İngiliz edebiyatının önemli yazarlarından olan George Orwell 25 Haziran 1903 yılında Hindistan’da dünyaya gelmiştir. Asıl adı Eric Arthur Blair olan yazar bu adını çok kullanmamıştır. Döneminde sadece soyluların gidebildiği Eton Koleji’nde okumuştur. Bu okulu bitirdikten sonra üniversiteye gitmeyip Birmanya’da İmparatorluk Polis Okulu’nda görev yapmıştır. Buradaki haksızlıklara ve işkencelere dayanamayan yazar tekrar Avrupa’ya dönmüş ve çeşitli mesleklerde çalışmıştır. George Orwell bir müddet maddi olarak sıkıntı çektikten sonra çok sevdiği yazar olan Jack London’ın izinden giderek yazar olmaya karar vermiştir. İspanya iç savaşında bir keskin nişancı tarafından gırtlağından vurularak ölümden dönmüştür. 21 Ocak 1958 tarihinde Londra’da veremden tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmiştir. George Orwell roman, deneme ve fabl gibi çeşitli türlerde eserler vermiştir. Sade bir üslupla derin gözlem yeteneğini konuşturmuştur. 1934 yılında yayımladığı ‘Burma Günleri’ adlı romanı polis teşkilatında yer aldığı zamanlardaki gözlemlerini anlattığı otobiyografik eseridir. 1938 yılında Katalonya’ya Selam adlı eserini yayımlamıştır. Kitapta İspanya iç savaşında gördüğü olaylardan esinlenmiş ve tecrübelerini, gözlemlerini yansıtmıştır. 1945 yılında yayımladığı ‘Hayvan Çiftliği’ adlı eserinde Rus devrimiyle birlikte Stalin’in davaya olan sadakatsizliğini siyasal fabl çerçevesinde ele alan George Orwell bu romanı sayesinde büyük bir üne kavuşturmuştur. Böylece dünyaca tanınan bir yazar haline gelmiştir. 1949 yılında yazdığı ‘1984’ adlı romanında da baskıcı liderlerin kurduğu totaliter düzeni konu edinerek insanların hırslarına olan eleştirisini ele almıştır. Bu eseri edebiyat tarihinin en çok okunan kitapları arasına girmeyi başarmıştır. George Orwell kitap yazarken kendi kurallarını oluşturmuştur. Daha önce kullanılan mecazları kullanmamaya özen göstermiştir. Kısa cümleler dururken uzun cümlelerin gereksiz olduğunu belirtmiştir. Gereksiz kelimelere yer vermemiştir. Aktif bir anlatım tarzını benimsemiştir. Yabancı kelimeler ve bilimsel semboller yerine basit kelimeleri kullanmayı tercih etmiştir. Her yazarın kendine ait kurallarının olması gerektiğini savunmuştur. Bunu da kendini takip eden insanlara öğütlemiştir.
Ama bizim gibi insanların, durumu sözde uzmanlardan daha iyi anlamasının sebebinin, belirli olayları öngörmekten çok, ne tür bir dünyada yaşadığımızı kavramak olduğunu düşünüyorum. Ne olursa olsun, gelecekte bizi bir felaketin beklediğini yaklaşık 1931’den beri biliyorum. Avrupa’da Hitler rejiminin yükselişiyle İkinci Dünya Savaşı kaçınılmaz bir gerçekliğe dönüşüyor, her gün yeni bir işgal ve ittifak haberi çıkıyor, dünyanın dört bir yanında çatışmalar ve olaylar patlak veriyordu. 20. yüzyılın siyasi düşüncesini şekillendiren Orwell tam bu yıllarda tuttuğu günlüklerinde, kendisini bir anda savaşın ortasında bulan bir halkın psikolojisine ve savaşın hayatın her alanını nasıl etkilediğine dair gözlemlerini aktarıyor. Savaşın medeni insanları nasıl bir düşman denizaltısının battığını duymaktan mutluluk duyan, şehirlere bombalar yağarken normal hayatlarına devam eden kişilere dönüştürdüğünün izini sürerken, savaş psikolojisine dair paha biçilemez bir anlatı sunuyor. Savaş Günlükleri, savaşın Orwell’in kendi yazın hayatındaki etkilerini ve yıllar sonra kurmaca eserlerinde işleyeceği fikirlerin nasıl bir ortamda şekillendiğini gözler önüne seren bir yapıt, Orwell’in külliyatının önemli bir parçası. #günlük #ikincidünyasavaşı #nazizm #ideoloji #sivilhalk #yoksulluk #londra
Ütopya yaratıcılarının neredeyse hepsi diş ağrısı çeken ve o yüzden mutluluğu diş ağrısı çekmemekle bir tutan kimselere benzer. Onlar değerini sürekli olmamasından alan bir şeyin sonsuz devamını sağlayarak kusursuz bir toplum var etmek isterler. Oysa insanlığın belli çizgilerde hareket etmesi gerektiğini, ana stratejinin belirlenmiş olduğunu, ama ayrıntılı kehanetlerin bizim işimiz olmadığını söylemek daha akıllıca olurdu. George Orwell’in 1929-1948 yılları arasında Tribune dergisi için kaleme aldığı “Dilediğim Gibi” başlıklı köşesi dahil olmak üzere, farklı dergi ve gazetelerde yayımlanan edebiyat yazılarını derleyen Edebiyat Üzerine, yazarın kültür-sanat üzerine düşüncelerinin yıllar içerisinde nasıl geliştiğini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda iki savaş arasında Avrupa’nın düşünsel hayatında meydana gelen cereyanları da gözler önüne seriyor. Orwell’in ülkesindeki okuryazarlık kültürü, dönemin ideolojilerinin edebiyata olan etkisi, toplumsal hayatta yazarın varlığına dair fikirlerinin; Jean-Paul Sartre, Arthur Koestler, Jack London ve Rudyard Kipling gibi çağdaşları hakkındaki yorumlarının, 1984 ve Hayvan Çiftliği gibi kitapların düşünsel temelini oluşturan yazılarının bir araya geldiği bu kitap, Orwell’in dönemini edebiyat ve edebiyatı dönemi üzerinden düşünen güçlü bir eleştirmen olduğunu da kanıtlıyor. #kurgudışı #eleştiri #ideoloji #düşünce #edebiyat #roman #edebiyatyazıları
Kitap satmayı meslek edinmek ister miyim peki? Her şeyi hesaba katarsak, işverenimin nezaketine ve dükkânda mutlu günler geçirmiş olmama rağmen – hayır. Kitap alma alışkanlığı, sigara tiryakiliğinden gerçekten daha mı pahalı? Kitaplar ve Sigaralar, George Orwell’in yıllar içinde şu veya bu şekilde edindiği kitapların ve kişisel geçmişinin bir envanterini çıkararak bu soruya ironik bir dille yanıt aramasıyla başlıyor. Bir yazıda çalıştığı sahafı ziyaret eden ilginç tiplere dair gözlemlerini anlatırken, bir başka yazıda çağlar boyu değişmeyen bir eleştirmen tiplemesinin profilini çiziyor. Dünyaya bakışını ve soluduğu edebiyat atmosferini yansıtan bu denemelerde Orwell kıvrak kalemi ve ince mizahıyla ifade özgürlüğünü, bir nesne olarak kitabı, vatanseverliğin ne anlama geldiğini ve “hafif” edebiyatı tartışıyor. Kitaplar ve Sigaralar, bir kitapseverin kaleminden bir seçki. #kitap #kitapçılık #edebiyat #yazarlık #ifadeözgürlüğü #savaş #ekonomi
In this good-natured satire upon dictatorship, George Orwell makes use of the technique perfected by Swift in The Tale of A Tub. It is the history of a revolution that went wrong- and of the excellent: excuses that were forthcoming at every step for each perversion of the original doctrine. The animals on a farm drive out their master and take over and administer the farm for themselves. The experiment is entirely successful, except for the unfortunate fact that someone has to take the deposed farmer’s place. Leadership devolves almost automatically upon the pigs, who are on a higher intellectual level than the rest of the animals. Unhappily their character is not equal to their intelligence, and out of this fact springs the main development of the story. The last chapter brings a dramatic change, which, as soon as it has happened, is seen to have been inevitable from the start.
İngiliz romancı George Orwell, Hayvan Çiftliği adlı siyasal masalında, zorbalığa dönüşen Stalin yönetimini yerden yere vurmuş; Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı ünlü yapıtında da insanlığı belleksiz ve muhalefetsiz bir totaliter toplum tehlikesine karşı uyarmıştı. Ama bu iki büyük yapıtından önce, 1930’lar İngiltere’sinde ‘sınıf atlama özlemi’ni benzersiz bir kara mizahla eleştirdiği Aspidistra romanını kaleme almıştı. Aspidistra, sınıf atlama özentisindeki dar gelirlilerin bir statü simgesi olarak gördükleri, evlerinden eksik etmedikleri çiçeksiz bir zambak türüdür. Bir reklâm ajansında metin yazarlığı yapan Gordon Comstock, kapitalizmin yutturmacası olarak gördüğü reklâmcılıktan nefret eder, orta sınıfın boğucu yaşamından kaçarak şairliğe soyunur. Bu uğurda sevgilisinden ayrılmayı bile göze alır; ama romanın sürpriz sonunu yine sevgilisi yaratacaktır.
“Orwell’in ironik mizah anlayışı tazeliğini hiç yitirmiyor. Bu, kaçırılmaması gereken bir Orwell yapıtı.” The Observer Göbeğinin çapı giderek genişleyen ve evinin taksitlerini ödemekle uğraşan George Bowling kırk beş yaşında, evli ve çocuklu –ve yeni aldığı takma dişleriyle kasvetli hayatından çaresizce kurtulmak isteyen– bir sigorta pazarlamacısıdır.1939’da patlak verecek olan savaşın gelişini; yemek kuyruklarını, askerleri, gizli polisi ve zorbalığı görerek modern zamanlardan korkmaktadır.Böylece çocukluğunun dünyasına, huzur ve sükûn dolu bir yer olarak hatırladığı köyüne sığınmaya karar verir.Fakat köyünde aradığını bulabilecek mi, orası şüphelidir. “Çok komik olmanın yanında hayranlık uyandıracak kadar gerçekçi… Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü burada nüve haliyle görebiliyoruz. Hayvan Çiftliği’ni de… Hem zengin bir okuma keyfi sunan hem de iki klasiğin tohumlarını birden barındıran romanlara kolay rastlanmaz.” John Carey, The Sunday Times
“Beş parasız kalmaktan o kadar çok bahsetmiştiniz ki; eh, işte beş parasız kaldınız ve hâlâ ayaktasınız.” Paris ve Londra’da Beş Parasız, 20. yüzyılın en büyük romancılarından George Orwell’in, Avrupa’nın iki büyük şehrinde, Paris ve Londra’da yaşadığı sefaleti olanca gerçekliğiyle anlattığı, son derece önemli bir eser. Bir gün Paris’in orta yerinde meteliksiz kalan genç yazar, yoksulluk ve açlıkla mücadele etmeye başlar. Rehineciler, iş bulma kurumları, umut tacirleri, karın tokluğuna günde on yedi saat çalışılan karanlık otel mutfakları arasında sürüp giden Paris macerası, yazarın güç de olsa kendini Londra’ya atmasıyla sona erer ama Londra’da onu çok daha ağır şartlar beklemektedir. Orwell, modern insanın ısrarla görmezden geldiği bir dünyanın kapısını aralıyor. İşsizlik, evsizlik, açlıkla damgalanan bu dünyanın insanları izbe pansiyonlarda, berduş barınaklarında yaşıyor, hayata bir ucundan tutunmaya çalışıyorlar. Paris ve Londra’da Beş Parasız, köleliğin hiçbir zaman, modern zamanlarda bile ortadan kalkmadığını, sadece görünüm değiştirdiğini anlatıyor.
Geçmişi kontrol eden, geleceği de kontrol eder: Şimdiyi kontrol eden, geçmişi de kontrol eder. Her şey 1984 yılında geçer. Birbiriyle mütemadiyen savaşan üç büyük gücün elinde bölünmüş bir dünya, mutlak güce sahip bir Parti, kapanması yasak tele-ekranlarla her hareketi denetleyen Düşünce Polisi, her şeyi izleyen Büyük Birader ve diğer tüm düşünce biçimlerini imkânsız hâle getirmek için oluşturulan “Yenidil”. Gerçek Bakanlığı’nın altındaki Arşiv Bölümü’nün gözlerden ırak odalarında, Parti’nin ihtiyaçları-na göre geçmişi yeniden yazan Winston Smith’in oyununda arka plan bu kâbustur işte. Herkesi dilediği gibi kontrol eden bu totaliter dünyaya karşı içinde isyan tohumları büyüyen Winston, hakikat ve özgürlüğe duyduğu özlemin yanında aşka da kayıtsız kalamayacaktır. Yirminci yüzyılın en çok okunan ve en etkili kitaplarının başında gelen George Orwell’in distopik başyapıtı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, dönemler değişse de varlığını sürdüren tota¬liter dünya düzenine tutulmuş bir ayna olmayı sürdürüyor.
Bütün Hayvanlar Eşittir. AMA BAZI HAYVANLAR ÖTEKİLERDEN DAHA EŞİTTİR. George Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ten sonra dünya çapında en çok okunan ikinci başyapıtı olan Hayvan Çiftliği, kötü muameleyle ağır koşullar altında çalıştırılan hayvanların eşit, özgür ve mutlu olacakları bir düzen hayaliyle zalim çiftlik sahibi Bay Jones’a karşı ayaklanmasıyla başlar. Hayvan Çiftliği, ilk kez yayımlandığı 1945 yılından beri çok geniş yankı uyandırmış, alegorik nitelikler taşıyan siyasi bir yergidir. Doğrudan doğruya bir Stalin rejimi eleştirisi kabul edilen romanın bazı karakterleriyle dönemin siyasi figürleri arasındaki benzerlikler kolayca görülebilir. Ancak bu benzerliğin ötesinde Orwell, insanlığın hemen her dönemde maruz kaldığı otoriter gücün yıkıcı tahakkümünü keskin hicviyle masalsı bir romana dönüştürmüştür. Hayvan Çiftliği adaletsizliğe, kaba kuvvete ve özgürlüklerin kısıtlanışına karşı yükselttiği güçlü sesiyle güncelliğini koruyan çağdaş bir klasik.
İngiliz yazar George Orwell (1903-1950), ülkemizde daha çok 1984 adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş ikinci ünlü yapıtıdır. 1940’lardaki ‘reel sosyalizm’in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında ‘yergi’ türünün başyapıtlarından biridir. Hayvan Çiftliği’nin kişileri hayvanlardır. George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin’i simgelediği açıkça görülecektir. Öbür kişiler bire bir belli olmasalar da, bir diktatörlük ortamında yer albilecek kişilerdir. Romanın alt başlığı Bir Peri Masalı’dır. Küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değildir; ama roman, bir masal anlatımıyla yazılmıştır.
Parti’nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (…) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu. George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.