Âlemlerin Rabbinin Ezelî Kelâmı olarak tüm çağlara ve tüm insanlara seslenir Kur’ân. Her çağın ve her insanın Kur’ân âyetlerinden hissesi vardır. Her şeyi ve herkesi yaratan Kadîr-i Zülcelâl, Kitâb’ıyla hepimize, ama öncelikle “biz”e konuşur. Kur’ân Okumaları dizisinin bu birinci kitabı, işte bu gerçekten hareket ediyor. Yaşadığı çağı ve iç dünyasını Kur’ân âyetlerinden süzülen bir tefekkürle sorgulamaya açan Metin Karabaşoğlu, âyetlerin nuranî ikliminden bize ve bugüne dair hepimiz için anlamlı dersler ve mesajlar çıkarıyor.
Büyük şeylerin büyüsüne aldanan gözler için küçük şeyler önemsenmeye değmez şeylerdir. Oysa tüm büyüklükler, küçük şeyler üzerinde temellenir. Koskoca gökdelenler küçük kum taneleri üzerine kurulurlar. Uçsuz bucaksız kâinatın tuğlası ise, görmeye hiçbir mikroskobun güç yetiremediği atomlardır. Bu bakımdan, küçük şeylerde takınılan bir ciddiyet ve duyarlılık, büyük şeylere de aksedecek bir duyarlılık ve tutarlılığın muştusunu verir. Aynı şekilde, küçük şeylere ilişkin bir dikkatsizlik, büyük arızaların habercisidir. Küçük Şeyler, eksenine işte bu gerçeği alıyor ve bize küçük şeylerde büyük gerçeklerin izini sürebileceğimiz bir dikkatin yolunu öğretiyor.
Akıl almaz bir karmaşanın ortasında yaşıyoruz. Yalanla doğrunun, yanlışla gerçeğin ayrıştığı dönemler çok gerilerde kaldı. Siyah ve beyaz net tablolar yok artık. Yerini, grinin her tonunu barındıran flu ve sisli manzaralar aldı. Burası neresi, biz kimiz, onlar ne, ne yapıyoruz, neden yapıyoruz, nereden geldik, niye geldik, nereye ve niye gidiyoruz… artık kolayca bilinemiyor. Daha önce “Medeniyetin Arka Sokakları” adıyla neşredilmiş olan bu kitap, bu vakıadan yola çıkıyor. Çoğu kez biz farkına bile varmadan dünyamıza giren dünyevilikleri sarsıcı ama sıcak, keskin ama şefkatli bir üslupla irdeliyor. Ve “iman” ekseninde yoğunlaşan çözümmelerle bizi en başta, kalb “cami”lerimizi nefsin “dans”larından korumaya davet ediyor…
“Ben ilim şehriyim…” diye buyurur Hz. Peygamber, bir hadisinde. Onun nasıl bir “ilim şehri” olduğunun en birinci delili de hicrete mecbur kaldığı şehir, yani Medine’dir. O henüz aralarında değilken birbirleriyle boğaz boğaza savaşan insanların yaşadığı Medine, onun hicretinden sonra bütün çağlara ve bütün insanlara hakiki insanlığın dersini ve ilhamını vermiştir. Bugünün insanlarının da O’nun, sözleri ve sünnetiyle aralarında olmasına ihtiyacı vardır. Metropollerde yaşıyor olsa da mânen bedevîleşmiş olan insanlığın huzur ve sükûnu, akılların ve kalplerin “ilim şehri”ni mesken tutmalarına bağlı zîra… Bu kitap, Hz. Peygamberin hadisleri üzerinden ilerleyen okumalarla, işte bunu ortaya koyuyor…
Modernite, insanlığın geleceği son nokta değildir, “tarihin sonu”nu Batı temsil ediyor değildir, İslâm da dünde kalmış bir din değildir. Asr-ı Saadet, düne ait bir hatıra değildir. O, giderek uzaklaştığımız geçmişimiz değil, örnek alınmak üzere önümüzde duran geleceğimizdir. Bu yüzden, Asr-ı Saadet’i anlamaya yönelik her eylem, geçmişimize değil, geleceğimize bir yolculuktur. Bu kitapta Metin Karabaşoğlu, Bediüzzaman’ın Muhakemât adlı eserinde dile getirilen bu temel yaklaşımdan hareket ederek, yarının dünyasına bir Kur’ânî medeniyet ikram etmenin imkânlarını gösteriyor.
Kertenkele Çukuru, adını bir hadisten alıyor. Ümmetini yanlışa sapma konusunda ikaz eden Hz. Peygamber, bu hadisinde “…öyle ki, onlar bir zehirli kertenkele çukuruna girseler, siz yine onların peşinden gideceksiniz.” diyor. Peki Müslümanların, Hz. Peygamberin ikaz ettiği duruma düşmemek için ne yapması icap ediyor? Metin Karabaşoğlu’nun yazı serüveninin ilk kitaplarından olan Kertenkele Çukuru işte bu sorunun cevabını araştırıyor ve bu esnada karşısına üç önemli imtihan konusu çıkıyor: Milliyetçilik, Dünyevîleşme ve Kemalizm…
Güneşin bir olmakla birlikte birçok rengi ve her renginin de farklı tonları olduğu gibi, Hakikat birdir ama çok renkli ve çok boyutludur. O yüzden, hakikatten haberdar olmamız yetmez insanın; hakikatin renkleri ve tonları arasında kıvamı ve dengeyi bulmamız da gerekir. Hakikatin Dengesi, işte bu gerçekten hareket ediyor; ve hadislerin ışığında, o kıvamın ve dengenin adresi olarak Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın hayatını ve sünnetini gösteriyor. Münkir, hakikatsizlikten bunalır; mü’min ise hakikatin dengesini bulamamaktan. Bu sebeple yalpalayan hayatlarımız ve bunalan ruhlarımız için, Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselamın sünnetinden devşirdiği meyveler ve çarelerle, Hakikatin Dengesi’nin söylediği çok şey var.
Yüreği hakikate açık ince ruhlu bir şair olarak Rilke’ye, bu yolda yaşadığı acılardan kurtulması için, psikiyatriste gitmesini önerir dostları. Rilke bu öneriyi önce dikkate alır, ama bir müddet sonra bu terapiyi bırakır. Sebebini sorduklarında, dostlarına şu cevabı verir: “İçimdeki şeytanları kovayım derken, melekleri de ürkütmek istemiyorum.” Melekleri Ürkütmeden, Rilke’nin bu sözünün dikkat çektiği noktada ilerliyor. Hayatı acıları ve sevinçleri, mutlulukları ve hüzünleri ile bir bütün olarak kavramanın ipuçlarını sunuyor. Ve hayatın başına gelen herşeyden, bizi hakikate ve huzura götüren bir yol bularak insanlığımızı gerçekleştirmenin imkânlarını irdeliyor…
Onlarca sayfayı bulan Kur’ân sûreleri arasında, bir kısmı tek bir satırdan ibaret kısa sûreler de vardır. Kısalığı dolayısıyla her mü’minin ezberleyip namazda okuduğu, bu yüzden “namaz sûreleri” diye anılan sûreler… Uzun Kur’ân sûreleri arasında bu kısa sûrelerin hikmeti nedir? Fâtiha başta olmak üzere her biri bize ne söylemektedir? İşte bu kitap, Kur’ân ülkesinde yolculuklar yaşamaya çalışan bir mü’minin bu kısa sûrelerin sınırsız dünyalarından devşirdiği notları içeriyor. Okur bu kitapla, bu sûreleri anlama gayreti de taşıyarak okuma, yaşadığı hayatı bu sûrelerle yüzleştirme ve istikamete kavuşturma imkânı bulacaktır…
Uzmanlıklar çağında yaşıyoruz. İvan İllich’in deyimiyle “kabiliyetsizleştirici uzmanlıklar çağı”nda hem de… Her konuyu “uzman”lara bırakırken, fıtratın sesi de, vahyin sesi de duyulamıyor kulaklarımızda. Bunca gürültü arasında, kendi iç sesimizi dahi duyamaz haldeyiz. Oyuncak Tamirhanesi bu duruma karşı yürekli bir isyanın ifadesi. Özelde psikolojizmin insana tahakkümüne meydan okuyan Metin Karabaşoğlu, şu gerçeği seslendiriyor: İnsanı tanımak, bir “uzmanlık” konusu değildir. Kendi iç sesine ve vahyin sesine beraberce kulak veren bir kişi, hayatın anlamı, aile, çocuk, insan-insan ilişkileri konusundaki temel doğruları pekâlâ kavrayabilir!
Küçük bir tohumun koca bir ağacın programını ve özetini taşıması gibi, Asr-ı Saadet de bütün bir insanlık tarihinin özü ve özetik hükmündedir. Asr-ı Saadete mührünü vuran Hz. Muhammed 63 yıllık ömrüyle bütün çağlara ve tüm insanlığa “en güzel örnek” olduğu gibi, onun sahabileri de yol gösterici kutupyıldızı misali, yolumuzu bulmamıza yardımcı olacak bir hayat yaşamışlardır. Elinizdeki kitap işte o hayatlara odaklanıyor. Sahabileri daha iyi tanımak ve onların yaşadığı hayatlardan kendi hayatlarımız için dersler çıkarmak isteyen herkes, bu kitapta aradığını, hatta belik daha da fazlasını bulacaktır…
Peygamberin Kardeşleri bir açıdan Camide Dans Var isimli kitabın devamı… Yazar bu kitabında da hayatın içinden yazılarını merkeze alıyor, âhir zamanın şartları içinde yaşayan bizlerin, bu zor şartların ortasında Hz. Peygamberin “kardeşlerimi özledim…” sözüne liyâkat imkânına dikkatleri çekiyor. Bunu yaparken, kitaba sunuş yazan Mustafa Ulusoy’un ifadesiyle, zor zamanların insanları olan bizlere, zorlukların içindeki kolaylıkları da sunuyor…
Kur’ân-ı Hakîm’de en geniş sûrette anlatılan kıssadır Musa aleyhisselamın kıssası. Onun Firavun, aveneleri ve Benî İsrail ile yaşadığı imtihan, her çağın mü’minleri için bir ‘istikamet dersi’ niteliğindedir. Hz. Musa’nın Rabbinin emriyle Firavun’a gidişi ise, dikey ve yatay, iki düzlemde beraberce sürüp giden ortak zulme karşı, her iki düzlemde adalet çağrısının nasıl yapılacağını bize gösterir. Merkezinde Firavun’un yer aldığı ‘zulüm konsorsiyumu’nun bir ferdi olmamak; bilakis, merkezinde Hz. Musa’nın yer aldığı ‘adalet’ çizgisini hem âlemler Rabbi hem de kulları karşısında hassasiyetle takip edebilmek için, Musa aleyhisselam kıssasından alınacak ne de çok ders var…
Siyer kitapları, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın altmışüç yıllık ömrü içinde büyük olayları ve özel günleri anlatır bize. Peki, Hz. Peygamber diğer günlerde, o özel günlerin akışını da belirleyen ‘herhangi bir gün’de nasıl yaşamıştır? Neler yapmış, nelerden sakınmış, güne nasıl başlamış, gündüz ne ile meşgul olmuş ve geceyi nasıl karşılamıştır? Peygamberin Bir Günü, bir ‘mikro siyer’ olarak, işte bu soruların izini sürüyor ve Resûlullah aleyhissalâtu vesselamı ‘herhangi bir gün’ünde anlatıyor. Özellikle de onun hayatındaki en ziyade gözden kaçan boyut olan ‘tefekkürü’ne dikkat çekerek… Ve onun her bir gününden, günümüze ve ömrümüze dair dersler de çıkararak…
Kur’ân bir kalbe gerçekten indiğinde neleri değiştirdiğinin apaçık delili, Asr-ı Saadet’tir. İstidatlı ama kupkuru bir toprak gökten inen yağmur sularıyla beslendiğinde nasıl ‘kıştan sonra bahar’ yaşıyorsa, Kur’ân’ı ‘kalblerinin baharı’ kılan hayatlar da işte öylesi bir değişim ve dönüşüm yaşamışlardır. Peki, sahabiler başta olmak üzere bindörtyüz yıldır nice hayatı değiştiren, nice kalbi kıştan bahara sevkeden Kur’ân, bizim kalblerimize ne kadar indi? Hayatımızı ne kadar Kur’ân’la yaşıyor; ne derece Kur’ân’la düşünüyoruz? Kaç sûre, kaç âyet gerçekten indi kalblerimize? Henüz İnmemiş Âyetler, bu sorular ve sorgulamadan hareketle, Kur’ân’la yaşamanın, âyetlerini kalbimize de indirmenin yolunu ve imkânlarını gösteriyor…
“Cilt bakımı”nın koskoca bir sektöre dönüştüğü, uğruna on milyarlarca doların, nice emeğin ve zamanın harcandığı bir “görüntü” dünyasının unutulan gerçeğidir ruh bakımı. Oysa mideler gıda, ciltler bakım istediği gibi, ruhun da bakıma, özene ve beslenmeye ihtiyacı vardır. Gelin görün ki, “madde”ye odaklanmışsa gözler, “mânâ” unutulur. Cilde ve bedene yoğunlaşmışsa nazarlar, ruhlar bakımsız kalır. Bu kitap, işte bu gerçekten hareketle gelişen denemeleri içermektedir. Modern “yaşantı”ları eleştirel bir gözle değerlendirirken, bizi yitip gitmesini istemediğimiz “öz”ümüze çağırmakta ve bir ruh bakımına davet etmekte. Ruh Bakımı, sarsıcı ve uyarıcı bir kitap. Ama bir o kadar da şefkatli ve onarıcı…