-
Işık Doğudan Gelir
Işık Doğudan Gelir, siyasî, felsefî, dogmatik herhangi bir inancın peşinde olmayan, başka milletlere, başka fikirlere, başka düşünce ve duyma tarzlarına sonsuz bir tecessüs besleyen bir Cemil Meriç klasiği, tüm diğer eserleri gibi. Medeniyetlerin “defter-i âmâli” olan ansiklopedilerden İslâm’ın kozmolojik dok-trinlerine; İbrani edebiyatından Kitab-ı Mukaddes’e; Herbelot’nun “muhteşem abidesi” Doğu Kütüphanesi’nden, oryantalizmlerin aydınlattığı yeni medeniyetlere; Michelet’nin ve Schuré’nin “her türlü yobazlıktan uzak”, İnsanlığın Kitab-ı Mukaddesi ve Doğu Mabetleri adlı eserlerinden, Erasmus’un Cinnete Methiye’sine, başka bir deyişle Akıl’dan Cinnet’e; hermetizmden “çağdaş düşüncenin kutuplarından biri” olan İbn Haldun’a… kanatlanan ve kanatlandıran emsalsiz bir düşünce serüveni.
-
İslam Birliği
“Dış politikada doğru hak anlayışını temel alan D-8 çekirdekli, İslam Birliği çekirdekli ‘Yeni Bir Dünya’nın kurulması temel esastır. Gidip Batı’nın kapısına boynundaki zincirle bağlanmak diğer görüşlerin özellikleridir. Dış politikada ‘doğru hak anlayışı’nı temel alarak D-8’i çekirdek alarak ‘Yeni Bir Dünya’nın kurulması Milli Görüş’ü diğerlerinden ayıran bariz farklardan birisidir.”
Bu cümlelerle, İslam coğrafyasındaki Müslümanlar arasındaki siyasi ve ekonomik birlikteliğin önemine vurgu yapan Prof. Dr. Necmettin Erbakan; kurtuluşun da ancak yine bu coğrafyada Milli Görüş eli ile olacağını dile getiriyor.
Batı’nın, Siyonizm’in ve Emperyalizm’in batıl hak anlayışı ile; İslam coğrafyası içerisindeki Müslümanları(!) teşaron örgütleri kullanarak birbirine kırdırmak suretiyle hem buralardaki siyasi ve ekonomik birliği baltaladıkları hem de buraların yer altı ve yer üstü kaynaklarına, enerji nakil yollarına el koydukları gün gibi ortadadır.
Biz “doğru hak anlayışı”nı esas alan Müslüman’lar olarak bu durum karşısında ne yapmalı, nasıl davranmalıyız?
-
Kamusal İnsanın Çöküşü
Kendi alanlarında çığır açan, onlarla hesaplaşmadan yeni bir şey söylemenin zor olduğu kitaplar vardır. Richard Sennett’in düşünce tarihinin başyapıtlarından biri olan Kamusal İnsanın Çöküşü böylesi bir kitaptır: Tarihten sosyolojiye, psikolojiden antropolojiye entelektüel bir şölendir.
Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü’nde özgünlük ve entelektüel derinlikle dengesizliğin yol açtığı sorunları inceliyor. Ona göre, hayatın, aile ve yakın dostlar dışındaki parçası olan “kamusal hayat” bir zamanlar “hayat dolu”ydu ve kişiler için çok önemliydi. “Yabancı”larla duygusal bağlar kurarak insanın oyun yeteneğini çoğaltan, toplumsallaşmasını/medenileşmesini sağlayan bir kamusallık vardı. Bütünlüklü ifadesini 18. yüzyıl Avrupa şehirlerinde bulan bu kamusallık zamanla ağırlığını yitirerek yerini “özel hayat”a bıraktı. Kamusal hayat artık özel hayatın gerektirdiği oranda önemli olmaya başladı. Sennett, bugün, tanımadığımız ama aynı şehirde yaşadığımız insanlarla kurulacak çok boyutlu ilişki ve hazlardan yoksun kaldığımızı söylüyor ve şu soruları soruyor: Yabancı, nasıl tehdit edici bir unsura dönüştü? Sessiz kalarak seyretme, kamusal hayatın tek yolu haline nasıl geldi? Yalnız kalma, bir hak olarak nasıl oluştu? Özel hayat ilgi odağı haline nasıl geldi? Politikacıları neden yaptıklarına ve programlarına bakarak değil de kişisel özelliklerine göre değerlendiriyoruz? Evlerimize özen gösterdiğimiz halde sokaklarımız neden pis?
-
Kuruluştan Çöküşe Osmanlı
Bu kitapta ortaya koymak istediğimiz; Osmanlı tarihini kuruluşundan batışına kadar ana hatlarıyla anlatmak ve egemen bir zümrenin bakış açısını yansıtmaya çalışmaktır. Osmanlı tarihi bir yönüyle savaşlar tarihidir. Ancak, bu kitapta Osmanlı tarihine arka pencereden bakmaya, Osmanlı anlayışını, sosyal ve ekonomik yapısını, Osmanlı’nın insana bakış açısını vermeye çalıştık. Öz olarak, Osmanlı tarihiyle yüzleşmeye yönelik bir adım atmayı, Osmanlı gerçeğini vermeyi amaçladık.
Soran, sorgulayan bir yaklaşımla Osmanlıları Türklerin gözüyle görmeye çalıştık. Üç kıtaya yayılan ve bir dönem Avrupa’nın en güçlü devleti olan Osmanlı’nın, adım adım çöküşünü yansıtan tarihi bir yolculuğun içinde insanı görmeyi amaçladık. -
Medeniyet
Bu kitaptaki makaleler Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken medeniyet kavramının içeriğinin civilisation’a ait anlamlarla yüklenmesini eleştirmeye yöneliktir. Kaleme aldığımız makalelerde “medeniyet”i kendi kültür ve inanç evrenimiz içinden yeniden anlamlandırabilme çabası ile hareket ettik. Bu kitapta Türkiye’de “medeniyet” kavramı etrafında düşünce veren çok değerli yazarların fikirlerini tahlil etmeye çalıştık. Batı ve Doğu’da Müslüman olmayan toplum havzalarında ortaya çıkmış teknik biçimlenmeleri ve iktisadî – politik organizasyonları “uygarlık” kavramı ile karşıladık. Müslüman toplumların uygarlığa dönüştükçe “medeniyet” olgusundan kopuşuna işaret ettik. İslâm Medeniyeti’nin doğuşu ancak ahkâmı yaşayan bir İslâm toplumunun ortaya çıkışı ile mümkün olacaktır. Medeniyet İslâm dininin ilkeleri ile yaşamayı seçmiş bir toplumun varlığı ile zuhur edecektir. Bu toplum kendi kültür ve tekniğini üretir ve bunu adalet / imar / iktisadî tesanüd haline getirdiğinde yeryüzünde ahlâk nizamı doğar. Bu manada medeniyetin sürekliliğinden bahsedilemez. Medeniyet, teknik-ilim değil; Müslüman halkların iktisadî, içtimaî dindarlığıdır. Teknikler, eşyalar, yol, köprü, vb. bilimsel gelişmeler, vs. konular ise kültürdür. Her din kendi oluşturduğu toplumun rasyonel düşüncesine göre kültür üretir. Asıl çatışma “uygarlıklar ile medeniyet” arasındadır. Medeniyet biz Müslümanların toplumsal dindarlığımızda tezahür etmektedir. Ev-mahalle-cami-bedesten-vakıf-şehir kuran fıkıh ve hukukun inşa ettiği adil nizamdır. Medeniyet, toplumu cemaatten (aileden) başlatır ve her halkada daha geniş bir cemaatle yapısallaşır. Uygarlıklar ise ya birey modelleridir ya da klan/aşiret sistemleridir. İslâm, hane temelli yapısıyla bu ikisinden de berîdir. Müslüman toplumsallığın yeniden inşası gerçekleşmedikçe bir “medeniyet” kurulamayacağı düşüncesi bu kitabın hareket noktasıdır.”
-
Mem ile Zin
Yeryüzüne sığmayan gönlüyle, dört duvar arasına hepsedilen Mem, derin bir mutsuzluk kuyusuna düşmüştü.
Orada günlerce, haftalarca, aylarca umutsuz bir halde kalınca anladı, İbrahim (as) gibi batınca kaybolan sevgiliye gönül vermemek gerektiğini.
Acısı o denli büyüdü, o denli büyüdü ki artık küçücük bir keder hissetmemeye başladı.
Samed’in aynası olan Kalb’i gittikçe saflaştı, arındı.
Ve nihayet Gerçek Sevgili’ye çevirdi yüzünü.
Sadece Allah’ı zikirle meşgul olmaya başladı… -
Mevzular
Ezberlemeyeceksiniz, anlayacaksınız. Formül bu.
Dünya’da ve Türkiye’de olup biten tarihi ve güncel olaylara bir de Oğuzhan Uğur’un hicivle karışık yorumlarıyla bakmak ister misiniz? Dünyada ne oluyor, ne oldu ve neler olacak? Bu tarz sorulara meraklıysanız, bu kitap sizin için bir arşiv niteliğinde olacak.
“Biz eskiden sokakta enerjimiz bitene kadar oyun oynardık, şimdiki çocuklar tabletin şarjı bitene kadar oyun oynuyorlar. (…) Deprem, yangın, sel değil, bilgisizliktir asıl felaket. (…) Ben birinin zihnine girip kendi fikirlerimi yerleştirmek istemiyorum. Ben sadece bu taraftan da bakın diyorum. (…) Ezberlemeyeceksiniz, anlayacaksınız. Formül bu. (…) Soru sormaya devam etmek iyi bir şeydir. Kötü olan, cevapları görmezden gelmektir. (…) Eskiden yeteneğini keşfettiğimiz insanları ünlü ederdik, şimdiyse biri ünlü olduktan sonra yeteneklerini keşfetmeye çalışıyoruz. (…) En tehlikeli insan, bahaneleri olan insandır. (…) Tek yapamadıkları şey bölmek, onu da yapamazlar. Beceremezsiniz, çünkü biz bir’iz. Bir’i bir’e bölemezsiniz!”
-
Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman
‘Zigetvar sahasında dağ ve gök Zülfikar kılıcının şeklini alarak
yatarlarken, hilalin nazlı yükselişi yorgun Kanunî’ nin zihnine serin alevler vererek bir nebze coşturmuştu. Bilal’in ezanı kulağında uğuldarken, Hâlid’in nârası, Saad’ın satveti Kâbe’nin kokularıyla karışarak bir bad-ı sabanın kollarında gelip hüzünlü bir ferahlıkla etrafını aldı, kutlu bir davetin müjdesini getirdi.
Hasta Padişah için uzun geçen bir geceden sonra sabaha karşı toprak üzerindeki karanlık örtü canavardan kaçan sürüler gibi
dağılırken, onun ardından bembeyaz gümüşî sabah perdesi
son bir kere daha yeryüzüne geriliyordu.’Osmanlı’ yı gücünün ve ihtişamının doruğuna çıkararak Viyana
kapılarına kadar dayanan, Anadolu’ dan Hristiyan Avrupa’ nın
göbeğine aralıksız akınlar düzenleyerek dünya haritasını yeniden
şekillendiren, Akdeniz’ i tam bir ‘’Türk Gölü’’ haline
getiren, Süveyş’ te kurduğu donanma ile Kızıldeniz’ i ve Kutsal Mekke-Medine topraklarını emniyet altına alan, 71 yaşında ve
hasta bir haldeyken bile ordusunun başında sefere çıkan, Zigetvar kalesi’ nin zaptı sırasında top sesleri arasında şehid olan
SULTANLAR SULTANI… -
Osmanlı’da Bilim Kültürel Yaratı ve Bilgi Alışverişi
Osmanlı’nın İslamiyet’in altın çağından sonraki kültürel ve teknolojik gelişmesinin kendi içine kapalı bir şekilde gerçekleştiği, yeniliklere karşı duyulan ilginin giderek azaldığı ve sonuçta imparatorluğun duraklama ve gerileme dönemine girdiği uzun yıllar boyunca genel kabul gören bir görüştü. Özellikle Batı dünyası 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarındaki Osmanlı’yı böyle görüyordu. Bu alanda son 60 yılda İngilizce yazılmış ilk eser olma özelliğini taşıyan Osmanlı’da Bilim kitabında Miri-Shefer-Mossensohn, Osmanlı toplum ve kültürünün zengin bir bilimsel hayatı mümkün kılabilecek bereketli ortamı sağladığını öne sürmektedir. Osmanlılar dışarıdan gelen icat ve buluşları kendi ihtiyaçlarına göre değiştirerek bunları geliştirmede çok başarılıydı. Örneğin, 1877 yılında Osmanlı İmparatorluğu dünyanın yedinci en uzun telgraf ağına sahipti. Hatta modern iletişim altyapısı bakımından zamanın en gelişmiş devletlerinden biriydi. İmparatorluk içinde bilim, eğitim ve öğretim mekanizmaları, teknolojik gelişmelerde devletin üstlendiği rol ve bilimi üreten ve kullanan Türkçe ve Arapça konuşan Osmanlılar üzerinde önemli bir rol oynamıştır. Sonuç olarak, Osmanlı’nın bilimle olan ilişkisi, imparatorluğun altı yüz yıl sürmesini sağlayan dinamik unsurlardan biridir. Bu doğrultuda Osmanlı’da Bilim, bilginin “ne” olduğu sorusundan ziyade “nasıl” sorusuna, yani Osmanlı’nın bilgiyle etkileşime geçtiği süreçlere ve bunlara atfettiği değerlere odaklanmıştır. Çeşitli zaman ve mekânlarda Osmanlı için bilmeye değer şeyler nelerdi? Osmanlı bunları nasıl öğrenmeye çalıştı? Karşılaşılan zorluklar nelerdi? Osmanlı’nın sistemleştirilmiş bilgiyle olan deneyimlerinin ortaya çıkarıldığı Osmanlı’da Bilim, erken modern dönem Ortadoğu bağlamında “bilim” etiketinin altında yatanların tanımlanması açısından da bir rehber niteliğindedir.
-
Otağ 1 / Büyük Doğuş
ıllardır birçok tarihçi yetiştiren, yaptığı televizyon programlarıyla ve yazdığı kitaplarla tarihi yediden yetmişe herkese sevdiren Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil’in kaleminden yepyeni bir seri: OTAĞ!
Osmanoğullarının bir cihan devletine dönüşme macerasını anlattığı KAYI serisiyle yüz binlere ulaşan Prof. Dr. Şimşirgil, tarih okunun yayını bu defa daha geriye çekiyor ve İslâmlaşma sonrası Türk tarihini, kurulan devletleri, tarihe yön veren hükümdarları anlatıyor. Herkesin anlayabileceği, akıcı bir üslupla kaleme alınmış OTAĞ serisinin ilk kitabı Büyük Doğuş Türkler ve İslâmiyet ile alakalı merak edilen pek çok meseleyi aydınlatıyor.
-
Pal Sokağı Çocukları
Nemecsek, Boka ve Pál Sokağı’nın öbür çocukları 1907 yılında Budapeşte’nin yoksul Józsefváros semtinden yola çıktılar. Bugün artık bütün dünyada tanınıyorlar. Bugüne kadar her yaştan milyonlarca insan onların dokunaklı hikâyesini okudu; tıpkı Budapeşteli çocuklar gibi onlar da Boka’nın cesaretine hayran oldu, Nemecsek’in ürkek ama kararlı kahramanlığı karşısında gözyaşlarını tutamadı.
Şimdi artık Pál Sokağı Çocukları’nın Arsa’sında kocaman çok katlı evler var.
Ama ne gam: Dünyanın bütün çocukları
Pál Sokağı’ndandır! -
Satır Arası Hikayeler
Vezir olmanın adam olmaya yetmediğini hikâyelerden öğrendik, kimsenin yaptığının yanına kâr kalmayacağını, bir böceğin bile sebepsiz yaratılmadığını, her işte bir hayır olduğunu, sevmeyi, sevilmeyi, cömertliği, kahramanlığı, saygıyı, adam olmayı, incitmemeyi, hatta ‘insan’ olmayı hikâyelerden öğrendik.
Bu miras yarınlara taşınmalıydı. Kimi kalın ciltli kitapların sayfaları arasında saklanmış, kimi dilden dile asırlardır dolaşagelen bu hikayeler asla unutulmamalıydı. Yarınların çocukları soba başında ısınmayı bilmeseler de, mısırların çıtırtısını duymayacak olsalar da, en azından bu muhteşem mirastan mahrum kalmamalıydılar…
-
Satranç
Stefan Zweig, çok geniş bir psikoloji birikimini eserlerinde bütünüyle kullanmış ender yazarlardandır. Onun dünya edebiyatında bir biyografi yazarı olarak kazandığı haklı ünün temelinde de bu özelliği, yani yazarlığının yanı sıra çok usta bir psikolog olması yatar. Satranç, Zweig’ın psikolojik birikimini bütünüyle devreye soktuğu bir öyküdür ve bu öykünün baş kişileri, tamamen yazarın biyografilerinde ele aldığı kişileri işleyiş biçimiyle sergilenmiştir.
Zweig ölümünden hemen önce tamamladığı birkaç düzyazı metinden biri olan Satranç’ı kaleme aldığı sırada, karısı Lotte Zweig ile birlikte göç ettiği Brezilya’da yaşamaktaydı. Satranç’ta da, olay yeri olarak New York’dan Buenos Aires’e gitmekte olan bir yolcu gemisini seçmiştir. Bu gemide tamamen rastlantı sonucu karşılaşan üç kişi: yeni dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic, sıradan bir satranç oyuncusu olan anlatıcı ve bir zamanlar çok usta bir satranç oyuncusu olan, ama hayli zamandır satrançtan uzak kalmış bulunan Dr. B., öykünün aktörleridir.
-
Siyasal İslam Düşüncesinin Doğuşu ve Devlet
İslam ve siyaset ilişkisi uzun zamandır gündemi işgal etmektedir.Yerli-yabancı birçok yazar konuya ilişkin eser kaleme almış,belki binlerce makale yazılmıştır.
Tarihçi-yazar İbrahim Halil ER hocamız bu çalışmasında konuya tarihsel perspektiften bakmakta ve oradan günümüze ışık tutmaktadır:
“İslam’da Siyasal düşünce ile ilgili tarih boyunca çok önemli kitaplar yazılmıştır. Bunlardan en meşhurları Maverdi’nin Ahkamu Sultaniyesi, Nizamulmülk’ün Siyasetnamesi, İbni Teymiyenin Siyasetüs Şeriyye kitabıdır. Bunların yanında fıkıh ve hadis kitaplarının ahkam bölümleri de bulunmaktadır. Ayrıca, kelam kitapları da bu konudaki tartışmalarla doludur. Yani siyasal mirasımız tahmin edilenden daha zengindir. Fakat bu mirastan gereği gibi yararlanamıyoruz. Bu mirasımızı günümüz toplumların ihtiyaçlarına ve günümüz sosyal yapıya göre yeniden değerlendirebilir ve yeni görüşler ortaya koyabiliriz.Bu çalışmayı yapmamızın amacı günümüzde de yoğun bir şekilde tartıştığımız siyaset konusunun İslami temellerini ve o temellerinin oluştuğu ortamı sizlere göstermektir.”
-
Siyasette 35 Yil -2
“Bugün gelişmiş ülkelerde iki tür politikacı vardır.
Birincisi, ülkesini dış sömürüden kurtarmak için çaba sarf eden politikacı.
Diğeri ise ülkesini dış sömürüye alabildiğine açık tutan, bundan çıkar sağlayan politikacı.”
Süleyman Arif Emre -
Siyasette 35 Yıl -3
Bugün gelişmiş ülkelerde iki tür politikacı vardır.
Birincisi, ülkesini dış sömürüden kurtarmak için çaba sarf eden politikacı.
Diğeri ise ülkesini dış sömürüye alabildiğine açık tutan, bundan çıkar sağlayan politikacı.”
Süleyman Arif Emre -
Sıkı Dostlar Kitap Seti (5 Kitap)
Yayın Tarihi: 2018-02-02
ISBN: 6054952106
Baskı Sayısı: 1. Baskı
Dil: TÜRKÇE
Cilt Tipi: Karton Kapak
Kağıt Cinsi: 1. Hm. Kağıt
Boyut: 13 x 19 cm -
Soytarı
Her zamanki gibi şık giyinmişti. Üzerinde siyah bir redingot, aynı renkte bir pantolon, başında parlak bir silindir şapka, ayağında ise güzel fotinler vardı. Ancak efendice giyinmiş soytarıların, sokakta çocuk gibi hareket edebileceğini düşündüm. Genelde bana öyle gelir ki, herkese yabancı olan ve dil bilmeyen bu adam, ancak soytarı olduğu için şehrin ve panayırın kalabalığı içinde kendini bu kadar serbest hissediyordu!…
…
Ciddi insanların yürüyüşlerinde kör, mukadder bir şeyler var. Bunların hepsi de, gidip gelen şu insanların acele ettiğini, kimsenin birbirine yol vermeye vakit olmadığını açıkça görüyorlar. Soytarı ise savaş meydanındaki tok bir karga edasıyla, kaygısızca dolaşıyordu… Bana öyle geliyor ki, o, nezaketiyle, yolu üzerindeki herkesi şaşırtmak ve mahvetmek istiyordu. Bu, yada onun başka bir hali, bende hoşa gitmeyen bir etki bırakıyordu.