-
Korku ve Titreme
Kierkegaard’ın, Johannes de silentio takma adıyla yazmış olduğu Korku ve Titreme ilk kez 1843 yılında yayımlandı. Yapıtta iman kavramının etik ve dindarlıkla ilişkisi incelenir. Yazarın takma adlarından Johannes de silentio da Musa’nın 1. kitabında (22:1-18) anlatılan İbrahim ve İshak hakkındaki hikayeden esinlenmiştir. Bu anlatıda Tanrı İbrahim’e, oğlu İshak’ı kurban etmesini buyurur. Korku ve Titreme bütünüyle, İbrahim’in, geç yaşta sahip olduğu ve her şeyden çok sevdiği evladı İshak’ı kurban etme isteğini ve bu eylemin onu ne ölçüde bir cani veya hakiki bir dindar yaptığını irdeler. İbrahim imanın babası olarak bilinir ve Johannes çağdaşlarının topyekûn nasıl olur da kendilerini İbrahim gibi imankâr sandıklarını merak eder.
-
Kur’an Okumanın Adabı ve Fazileti
İçinde yer alan kıssalar ve haberlerle insanların ibret almalarını sağlamak için düşünce ufuklarını genişleten yegane kitap. Bu sayede en güçlü metodu, en doğru yolu açıklamış, içinde yer alan hükümlerin açıklanmasıyla düşünce alanımızı genişletmiştir. Allah bu kitabında helal ve haramı açık olarak ortaya koymuş, bizzat bir nur ve ziya olarak kitabını önümüze vermiştir. Yanlış saplantılardan kurtuluş ancak bu kitap sayesinde mümkündür. Çünkü bu kitapta gönüllere şifa olacak hükümler yer almaktadır.
-
Mahiyet Felsefesi
Mâhiyetlerin müşahhas belirişten önceki teayyünleri onların “önsel teayyünleri” olup, esmâî hakikatlerin sûretleri olarak, akdes bir feyezanla gerçekleşmişlerdir. İkinci bulunuşları ise tekil nesneler içerisinde müşahhas teayyünleridir. Bu teayyün, ilm-i ilahîdeki sâbit sûretlerine göre gerçekleşen mukaddes bir feyezan ile şeriat lisanında Mikaîl olarak bildirilen melek aracılığıyla nesnelere indirilir. Bir de mâhiyetler buradan, mâhevî sûretleri insan zihnine bahşeden melek aracılığıyla, insanın idrak çabası şartıyla insanın zihninde teayyün ederler. Buradaki aracı olan melek, Cebraîl olarak ifade edilmiştir. Bütün bu “önsel, nesnel ve zihinsel teayyünler” , Allah’ın “Musavvir” ve benzeri isimlerinin bir sûreti, bir gereği ve bir tezâhürü olarak gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Mâhiyetilerle alakalı aklî çaba ve mahiyet felsefesi, ilahî varlığı, ilahî sıfatları ve özellikle de ilm-i ilahîyi izaha kendini adamış, İslâmî naslara yönelik hassasiyeti ve özgünlüğü yüksek mükemmel bir felsefedir.
-
Mantığa Giriş / İbn Sina Felsefe Serisi -3
Şifa külliyatı İbn Sînâ’nın kendisinden önceki meşşai felsefe okulunun geleneklerini dikkate alarak yazdığı bir eserdir. Bu nedenle Porfiryus tarafından Aristoteles’in Kategoriler kitabına giriş olarak yazılan ve ondan sonra gelenek haline gelen İsagoji yazımını devam ettirmiştir. İsagoji Yunanca’da ‘Giriş’ anlamına gelir ve Arapça’ya yine aynı anlama gelen ‘Medhal’ kelimesiyle çevrilmiştir.Porfiryus, Aristoteles’in başta Topika (Cedel) ve Metafizik olmak üzere çeşitli eserlerinde yaptığı açıklamalardan hareketle cins, tür, fasıl, hâssa ve genel arazdan ibaret beş tümeli incelemiş ve böylece beş tümelin müstakil olarak incelendiği bir metin oluşturmuştur. Porfiryus’tan sonra beş tümelin müstakil bir kitapta incelenmesi gelenek haline gelmiş ve Porfiryus’un metni üzerine çeşitli şerhler yazılmıştır.
İbn Sînâ da Şifa külliyatına ve mantık ilimlerine başlangıç niteliği taşıyan Mantığa Giriş isimli bu eseri söz konusu İsagoji geleneğini dikkate alarak yazmıştır. Her ne kadar İbn Sînâ’dan önce Farabi müstakil bir ‘Medhal’ metni yazmışsa da bu eser çok kısa ve özettir. Porfiryus ve Farabi’nin İsagoji metinleriyle karşılaştırıldığında İbn Sînâ’nın bu eserinin ayırıcı özelliği olarak, onun hem hacim hem de içerik bakımından daha kapsamlı oluşu gösterilebilir.
-
Masallarda Bir Peri Çıkar Karşınıza Gerçek Hayatta Öğretmen
Ahmet Şerif İzgören’in yeni kitabı Masallarda Bir Peri Çıkar Karşınıza Gerçek Hayatta Öğretmen raflardaki yerini aldı.
Öğretmen, aile, öğrenci, sistem ve ülke kültürü başlıklarında eğitim sistemini irdeleyen İzgören, kitabında sistemin tüm paydaşlarına öneriler sunuyor. Ülke geleceğiyle ilgili en önemli başlığın eğitim olduğunu, sistemin doğru kurgulanması durumunda değişimin başlayacağını savunan İzgören, çalışmasında “Eğitim sistemimiz nasıl daha iyi olabilir?” sorusunun da yanıtını arıyor.Keyifli okumalar.
Gerçek örneklerle, çok güzel mesajlarla, doküman ve sayısal verilerle “mutlaka okunmalı” dediğim bir kitap olmuş. Bu kitabı okuyan öğretmenler mutlaka kendileriyle yüzleşecek ve mesleki geçmişlerini, ürettiklerini ve tükettiklerini gözden geçireceklerdir, eminim. Bir öğretmen olarak karşılaştığım örneklerden yola çıkarsak kitapta vurgulanan başlıkların ve içeriklerinin çok yerinde olduğunu söyleyebilirim. Hocamın emeğine, görüşüne, kalbine sağlık.
– Gülistan Ekiner/Bahçeşehir Koleji İlkokul Eğitim Koordinatörü-Öğrenme Stilleri EğitmeniŞerif Hocanın bende yarattığı en büyük etki ülkesine olan koşulsuz sevdasıydı. Okudukça ve tanıdıkça sevdası anlam kazandı, o bu ülkenin güzel çocuklarına olan inancından hiçbir şey kaybetmeden çalışıyor. Şimdi de Masallarda Bir Peri Çıkar Karşınıza Gerçek Hayatta Öğretmen kitabıyla çalıyor kapılarımızı. Kitapta buram buram Anadolu kokan anılarla bezenmiş öğretmen, anne-baba tutumları da yer alıyor. Şerif Hoca bir şey öğretmeye çalışmıyor, sadece bıraktığı duyguyla yaşama yeniden dört elle sarılmamız gerektiğini fısıldıyor küçük harflerle büyük izler bırakarak…
-Müjdat Ataman/Eğitimci-YazarÖğrenci, öğretmen, yönetici ve bir veli olarak geçirdiğim bütün süreçleri tekrar sorgulamamı sağlayan, bitirdiğimde “iyi ki böyle yapmışım, keşke böyle yapsaydım ve mutlaka böyle yapacağım” dediğim bir başucu kitabı.
-Metin Altun/İzmir Türk Koleji Bornova İlköğretim MüdürüAhmet Şerif İzgören birçok öğretmen ve öğrencinin model aldığı bir yazar. Kitabı okuyunca neden böyle olduğunu çok daha iyi anladım. Tüm okul yöneticilerinin okuması gereken bir kitap.
-Ali Mahmut Akça/UKEB Okulları MüdürüBir öğretmen olarak diğerleri gibi bir solukta okudum bu kitabınızı da. Yine müthiş gözlemler, hayata dair eğitime dair yaşanmışlıklar, iyi yapılan ve yapılamayan işleri tespit ederek sunulan öneriler, örnekler… Herkes kendi yaşamından satırlar bulacak bu başucu kitabında… Ve düşünecek yapması gerekenleri, yapılması gerekenleri; diyecek ki “umudun olduğu yerde mucizeler çiçek açacak”.
-Nihal Sav/Öğretmen -
Muhammed İkbal
İkbal ve Schimmel tasavvufta bulundukları mevki itibariyle birbirlerine çok benzerler. Çünkü ikisinin de ruh eğitimcisi tasavvufun kutup yıldızı Mevlânâ Celâleddin Rûmi’dir. İkisi de hiçbir zaman onun yörüngesinden çıkmamışlardır. Bunun haricinde ikisinin de Doğuda ve Batıda beslendikleri şiir, mistisizm, metafizik, sanat ve tefekkür kaynakları, küçük nüanslar bir tarafa bırakılırsa, neredeyse aynıdır. Sözgelimi Muhammed İkbal’in hayran olduğu, Faust’unu “ferdîleşmiş insanlık” (individüalisierte Menscheit) olarak kabul ettiği Goethe, Divina Commedia’nın şairi Dante, Nietzsche, Bergson ve Massignon gibi birçok Batılı dehâ, Annemarie Schimmel’in de şahsiyetini hazırlayan büyük düşünürlerdir.
Allame İkbal’i âlim bir muhibbînin, Prof. Dr. Annemarie Schimmel’ın kaleminden okumak, aynı zamanda iki poetik ruhun ipek kanatları üzerinde bir haz âlemine kanatlanmak olsa gerektir.
devamını oku -
Nefis Terbiyesi
Bir gün Peygamber Efendimiz’in huzurunda kadınlar kalabalık olmuşlar, kavga ediyorlardı, Hazret-i Ömer oraya geldi. Kadınlar onu görünce kaçtılar. Hazret-i Ömer kadınlara şöyle dedi: “Ey kendi nefislerinin düşmanları! Benden utanırsınız da Allahu Teâlâ’nın Resûlünden utanmaz mısınız?” diye sordu. Kadınlar da: Sen O’ndan daha sert huylusun! dediler. O zaman Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz, Hazret-i Ömer’e şöyle buyurdu: “Ey Hattab’ın oğlu! Allah hakkı için -ki benim nefsim O’nun elindedir- sen şeytanla karşılaşmazsın. Çünkü o, senin heybetinden yolunu değiştirir. Senin geldiğin yoldan kaçar, başka yöne gider.”
devamını oku -
Odysseia
Odysseus’un Penelope’yle olan evliliğinden Telemakhos isminde bir erkek çocukları oldu. Ama bu çocuk daha kundaktayken Helena’nın kaçırıldığı, kocası Menealos’un yardım istediği haberi geldi. Odysseus bu savaşa katılmamak için elinden geleni yaptı. İşler zorlaşınca delirmiş takli di bile yaptı. Ama Palamedes bu yalanı açığa çıkardı. Deli rolündeki Ody sseus, kendisini Agamemnon’un ordusuna katmak üzere kendisini almaya gelen askerleri kandırmak için Odysseus, tarlasınına tohum yerine tuz eki yor, sabana da öküz yerine kendisini koşuyordu. Askerlerin arasındaki Pa lamedes, bebek Telemakhos’u alıp sabanın geçeceği yere koydu. Ağzından tükürükler saçarak sürekli küfredip bağıran ve sabanı çeken Odysseus, sa banı biricik oğluna zarar gelmemesi için Telemakhos’un üzerinden aşırtınca yakayı ele verdi. Çaresizce zırhını kuşandı, eşiyle vedalaşıp mızrağını eline alıp askerlerin arkasına takılıp Agamamnon’un ordusunun bulunduğu Sparta’ya yürüdü. Böylece, Palamedes’e ileride korkunç bir öç almayla sonuçlanacak derin bir kinle sefere katılmak zorunda kaldı.
-
Osmanlı’da Astronominin Kurucusu : Ali Kuşçu
Ali, Ay’ın kuyudaki yansımasıyla çok küçükken tanıştı. Ona seslendi “Arkadaş olalım mı?” Ay: “Olur, ama benim dostluğuma giden yol çok zahmetlidir.” dedi. “Olsun.” dedi Ali. Ali gezegenimiz Dünya’nın verdiği ipuçları yardımıyla Ay’a, Güneş’e ve yıldızlara giden yolları keşfetmek için bir ömür harcadı. Bu yolculuğunda ona yol gösteren öğretmenlerinin dizinin dibinde çok çalıştı. Sonunda o da kendinden sonra gelen bilginlere yol gösteren bir yıldız oldu.
-
Öyle Geçer ki Zaman Teoman Duralı Kitabı
Öyle Geçer ki Zaman, Teoman Duralı’nın, bugüne dek gezip gördüğü yerler, okuyup araştırdığı konular üzerinden bir hakikat arayıcısının izlerini sürüyor. Anılarındaki capcanlı ayrıntılar, sarih ve berrak bir zihin örneği sergiliyor.
Zonguldak’ta geçen çocukluk yıllarından dayısı ile ettikleri muhabbetlere, hiçbir zaman sevemediği okul yıllarından dile olan merakına, Norveç’te kaptanlık hayalinden Kapalıçarşı’da geçen çalışma faslına kadar birçok hikâye ve olay… Duralı’nın kendine özgü üslubuyla Türk siyasetine damgasını vurmuş siyasetçilerle ilgili tespitler ve akademik ortama dair değiniler…
Teoman Duralı Kitabı okuyucusunu, bir filozofun yerel ve evrensel dünyanın kültür atlasındaki devriâlemine ortak ediyor.
-
Oyun ve Gerçeklik
Bebekler ve çocuklarla gerçekleştirdiği yoğun klinik çalışmalardan yola çıkan D.W.Winnicott insanını ruhsal ve kültürel gelişimine ilişkin değerli katkılarda bulunmuştur.
-
Sabır
İlk kitabım olan Sabır’ı, irşat ve tebliğ için kurduğum sosyal medya hesaplarımdan ilham alarak yazdım. Gündelik hayattan bilgilerle karşılaşacağınız için kendinizden önemli bir parça bulacağınızı ve türlü imtihanlarla dolu dünya yolculuğunda samimi bir yol arkadaşı olmasını ümit ediyorum. Sabır kitabı, karanlıklarla karşılaşacak olan okuyucusuna ışık olur, nefes aldırır, umut aşılar ve Rabbini hatırlatır.
-
Şarkiyatçılık
On sekizinci yüzyıldan bu yana Batı kültürünün kendi gücünü ve iktidarnı sağlamlaştırmak için Şark fikrini ve dolayısıyla Şarkı kendi karanlık gizemli ötekisi olarak nasıl mülkedinmeye çalıştığını anlatan Şarkiyatçılık kültürel araştırmalar alnında öyle bir etki yapmıştır ki yirmi yıl önce yayımlanan kitap hala tartışılmaktadır, üzerine onlarca kitap yazılmış, pek çok lisansüstü ve doktora tezine konu alınmıştır. Batının hala hazmetmeye çalıştığı ve ülkemize ne yazık ki hayli yanlı ve eksik çevirilerle aktırılmış olan bu kitap, şimdi Edward saidin isteği üzerine Berna Ülnerin tertemiz çevirisiyle ilk defa tam ve doğru metniyle yayımlanıyor.
gizle -
Sokrates’in Savunması
Platon (MÖ yaklaşık 428-MÖ yaklaşık 348): Bugünkü üniversitenin atası sayılan Akademia’nın kurucusu ve hocası Sokrates’i konuşturduğu diyaloglarla felsefeyi yazıya en iyi aktarmış ustalardan biridir. Bu kitapta birbirini tamamlayan dört diyalog yer almaktadır. İlk diyalog olan Euthyphron’da yargılanışının öncesi anlatılır ve dinsizlikle suçlanan Sokrates’in inançları hakkında bilgi verilir. Sokrates’in Savunması’nda ise yargı süreci anlatılmaktadır. Kriton’da hüküm sonrası anlatılır, bir yurttaşın saygı duyması gereken ilkeler tartışılır. Platon’un en şiirsel eserlerinden biri olan Phaidon’daysa Sokrates’in son günü anlatılırken ruh hakkındaki düşünceleri yansıtılmaktadır.
-
Soruların Peşinde
Soru sormak insanlığın mukavvim bir unsurudur… İnsanın mâ-cerâsı bir soruyla başladı; soru ile muhatap alındık; mesul ve mükellef kılındık. İnsan da bir sorudur; henüz tamamlanmamış, örüntü hâlinde, tüketilemeyen… Ve en büyük sorumuz: Varlık, insanı var-kılmakla ne demek istiyor? Uğraşımız, bu denmek-isteneni tespit etmek, yani manâyı, yani anlamı. İnsanın nihaî devası da bu anlamı bulmaktır; ancak insan için, bulmak değil aramak esastır. Aramak, yani yola çıkmak, yani sormak; fakat her yanıtın bir menzili vardır; o menzile varmadan o yanıt nâzil olmaz; çünkü nuzûl, menzile tâbidir…
-
Sözün Eşiğinde
İnsan yazıyı okur; söze tutunur, ancak söz, öz’ün bir ifadesi ise, yani kavramın. Dil dünyayı kurmaz; yalnızca ifade eder, dile getirir. Dünyayı kuran dil değil insandır, yani anlam; çünkü anlam bizatihi insanın kendidir. Söylemde, yazıda, kısaca dilde sözcüklere takılanlar sadece oyun oynarlar; mefhumlara, kavramlara dikkat kesilenler ise muhatabın kastını anlarlar. Anlamak, anlaşılmak istemenin ilk ilkesidir. Çünkü ancak böyle bir bağlamda insan üzerine, insanlarla, insanca konuşmak mümkündür…
-
Sufi ve Şiir
Bu eser, Yunus’un
Bizim sevdiğimiz Haktır
Bu halka göz ü kaş gelir
beytinde, Muhyiddin İbn Arabî’nin
Ne geldiyse dilime hepsinde O’nu söyledim O’nu
mısralarında dile getirdiği gibi, hakikatten haberdar olmak isteyenlere hakiki aşk menbaını gösteren Osmanlı şiirinin ontolojisinin temelinde “din” ve “maneviyat” yattığı tezinden yola çıkarak, “şiir” olgusunu, İslam’a özgü metafizik düşünce mekteplerinden biri olan sûfîlik penceresinden yorumlamaktadır. Zira asırlar boyunca toplumun irfanını yükselten tasavvuf sembolizmini anlamadan, Osmanlı şiirini hakkıyla anlamanın imkânı yoktur.
Tasavvuf Anabilim Dalı Profesörü Mahmud Erol Kılıç, Osmanlı’dan günümüze Türk şiirinin poetikası denemesi olan Sufi ve Şiir’de, bir yandan onun evrensel şiir poetikaları arasındaki yerini irdelerken, diğer yandan Ebedî ve Ezelî olanın aşkını terennüm eden bu şiirin musikiye, mimariye, sanata ve bütün bir toplumsal hayatın ahengine tesir eden değerler manzumesini, şiir ve hikmet arasındaki derin bağları son derece akıcı bir üslupla ele alıyor. -
Tasavvuf Düşüncesi
Allah’a giden en güzel yol, Allah’ın mazhar-ı tammı olan insandan geçer.”
“Ben insanı yarattım ve ona kendi ruhumdan üfledim.” diyorsa Allah, kul ile Rabbi arasında çok yakın, çok sıcak, birebir ilişki vardır, diyor Mahmud Erol Kılıç, Tasavvuf Düşüncesi’nde. İçimizden sadece seçilmişlerin yaşayabileceği bir derûnî tecrübeden bahsetmiyor. Başlangıcı kendini bilmek, nihayeti Rabbini bulmak olan bu dikey yolculuğa yaratılmış her can’ın talip olabileceğini anlatıyor.
Yurt içinde ve yurt dışında sunduğu seminerler ve makalelerden oluşan bu eserde yazar; sosyolojik Müslümanlıktan hakiki kulluğa, felsefe-tasavvuf ilişkisinden gayb problemlerine, insan, kâinat, aşk ve hayata dair geniş bir yelpazede ele aldığı bütün meseleleri, İslâm âriflerinin âyetler, hadisler ve kendi derunî tecrübelerine dayanarak oluşturdukları İslâm tasavvufu penceresinden ele alıyor.
Bu kitap modern zamanların kimlik bunalımından nasibini almış, kendini kendi referanslarıyla tanımlayamayan günümüz Müslümanına özüne yerleştirilmiş olan ilâhî cevheri, kalbinden Rabbine ulaşan yol haritasının merhalelerini ve Dost kokusunu hatırlatıyor. Bilme, akletme melekesinin asıl merkezi olan kalbe işaret ederek yitirdiği kimliğini orada bulacağını müjdeliyor.
Hz. Ali’nin dediği gibi:
“Devası kendindedir insanın…”
-
Teknolojik İşlevsizlik Kitle Üretiminden Yaratıcı Tasarıma
Nasıl oluyor da insanlığın en büyük başarısı aynı zamanda en büyük belası haline geliyor? Bu sözdeki kasıt elinizdeki kitabın da ana konusu. En büyük başarı, üretken emek süreci içinde en arzu edilmeyecek ve insanları ezen işlerin otomasyon teknolojileri ile gerçekleştirilmesi. En büyük bela ise özgürleştirici olması gereken bu teknolojik olanakların neden olduğu işsizlik. Otomasyon teknolojileri ile donatılmış bilgi-üretim sistemlerinin insanların yapmaları gereken bezdirici ve sıradan işleri gerçekleştirmesi gerçek bir nimet. Toplumun azınlık sayılacak bir kesimi insanların maddi gıda, mal ve hizmet ihtiyaçlarını yaratıcı ve yenilikçi özelliklere sahip olarak karşılayacak yetenek ve güce sahip. Fakat bu imrenilecek yaratıcılık özelliklerine, eğitimsizlik ve başka nedenlerle sahip olamayanlar ne yapacak? Herkese yetecek zenginliği yaratmanın tüm maddi koşulları var ancak toplumsal koşulları yok. Kalan nüfusun ne yapacağı ve üretilen zenginliklerden neye göre pay alacağı konusunda bugünkü toplumsal sözleşmelerimiz bir şey demiyor. Halbuki otomasyon toplumunun belkemiğini oluşturacak yaratıcılığın ön koşulu özgürlük ise, bu kavramın adalet kavramları içinde kalmasını ve toplumsal barışın oluşmasını sağlamanın koşulu da eşitlik olmak zorunda. Marx’ın saptadığı durumda, toplumsal tıkanıklığı oluşturan sınıf üretkenlikten uzak görüldüğü için ortadan kalkması bir sorun oluşturmuyordu. Bu şekilde sınıfsız ve eşitlikçi bir toplum doğacaktı. Ahlak ile rasyonel çözüm, yani eşitlik ilkesi ile üretken toplum iyi bir tesadüf sonucu çakışıyordu. İçinde olduğumuz durum böyle bir kolaylık içermiyor. Üretim açısından özgür bir ortamın ve yaratıcı sınıfın varlığı şart; ancak eşitlik açısından diğerlerinin yaratıcı sınıf ile beraber yaşamaları siyasal zorluklarla dolu. Emeğin İş(lev)sizliği, gelecek tasarımımızı sorgulamaya davet ediyor.