalga dalga uzayın karanlıklarına doğru yayılır. Hem de saniyede 300 bin kilometre gibi bir hızla!
Dizimizin bu on sekizinci kitabı diğerlerinden bir miktar farklı. Çünkü konumuz bu sefer çok ciddi ve biraz da duygusal: ANNELER! Fakat merak etmeyin ŞU ACAYİP ANNELER kitabı, elinizde tomar tomar kağıt mendil ile okuyacağınız, ağlamalı sızlamalı bir kitap değil. ´Acaba benden bansetmiş mi?´ diye merak edip kitabınızı okumak isteyen anneleriniz de çok eğlenecekler eminim.
En az, Acayip Şeyler kitapları kadar acayip bir kitap bu! Bilim Öyküleri adı altında okuyacağınız bu öyküler, bilim tarihinin en ilginç sayfalarından derlendi. Ancak derlenen bu öyküleri, sizlere bir ders kitabı gibi değil, son derece eğlenceli bir maceralı hikâye kitabı gibi anlatmayı tercih etti… Hayalen, bilim tarihinin en önemli olaylarının yaşandığı zamanlara gitti ve olan biteni kendine göre yaptığı kurgularla satırlara döktü. Bu kitabı okurken hem çok güleceksiniz, hem de çok eğleneceksiniz… Ancak bir yandan gülüp eğlenirken; bir yandan da, bilim ve bilim tarihine ait çok önemli bilgileri rahat rahat öğrenmiş olacaksınız. Ve kendi kendinize şunu sormadan da edemeyeceksiniz: “Ders kitapları neden sıkıcı olmak zorunda?”
Acayip Şeyler Dizisi’nin çok meraklı, çok heyecanlı ve çok sabırsız okuyucuları, bir kez daha merhaba!
Dizimizin onuncu kitabında, gökyüzünü paylaştığımız kanatlı dostlarımızın dünyasında mucizelerle dolu çok acayip ama gerçekten çok acayip bir yolculuğa çıkacağız…
ACAYİP Şeyler Dizisi’nin ikinci kitabı ile karşınızdayız! Dizinin ilk kitabı olan Şu Acayip Hayvanlar’da, hayvanlar alemine dair, pek acayip şeylerden söz etmiştik. Elinizdeki bu ikinci kitapta ise, konumuz bitkiler!
Salkım söğütlerin, devedikenlerinin, eğrelti otlarının, papatyaların ve adını bildiğiniz bilmediğiniz ne kadar bitki varsa onların öyle sesiz sakin duruşuna sakın aldanmayın! Bitkiler dünyası, tahmin bile edemeyeceğiniz kadar hareketlidir aslında. Üstelik, maceranın da bini bir para!
Bir tohumun uyanışından, bir yaprağın fotosentez yapışına, bir sinekkapanın sinek kapışına, küstüm otunun küsmesine ve ısırganın ısırmasına gelin bir de yakından bakın. Çok acayip şeyler göreceksiniz!
Gerçekten çok acayip!
ACAYİP Şeyler Dizisi’nin bu üçüncü kitabı ile hepinize yeni bir merhaba! Bir önceki kitapta sözünü ettiğimiz gibi üçüncü kitabımızın konusu, ŞU ACAYİP YERYÜZÜ! Bu kitabın sayfaları arasında, yeryüzünün Hayat Bilgisi ve Fen Bilgisi kitaplarında yazmayan çok acayip gerçeklerini bulacaksınız. Güzel mavi gezegenimizin, kendine özgü yuvarlaklığı, çekiciliği, yer kabuğunun altında saklı katmanları, yanardağları ve elbette yanmayan dağları, çölleri, buzulları ve okyanuslarıyla acayip ama gerçekten çok acayip bir yer olduğunu göreceksiniz… İçindekiler: Yer nasl bir yer? Uzaydaki mavi devekuşu yumurtas Yer bizi çekmese Yer’in dayanlmaz çekiciliği Ne büyük, ne küçük Ne sıcak, ne soğuk Yerin kabuğu ve elma kabuğu Çekirdeğin faydaları Yanardağlar neden yanar? Dünyanın çatıları Neye yarar dağlar? Yeryüzünün çölleri Buzdan ülkeler Toprağın hikâyesi Benzin deposundaki dinazor H2OOOOOOOOH! ARİSTOTALES’İN, beyaz harmaniyesine sarılıp, zeytin bahçelerinde ders anlattığı günlerdi. İhtiyarın anlattıklarından canları sıkılan iki öğrenci, (Tabi ki, Akhuzittines ve Saftirikiles) kaş göz işareti yaparak aralarında anlaştılar ve gruptan ayrılıp, bir tepeciğin eteğinde sırt üstü uzanarak, lakırdı geyiğinin boynuzlarını cilalamaya başladılar. Ancak iki felsefe öğrencisi, ne konuşabilirlerdi ki!? “Sence” dedi, Akhuzittines. “Yer nasıl bir yer? Saftirikiles, harmaniyesinin eteklerinde dolaşan bir kaç iri karıncayı püfledikten sonra: “Sana yerin düz bir tepsi gibi olduğunu kaç kere anlatacağım!” diye cevap verdi. “İhtiyar öyle söylemiyor ama!” dedi Akhuzittines. “İhtiyarı boşver sen! Ben gözümün gördüğüme inanırım. Ve Dünyayı düz bir tepsi gibi görüyorum!” dedi Saftirikiles. “Şu uzaktaki geminin yavaş yavaş ufukta kaybolması işine ne diyorsun?” diye sordu Akhuzittines. “Peh! Hiç zekice değil. Bir göz yanılması işte!” dedi Saftirikiles. “Hadi ama.. Pekala yeryüzünün düz değil de tostoparlak bir şekli olduğunu göstermez mi bu?” diye sızlandı Akhuzittines “Eğer Dünya yuvarlaksa, tam altımızda yaşayanların dondurma topları nasıl oluyor da külahlarının üzerinde düşmeden durabiliyorlar ha?” diye bağırdı Saftirikiles…
Milattan çok önceki yıllardı. Babil’in başşehri Hilla’da, Gök bilimci Nebulakad adında yaşlı bir adam yaşardı. Nebulakad, gündüzleri yatar uyur; geceleri ise, çıkabildiği en yüksek tepenin üstüne çıkıp, gün doğumuna kadar gökyüzünü seyrederdi. Eğer başının üzerinde olağanüstü bir şeyler olduğunu gözlemlerse, hemen çantasından Moleskin marka kil tabletini çıkarıp, not alırdı… …Bu gece gökyüzünde bir kuyruklu yıldız belirdi. Başı güne} gibi parüdıyordu. Akrebin kuyruğuna benzeyen bir kuyruğu vardı. Kuyruğu da ışık saçıyordu. Önce korktum ama zaman içinde korkum geçti. Yarın, yüce kralımıza gidip dün gece bir kuyruklu yıldız gördüğümü söyleyeceğim. O da bana, ‘Eğer bu kuyruklu bir yalansa dilini çeker koparırım!’ diyecek… Kralımı seviyorum çok iyi bir adam. Eğer adı Halley olsaydı, bu kuyrukuluyıldıza onun adını verirdim. Ama, adı Halley değil…
TARIK USLU’nun beklenen kitabı “ÇARP YOKSA BEN ÇARPARIM!” çıktı!
“ACAYİP ŞEYLERİ SEVİYORSANIZ, BUNA BAYILACAKSINIZ!”
Aranızda lisedeki Matematik öğretmenimi tanıyanlar varsa, rica ederim gidip ona benim bir Matematik kitabı yazdığımı söylemesin! Yüreğine iner kadıncağızın!
Aslında bana sorarsanız bu bir Matematik kitabı da değil! Ama içinde bol miktarda Matematik var.
Bu kitapta görüp göreceğiniz hiçbir şey ihtimal sınavlarda karşınıza soru olarak çıkamayacak. Ama Matematik dersine bakışınızı değiştirecek.
Matematiği daha mı çok seveceksiniz peki?
Sevenler daha çok sevecek, o kesin!
Ya hiç sevmeyenler?
Onlar da şimdilik sadece sevecek…
Bütün eğitim öğretim hayatı boyunca Matematikten neredeyse nefret etmiş biri olarak, bu kitabı bitirdiğim gün şöyle düşündüm:
“Ama bu çok eğlenceliymiş! Neden kimse bana Matematiğin bu kadar eğlenceli bir şey olabileceğinden hiç bahsetmedi!”
Evet Matematik eğlencelidir, Matematik keyif verir, heyecanlandırır çünkü esrarengizdir ve Matematik, daha önce hiç farketmediği bir pencereden dünyaya bakmasını sağlar…
Daha önce hiç Tarık Uslu kitabı okumamış olanlar için söylüyorum:
Eğleneceksiniz ama bu kuru bir eğlence olmayacak. Şaşıracaksınız ama bu da lüzumsuz bir şaşkınlık olmayacak!
“Biz senin bütün kitaplarını okuduk, bize bir şey yok mu?” diyenlere ise sadece “Selam ve merhaba!” Çünkü onlar ne ile karşı karşıya olduklarını zaten biliyorlar, öyle değil mi?