-
01 Adana & 80’li Yıllarda
Yıl 1981… 12 Eylül darbesinin üstünden bir yıl geçmiş… CHP Genel Sekreter Yardımcısı Altan Öymen siyasi yasaklı olsa da Cumhuriyet gazetesinde yazılarına devam etmektedir. Ancak 52 sayılı bildiriyle “eski politikacı”ların “Türkiye’nin siyasi veya hukuki yapısıyla ilgili olarak beyanda bulunmaları, makale yazmaları, toplantı yapmaları” yasaklanır.
Artık Altan Öymen siyasi yazılar yazamayacağına göre başka bir çare bulunur; “il röportajları” fikri oluşur. Kentleri sosyal, kültürel, ekonomik yönleri, tarihi coğrafi özellikleri, turistik olanakları, mutfakları, eğlence hayatları… kısacası gündelik hayatın tüm yönleriyle anlatmak…
Ama bu sadece yazıyla olacak iş değildir, fotoğraf veya resim de lazımdır. Teknik olarak gazete ofset baskıya geçmemiştir, fotoğraf kalitesi kötüdür. Ona da mükemmel bir çözüm bulunur: Çizgileriyle her şeyi canlandırabilen, konuları, sorunları karikatür yoluyla en iyi şekilde anlatan Tan Oral projeye dahil olur.
Böylece Altan Öymen ile Tan Oral düşerler Adana yollarına…Ve Altan Öymen’in kaleme aldığı, Tan Oral’ın çizgileriyle katkıda bulunduğu Adana izlenimleri, 15 Eylül 1981’den itibaren yazı dizisi olarak 11 gün boyunca yayımlanır.
O yazı dizisi yıllar sonra günümüz okuruyla kitap olarak buluşuyor: 01 Adana. Adana’nın 36 yıl önceki halini merak edenler için… Kebabıyla, sıcağıyla, pamuğuyla, ünlü isimleriyle, sanayicisi çiftçisiyle, dertleri güzellikleriyle bir zamanların Adanası bu kitapta! -
11. Peron
11. Peron; 1961 yılında Almanya’nın işçi kabulüyle birlikte binbir umutla Anadolu’dan Avrupa’ya gidenlerin öyküsü… Gökhan Duman kitabında, kendilerine yeni bir dünya inşa eden ama kimi zaman bu inşa ettikleri dünyanın altında kalan erkeklerin, kadınların ve çocukların yaşadıklarını yani; ‘gurbet’i, ‘giden’i ve ‘kalan’ı anlatıyor okuyucuya… Duman’ın etkileyici bir dille kaleme aldığı eseri; döneme ait fotoğraflarla zenginleştirilerek bir belgesel niteliğini taşıyor. Hepimizin aşina olduğu göç hikâyesini, gidenlerin ve kalanların dilinden anlatan 11. Peron, okuyucuya Sirkeci treninin bir yolcusu gibi kompartımanın bir köşesine geçip, olup biteni en yakından izleme fırsatını sunuyor. Gökhan Duman, eserinde bir yandan okuyucusuna Almanya’da bir dönem çalışan işçilerimizin yaşadıklarını, İbrahim ve ailesinin gözünden anlatmakta; bir yandan da bir anlamda oraya gidip yıllarca büyük sıkıntılara maruz kalan, kimi zaman kundaklanarak alevler arasında kalan, kimi zamansa baskılara dayanamayıp intihar eden işçilerin aziz hatırasını ölümsüzleştirmek adına bir vefa örneği göstermektedir.
-
3391 Kilometre (Karton Kapak)
Bir Mesafe Aşkı Hikâyesi Yağmur böyle güzel yağar mı bir daha şimdi çıkıp ıslanmazsak? “O gün, bana ‘Sinemaya gidelim mi?’ diye sordu. 3391 kilometre öteden, şehirlerce, denizlerce uzağımdan… Yanımdaki insanlar görmezken beni, o bana imkânsız olduğunu bile bile ‘Sinemaya gidelim mi?’ dedi…” Aylarca sesini duymadığınız, yüzünü görmediğiniz, dokunmadığınız, kokusunu almadığınız, aynı sokaktan geçme ihtimalinizin dahi olmadığı, aynı fotoğrafın içinde bile bulunamayacağınız, sizden kilometrelerce, hatta denizlerce, adalarca ve şehirlerce uzakta olan bir insana âşık olur muydunuz? Kendinize yapar mıydınız bunu? Bu hikâye, uzak bir ilişkinin hikâyesi! Birbirlerini görmeden ve duymadan, aylar boyunca gece gündüz konuşan; birbirlerine bu kadar uzak, ama bir o kadar da yakın olan; aralarına giren onca kilometreye rağmen birbirlerine âşık iki insanın hikâyesi! Burası bizim gezegenimiz, burada her şey anını bekler. Burası, bizim 3391 kilometrelik gezegenimiz… “Seni görmem için yanımda olmana gerek yok. Gözlerim kapalıyken de görebiliyorum seni. Zaten seni gözlerim kapalıyken görebiliyorum sadece…”
-
57. Alay Filistin
SUSUZ ASLANLAR FİLİSTİN’DE Kendilerini “Susuz Aslanlar” diye niteleyen 57. Alay, Çanakkale Conkbayırı’nda adeta bir kahramanlık destanı yazmasının ardından, önce Galiçya’da çarpışır. Ardından bağlı olduğu 19. Tümen’le birlikte Filistin cephesine doğru harekete geçer. Askerler zorlu cephelerden henüz çıkmalarına rağmen, sahip oldukları her şeyi arkada bırakarak yola çıkmakta tereddüt etmezler. Çetin geçen yolculukta maddî-manevî kayıplar verilir. 1917-1918 arasındaki zaman diliminde, askerler iç ve dış düşmanlarla aynı anda mücadele ederler. 57. Alay, Filistin cephesinde birçok muharebeye katılır. 19. Tümen’in İngilizlerin eline esir düşmesinin ardından işler zorlaşır. Son olarak Nablus meydan muharebesinde, kuvvetlerinin tamamına yakınını kaybeden 57. Alay, İngilizler tarafından kuşatılır. Canları pahasına bile olsa alay sancağını yere düşürmemek, düşmana teslim etmemek için düşmanla 57. Alay arasında kıyasıya bir mücadele başlar.
-
67
Gördüğü ile gerçekte olması mümkün olmayan bir uyuşmazlık vardı aynanın köşesinden yansıyan görüntüsü ile arasında. Normal bir hayatı olan, normal bir hayatı olduğunu düşünen adamdı. Ailesiyle birlikte gidecekleri tatil için çıktığı yol, O’nu hayatının yolculuğuna sürükledi. Kabus ve gerçeğin, gerçek ve pişmanlığın iç içe geçtiği bir yolculuğa…. Geçirdiği trafik kazasının ardından kendini hiç bilmediği bir yerde bulan; adını, mesleğini, ailesini ve en önemlisi kendini bilmeyen bir adamın hikayesi. Kimsin sen? Kimsin oğlum sen? Lan ben kimim?! Bu ne LAN! KİMSİN SEN?! İnsan azat edebilir mi kendini kendi azabından? Üstelik her adımda kendini keşfettiği bu yolculuğun sonu kaçmak istediği gerçeklere çıkıyorsa… 67, hakikatin göz ardı edilen kıyılarında, varoluş sancılarının tam ortasında, sahici, sarsıcı ve sürükleyici bir hikaye. Oğuzhan Uğur’dan iddialı bir ilk roman…
-
Abartma Tozu
Bir sabah uyandık ve bizim kasaba toptan delirdi.
Annem sağlıklı yaşam uğruna evi dev bir organik tarım alanına dönüştürdü.
Babaannem sevimli, minnoş pansiyonunu oteller zinciri yaptı.
Babam daha çok para kazanmak için eve uğramaz oldu.
Kuzenim ata binerken resim yapmaya, flüt üflerken piyano çalmaya başladı.
Yengem temizlikle kafayı bozdu. Kocasını pis diye evden kovdu ve çocuklarını her gün suya yatırdıktan sonra mandalla çamaşır ipine astı.
Sevgi Teyze, daha çok sevebilmek için çocuklarını koltuğa bağladı, hepsine aynı kombin kıyafetler giydirdi ve onları sevgi komasına soktu.
Fehmi Abi, bilgisayarın başından tuvalete gitmek için bile kalkmadığından hastanelik oldu.
Okulda daha başarılı olmak için teneffüs yapmamaya, hafta sonları da okula gitmeye başladık.
Etrafımda bir tane normal insan kalmadı.
Ha şimdi diyeceksin ki bir tek sen mi normalsin?
Evet, bir tek ben normalim. Neyse ki mücadeleci bir ruhum var. Bu kasabadaki insanlara bir süper kahraman lazımsa o kesinlikle benim. Koca kasabada yanımda olan tek kişi, Tevfik Kılıkırkyarar. Gerçi o da çok normal değil ama olsun, o da insan. -
Abdülhamid Son Hükümdar
Tarihi romanlarıyla bestseller listelerine taht kuran ödüllü yazar Okay Tiryakioğlu’dan çok konuşulacak, sürükleyici bir roman daha! “Abdülhamid” ile Osmanlı tarihinin en çok merak edilen yıllarına kapı aralamaya hazır olun! Sultan II. Abdülhamid’in sırlarla dolu dünyasına açılan bu kapıdan girdiğinizde kendinizi Ulu Sultan’ın tartışmalar yaratan politikaları arasında koştururken bulacaksınız. Yıllarca Kardeşlik Örgütü’nde eğitim almış üç anarşist yoldaş eşliğinde Paris’te başlayan bu gizli serüven, soluk soluğa bir kovalamacanın ardından İstanbul’daki suikasta uzanacak. Tam her şey bitti derken kendinizi asıl hikâyenin içinde, Sultan Abdülhamid’in karşısında bulacaksınız. İşte şimdi aklınıza takılan soruları sorma vaktidir: 93 Harbi’nde neler yaşandı? Filistin meselesi nedir? Meşrutiyet’e geçiş nasıl cereyan etti? Meclis-i Mebusan neden dağıtıldı? Ve 31 Mart Olayı… Padişah ile genç yoldaşlar hararet içerisinde tartışırken siz de bizzat saraydaymış gibi akıl oyunlarına kapılacak; dostun, düşmanın, ihanetin ve sevdanın nereden çıkacağı belli olmayan bu sürükleyici romanda başrolü oynayacaksınız.
-
Acı Deniz
“Gidişleri özleyen bir Gülsun yaşıyor hâlâ içimde. Gurbet iklimlerinde üşümüş Gülsun’a inat yaşayan. Bu şehirden kimin için gidilirdi? Kime gidilirdi? Kime kaçılırdı? Lüks otellerin çay salonlarında, uzak diyarların iklimini kadehlerine karıştırıp yudumlayanlara dalıp gitmiş bir Gülsun. Kazanılan bir burs. Uzak diyarların iklimini koklatan… O kokunun karşısına annenin gözyaşları çıkar. Babanın dudağı hayır demek için bile aralanmaz. Kız başına, tek başına gâvur memleketlerine gitmek…” Fatma Barbarosoğlu gidemeyenleri, ne geldiği ne gittiği yere ait olamayanları, yarım kalmış aşkları, başkasının hikâyesinde acı bir hatıra olarak zapt edilmiş hayatları anlatıyor…
-
Ada
Eşekler ve köpekler ölür. Fırtınalar kopar. Aşk çok uzaktadır artık, kendisi için geriye ancak hayıflanma ve hasret kalan insan umduğu kahramanlığı hiç gösteremez. Adasını terk edemez. Özgür atlar vardır var olmasına ama avcılar dört bir yandan kuşatır onları, kementlerle avlar, köleleştirir. Özgürlük eski, silik bir rüyadır artık. Fallarda acı, hazin sonlar görünür hep. Balkan edebiyatının önemli isimlerinden Meşa Selimoviç’in gidemeyenleri, ızdırapla hatırlayanları, çılgınca özleyenleri, akıbetini öfkeyle bekleyenleri, kabullenemeyenleri anlattığı Ada, ilk kez Türkçede. “Günün birinde gideceğim.” “Nereye?” “Neresi olursa.” “Ne zaman?” “Hiçbir zaman.”
-
Adaletin Kalesi: Nizamülmülk
Nizamiye medreselerini bütün tehditlere rağmen canı pahasına koruyarak devletin kalesi haline getiren Selçuklu Veziri Hasan bin Ali et-Tûsî; namı diğer Nizamülmülk… Öte yanda ise devasa bir plato üzerinde yükselen ve sarp zirvelere hâkim, ulaşılması güç, ehlisünnet düşmanı Alamut Kalesi… Hasan Sabbah gibi bariz bir düşmanın ötesinde, yalnızca küçülmüş gözbebeklerinden tanınabilen katil haşhaşi fedaileri… Nizamülmülk, Ulu vezir Hasan et-Tûsî’nin Sultan Melikşah döneminde sonlanan, ancak hikâyesi dilden dile dolaşan efsanevi hayatını konu alıyor. Nizamülmülk’ün hikâyesi, bir devleti hem kılıçla hem de ilimle ayakta tutma imtihanını anlatıyor bizlere. Köklü dostlukların arasına sızan fitneye, kırılan kalplere ve telafisi zor kayıplara rağmen ilmî korumaya adanmış bir ömrün hikâyesini okuyoruz Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden. Hiçbir zaman kolay değildir koca bir devleti ilmî ve askerî yönden ayakta tutmak. Ancak herkes şunun farkındadır ki, zafer zor olandadır. Türkiye’nin en çok okunan tarihi romanlarının yazarı, okurları tarafından “Günümüzün Peyami Safa’sı” olarak anılan Okay Tiryakioğlu’nun kaleminden sürükleyici, heyecanlı ve derinlikli bir roman…
-
Adam Dediğin Benim Gibi Olur
Herkesin kendine göre bir dağı vardır ve herkes kendi dağında yaşar mevsimleri. Senin güneşin yakamaz beni, benim kışımla da sen asla zatürree olamazsın.
Şimdi çık kendi dağına, ayakkabılarını çıkar ve koş. Doludizgin koş! Arkana bile bakma koşarken. Bakma; çünkü arkanda hiç kimse yok! O dağ sadece senin. Ayağını basmadığın hiçbir şer kalmasın. Her yerini ezbere bil bu dağın. Yeni ağaçlar dik dağına. Ağaçlarla yeşile boya.
Gururla dolaş. Adımların hep büyük olsun. Büyük yaşa! Hiçbir zaman korkutmasın ölüm seni ve daima emin ol; sen ölmeden kimse gelmeyecek senin dağına. Ölünce gelecekler ve: “Burada koca yürekli bir dağcı yaşardı.” Diye yazacaklar senin zirvelerine; ama bu senin umurunda bile olmayacak. Sen zaten senelerce koca bir dağcı olduğunu bilerek yaşamıştın.
-
Affet Beni Allah’ım Bir Deistin Gözyaşları
Öksüz ve yetim büyüdüğüm bu hayat yolunda, bütün manevi değerlerimi yitirmiştim. Darmadağın olmuş zihnimle Allah’ı unutmuş, ateizmle yatıyor, deizmle kalkıyordum. Öyle ki hiç durmadan varlığımı sorgulamaktaydım: “Ben kimim?” “Nereden geldim? Nereye gidiyorum?” “Bu hayatın anlamı ne?” “Gerçekten bu âlemin bir yaratıcısı var mı?” Artık şüpheler ve çelişkiler rüzgârının önünde kurumuş bir yaprak gibi savruluyordum. Tam pes ettiğim anda karşıma çıkmıştı, o esrarengiz adam… Sanki efsunlu bir kalem, gözyaşıyla yoğrulmuş hayat hikâyemi yeniden yazmaya başlamıştı. *** Bu kitap, deizm ve ateizm yolunda inancını yitiren bir gencin, yürek burkan yaşanmış hikâyesidir
-
Aforizmalar 2
BU KİTAP GERÇEK BİR KÜLTÜR HAZİNESİ…
Felsefe, hiciv, inanç sistemleri, evren, kuantoloji, makrokozmos, mikrokozmos, modern bilim ve günlük yaşamımızda; tiyatro sahnelerinde, televizyon ekranlarında pek nadir ele alınan konularda, son derece düşündürücü aforizmaları (özlü, çarpıcı veya aykırı sözcükleri) içeren bu kitabın her sayfası, ayrı bir kitaba veya kapsamlı bir konferans serisine konu olabilir.
Otuza yakın kitabın yazarı, düşünür, din âlimi, şair, güfteci, dünyaca tanınmış beyin cerrahı ve eşine pek az rastlanabilecek daha birçok sıfata sahip Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın’ın bu yeni eserinden, onun amaçladığı kültürel zenginliğe hak kazanabilmek için okuyucu, internet ortamındaki arama motorlarında epey vakit geçirmeyi ve yorum anahtarları bulma zahmetini göze almalıdır.
Şu örnekler bile ne demek istediğimi anlatacak değerde:
“Bitkiler, kuantum bilgisayar gibidir.”
“Çözülen bir sırrın, bir başka sırlı kaplı ile karşılandığı ve yoluna düşeni iptilasına mahkûm ettiği sonsuz bir yolculuğun adıdır bilim.”
“Din bilim değil, bilim din…”
“Dua, molekülü ve yan etkisi olmayan yegâne ilaçtır.”Aydınlığa giden bu sisli kültür serüveninde zihniniz ve yolunuz açık olsun…
Prof. Dr. Ergün Yener
devamını oku -
Ahirette 45 Gün
Göğsünün içinde yürek taşıyan, kulağı olup da duyan herkes için ibretlik 45 GÜN…
– YAŞANMIŞ GERÇEKÜSTÜ BİR HADİSE –
Ahiret hayatına dair doğusundan batısına dünyanın her köşesinden insanların sayısız tecrübeleri ve tespitleri mevcuttur. Sıradan insanların da gerek rüyalar gerekse yaşadıkları sıra dışı olaylar vesilesiyle bilgileri vardır. İnsanların bir kısmının tam bir kanaat ile olmasa da gereklerini hakkıyla yerine getiremese de pek çok insan ahiret hayatına inanır. İnsanlar en azından rüya vasıtasıyla ahiret hayatı ile ilgili tecrübeler yaşar. Kimileri öldüğünü görür, kimileri mezarına konduğunu, kimileri cennet ve cehennem hâllerini…
Tıbbî olarak ölüp dirilenlerin anlattıkları sayısız veriler, kişisel deneylere dayanan tecrübeler de insanların elinde mevcut ama bugünün determinist zihin yapısı hep laboratuvar düzeyinde kanıt aradığı için bunlar ancak meraklılarını ilgilendiren malzemeler olarak hatıralarda, edebi eserlerde, filmlerde karşımıza çıkar.
İşte bu eserde anlatılanlar da İkinci Dünya Savaşı’nın tüm dünyayı kasıp kavurduğu dönemde askerliğini yapan babam İsmail Bulut’un Malatya Akçadağ Karakolu’nda kırk beş gün boyunca şahit olduğu ve dinlediği olağanüstü bir hadiseye dayanıyor. Babamın koğuş arkadaşı Halil Akbaş, kırk beş gün boyunca her akşam bir tür astral seyahatle ötelere/ahirete gider; bir karakol dolusu koğuş arkadaşının sorgulayıcı bakışları altında orada yaşadıklarını etrafındakilere detaylıca aktarır. Bu hadiseden çok etkilenen babam, arkadaşı Halil Akbaş’ın bu olağanüstü tecrübesini âdeta bir kamera gibi zihnine kaydeder. Bu şahit olduğu hadiseyle askerlik sonrasındaki hayatına yeni bir yön çizer. Kahramanlarının büyük bir kısmı artık ahirete intikal etmiş hayli ilgi çekici bu hadisenin anlatıcısı, onun aynı zamanda birincil tanığı olan babam. Ahirette 45 Gün, bir babanın böylesi olağanüstü ve hikmetli bir tecrübesini oğluna aktarmasının hikâyesidir.
Mehmet Ali Bulut -
Akhilleus’un Şarkısı
2012 Orange En İyi Roman Ödülü Kazananı Tanrılar beni küçük yaşımda sürdüler yuvamdan, itiraz edemedim; çelimsiz, beceriksiz, silik bir evlattım. Söyleyecek söz bulamadım, alt tarafı bir ölümlüydüm. Yalnız kalmanın, yenik düşmenin nasıl bir şey olduğunu bilirdim sadece. Sen böyle yenikken başkasının iyi talihinin nasıl diken gibi battığını da. Lakin kader örgüm henüz sonlanmamıştı. Sürgünüm Aristos Achaion’un yanına, güzelliğinin güneşi dibinde diz çökmeye çıkmıştı. Mağlup olmuştum lakin böyle bir güzellik karşısında mağlup olmaktan kim utanır ki? Hikâyelerimizde o en iyimiz, en kahraman, en kuvvetlimiz olarak geçer. Hikâyelerimize göre bunun sebebi damarlarında akan ilahi kandır. Hikâyelerimiz yaşlılar tarafından ateş başlarında anlatılır, kahramanlardan bahseder ama kahramanlar yaşlanmaz hiç. Hikâyelerimizde savaşı yiğit Akha’ların kazandığı anlatılır… Hikâyelerimiz gerçeği söylemiyor. Savaşın kazananı olmaz. Çağlar geçer, üstümüzde takımyıldızlar dönüp durur, ayla güneş her zamanki yollarını bitkin takip eder ve biz, biz felakete uğramışlar, biz sevdiğinden ayrı düşmüşler aşkın içimizi titreten şarkısı kulağımızda, huzursuz yatarız düştüğümüz yerde. Ben, Kirke’nin yazarı Madeline Miller, Akhilleus’un Şarkısı’nda, şanı için hayatından vazgeçen yarı tanrı Akhilleus’u, can yoldaşı Patroklos’u ve Troya Savaşı’nı; kralların, tanrıların, savaşçıların destanını iki âşığın gözünden anlatıyor. “Madeline Miller, çarpıcı ve tutkulu aşklarını Homeros’un sürükleyici manzum destanı kadar sade ve incelikli diliyle aktararak, bu iki genç adamın efsanelerde değil, gerçeklikte var olduğuna bizi ikna etmeyi başarıyor. Bu sayede isimlerini, 3000 yıldır anlatılagelen bu hikâyeyi zenginleştirerek bir sonraki nesle de aktarıyor.” –Mary Doria Russell, Serçe’nin yazarı “İlyada ve öncesindeki olayların Patroklos gözünden sürükleyici bir yeniden anlatımı; elden bırakması zor bir kitap, klasik eser sevenler özellikle Tanrıça Thetis karakterinin özündeki vahşi yan ve antik dönem esintisiyle büyülenecek. –Donna Tartt, Saka Kuşu’nun yazarı “Akhilleus’un Şarkısı, İlyada destanını daha önce hiç okumadığınız denli gerçekçi bir tarihsel ve fantastik anlatımla ortaya koyuyor…” –Instinct Magazine
-
Akif Duruşlu Asım
Türk tarihinin en önemli simalarından, İstiklâl Marşı şairi Mehmed Âkif Ersoy, “Âsım” isminde sembolleştirdiği şiir karakterinde, Türk gençliğine ışık tutmuş, yol göstermiştir. Bu özelliğiyle bir şâir olmanın çok ötesindedir. Günümüz edebiyat dünyasının üretken ve önemli isimlerinden Ali Haydar Haksal, bu eserinde Âkif’e bir edebiyatçının bir başka edebiyatçıya yönelttiği bakışla bakıyor. Ama bu bakış aynı zamanda, alttan alta Âkif’in “Âsım” vurgusunu belirgin kılan bir duyarlılığın eşiğinde gerçekleşiyor. Böylece ortaya Âkif’ten Âsım’a doğru kurulan bir köprü çıkıyor…
-
Akıntıya Karşı
“… Oltanın ucundaki balık şöyle dedi: ‘Yem öyle büyülü, çekici, gerçek idi ki; nasıl desem gerçekten daha gerçekti. Şimdi şu son nefesimi verirken itiraf ediyorum: “Tanrım bunu beklemiyordum’. * Elinizdeki kitap sadece şu mektuptaki cümle yüzünden kaleme alınmıştır desem yeridir. Çağdaş Küresel Medeniyet’in (O iki asırdan beri peşine düşüp yetişmeye çalıştığımız muasır medeniyet) insanlığı getirdiği son durak burasıdır.” Mustafa Kutlu’nun gazete yazılarından derleyerek yazdığı yeni eseri toplumumuzun tüm sorunlarına, eksiklerine, nereden nerelere gelindiğine ışık tutarken, çözümlerini de kelimelerinin arasında ilgililere sunuyor.
-
Aliya
Bu eser, Âkif Emre’nin, Aliya İzzetbegoviç hakkında kaleme aldığı gazete ve dergi yazılarını, röportajlarını, panel ve TV konuşmalarını biraraya getiriyor. Bu haliyle bir bütünlüğüne ulaşan Aliya kitabı aynı zamanda 17 yıllık bir birikimin ürünü. Bu eserde bazı okurlarımızın aşina oldukları Âkif Emre’nin gazete dergi yazıları dışında ilk defa yayımlanacak röportajları ve konuşmaları da yer almakta. Özellikle Şubat 2001’de Aliya ile yapılan meşhur röportajın yanı sıra aynı tarihte Aliya ile birlikte Genç Müslümanlar (Mladi Müslimani) davasında mahkum edilen Eşref Çampara, Cemalüddin Latiç, Hasan Çeriç’le yapılmış röportajlarla birlikte Bosna Savaşında Genelkurmay Başkanlığı yapmış olan Rasim Deliç ve Aliya’nın yakın koruması Osman Mehmedagiç ile yapılmış ve hiç yayımlanmamış Âkif Emre arşivinde yer alan bu röportajlar ilk defa okuyucularımızla buluşuyor. Bir bütün halinde Şubat 2001 röportajlarının önemli bir özelliği de bir davaya, bir ideale sahip olmanın ne demek olduğunu bizzat onu yaşayanların ortaya koymaları, bir hareketin oluş ve yaşayış şartları hakkında teorik söylemlerle değil bizzat hayatın içinden şahitlikler sunuyor olmaları.
-
Allah Cümlemizi Korusun
“Yazar değilim ben. Bir şeyler yazmakla yazar olunamayacağını iyi biliyorum. Heybemde öyle süslü kelimelerim yok… Ne kimsenin derdine derman olabilirim, Ne de yol olabilirim yolunu kaybetmişlere… Merhem de olamam kanayan yaranıza mesela… Derdinize derman olamam belki ama dermanın kimde olduğunu söyleyebilirim… Yol olamam belki size ama doğru yolu gösterebilirim… Çare olamam belki ama çarenin kimde olduğundan haberdarım.” Bekir Develi hayatımızda her an karşılaştığımız ve bir parçamız olan kavramlar üzerinden bir insan tasavvuru ortaya koyuyor. Çevremizdeki sıradan kahramanların öykülerini, kıyısına gelenlerin ikramsız kalmadığı bir su kaynağına benzetip, insanın ahlakla, gelenekle, modern dünyayla ilişkisine dair eleştirilerini içten bir duyarlılıkla paylaşıyor. Uzak coğrafyalardan yakın tanıklıklara uzanan ve okuyucusuyla dertleşmek isteyen bu metinler, bir yandan tefekkür kapısını aralarken bir yandan da şu duaya hep birlikte “Âmin” demeye davet ediyor: Allah cümlemizi korusun: Cümle’mizi ve cümlemizi!
Romane
Okunması Gereken Edebiyat Kitapları
Edebiyat kitapları yaşadığımız evrende insanların iç dünyasına yansıtılan bir ayna niteliğindedir. Yaşadığımız evrende dil, bir toplumu ayakta tutabilen en etkili araçtır. Edebiyat, karşılıklı iletişim ve kişisel gelişim bağlamında oldukça etkili olmaya devam etmektedir.
Edebiyat kitapları, insanların en derin hislerini yeniden canlandırmak ve yeni bir dünyaya kapı aralamak kadar sıra dışı araçlardır. Okuduğumuz edebiyat kitaplarında mühim olan içerik değil içeriğin bizlerde bıraktığı hissiyattır. İnsanların zaman geçtikçe edebiyat kitaplarına olan ilgili ve alakası her geçen gün artmaktadır.
Edebiyat kitapları ilgi çekici olmanın yanı sıra, insancıl bir tema konusu taşımalıdır. İnsanın edebi kitapları okurken kendi dünyasından uzaklaşması ve kendisine biraz olsun mola vermesi kişisel gelişim açısından faydalı olacaktır. Türkiye’nin en iyi yazarlarının kaleminden çıkan Türk edebiyatı klasikleri insanların okuması gereken eserler arasında yer almaktadır.
Edebiyat kitapları derin ve yoğun duyguların kişilere direkt olarak aktarılmasında etkin rol oynamaktadır. Edebiyat kitapları insanların iç dünyasında zevk uyandırmak ve onları etkilemek için ortaya konulmaktadır. Şair ve yazarlar bir edebi eseri meydana getirirken en ince ayrıntısına kadar, işlenmiş bir dil ile meydana getirmektedir.
Edebiyat kitapları özellikle yazıldığı dönemi yansıtarak dönem hakkında okuyucunun fikir edinmesini sağlar. Özellikle dönem romanları okunması gereken kitaplar olmanın yanı sıra kategorilere göre tercih sağlanabilir.
Okunması Gereken En İyi Edebiyat Kitapları
Edebiyat kitapları farklı tema ve farklı konuları bünyesinde barındırmaktadır. Kişisel zevk ve seçimlere paralel olarak en doğru edebi kitapları seçilmelidir. Özellikle milyonların aklında kalan romanlar genellikle ilk tavsiye sıralarında yer almaktadır.
Kitap okuma alışkanlığı kazanmak çoğu zaman gözümüze biraz korkutucu gelir fakat oldukça gerekli bir alışkanlıktır. Edebiyat kitapları okurken bitirip yenisine başlamanın heyecanı oldukça güzeldir. Eşsiz edebiyat kitaplarının insanlara büyük bir nimet olduğunu belirtmek lazımdır.
Okunması gereken en iyi kitaplar, başucu eser olma niteliği taşımanın yanında insanlara farklı bir dünyanın kapılarını da aralamaktadır. Tavsiye edilen kitapları her birey farklı algılamakta olup, beğenilme derecesi de kişiden kişiye değişmektedir. İnsanların kişisel birikimlerini elde etmelerinde kitap okumanın etkisi %55’lik bir oranında olduğunu düşünürsek, edebi romanlarda oldukça etkilidir.
Edebi kitaplar, zaman zaman yeniden okuma isteğini arttıran güzide eserlerdir. Okunması gereken en iyi edebiyat kitapları hem imgelemimize unutulmaz bir biçimde yerleşerek, hem de zihnimizi canlı tutarak büyük bir fayda sağlamaktadır. Kitaplar, yaş aralığına göre farklı farklı anlamlar oluşturabilir, hatta kimi zaman her yaşta yeniden keşfetmemiz mümkün olabilir.
Her edebi eserin yansıttığı kültür, teme okuyucunun algısında farklı betimlemeler meydana getirebilmektedir. Okunması gereken en iyi edebiyat kitaplar saymakla bitmeyen ve kişiden kişiye şekillenmekte olan eserleri bünyesinde barındırmaktadır.
En Çok Tavsiye Edilen 30 Edebi Kitap
- George Orwell – 1984
- Cahit Zarifoğlu – Yedi Güzel Adam
- Rasim Özdenören – Müslümanca Yaşamak
- Paulo Coelho – Simyacı
- John Steinbeck- Fareler ve İnsanlar
- Stefan Zweig- Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
- Victor Hugo- Bir İdam Mahkûmunun Son Günü
- Cahit Zarifoğlu – Yaşamak
- Yusuf Atılgan – Aylak Adam
- Franz Kafka – Babaya Mektup
- Albert Camus – Başkaldıran İnsan
- Jack London- Beyaz Diş
- Cengiz Aytmatov – Beyaz Gemi
- Friedrich Nietzsche- Böyle Buyurdu Zerdüşt
- Gülseren Budayıcıoğlu- Camdaki Kız
- Necip Fazıl Kısakürek- Çile
- Dan Brown- Da Vinci Şifresi
- Franz Kafka- Dava
- Kemal Tahir- Devlet Ana
- Franz Kafka- Dönüşüm
- Peyami Safa- Fatih Harbiye
- Emine Zola- Germinal
- Kemal Tahir- Göl İnsanları
- Jose Saramago – Görmek
- Cengiz Aytmatov- Gün Olur Asra Bedel
- George Orwell- Hayvan Çiftliği
- Ahmet Hamdi Tanpınar- Huzur
- Lev N. Tolstoy- İnsan Ne İle Yaşar
- Jose Saramago- Kabil
- Virginia Woolf- Kendine Ait Bir Oda
Listedeki yazar ve eserlere bakınca ne kadar değerli ve derin bir edebiyata sahip olduğumuzu daha iyi anlamaktayız. Tavsiye edilen kitapların yanı sıra binlerce kitabın daha insanlara ışık olduğunu belirtmek gerekmektedir. Farklı seslerin kitaplara geçirilen yansımaları, bireyleri düşünmeye yöneltmektedir. İnsanın edebiyat kitapları ile olan arasını daima koruması gerekmektedir.
Bugün bile çok satanlar listesinde yer alan kitaplar, çok tavsiye edilmenin yanı sıra oldukça beğenilmektedir. Her yaştan insanın beğenisine sunulan edebiyat kitapları, oldukça geniş bir yelpazeye sahiptir.