Hilal Kara 1988 yılı Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hadis Bilim dalında yüksek lisansını tamamladı. Almanya'da Psikoloji dalında Yüksek lisans, Pedagoji alanında doktorasını tamamladı. Yazar Hilal Kara 1986 ve 1989 yıllarında Kız Kur'an Kursu öğreticisi ve İmam Hatip Liselerinde Meslek öğretmeni olarak görev yaptı. Bir çok Vakıf ve Derneklerde Kişisel Gelişim ve Anne Eğitim seminerleri verdi. Hilal Kara Almanca, İngilizce, Arapça dillerini bilmektedir. Hilal Kara kitapları İslamı alandadır.
Hayat şartları, dünya ve ahiret mutluluğu arasında sürekli kalın duvarlar örmektedir. Günahla çevrilen duvarları aşarak mutluluk kapısını çalmak, günümüzde her zamankinden daha uyanık, daha donanımlı ve daha gayretli olmayı gerekli kılmaktadır. Hataların bilincine vararak onlarla yüzleşmeyi, sorumluluklarını üstlenip nefisle hesaplaşarak kalbi arındırmayı, manevi hastalıkları tedavi ederek günahın açtığı yarayı sarmayı sağlayan tevbe, ruhu huzura kavuşturur. Günahla kararan geçmişi gözyaşı pınarı ile yıkayarak, yepyeni beyaz bir sahife açma fırsatı verir. Canan ile araya giren gaflet perdesini hasret ahı ile yakıp kül eder. Tevbe; yeniden diriliş, ruh dünyasının ıslahı, nefis terbiyesi, pişmanlık ateşinin aşka dönüşmesi, hasretle yanan kalpte açılan rahmet penceresi, ümit bahçesinde açan nadide güldür. Tevbe, son derece etkili bir şifa kaynağı, kişiyi manevi yaralarını sarıp hayatını değiştiren kutlu bir süreçtir. Kalpte başlar, akılda yoğunlaşır, lisan ve fiille sonuçlanır. Kişiye beyaz sayfa açma imkânı vererek, rahmetle buluşturur. Günahta ısrar düğümünü çözerek, ümit kapısından içeri girip dünya ahiret huzurunu ulaştırır. Bu çalışmayla saadet kapısını aralama gayreti içinde olan kardeşlerimize destek olmayı hedefledik. Eserde tevbe hakkında kapsamlı bilgi verilirken, sahabî hayatlarından örnekler verilmektedir. Tevbe çeşitleri ve basamakları, tevbe ederken dikkat edilmesi gereken hususlar, tevbeye yönelme ve onu devamlı kılma yolları, tevbenin kazandırdıkları, tevbe etmenin önündeki engeller… ele alınmaktadır.
Efendimiz’e (sas) Yapılan Suikastler Suikast, hak ve hakikat karşısında acze düşmek, düşünce ve fikir mücadelesinden kaçarak zulme sığınmaktır. Yiğide pusu kurmak, gaflet anını gözleyerek arkasından vurmaktır. Toplumları sindirerek dize getirme yöntemidir. Suikastler, tarihin her döneminde ve her toplumda olagelmiştir. Zâlimler, Hak batıl mücadelesinin olduğu her yerde, adalet arayışının sürdüğü her zeminde suikaste sığınmışlardır. Baskı, zulüm ve işkence ile sindiremedikleri, bilgileriyle alt edip fikirleri ile susturamadıkları insanları, yok etmek için kullana gelmişlerdir… Bu kitapta, Peygamber Efendimiz’in (sas), kendisini öldürmeye kalkışanların suikast girişimlerinden ilahî yardımlarla mucizevî bir şekilde kurtuluşu, İslâm’a ve İslamî değerlere karşı kin ve nefret dolu insanlara nasıl davranılması gerektiği hususundaki örnekliği anlatılmakta…
Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) gelmezden önce insanlık koyu bir karanlık içerisindeydi. Bu döneme “cahiliye” denmişti. Cahiliye, insanların okuma-yazma bilmemeleri değil, Allah’ı doğru olarak tanımamaları, emir ve yasaklarına uymamaları demekti. Allah’ı gereği gibi tanımayan insanlar, O’nun koyduğu ilahî hükümlere değil kendi istek ve arzularına tabi olmuşlar, dünyayı yaşanmaz hâle getirmişlerdi. İçki içmeyen insan yok gibiydi. Kumar oynamak, fuhuş yapmak normal hale gelmişti. Toplumda yalan, dedikodu, iftira hiç olmadığı kadar yaygınlaşmış, tefecilik almış yürümüştü. Güçlüler zayıfları ezer, yetimler itilip kakılır, kız çocukları diri diri gömülür, korumasız kimselerin mallarına el konurdu. Sudan sebeplerle kavgalar çıkar, kavgalar savaşlara dönerdi. Rabbimiz “Allah Resulü en güzel örnektir” (Ahzab, 33/21) buyurarak O’nu insanlığa rehber olarak gönderdi. O’nun getirdiği vahiyle ve örnek hayatıyla cahiliye karanlığı dağıldı, zamanın en vahşi insanları en medeni insanları haline geldi. Büyük bir zevkle, bir solukta okuyacağınız bu kitap, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kutlu yolculuğunu ele alıyor. Hayatını ve yaşantısını güzel bir üslup ve akıcı bir dille anlatıyor.
Dua Peygamber Efendimizin (sas) ifadesi ile ibadetin özüdür. Hayatın kopmaz bir parçası, insanın Rabbi ile en güçlü bağıdır. Kişi yaptığı dua ile hayrı veya şerri çağırır. İstekleriyle hayatını cennet veya cehenneme çevirir… – Dua ederken nelere dikkat edilmelidir? – Nasıl bir hâlet-i ruhiye içinde olunmalıdır? – Sıkıntı ve imtihan zamanlarında nasıl dua edilmelidir? – Önemli karar ve işlerde hangi dualar yapılmalıdır? – Allah Teâlâ hangi duaları kabul buyurur? – Kimlerin duası daha makbuldür? – Hangi zaman ve mekânlardaki dualar daha makbuldür? – Gün içinde yapmamız gereken dualar nelerdir?.. Elinizdeki kitapta bu ve benzeri soruların cevaplarını Hz. Peygamber (sas) ve ashabının hayatlarından zengin örneklerle bulacaksınız.
Hz. Hüseyin’in çocukluğu, Sevgili Peygamberimizle (a.s.m.) geçti. “Cennet ehlinin süsü” dediği torununu gördüğünde yüzünde güller açan Efendimiz, onu sevip okşar, oyunlar oynardı. Yedi yaşında acının en büyüğünü yaşayan Hz. Hüseyin, küçücük bir çocukken önce canından çok sevdiği dedesinden, altı ay sonra annesinden ayrıldı. Peygamber ahlakıyla ahlaklanan Hz. Hüseyin, takvada zirveydi. Hayatının her karesinde Allah ve Rasûlü’nün rızasını öncelemişti. Son derece mütevazı, insanları hayrete düşürecek kadar cömertti. Babası gibi cesaret timsali bir kahramandı. Yeri geldiğinde ölüme meydan okumaktan kaçınmazdı. Son derece kararlıydı. Doğru bildiği şeyi yapmak için hiç bir şey ona engel olamazdı. Çok zeki ve hazır cevaptı. Verdiği cevaplarla hasımlarını şaşkına çevirirdi. Adalet duygusu yüksekti. Bunun için sonunda ölüm olduğunu bile bile Yezîd’in halifeliğine karşı çıktı. İhanete uğramasına rağmen mücadelesini sonuna kadar sürdürdü. Bu kitap, Hz. Hüseyin’in hayatını, dünya cazibesine kapılmayıp ebedi saltanata talip oluşunu, ümmetin selameti için canını ortaya koyuşunu ve Kerbela’da acımasızca şehit edilişini anlatıyor.
Peygamberimizin en yakın arkadaşı, can dostu, İslâm’ın ilk halifesi HZ. EBÛ BEKİR… Cesareti, yiğitliği, adaletiyle nam salan sahabi, İslâm’ın ikinci halifesi HZ. ÖMER… Hayâsı, iffeti, yumuşak huyluluğuyla örnek sahabi, İslâm’ın üçüncü halifesi HZ. OSMAN… Peygamberimizin sevgili damadı, kahraman sahabi, İslâm’ın dördüncü halifesi HZ. ALİ…
Sevgili Peygamberimizin halası Hz. Safiyye’nin oğlu, Hz. Hatice’nin yeğeniydi. Zekâsı ve gözünü budaktan sakınmayan cesareti dolayısıyla Peygamber Efendimiz ona özel görevler verdi. Prensip sahibi ve tedbirli biriydi. Cömertliği, ihlası, samimiyeti ve dürüstlüğüyle insanlara örnek oldu. Hz. Ali, Talha bin Ubeydullah, Sa’d bin Ebî Vakkas’ın akranıydı. Onlar gibi genç yaşta İslâm’la şereflendi. Küçük yaşta yetim kalmıştı. Annesi onu en güzel şekilde yetiştirdi. Müslüman olunca baskı ve işkencelere maruz kaldı. Yapılanlara göğüs gererek yılmadan yoluna devam etti. Bedir, Uhud ve diğer savaşlarda en ön saflarda savaştı. Canı pahasına Peygamberimizi korudu. Mekke Fethi’nde ordulardan birine komuta eden sahabi, Hz. Ömer döneminde de cepheden cepheye koştu.
Mekkeli fakir bir ailenin çocuğu olan Ebû Ubeyde, geçimini mezar kazarak sağlardı. Otuz yaşlarında İslâm’la şereflenince hayatı anlam kazandı. Hoşgörüsü, tevazusu ve uzlaşmacı tavrıyla öne çıkan sahabi, Hz. Peygamber’i “Ya Rasûlallah! Birkaç haftalığına da olsa senden ayrı kalmaya dayanamam” diyecek kadar çok severdi. Uhud’da bedenini Hz. Peygamber’e siper ederek canını ortaya koydu. Pek çok savaşta komutanlık yaptı. Cihad meydanlarında kahraman bir asker, okulda öğretmendi. Hz. Peygamber İslâm’ı öğrenmek isteyen birçok kişiyi ona gönderdi. Hz. Ebû Bekir halife olup onu ordu komutanı yaptığında er olmayı şeref sayacak kadar mütevazı biriydi. Zekât memurluğu, valilik, maliye bakanlığı ve başkomutanlık gibi çok önemli görevler yaptı.
İlk Müslümanlardandı. Namaz kılanlardan etkilenip genç yaşta Müslüman olmuştu. İslâm’la şereflenince kötü alışkanlıklarından bir bir kurtularak örnek gösterilen gençler arasına katıldı. En çok sevdiği şey ok atmaktı. Attığı ok hedefini asla şaşmazdı. Mekke’de Hz. Peygamber’i müşriklere karşı yiğitçe korurken; Bedir, Uhud ve diğer savaşlarda yine O’nun yanı başındaydı. Attığı oklarla düşmana göz açtırmayıp kahramanlık destanları yazdı. Müslümanları çok sever, hiçbiri hakkında olumsuz şeyler düşünmezdi. Ahlakı ve cesaretiyle kalplerde taht kuran sahabi, Hz. Ebû Bekir’in halifeliği döneminde pek çok hizmetlerde bulundu. Hz. Ömer döneminde Irak orduları başkomutanı olarak zaferden zafere koştu. Savaştan sonra Irak genel valiliği gibi birçok önemli hizmetlerde bulundu.
Mekke haniflerinden Zeyd bin Amr’ın oğluydu. Çocukluğunu, babasının putperestliğe karşı verdiği tevhit mücadelesine destek olmakla geçirdi. Peygamberimizin insanları İslâm’a davet ettiğini duyduğunda hiç sorgulamadan iman etti ve ilk Müslümanlardan oldu. Sevgili Peygamberimizden bir an olsun ayrılmayan bir iman eriydi. Namazlardan sonra bir süre Mescid-i Nebevî’de oturur, Hz. Peygamber’i dinler, hâl ve hareketlerini izler, ahlakıyla ahlaklanırdı. Samimi ve fedakâr bir Müslümandı. İnsanları sever, yardımlarına koşmaktan zevk alırdı. Bu nedenle her zaman sevilen, hürmet edilen ve örnek alınan bir insan oldu. İslâm davet mücadelesine var gücüyle destek olan sahabi, halifeler döneminde cepheden cepheye koşarak İslâm’la insanlığı buluşturma gayreti içinde oldu.
Mekke’de doğup büyüdü. Genç yaşta iyi bir tüccar oldu. Su gibi içki içilen bir ortamda büyüdüğü hâlde kötülüklerden uzak durmayı başardı. Gençliğinin baharında Müslüman oldu. Emin ve güvenilir biriydi. Bu özelliği bizzat Peygamber Efendimiz tarafından bildirilmişti. Bunu bilen Hz. Ali ve diğer sahabiler ona çok güvenirlerdi. Bir ayet ya da hadis duyduğunda onu öğrenir, uygulamaya gayret eder ve hayatının bir parçası hâline getirirdi. “Peygamberimize imam olan sahabi” diye tanınırdı. Peygamberimiz zamanında komutanlık ve istihbarat gibi birçok görevler aldı. O’nun vefatından sonra ise halifelerin göz bebeği oldu. Zekât memurluğu, müftülük ve hac emirliği gibi çeşitli görevlerde bulundu.
Gençliğinin ilk yıllarında müşriklerin baskılarına rağmen Müslüman oldu. Yapılan tüm zulüm ve işkencelere sabırla göğüs gerdi. Genç yaşta ticarete atıldı ve çok zengin oldu. Lakin parayı, makam ve mevkiyi asla güç ve kudret aracı görmedi. Kazancını Allah yolunda harcama konusunda bir an bile tereddüt etmedi. İnsaflı biriydi. Hak sahibinin hakkını teslim ederdi. Kıskançlık, dünyevî bir menfaat veya başka bir sebepten dolayı birine haksızlık yapmazdı. Bedir, Uhud ve diğer savaşlarda kahramanlık destanları yazdı. İslâm düşmanları Peygamber Efendimize öldürmek için saldırdıklarında vücudunu ona siper edenlerden biri oldu. Hz. Ömer döneminde maliye bakanlığı gibi çok önemli bir görev icra etti.
Kardeşlik, fıtrî bir duygu, ilâhî bir lütuf, Rabbanî bir bağış, kalpleri birleştirip huzura kavuşturan, mucizelerle dolu kudsî bir sırdır. Kardeşlik, eşsiz bir inşa ve terbiye sürecidir. Enâniyet, kibir, kin, nefret ve haset gibi kötü duyguları sevgi, saygı, merhamet, özveri, paylaşma, güven ve fedakârlık potasında eriterek, Ebû Cehil ve Ebû Leheb gibi değil, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi olabilmektir. Kardeşlik, müminlerle bir araya gelindiğinde makam, mansıp ve çıkarları bir kenara bırakmak, yapılan yardım, özveri ve fedakârlık için teşekkür dahi beklememektir. Kardeşlik, ırk, kabile, aşiret, meslek, grup, mezhep üstünlüğü gibi sunî değerler üretmeyi ve bunlara kudsiyet yüklemeyi terk etmektir. Cahiliye tortularını çöpe atmak, içimizi kemiren kötü duygularından arınarak huzur bulmaktır. Elinizdeki kitap, Allah Resûlü (a.s.m) ve sahâbîlerinin kardeşlik örneklerinden yola çıkarak, kardeşlik ölçülerini, hukukunu, adabını anlatmakta, kardeşliğin sözden ibaret kalmayıp nasıl yaşandığını örnekleriyle ortaya koymaktadır. Bunu kalben yaşamak için saâdet asrına yelken açmaya ne dersiniz?
İslâm’ın ikinci halifesi… Cesareti, yiğitliği ve dürüstlüğüyle nam salan sahabi… Müslüman olana kadar zulümde sınır tanımayan Hazreti Ömer’in kalbi, İslam ile şereflendikten sonra şefkat ve merhametle doldu. Peygamberimizi canından bile çok sevdi. On yıl süren hilafeti boyunca adaletiyle gönüllere taht kurdu.
İslâm’ın ilk halifesi… Peygamberimizin en yakın arkadaşı, can dostu… Mekke’de doğup büyüdü. Cahiliye ortamında bile örnek gösterilen bir hayat yaşadı.
Allah ve Peygamber aşkını ciğerlerini yakacak kadar zirvede yaşadı. Malı, canı ve bütün imkânlarıyla O’na destek oldu. İyilik yarışında her zaman en önde oldu. Peygamberimiz vefat edince İslâm’ın ilk halifesi oldu. İki yıl sonra da Rabbine kavuştu.
İslâm’ın dördüncü halifesi… Peygamberimizin sevgili damadı, Hazreti Fâtıma’nın eşi, büyük İslâm kahramanı… Beş yaşından itibaren Peygamberimizin terbiyesi altında büyüdü. İlk Müslüman olan çocuktu. Her zaman Peygamberimizin yanında oldu. Müşriklere meydan okurcasına Kâbe’de O’nunla birlikte korkusuzca namaz kıldı. Hicret sırasında eşsiz bir cesaretle Mekkelilerin Peygamberimize suikast planladığını bile bile O’nun yatağına yattı. Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber Savaşlarında kahramanlık destanları yazdı. Cesaret ve kahramanlıkta olduğu kadar ilim, irfan, ahlak ve fazilette de en önde yer aldı. “İlim şehrinin kapısı” dendi. Hazreti Osman şehit edilince İslâm’ın dördüncü halifesi oldu. Hainler tarafından bir sabah namazında şehit edildi.
İslâm’ın üçüncü halifesi… Hayâsı ve iffetiyle örnek sahabi… İslâm ile ilk şereflenenlerdendi. Peygamberimizin biricik kızı Hazreti Rukiyye ile evlendi. İnancı uğruna baskı ve işkencelere maruz kaldı. Eşiyle birlikte Habeşistan’a hicret etti. Yıllarca gurbet ellerde yaşadı. Medine’ye hicret edince Zülhicrateyn (İki Hicret Sahibi) dendi. Hazreti Rukiyye genç yaşta vefat edince, Efendimiz onu diğer kızı Hazreti Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Peygamberimizin iki kızıyla evlendiğinden Zinnûreyn (İki Nur Sahibi) dendi. Çok cömertti. Servetini İslâm’a hizmet yolunda harcadı. Son derece utangaç ve yumuşak huylu olan Hazreti Osman, Hazreti Ömer şehit edilince İslâm’ın üçüncü halifesi oldu. On iki yıl boyunca halifelik yaptı. Kur’ân okurken şehit edildi.
Hz. Hatice (radiyallahu anha) hanımlar sultanıydı. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) onun kadrini, “Onun gibisi var mıydı?” sözleriyle insanlık âlemine ilan etmiş ve şöyle buyurmuştu: “Allah’a yemin olsun ki, Allah bana ondan daha hayırlısını vermemiştir. İnsanlar beni inkâr ederken o bana inandı, sözlerimi tasdik etti. İnsanlar benden uzak dururken o beni malıyla destekledi. Allah, onun vesilesiyle beni evlatla rızıklandırdı.” Hz. Hatice ilklerin annesiydi. Allah ve Resulü’ne iman edip tasdik eden ilk insan ve ilk davetçiydi. Allah Resulü’nün (a.s.m.) yükünü hafifleten, her daim destekleyen, teselli kaynağı, can dostu, en sadık yâriydi. Bütün mal varlığını İslam davasına feda etmiş, bunu hiçbir zaman eşine karşı bir üstünlük sebebi saymadığı gibi, minnet vesilesi de yapmamıştı. Müşriklere karşı eşinin yanında dimdik durmuş, gerekirse bu uğurda canını seve seve feda edeceğini göstermişti. Büyük bir heyecan ve coşkuyla okuyacağınız bu kitap, vahyin ilk şahidi, Kâinatın Efendisinin (a.s.m.) sevgili eşi Hz. Hatice’nin hayat hikâyesini ve eşsiz mücadelesini anlatıyor.
Çocukluk dönemi, fiziki gelişimin yanı sıra ahlak ve karakter yapısının şekillendiği dönemdir. Bu dönemi besleyen en önemli özelliklerinden biri de örnek insan profilidir. Zira çocuklar etraflarında olup bitenleri sürekli gözler, söylenenleri ve yapılanları tertemiz hafızalarına kaydederler. Bu nedenle en iyi, en doğru ve en isabetli örneğin onlara en güzel şekilde sunulması gerekir. En iyi örnek elbette Peygamberimiz (sas) ve bizzat onun yetiştirdiği sahâbîlerdir. Bu sahâbîlerden bir kısmı çok özeldir. Onları özel kılan şey; çocukluk ve gençlik yıllarını O’nunla (sas) birlikte geçirmeleridir. Onlar dünyaya gözlerini açtıkları gün Hz. Peygamber’i (sas) gördüler, hayatlarının en güzel zamanlarını O’nunla (sas) geçirdiler.
Ashâb-ı Suffe, ilk emri “Oku!” olan bir dinin ve ölüm tehdidi altında bile ilme öncelik veren bir peygamberin güzide talebeleridir. “Oku!” emriyle başlayan bu eşsiz inkılâp, Allah Resûlü’nün (sas) olağanüstü çabalarıyla zirveye ulaştı ve Suffe Ashâbı ile hayat buldu. Allah ve Resûlü’nün mesajını en iyi şekilde içselleştiren Ashâb-ı Suffe, Kur’ân ve sünneti öğrenerek yaşamayı hayatlarının gayesi yaptılar. Hâl, hareket ve yaşantılarıyla kıyamete kadar gelecek nesillere örnek oldular. Daha düne kadar okumayı ve yazmayı akıllarından bile geçirmeyen bir toplumun fertleri iken İslâm ile hayat bulan sahâbîler, o günden sonra ilim ve irfan aşığı oldular ve hayatlarını buna adadılar. Bu insanlar, gök kubbenin altında yaşayan en bahtiyar insanlardı. Rehberleri, Kur’ân; okulları, Mescid-i Nebevî; öğretmenleri, peygamberlerin serveri olan Hz. Muhammed (sas) idi. Bu kitap; akıcı ve sade bir üslupla istifadenize sunulmuş olup en sevgilinin en özel öğrencilerini yakından tanımak, manen onların önüne diz önüne çöküp talebeleri olmak, nebevî ilim ve irfanla tanışmak için hazırlandı.
Onlar Âlemlerin efendisinin (sas) hane-i saadetlerinde dünyaya gözlerini açtılar.Çocukluk ve gençlik yıllarını Kutlu hanede geçirdiler. Hz. Hatice gibi erdemin zirvesinde bir annenin terbiyesinde yetişdiler. Hüzün ve Sevinçlerini Gönüller Sultanı’yla paylaştılar. Onun yüce ahlakını hayatlarına rehber edindiler.
İsimleri kalbimizin en mutena köşesine meveddet kalemiyle yazılan Hz. Rukiyye ve Hz. Ümmü Gülsüm, Gönüller Sultanı’nın (a.s.m.) iki güzide goncası, sahabilerin göz bebekleriydiler. Birbirlerine son derece nezaket ve muhabbetle bağlı ikiz kareş gibiydiler. Kader onları birbirlerine öylesine yakın eylemişti ki, sadece yaşları değil hayatları da sanki birbirini takip etmekteydi. Gözlerini vahye açtılar, küçük yaşta imanla müşerref oldular. İnen ayetleri ezberleyip kalplerine nakış nakış işlediler. Çocukluklarından itibaren iman mücadelesinin içinde yer aldılar. Sırf inançlarından dolayı nişanlıları tarafından terk edildiler. Vatanlarını terk edip, sevdiklerinden ayrılarak hicret etmek zorunda kaldılar… Ömürleri boyunca ahlâk-ı hamîdenin en güzel örneklerini sergilediler. Hayatlarının her karesiyle insanlığa ışık tuttular. Amansız davet mücadelesi, yaşadıkları sıkıntı ve çileler naif bedenlerini çok yordu. Genç yaşta hayata veda ederek sevdiklerini gözyaşları içerisinde bırakıp Rablerine kavuştular… Bu eser, Peygamberin iki goncasının İslam davası uğruna akla hayale gelmedik eza ve cefalara sabırla dayanıp kadere rıza göstermelerini ve bunun karşılığında Rableri tarafından mükâfatlandırılmalarını anlatıyor.
Hz. Hasan, Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın biricik evlatları, ilk göz ağrılarıydı. Efendimiz (a.s.m.) “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir. Bilmenizi isterim ki şu oğlum büyüdüğü zaman çok saygın biri olacak” buyurmuştu. Hz. Hasan, son derece mütevazı ve iyiliksever bir insandı. Biri kendinden yardım istediği zaman içinde bulunduğu şartlara takılmadan yardıma koşardı. Çok kibar biri olmasına rağmen haksızlık karşısında asla susmaz, zalimlerin karşısına cesaretle dikilirdi. Son derecede hoşgörülüydü. Kendisine yapılan haksızlık, kabalık, haddi aşan tavır ve sözlere karşı gösterdiği hoşgörü, karşısındakini yaptığına pişman edecek kadar büyüktü. Hz. Ali vefat edince halife olan Hz. Hasan’ın emrinde, tek bir işaretiyle ölüme koşacak bir millet ve büyük ordular vardı. Buna rağmen tarihte eşine az rastlanan bir erdem örneği göstererek, Müslümanların birlik ve beraberliği için halifelikten vazgeçti. Bu kitap, Hz. Hasan’ın Peygamber Efendimiz ve Ehl-i Beyt ile birlikte geçen çocukluk anılarını, İslam mücadelesini, uğradığı ihanetleri ve eşsiz fedakârlığını anlatıyor.
Hz. Zeyneb, Efendimizin (a.s.m.) ilk goncası, “babasının süsü”ydü. Dünyanın en mükemmel anne-babasının terbiyesi altında vahiy atmosferi içinde büyüdü. Gençlik çağının başlarında annesinin davetiyle ilk Müslümanlardan olma şerefine erdi. Mekkeli müşriklerin baskı ve işkencelerine aldırmadan İslam davet mücadelesinde aktif olarak yer aldı. Eşsiz bir cesaretle babasına yardıma koşarak müşriklerin karşısına kahramanca dikildi. En zor imtihanlardan geçti ama imanından asla taviz vermedi. işkencelere maruz kaldı, devesinden düşürülerek karnındaki çocuğu katledildi. Alemlerin Efendisi olan babası, “O benim en değerli kızımdır. O benim için yaralandı” buyurarak onu taltif etti. Eşini çok sevdi. Ama bu sevgi onu inancının gereğini yapmaktan alıkoymadı. Çok arzu ettiği halde eşinin İslam’a karşı mesafeli duruşu onu iki sevgi arasında bıraktı. İkisinden de vazgeçmedi. Onun payına hep hasret, hüzün ve gözyaşı düştü. Sabrı, sebatı, aklı, feraseti ve cesareti sayesinde ikisini de kazandı.
En Sevgili’nin kendisini ümmetine “Fatıma benden bir parçadır. Onu seven beni sevmiş, ona düşmanlık eden bana da düşmanlık etmiş olur” sözleriyle tanıttığı gonca… Bu kitap, Hz. Fatıma’nın hayatını, edep ve hayâsını, dünyanın cazibesine kapılmadan eşsiz bir dava bilinciyle yaşayıp bu bilinçle sonsuzluğa yürüyüşünü anlatıyor.
Hz. Hüseyin’in çocukluğu, Sevgili Peygamberimizle (a.s.m.) geçti. “Cennet ehlinin süsü” dediği torununu gördüğünde yüzünde güller açan Efendimiz, onu sevip okşar, oyunlar oynardı.
Yedi yaşında acının en büyüğünü yaşayan Hz. Hüseyin, küçücük bir çocukken önce canından çok sevdiği dedesinden, altı ay sonra annesinden ayrıldı.
Peygamber ahlakıyla ahlaklanan Hz. Hüseyin, takvada zirveydi. Hayatının her karesinde Allah ve Rasûlü’nün rızasını öncelemişti.
Son derece mütevazı, insanları hayrete düşürecek kadar cömertti.
Babası gibi cesaret timsali bir kahramandı. Yeri geldiğinde ölüme meydan okumaktan kaçınmazdı.
Son derece kararlıydı. Doğru bildiği şeyi yapmak için hiç bir şey ona engel olamazdı.
Çok zeki ve hazır cevaptı. Verdiği cevaplarla hasımlarını şaşkına çevirirdi.
Adalet duygusu yüksekti. Bunun için sonunda ölüm olduğunu bile bile Yezîd’in halifeliğine karşı çıktı. İhanete uğramasına rağmen mücadelesini sonuna kadar sürdürdü.
Bu kitap, Hz. Hüseyin’in hayatını, dünya cazibesine kapılmayıp ebedi saltanata talip oluşunu, ümmetin selameti için canını ortaya koyuşunu ve Kerbela’da acımasızca şehit edilişini anlatıyor.