Siz hiç kötü adamların yolculara zarar verdiği tehlikeli yollardan geçmek zorunda kaldınız mı ? Peki Kabenin komşusu olan Kureyşli aileler o yoldan geçmek zorundalar desem, ne dersiniz?
İşte namaz kılarken sıkça okuduğumuz Kureyş Suresi bu tehlikeli yolculuğu anlatıyor.
Psikolojik Danışman Esra Demir, Kureyş Suresini küçük okurların zihinsel ve psikolojik gelişimine uygun bir biçimde hikayeleştirdi.
Bu hikayeyi okurken hem çocuklar hem de hikayeyi onlara okuyan anne babaları Kureyş suresinin eşsiz sırlarını keşfedecek ve Rabbimizin sonsuz merhametine şahit olacaklar.
Siz hiç altın, inci ve yakutların üzerinden akan bir nehir gördünüz mü? Peki ya o nehrin suyundan içen bir daha hiç susamazmış desem, ne dersiniz ?
İşte namaz kılarken sıkça okuduğumuz Kevser Suresi, suyu baldan daha tatlı olan bu nehirden bahsediyor.
Psikolojik Danışman Esra Demir, Kevser Suresini küçük okurların zihinsel ve psikolojik gelişimine uygun bir biçimde hikayeleştirdi.
Bu hikayeyi okurken hem çocuklar hem de hikayeyi onlara okuyan anne babaları Kevser suresinin eşsiz sırlarını keşfedecek ve Rabbimizin sonsuz nimetlerine şahit olacaklar.
Kötü kalpli bir adam Kabe’yi yıkmak isterse ne olur? Peki küçücük kuşlar kocaman filleri yenebilir mi ? Ne dersiniz ?
İşte namaz kılarken sıkça okuduğumuz Fil Suresi tam da bu sorulara cevap veriyor.
Psikolojik Danışman Esra Demir, Fil Suresini küçük okurların zihinsel ve psikolojik gelişimine uygun bir biçimde hikayeleştirdi.
Bu hikayeyi okurken hem çocuklar hem de hikayeyi onlara okuyan anne babaları Fil suresinin eşsiz sırlarını keşfedecek ve Rabbimizin mucizelerine tanıklık edecekler.
Paylaşmayı sevmeyen –cimri- bir adamın aç olan komşusuna nasıl davrandığını duydunuz mu? Peki ya anne babası olmayan –yetim- çocuklara kötü davrananları ?
İşte namaz kılarken sıkça okuduğumuz Maun Suresi bize onlardan bahsediyor.
Psikolojik Danışman Esra Demir, Maun Suresini küçük okurların zihinsel ve psikolojik gelişimine uygun bir biçimde hikayeleştirdi.
Bu hikâyeyi okurken hem çocuklar hem de hikâyeyi onlara okuyan anne babaları Maun suresinin eşsiz sırlarını keşfedecekler.
“Şiir için edebiyat için süs, çerez, diyenler var. Karnı tok, sırtı pek milletlere göre bu söz belki doğrudur. Libas hizmetini, gıda vazifesini görmeyen edebiyat, bize hiçbir şey söylemez. Hele ‘Sanat sanat içindir.’ gibi yüksek nazariyeler bizim idrakimizin pek fevkindedir!”
“Bu vatan bizim, biz bu toprağın harcıyız; lâkin hayat meşgalemiz için bize kapılar kapalı olduğundan, pek istemesek de açık kapıları zorlayacağız. Artık nasibimizi gönüllü sürgünümüzde arayacak ve hasrete dûçar olacağız. Mısır’a hicretimiz hayırlı olsun. Allah bize daha kötü günler göstermesin!”
Ne zaman bu asıldan ayrı düşmüşsek mutlaka eksik kalmışız.
Akif’in dilinden dökülen cümleler yazar Musa Yaşaroğlu’nun kaleminde yeniden hayat buluyor. Edebiyat ve sanatı Akifçe bir dille okuyucusu ile buluşturuyor.
Bu kitap, aşkın zirvelerinden bir makam olan VATAN için “Vatan aşkı vefâ istemez.” diyen Mehmet Akif Ersoy’u bizlerle yeniden tanıştırıyor.
Önce bir defa şu suali sormağa mecburuz: Acaba hangi sebepten dolayı bütün insanlıkta ilim yavaş yavaş ilerlerken Asr-ı Saadet’le birden bire bugünkü manada hakiki ilim olmaya başlıyor? Bu başlayışın kaynağı, insanlığa bu hızı veren tılsım nedir? Bu sualin cevabını Kuran’ı Kerim’den başka bir şeye bağlamak mümkün mü? İnsanların ilim sahasındaki bu büyük inkişafların tılsımı dünya ve ahiret saadeti getiren Kuran’ı Kerim’den başka bir şey değildir.
Genç dava adamı; bir mücadele adamıdır. Şeytana, nefsine ve emperyalizme karşı sürekli bir mücadele içindedir.
O, bir özgürlük savaşçısıdır. Kula kulluktan, nefse kölelikten, malın, makamın, servetin ve şehvetin prangalarından kurtuluş için sürekli bir savaş halindedir.
O, Siyonizm’e başkaldırmayı, emperyalizme direnmeyi, faize ve sömürüye karşı mücadele etmeyi, haksızlık ve adaletsizliklere karşı sesini yükseltmeyi ve bozuk düzene karşı mücadeleye etmeyi de en büyük ibadet yani cihad olarak görür.
O, bu yolda sabrın, direnişin ve istikrarın anahtarının sağlam bir maneviyat olduğunun farkındadır. Bu nedenle namazlarını cemaatle kılmaya gayret eder. Her gün Kur’an’dan muhakkak bir bölüm okur. Dilini sürekli Allah’ın zikri ile ıslak tutar. Gözünü, haramdan korumaya özel bir gayret sarf eder. Yediğine içtiğine dikkat eder ki, sözü tesirli, işleri bereketli olsun.
1. Doğu Akdenizde Kıbrıs mekezli oynanan oyunların arka planındaki gerçek nedir?
2. Kıbrıs Adası neden Anadolunun sigortasıdır?
3. İslam Dünyası için Kıbrıs ve Kudüs’ün stratejik önemi nedir?
4. Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN’ın Orta Doğu ve petrol konulu “Bugünkü Arabistan” isimli konferansa katıldıktan sonra 1952 yılında Almanya / Aachen’dan yazmış olduğu mektubun şifreleri nelerdir?
5. “Bugünkü Arabistan” konferansında hac ibadetinin engellenmesi neden istenmiştir?
6. Kıbrıs Barış Harekatından 20 yıl sonra erişime açılan İngiliz arşivlerinde harekatla ilgili hangi gerçek ortaya çıkmıştır?
7. Doğu Akdenizde etkin olan uluslar arası güçler nelerdir?
8. Doğu Akdenizdeki enerji rezervleri nelerdir?
9. Doğu Akdenizdeki enerji rezervleri uluslar arası bir güç mücadelesine kaynaklık edecek kadar önemli midir?
10. Kıbrıs Barış Harekatında Türk Silahlı Kuvvetleri kaç şehit vermiştir? Şehitlerin memleketleri neresidir?
11. Kıbrıs Türk Halkının;
• KKTC yerine Kıbrıs Türk Cumhuriyeti isminin kullanılmasına bakışı nedir?
• KKTC ile Türkiye’nin birleşimine bakışı nedir?
• Birleşimin nasıl olması gerektiğini düşünüyor?
• Türk askerinin çekilmesi ve Türkiye’nin garantörlükten vazgeçmesine bakışı nedir?
• Uluslar arası güçlerin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs çevresindeki sismik arama ve sondaj faaliyetlerine bakışı nedir?
• Kapalı Maraş’ın iskana açılması ve Türkiye’nin Kıbrıs’ta deniz ve hava üssü açmasına bakışı nedir?
12. Doğu Akdeniz ve Kıbrıs üzerinden oynanan bu siyasi oyunlara Adadaki akademisyen, siyasetçi ve kanaat önderlerinin bakışı nedir?
Merhum Erbakan’ı hep siyaset meydanlarından biliriz. Birçoğumuz O’nun ilim ve bilim alanında köklü bir geçmişe sahip olduğuna bu külliyatta tanıklık edeceğiz.
MGV Yayınları’ndan çıkan Erbakan Külliyatı, Milli Görüş Hareketi’nin lideri ve Türkiye Cumhuriyeti 54. Hükümetinin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın gençlik çağlarından itibaren yazdığı eserlerden meydana gelmiş. Toplam 5 ciltten oluşuyor.
İTÜ Makine Bölümü’nden mezun olan Erbakan’ın teknik alanda yazdığı kitapların yanı sıra, edebi değeri yüksek metinler, farklı ilim dallarına ait analizler, bazı Millet Meclisi konuşmalarından oluşturulan eserler, farklı konulardaki bir takım konferans ve miting konuşmaları, Körfez Krizi yahut 12 Eylül gibi önemli olaylar ile alakalı hatıraları ve görev aldığı hükümetlerde yapılan icraatlarının derlenmesi ile meydana gelen çeşitli eserler bulunmaktadır.
Külliyat, Erbakan Hoca’nın kendi ismi ile yayınlanan bütün eserleri kapsamaktadır. Bazı kitaplar Erbakan Hoca’nın çeşitli konuşmalarından yola çıkarak hazırlanmış. Kitaplaştırılan bu konuşmalar da Külliyata dahil edilmiş.
Farklı ebat, içerik ve metod ile bir araya getirilen bu eserlerde ise herhangi bir ayrım yapılmamış. Merhum Erbakan’ın yabancı dilden Türkçeye yaptığı çevirilerin tamamı yerine sadece bu kitapların kapaklarına yer verilmiş.
Erbakan imzası ile yayınlanan bu eserlerde yer yer Erbakan’ın Anadolu’nun herhangi bir şehrinde yaptığı ağır sanayi yatırımlarına dair bilgiler ya da Erbakan’ın Doğu meselesi üzerine, Kıbrıs, Filistin, Kafkaslar, Balkanlar gibi sorunlu bölgeler yahut emperyalizm, modernizm veya siyonizm gibi konular hakkında yaptığı açılımların detaylarına rastlıyoruz.
Külliyatın yayın sırası ile alakalı kronolojik bir metod izlenmemiş. Erbakan gibi bir şahsiyetin ele aldığı konularında kendisi gibi çok yönlü olduğunu görüyoruz. Geçtiğimiz yıl ilk baskısının ardından gözden geçirilmiş ikinci baskısı ile bugünlerde okuyucusu ile buluşuyor.
60 yıla yakın sürede Erbakan Hoca’nın yazdığı bu Külliyatta okudukça satırlar arasında tarihi bir yolculuğa çıkıyor yollar. Yaşamında Erbakan’ı, dahası O’nu inandığı değerlerle tam manası ile tanıma fırsatı bulamayanlar için hala öğrenecek çok şey varmış diyebiliriz.
Mücadele mecralarının en önemlilerinden biri fikir mecrasıdır. Zira insanoğlu akledip fikretmekle gerçekliği çözümleyebilmekte ve kendi farkındalığını oluşturabilmektedir. Bu çerçevede fikir, hayatta en kıymetli olan husustur. İmana götüren şey de kalp ile akletmek/fikretmektir. Ayrıca insana en fazla değer katan ve haz veren şeyler; anlamak, tanımlamak ve yorumlamaktır. Geçmiş müktesebatın ve “yeni”nin farkında olan bir düşünce gayretiyle, fikir süzülüp akmaya ve dünya görüşü şekillenmeye başlayacaktır. Hedef, mütekâmil bir dünya görüşüne fikir gayretiyle erişmektir. İlim ve fikirle birlikte dava derdinde olmak ise daha üst bir hedeftir. Bir üst hedef olarak bu üçlü, bir bütün oluşturmaktadır: İlim, fikir ve dava.
Bu kitap, 5 yaş üzeri çocuklarımıza çevre bilinci aşılamak, doğa ve hayvan sevgisinin yanında sporu küçük yaşta sevdirmek için kaleme alınmıştır. Bu kitabı farklı kılan ise küçüklerimize okurken siz değerli büyüklerimizin kitaptaki karakterleri spor yaparak canlandırmasına imkân tanımasıdır.
Şu an nerede ve ne ile meşgulüz? Çocuklarımız/çocuğumuz kaç yaşında ve ne gibi imtihanların içinden geçiyoruz? Belki yeni doğdu, besledik ve uyuttuk. Şu an mimi mini ellerini tutuyoruz. Belki az önce kardeşiyle tartıştı ve biz bu gün on beşinci kez onları ayırdıktan sonra, ne zaman tartışmasız bir günümüzün geçeceğini düşünüyoruz. Belki, bebeğimiz kuvözde ve biz her gün onu koklaya bilmek ve besleyebilmek için hastane kapılarında bekliyoruz. Belki hamileyiz ve karnımızda hissettiğimiz her hareketle mutlu olup hayaller kuruyoruz. Belki, bu hayaller içindeyken bebeğimize veda etmek zorunda kaldık. Hiç birini bilmiyorum ama tek bildiğim, biz artık eski biz değiliz. Doktor, aşçı, hemşire, öğretmen, temizlik görevlisi, alarm servisi, ilk yardım görevlisi, bekçi, hatırlatıcı, refakatçi, gözetmen, hakem, avukatız artık biraz. Ve yapmam, yapamam dediğimiz ne varsa ya yaptık ya da yapacağız. Çünkü biz, ANNEYİZ.
Benim siyaset kervanına katılışım ve Erbakan Hocamızla ilk defa karşılaşmam Milli Selamet döneminde oldu, diyerek bu kutlu yola çıkışını anlatıyor Şevket Kazan. Zaman içinde yollarına çıkan engelleri, bu engellemeleri kimlerin yaptığını, bu engelleri nasıl aştıklarını tarih tarih anlatıyor. Bu kitabı okuduğunuzda yaşadığınız olayların sadece görünenlerden ibaret olmadığını, maneviyatın da bir o kadar önemli olduğunu fark edeceksiniz. Ve yine yrünen bu kutlu yolda “Yoldaki İzler”i takip ettiğinizde Allah’ın yardım ve inayetinin Milli Görüşçü’lere nasıl ulaştığını da..
nsan hayatında var olan şeylerin her zaman görünmeyen bir yanı vardır. Her zaman insandan gizlenen şeyler vardır. Her zaman insanın göremediği ve görmesi istenmeyen şeyler vardır. Artık her yerde ekranlar var. Hayat ekranların içeriği doğrultusunda şekilleniyor. İnsanlar ekranlarda gördükleri ile bağlantılı olarak düşünüyor, konuşuyor, yaşıyor, tüm iletişimini ve yaşantısını bu bağlamda şekillendiriyor. Bu çalışmamızda sosyal medyanın üçüncü boyutundan bahsetmeye çalıştık. Sosyal medya genelde iki boyutlu olarak algılanan ve kullanılan mecralar bütünü olarak bilinmektedir fakat konunun tam olarak anlaşılması için mutlaka derinliğinin de fark edilmesi gerekmektedir. Bütün insanlığın kullanımına ücretsiz olarak sunulan sosyal medya dünyasının esas ürünü insanın ta kendisidir. Artık az olanın değil çok olanın değerli olduğu bir dönemin içerisindeyiz. En çok kullanıcısı olanın, en çok takipçisi olanın, en çok beğenilen ve paylaşılanın değerli olduğu bir dönemdeyiz. İnsanların kullanıcı olarak kullanıldığı, tüketildiği bir ağlar bütününün parçalarını oluşturuyoruz. Kendi ellerimizle ve yönlendirilen hislerimizle, kendi kendimizi tüketiyoruz. Birçok şeyin farkında olmadan, bilmeden kullanıcı olarak hayatımıza devam ediyoruz. Bugün yaşadığımız sorunların temelinde bu bilgisizlik yatmaktadır. Veriler dünyasındaki hakiki bilginin zavallı hali, insanın içine düştüğü en büyük sorunlardan biridir. Bu çalışmada özgür olarak yaratılmış insanın teknoloji dünyasının geliştirdiği esaretten kurtulması için gereken detayları ortaya koymaya çalıştık. Bu detayları da “Sosyal medyanın üçüncü boyutu” olarak ifade ettik.
Prof. Dr. Ali Seyyar
Sosyal İslâm kavramını ilk kez 2002 tarihli “Sosyal Siyaset Terimleri” kitabında tanımlayan Prof. Dr. Ali Seyyar, din hizmetlerinin sosyalleştirilmesi gereğini Sosyal İslâm’ın gücüne bağlamaktadır. Buna göre Sosyal İslâm; İslâm dininin, sosyal koruma sistemleri ve yöntemleri (sosyal güvenlik, sosyal hizmetler) ile ilgili tavsiye ettiği teorik ve pratik hükümlerin bütünüdür. Hocamız, son dönemlerde bu kavramın çerçevesini daha da genişleterek, Sosyal İslâm’ı, insanların oluşturduğu sosyal hayatın, sosyal hadiselerin, sosyal birliğin ve genel anlamda sosyal dünyanın mânâ ve ehemmiyetini, İslâmî değerler çerçevesinde sistemli bir biçimde inceleyen, açıklayan ve çözüm stratejileri sunan bir dünya görüşü olarak tanımlamaktadır.
İbrahim Veli
Bu kitap, Milli Görüş’ün, sağın üç hâli olarak ifade edilen milliyetçilik, muhafazakârlık ve İslamcılık ideolojileri ile arasındaki bağı anlatırken yine bu üç kavramın temellerine kadar inerek sizlere sunmuştur.
Milli Görüş’ün nasıl bir başkalığa sahip olduğunu, kapitalist ve komünist sistemden aldıklarını da Milli Görüş’ün siyasal karakterini analiz eden tek akademik çalışma olan bu kitapta bulabilirsiniz.
Bu eserim davalarının yüceliğine, fikirlerinin kutsiyetlerine inanan Müslüman Kardeşlerin mücahitlerine ithafendir.
Onlar bu dava ile yaşamaya azmetmiş, bu yolda ölümü isteyen kimselerdir. İşte bu yüzdendir ki bu eserimi sadece bahsettiğim özelliklere sahip olan kardeşlere hitaben kaleme aldım.
İslam’ın inanç, ibadet esasları ve toplumsal ödevlerinin, sade ve anlaşılır bir dil ile öğretilmesi ve öğrenilmesi bizim temel ihtiyaçlarımızın başında gelmektedir.
Yayınevimiz tarafından oldukça hassas bir çalışma ile karşınızda olmanın heyecanı içerisindeyiz.
Alanında uzman ilim adamlarından oluşan komisyon tarafından hazırlanan bu eser siz okuyucularımızın istifadesine sunulmuştur.
Hazırlık sürecinde, hem günümüz şartları hem de pedagojik esaslara dikkat edilmiştir.
Çalışma ele alınırken kültürel yapımıza uygun ve herkesin anlayıp anlatabileceği bir anlatım dili benimsenmiştir.
Ne mutlu, ilmi kendisine azık edinene.
Cihad, vahyi hayata hâkim kılmak; Müslüman’ın hayatı vahiyle anlamlandırma çabası; yeryüzünde fitneden eser kalmayıncaya kadar elle, dille çalışmak ve kötülüklere müdâhil olmak; velayetin mü’minlere tevdî edildiği Medine’yi oluşturup insanların din, akıl, mal, can ve namus emniyetini sağlama ameliyesi; bu ameliyenin gerçekleşmesi için mü’minlerin safında bulunarak onların gücüne güç katmak ve meşru vasıtaları kullanmaktır
Üçtane sualin cevabını hepimiz çok açık, net ve kesin olarak bilmeliyiz.
Bütün çalışmalarımız, her şey, bunun üzerine bina ediliyor.
Bunu (üç soruyu) bir insan, açık ve berrak bir şekilde bilirse;sağlam bir temele oturur, sarsılmaz, sadık, yılmaz bir mücâhid olur, iyi insan olur.
Nedir bu temel taş?..
Fâtıma…
Bir gençlik romanı…
Lise arkadaşlığından başlayıp üniversitede devam eden ve pekişen bir arkadaşlığın hikâyesi… Büyükşehirlere üniversite okumak için gelen gençlerin içine düştükleri girdaplar… Ve bu girdaplardan kurtulmak isterken daha başka büyük uçurumlara düşenler… Düşen arkadaşlarını kurtarmak isteyen gençlerin verdikleri mücadeleler…
Fâtıma ve arkadaşlarının bir sivil toplum kuruluşu bünyesinde gerçekleştirmek istediği iyilik hareketi calışmaları… Başkalarının bu ortamda sabote etme planları ve eylemleri… Art niyetli planlara ve eylemlere rağmen akıllı ve dengeli müdahalelerle bunları etkisiz kılma çabaları…
Otuz ayrı bölümden oluşan romanda her bölüme uygun epigraflar…
Etkileyici, akıcı, canlı ve heyecanlı bir anlatım…
Anlatım sırasında dikkatimizi çeken zengin metinler arası göndermeler…
Ve her bölümde merak duygusunu harekete geçiren olay akışları…
Yazarımız, etkileyici kalemiyle Fâtıma ve arkadaşlarının verdiği mücadeleleri ve aralarındaki arkadaşlık ilişkilerini anlatmakta bu romanda…
Öyle kelime ve kavramlar vardır ki: “Onları defalarca tekrar etseniz bile her tekrar edişinizde yeni şeyler öğrendiğinizi fark edersiniz.” İstisnalar olmakla birlikte genel kaide şudur: “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.”
Bu kitap, bir hatırlama, bir bilgi tazeleme ve yılların verdiği eğitim ve birikime dayanarak itikad konularını izah etmek manasında bir maksatla hazırlanmıştır. Bir hatırlama olup belki de bilinen esasların farklı açıdan sistematik halidir.
Nuri Pakdil, sadece bir neslin değil nesillerin ağabeyi ve ustası…
Edebiyatımızın kendine özgü kalemlerinden; üslubu, titizliği, sözcük seçiciliği ve elbette devrimciliğiyle…
Nuri Pakdil, sönen iman ateşini yeniden harlamak için kelimelerden kurduğu müfrezelerle ısıttı içimizi. Aşk yeniden filiz verdi, iman yeniden yeşerdi, ruhlarımız yeniden temizlendi onunla…
Bu kitap; Nuri Pakdil’i eserlerinden tanıyan bir okurun, başka okurların Pakdil’i okuma ve anlama çabalarına mütevazı bir katkı olmayı hedeflemektedir.
Okurlarının zihninde kalın çizgilerle bile olsa bir Pakdil portresi çizmesi ve okurlarını Pakdil’in eserlerine yönlendirmesi, bu kitabın görevini fazlasıyla yerine getirmiş olmasını sağlayacaktır
Hasan Öğretmen ve Öğrencilerinin GERÇEK HAYATTA YAŞANMIŞ maceraları, “Öpücük Atan Mandalina” kitabından sonra bu kitapta devam ediyor. Okuyacağın şeyler masal değil, hikâye değil, gerçeğin ta kendisi. Ama hîkaye tadında :=) “10 Milyon İyilik, Allah’ın Görünmez Adamları, Bi’ Acayip Hesaplamalar” gibi birbirinden ilginç başlıklarla maceralar seni bekliyor.
Sabah oluyor. Uyanıyorum. Bu bizim vardiyamız. Gezegenin bir tarafı uykuda. Yedi milyar üç yüz milyon insanla oturup konuşmamız lazım. Böyle her gün uyanıp uyanıp ne yapıyoruz? Sonra işte bu omurgalı-omurgasız hayvanlar, çiçekli-çiçeksiz bitkiler, mantarlar, protistler, bakteriler, arkeler vesaire, onlar ne yapıyor?
Ben Müslümanım elhamdülillah.” diye başlıyor yazar kitabına ve devamında insanın kalbine ok gibi saplanan ve içini kanatan cümleler kuruyor: “Irak’ta bombalanan benim, Akdeniz’de boğulan, Arakan’da yakılan, Afrika’da aç kalan, Filistin’de kolları kırılan, Afganistan’da ve Libya’da unutulan… İffeti kirletilen, evleri başına yıkılan benim, Bağdat sokaklarında köpeklere parçalatılan çocuğum ben, Afrika’da akbabalara yem edilen, Suriye’de yetim kalan, Doğu Türkistan’da anasının karnında katledilen çocuk da benim…” Bu cümlelerle her şeyin sona erdiğini düşündüğünüz anda karşınıza bir ayet çıkıyor ve gece sanki birden gündüze evriliyor “Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer inanıyorsanız üstün olan sizlersiniz.” (Al-i İmran 3/139)
Bu kitapta; zulmü hissedeceksiniz, bazen kalbinizden bazen de beyninizden kurşunlar yiyeceksiniz ama neticede birliğin ve adil olanın insanlık için ne manaya geldiğini en iyi görenlerden biri siz olacaksınız.
Kıyametin 10 büyük alameti!
Mehdi, Melhame-i Kübra (büyük savaş), Deccal, Dabbet-ül ard, Yecüc Mecüc, Hz. İsa (as), güneşin batıdan doğması, Kâbe’nin yıkılması… Kıyametin on büyük alameti ve günümüzde insanların en çok merak ettiği; kıyamet ne zaman kopacak veya kopacağı tarih belli midir? Şeklinde akla gelebilecek soruların cevabı bu eserde.
Mehdi’nin çıkmasından önce meydana gelecek alamet ve işaretler, nereden çıkacağı, özellikleri, yaşı ve hicret edeceği yer, büyük savaşı yönetmesi (Melhame-i Kübra), Hz. İsa (a.s) ile Kudüs’ü şerifte buluşması, İstanbul’u Roma’yı ve el-Katı şehirlerini fethetmesi. Kur’an’da geçen sekineyi bulunduğu yerden çıkarması, daha önce Kudüs’ten Roma’ya taşınan ve orada gizlenen geçmişe ait emanetlerin Mehdi’nin talimatıyla tekrar Kudüs’e taşınması (Hz. Âdem’in cennet elbisesi, Hz. Musa’nın (a.s)asası ve kudret helvasından bir miktar, Hz. Süleyman’ın (a.s) mührü, Tevrat’ın bazı orjinal sayfaları…)
Kıyametin 72 Küçük Alameti
Kıyametin 10 büyük alametinden önce meydana gelecek 72 küçük alamet 112 Hadis-i Şerif’te toplandı.Kitabın başında tek tek sıralanan alametler sonrasında parça parça birleştiriliyor ve tek bir Hadis-i Şerif’te toplanıyor.
Bu yaşadığımız dönemde bahse konu olan hadisler varmı? Bu hadislerden ve alametlerden ne kadarını biliyoruz? Kendimizi, ailemizi ve yaşadığımız toplumu bu hadislerde geçen kötülüklerden koruyabilir miyiz? Aklınıza takılan daha bir çok soruya cevaplar bulabileceğiniz bir eser.
Tapusu bize ait olan evlerimizin başköşesini televizyon, gündemini de dizler ve magazin programları işgal etti. Geniş odalar, salonlar, mutfaklar, mobilyalar arasında afiyeti, huzuru ve bereketi kaybettik. Daha konforlu bir hayat, daha iyi bir ev, daha iyi bir araba hayalleri kurarken İslami hedef ve ideallerimizi unuttuk.
Okçular Tepesi’nde Abdullah b. Cübeyr (r.a) bilinciyle müdafaa etmemiz gereken son tepe evlerimizdir. Bu büyük müdafaada en büyük görev, annelerimize düşmektedir. Bir evde asli görevinin şuuruna varmış bir anne varsa o ev yıkılmaz bir kale gibidir.
“Bugün gelişmiş ülkelerde iki tür politikacı vardır.
Birincisi, ülkesini dış sömürüden kurtarmak için çaba sarf eden politikacı.
Diğeri ise ülkesini dış sömürüye alabildiğine açık tutan, bundan çıkar sağlayan politikacı.”
Süleyman Arif Emre
„Ihr könnt es nicht machen. Wieso? Ihr glaubt, dass ihr Brot machen könnt, nur weil ihr Mehl, Wasser und Salz habt. Nein. Ihr habt eines vergessen. Um Brot machen zu können, benötigt ihr Hefe, Hefe, Hefe!“ Mit der Hefe meinte Prof. Dr. Necmettin Erbakan sieben überragende Leadership Eigenschaften für türkische Politiker, sieben Gottesgaben aus einer islamischen Perspektive: Bilgi/Birikim, Tecrübe, Hidayet, Feraset, Dirayet, Şuur, Vizyon. Diese Eigenschaften eines großen Leaders stehen im Zentrum dieses Buches.
Drei Mal wurde Prof.Necmettin Erbakan stellvertretender Ministerpräsident und im Jahre 1996 schließlich sogar Ministerpräsident der 54. türkischen Regierung. Einer der größten Leader in der Türkei und in der islamischen Welt beschrifte Wege, die in der größten Leader in der Türkei und in der islamischen Welt beschritt Wege, die in der türkischen Geschichte kein anderer zuvor gegangen war und entwickelte die „Milli Görüs-Weltanschauung“.
Sowohl diese Begriffe als auch die Biographie und das politische Leben Erbakans werden erläutert. Eigene Kapitel widmen sich der Weltanschauung sowie der Vision von Milli Görüs und Erbakan. Ebenso werden die D-8 Organisation und die gerechte Wirtschaftsordnung behandelt, Der Leser erhält außerdem durch authentische Schilderung von Weggefährten Erbakans einmalige Einblicken dessen Leadership Eigenschaften, die ihm die Möglichkeit eröffnen, Erbakan richtig zu verstehen
Duymadıysan haydi al bu kitabı eline ve karıştır sayfalarını. Sana bir kediye en iyi operasyon nasıl yapılır anlatsın inceliklerini.Taha, Emre ve Efruz. Üç sıkı dost. Çok akıllı, çok güvenilir, çok komik, çok mantı, çok çikolata, çok kolonya, çok çok… Ne kadar çok ararsan bu kitapta. Üç kafadarın gerçekleştirdikleri operasyonu okurken heyecanlanacak, gülecek ve öğreneceksin. Hazırım diyorsan başlasın operasyon.
Kendisini ve çevresini tanımaya çalışan bir çocuk…
Şehir hayatının dumanlı havasından toprak kokan köy hayatına bir yolculuk…
Bitmesini istemediği bir yaz tatili; ayrılmak istemediği aile büyükleri, arkadaşları, dostlar ve hayvanlar…
Bu kitapta sıcak, samimi, heyecan dolu bir hikâye okuyacak, kendinizden bir şeyler bulacaksınız. Belki de bu, kendi hikâyenizdir.
Bartu, Necmettin ve Enes…
Biri Hz. Hamza kadar cesur, diğeri en az profesör kadar zeki, bir diğeri de hoca kadar bilgili…
Onları, ahırda süt sağarken, bir evi tamir ederken, belgesel çekerken ya da Çanakkale’de gezerken görebiliriz.
Üç arkadaş ile beraber maceradan maceraya koşmaya hazır mısınız?
Maddeyle çerçevelenmiş olan modern insanı içsesine yakınlaştıran bir seslenişle konuşuyor yazar…
‘Ben, Pıhtı’; bir varoluş, kendini inşa, bir arayış, kendini bilme ve bulma çabasının hikâyesi… İnsanoğlunun büyük hikâyesinin içinde kendine bir amaç, bir anlam arayanların kaçınılmaz yolculuğu… Zorlukların ve yoksunlukların arasından dönüştürücü gerçekliğe ulaştırmak iddiasında. İnsanın kendisiyle yüzleşmesi, ruhunun odalarında saklı duran sesler ve kelimelerle yürümesini sağlayacak pratiği gösteriyor okuruna.
Bir ayrılığın mesnevisi… Şehir şehir aradığı sevgilinin izi sıra gördüğü hakikati yıllar sonrasından O’na anlatma telaşıyla yazılmış mektuplar… Kırk başlıkta Alyahisar’dan, Suşehri’nden, Şehrafer’den, Nârlıhan’dan ruhuna dokunan her izden haberler veren hikâyeler ve anlatılar… İnsan varlığını bütün olarak bir sistem halinde keşfinin mümkün olduğunun deneyimini aktarıyor.
.Müslüman bir entelektüel sorumluluğu içinde, gezme imkânı bulduğum ülkelerin sosyal ve siyasal yapılarına, insan davranışlarına ve alışkanlıklarına, eşyaya, çevreye ve tabiata bakış açılarına kısaca medeniyet tasavvurlarına dair ipuçları yakalamaya çalıştım. Kâh imrendim, kâh isyan ettim, kâh ağladım, kâh eleştirdim. Ama genelde, kendi yetiştiğim iklimle gezdiğim farklı iklimleri hep kıyasladım. Ancak vardığım sonuç bundan tam 150 yıl önce Tanzimat’ın meşhur şairi Ziya Paşa’nın gezilerinin sonunda vardığı sonuçtan farklı değildi. Anlaşılan 150 yıldır bu topraklarda pek de bir şey değişmemişti:
“Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm,
Dolaştım mülk-i İslamı bütün virâneler gördüm.”
Hz. Ebû Zer bir gün Resûlullah’a, yeryüzünde kurulan ilk mescidin hangisi olduğunu sorar,
Efendimiz (sas): “Mescid-i Haram’dır” der,
Ebû Zer: “Sonra hangisidir?” diye sorar,
Efendimiz: “Mescid-i Aksa’dır” der. Bunun üzerine Hz. Ebû Zer: “İkisi arasında ne kadar zamanlık bir süre vardır?” diye sorar,
Efendimiz: “Kırk yıl!” der.
Görüldüğü gibi Mescid-i Haram, yeryüzünün ilk mescididir, nasıl ki Mekke kendinden sonra tüm şehirlere analık yapmışsa, Kâbe’de, kendinden sonraki tüm mabetlere analık yapmıştır.
Ahlak erozyonunun en büyük müsebbi ülkemizin siyasetçileri ve hatta siyasetin ta kendisidir. Çünkü siyasi güç her yere hâkimdir ve siyaset her şeyin belirleyicisidir. Yani, kralın sistemi siyaset değil, sistemin kralı siyasettir. Çünkü ülkeyi yönetenler siyasetçilerdir. Her şeyi onlar belirliyorlar. bu belirliyecilik ahlak noktasında da geçerlidir. Yöneticiler ne kadar kaliteli ve ahlaklı ise, yetiştirdikleri insanlar da ancak o kadar kaliteli ve ahlaklı olur. Çünkü siyasetçilerin yaptıkları işler, konuştukları konular her yerden, herkes tarafından görülüyor ve örnek alınıyor. Bu sebeple siyasetçilerin ahlakından daha ahlaklı bir toplum hayal edemeyiz.
Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından kurulan Millî Görüş Hareketi, 1960’lı yılların sonlarında (1969) Türkiye’de ortaya çıkmış, İslâmî mücadelede parti/siyaset metodunu benimsemiş, yeni bir model olarak “Adil Düzen” tezini ortaya koymuş, hedef olarak “Yaşanabilir Bir Türkiye”, “Yeniden Büyük Türkiye” ve “Yeni Bir Dünya” ideallerini belirlemiş “siyasal ıslahatçı” bir İslâmî harekettir. Bu hareket sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda Türkiye ölçeğinde önemli değişimlerin muharrik kuvveti olmuştur. Aynı zamanda dünyadaki İslâmî hareketlerin bazılarına model olmuş, onlara moral, motivasyon ve heyecan anlamında katkıda bulunmuştur. Bu durum, Millî Görüş Hareketi’nin karakterleriyle/yapısal özellikleriyle ilgilidir.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla Millî Görüş Hareketi’nin temel karakterleri şunlardır: İslâmcılık, İslâm birliği ideali, ümmetçilik, tasavvuf menşeli oluş, Ehl-i Sünnet mensubiyeti, mezhepler üstü duruş, millîlik, yerlilik, antiemperyalizm, antisiyonizm, siyasallık, ıslahatçılık, karizmatik lider tipli oluş, kuşatıcılık, aktivizm ve teşkilatçılık. Son tahlilde bu karakterlerin hepsinin şu iki hususta mündemiç olduğu söylenebilir: İslâmî dünya görüşü ve bağımsızlık.
Millî Görüş Hareketi’nin temel karakterlerinin ele alındığı bu çalışmada yapısal analiz ve tümevarım yöntemiyle hareketin tanımlanması amaçlanmıştır. Araştırma sürecinde başta “Erbakan Külliyatı” olmak üzere hareketin temel yazılı kaynakları taranmış, metin analizi metodu kullanılarak zihniyet çözümlemesi yapılmaya çalışılmıştır.
Bu çalışmada Millî Görüş Hareketi’nin lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın kitapları, yabancı dillerde yayımlanan kitapları, teknik eserleri, çevirileri, makaleleri, meclis konuşmaları ayrıca MG partilerinin yayınları ve Millî Görüş Hareketiyle ilgili Türkiye’de ve -nispeten- yurt dışında kaleme alınan kitaplar, e-kitaplar, ansiklopedi maddeleri, doktora ve yüksek lisans tezleri, dergiler, akademik ve popüler dergi makaleleri, sempozyumlar ve bildiriler tasnif edilerek bir bibliyografya oluşturulmaya gayret edilmiştir. Yabancı dillerdeki eserler ise ilgili bölümün altına ayrı bir başlıkta sıralanmıştır.
Eserlerin tespiti için yapılan kütüphane taramalarında ve eserlerin seçiminde, “Necmettin Erbakan”, “Erbakan”, “Milli Görüş”, “Milli Nizam Partisi”, “Milli Selamet Partisi”, “Refah Partisi”, “Fazilet Partisi”, “Saadet Partisi”, “MNP”, “MSP”, “RP”, “FP” ve “SP” ifadelerinin geçtiği eserler, nispeten de Millî Görüş’ün bir veçhesiyle ele alan çalışmalar bibliyografyamıza dâhil edilmiştir. Erbakan’ın kitapları ve MGH ile ilgili yapılan bütün yazılı eserlerin tespit edilmeye gayret edildiği bu araştırma ile Millî Görüş Hareketi üzerine çalışma yapan araştırmacılara katkı sağlama hedeflemiştir. Araştırmanın sonunda toplam olarak 1441 adet çalışmaya ulaşılmıştır.
Osman Gönay
“Sevgili Peygamberimizin öyle güzel arkadaşları var ki onlardan hangi birini anlatsak bizim için bir yol gösterici, bir Süreyya yıldızı olur. Karanlık gecelerde önümüzü aydınlatan birer fenerdir onlar. Susamış gönüllere buz gibi sudur onlar. Yaralı sinelere birer merhemdir onlar. Günahların kirleriyle kararmış kalpleri temizleyecek bir tövbe yakıcılığı vardır, o güzel o kutlu insanların hayatlarında.” … Sahabe kıssaları, birer hikâye olduğu için değil; hayatlarımızı onlara göre şekillendirmemiz için anlatılan kıssalardır. Bu kitabı okurken bunu hissedeceksiniz. “(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden cennet’e gireceğinizi mi sandınız?” ayetinin bir yansımasıdır bu anlatılanlar, aynı zamanda o Kutlu Elçi’yi daha iyi tanımamıza bir vesile. Bu konularda birçok kişi, birçok eser yazmıştır. Fakat okurken kalbinize dokunan, elinizden bırakmak istemeyeceğiniz kitaplar vardır. Bu kitap da onlardan biri, kalbinize dokunduğunu hissedecek, heyecanlanacaksınız; sahabelerin yerinde kendinizi hayal edecek, bazen Mekke’nin bazen de Medine’nin sokaklarında kendinizi dolaşırken bulacaksınız… İnanıyoruz ki bu eser “Sıratta en sağlam yürüyeniniz, Ehl-i Beytimi ve ashabımı en çok sevenlerdir.” Hadisine nail olmamıza vesile olacaktır.
Kelebek kanadından hayatlar bilirim; Narin ve naif… Yüzyılda bir gelir gibi; Beklenen ve değerli… Ve değdi akıp giden zamana… Bu kış, yürekleriniz üşümeyecek… Çünkü; ilmek ilmek dokuduk… Bazen düğüm oldu çözdük ve yeniden başladık… Ve şükür ki bitti… Laf aramızda; Bu elbise herkesin üzerine çok yakışacak… Abdulaziz Yılmaz’ın öncülüğünde güzel bir ekiple özenle hazırlanan Yedi Güzel Kadın okurlarını bekliyor.
Adil Düzen temel esasları itibariyle asırlar boyu, hâkim olduğu devirlerin gereklerine uygun olarak tatbik edilmiş bir düzendir. Kamil ve tam bir düzendir. Kuvveti üstün tutan Batı medeniyetinin bir dejenerasyona uğrayarak “kalkınıyoruz, gelişiyoruz” adı altında sonradan kurduğu Kapitalizm ve Sosyalizm ise Adil Düzen’i bozarak, çarpıtarak meydana getirilmiş haksız düzenlerdir. Bunun için şimdi bütün insanlığın yeniden Adil Düzen’e dönmesi zamanı gelmiştir.
“Genç Sultan’ı yakından tanırım. Kalbindeki surları paramparça ederek iç fethini küçük yaşlarda tamamlamış bir gönül eridir. Onu, Konstantiniye’yi almak isteyecek kadar cesur yapan budur. Unutmayın ki iç fetih insanı Rabbinden başka herkese karşı korkusuz yapar. Ben Bizans surlarının üstünde dalgalanan Osmanlı sancağını şimdiden görebiliyorum. Kulağıma Ayasofya’da okunacak ezanların nidası ulaşmaya başladı bile.”
Mustafa Soykök
Çağımız insanına düşen görev, önceki uygarlıkların başından geçen bu tehlikeli süreçlerden ve acı sonlardan dersler çıkarması, tarihe ibret nazarıyla bakmasıdır. “Andolsun ki onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır.” (Yusuf 12/111)
Kargaların kendilerine şaşkın şaşkın baktığını gören kavalcı fare gülümsemiş.”Sırrı bilirseniz büyük bir öğüt vereceğim size.” demiş. Vezir ve Kargalar İmparatoru göz göze gelmişler. Tam bu sırada devekuşu bir adım öne çıkmış: “Mühür kimdeyse Süleyman odur.” demiş ve devam etmiş: “Bugünün mührü: nağme. Nağmenin hâkimi olan fillerin de hâkimi olur, aslanların da.” Kavalcı fare: “Ya sonra?” diye sormuş. “Mühürler değişir. Gün gelecek mühür, hitabet olacak. İyi konuşanlar hükmedecek dünyaya. Sonra gün gelecek mühür, para olacak.” demiş devekuşu. Devekuşunu hayranlıkla dinleyen kavalcı fare saygı ile eğilerek tebrik etmiş onu. Sonra söz verdiği gibi öğüdünü vermiş: “Uyuyanları değil, uyanıkları uyutun!” İşte bu kadarmış farenin öğüdü.
Aşkı mezhep bilip kutsayan Fuzûli, “Aşk imiş her ne var âlemde” diyerek aşkı hem can hem yara olarak kabullenir. Aşk ki candaki yara, yaradaki candır. Bu dünyada var olmamızın ereği, öbür dünyaya göçtüğümüzde de künhümüzün ruh kuşlarıyla sonsuzluğa uçması ancak yanarak ve yaralanarak gerçekleşecektir. En sahici ve hakiki duygunun aşk olduğunu bilenler içindir bu dünya ve ötesi. Aşk ki kanadıkça yara, yandıkça yara, küle dönüşsek de yara… Dünya ki bir yara yurdudur. Bu diyara gelip yaralanmayan olmuş mudur? Ve şairler… Şairler bu diyarın en has evlatlarıdır. Şimdi 136 şairden 137 yara’lı şiirle huzurlarınızdayız ey okur. Şiire, dostlarınıza ve yaralarınıza sarılmanız dileğiyle…
Bin yıllardır değişmeyen bir öyküdür bu… hükümdarın etrafındaki vezirler, kellelerini kaybetme korkusuyla hükümdarın yanlışlarını ve kendi doğrularını konuşamazlarken, sadece hükümdarın soytarıları, kendilerini ölümün kıyısına götürecek kadar pervasızca, hükümdarla ve onun yaptıklarıyla alay eder ve diledikleri gibi konuşurlardı… belki de o soytarılar, hayatlarından çoktan vazgeçmiş bilgelerdi… ve şimdi, sen ver kararını… doğru bildiklerini, hiç korkmadan ve kaybedeceklerine hiç aldırmadan konuşan bir bilge soytarı mı, yoksa, korkularının esiri olan, elindekileri yitirmemek adına benliğini yitiren ve hep başkalarının sözleriyle konuşan, köpekleşmiş bir vezir mi olmak seçimin..
Çanakkale sadece bir savaş değildi. O bir devrin battığı, yeni bir devrin doğduğu yerdi. O, iman ile inancın garbın çelik zırhlı duvarının delinebileceğinin ispatıydı. O, haçlı seferinin son tangosuydu. O, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilirken yaptığı jübilesiydi. O, Osmanlının ölüsünün bile batıyı yenebileceğinin ispatıydı. O, Osmanlı varken Çanakkale’nin geçilmeyeceğinin ispatıydı. O, ümmet olmanın bilinciydi. O, bizdik… Her şeydik…” İbrahim Halil Er
Kör bir kuyuda yüreğim. Güneşimi çaldı birileri. Karanlık doldu her yanıma. Hapsoldu bir kafese ruhum. Lisanıma kezzap döktüler, yangınlarda kaldı kelimelerim. Avuçlarımda noktalar. Tüm cümleler son buldu. Ve yıldızlar kaydı göğümden. Ay gelmez oldu gecelerime. Günlere dönmez oldu dünya. Zamanın dibine takıldım ve hatta çakıldım. Lügatimden çıktı tüm bilinmişlikler.
Dünyaya hiç gelmemişçesine yabancı, herkesi tanıyormuşçasına tecrübeli.
Ama yalnız. Bir başına. Başım bile ağır bana. Alemi yüklendim sırtıma. Ne yolum belli ne menzilim.
Kör bir kuyuda yüreğim. Karanlıkları hıfzettim. Ezberledim duvarları. Yine de tutunmaz ellerim.
Kör bir kuyuda yüreğim. Yusufça değil masumiyetim ama bir kervan beklemekteyim. Mısır değil niyetim lakin rüyalarımın tabirini dilerim.
Rüyaları zindan olanın tabirine bir Yusuf yetişir.
Adem Kablan
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim Kur’an’ı okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü onun anne ve babasına öyle bir taç giydirilir ki, onun aydınlığı dünyada evlere vuran güneş ışığından daha parlaktır.” (Ebû Davud, Salât, 349)
İnsanın yeryüzündeki serüveni aslında İslam’ın yeryüzündeki serüvenidir. Hazreti Adem’den (as) Efendimiz’e (sas) kadar tüm peygamberler İslam peygamberidir. İslam, Âlemlerin Rabbi’nin kendi yaratmış olduğu insana teklifidir. Kişinin bir inanç ve yaşam tarzı olarak İslam’ı seçmesi öncelikle Allah’la akitleşmesidir. Bu akitleşmenin gereği her türlü haksızlığa ve sömürüye karşı tavır alıp; doğrudan, iyiden, faydalıdan ve adil olandan yana olmak Müslümanlığımızın gereğidir.
Elinizdeki kitap genç nesillerin bir inanç ve yaşam tarzı olarak İslam’ı kuşanmasına vesile olabilme gayretinin bir ürünüdür. Anadolu Gençlik Derneği ve Milli Gençlik Vakfı Genel Başkanı Salih Turhan’ın farklı zamanlarda ve şehirlerde yaptığı konuşmalardan bazılarının redakte edilmesi ile hazırlandı. Konuşmaların kitap haline getirilmesinde kronolojik bir sıra izlenmedi. Okuyucu ilerleyen sayfalarda bazen birbirinin tekrarı olan bölümlerle karşılaşsa da bu konu bütünlüğünün ve vurgunun bozulmaması kaygısından kaynaklandı.
Hem Türkiye’nin yakın tarihine damga vuran hem de İslam coğrafyasında silinmez izler bırakan Milli Gençlik Vakfı ve Anadolu Gençlik Derneği, geçmişte yaşanan birçok engellemeye ve günümüzde ortaya çıkan birçok sıkıntıya rağmen bu ülkenin ve İslam coğrafyasının geleceğinin inşasında etkin bir rol oynamaya devam etmektedir. Bu kitapta aktarılanlar, hangi renkten, ırktan ve inançtan olursa olsun tüm insanların yeryüzünde barış ve esenlik içerisinde yaşayabilecekleri bir geleceğin mümkünlüğüne inanan gençlerin mücahedesidir.
Sünnetin korunması bana düşmez. Rasülü (sas)’nü insanlara karşı koruyan Allah (c.c.) Rasülün’ün sünnetinide bugüne kadar korumuş, kıyamete kadarda koruyacaktır.
Tarihte binlercesi kokar ağızlarıyla Kur’an ve sünneti söndürmek için üflemişler ama Kur’an’ı indiren, Rasülü’nü gönderen Allah (c.c.) olduğundan söndürememişler ve 1400 yıl sonra bize kadar getirmişler.
Tarihte binlerce insan uydurma hadisler katmaya çalışmışlar ancak sünnet denizi o uydurma sözleri bir leş gibi onu dışına atmış ve hadis denizinin dalgaları sonradan atılan zehirli maddeleri temizlemişler.
Askerlerimiz cihadın “İttifak” şartı gereğince, teşkilatlanmışlar, birlikte hareket etmişler, münferit hareketlerden kaçınmışlardır. “İhlas” şartı gereğince Allah Rızasının dışında kendileri için bir menfaat gözetmeden savaşmışlardır. “İttika” şartı gereğince sadece Allah’tan sakınmışlar, savaştıkları insanlara karşı Allah nasıl istemişse öyle davranmışlardır. “İhsan” şartını da yerine getirmişlerdir. Yani her anında Allah’ın kendilerini murakebe ettiğinin bilinciyle hareket ederek, itina ile görevlerini yapmışlardır. “Ahlak” lı olmaya son derece özen göstermişlerdir. “İstişare” ile alınmış kararları yine emir komuta içinde, ölümün kesin olduğunu gördüğü hallerde bile, emredilen görevleri “itaat” etmede kusur işlememek suretiyle en iyi bir şekilde yapmışlardır. Bu sebeple elbette Allah’ın yardımına da müstehak olmuşlardır.
İnsanoğlunun yaratılışından bu yana hakkı üstün tutanlar ile batılı üstün tutanlar arasında bir hâkimiyet mücadelesi süregelmiştir.
Bu mücadele kıyamete kadar da devam edecektir. Buradaki hâkimiyet kavramını ille de bir yeri zorla zapt etmek olarak değil, karar verme mekanizmalarına sahip olmak veya onları etkilemek olarak algılamak gerekir. Medeniyetler tarihine baktığımızda, zaman zaman hakkı üstün tutan medeniyetlerin hâkim olduğunu, zaman zaman da bâtılı üstün tutan medeniyetlerin hâkimiyet boşluğunu zahiren doldurduğunu görürüz.
Hak daima üstündür. Zaman zaman hakkı üstün tutan medeniyetlerin hâkimiyeti kaybetmelerinin sebebi, hakkı üstün tutması gerekenlerin gereği gibi ve yeterince çalışmamalarıdır.
Ruhumuza tesir eden, kendimizi şöyle bir yoklamaya sevk eden her film; velev ki içinde ruhsallığı deneyimleten, insandaki bir yaraya veya tecrübeye karşılık gelen tek bir sahne olsun, o film, bir başyapıt mesabesindedir artık. Zira sinemanın -dolayısıyla sanatın- gücü de buradan gelir: İnsana hakikati hatırlatmak, onu ruhsal olarak sar/s/mak ve olgusal deneyimlerini geliştirmek.”
“Her şeyin her şeye bir etkisi vardır. Bunu insanoğlundan daha iyi kim bilebilir?
İnsan, kadimlerini koruyarak, merkezini her daim hatırlayarak ve gelenekten kopmadan, geleneğin nefesiyle, şimdiye/buraya dair bir şeyler üretebiliyor, söylüyor. Kat kat insanı, kendisini merkez edineceği ama donmasına da izin vermeyeceği gelenek doğuruyor, muhkemleştiriyor.”
Bu kitap, kâh sinema sanatının ne’liğine, kâh sinema sanatının imkânlarına, zaman zaman koca bir filmin tek bir karesine, zaman zaman ise heder edilmiş emeklere dair yazıldı. Ama en çok insana, insanın hikâyesine, çaresizliğine, yalnızlığına, düşüşüne ve dahi dirilişine…
Bir ezan, bir isim ve bir hayat…
Yaşamak ağlamakla başladı bu zemini kaygan dünyada…
Çocuk ağlıyorsa, şükredildi ilkin…
Gün geçtikçe hayıflanma, isyan, beddua…
Sabır, peygamber sıfatı kaldıkça, ne “beş kardeş”ler büyüttü bir çocukla çileden çıkan
anne-baba…
Ekilmemiş bir tarla gibidir o küçücük yürekler, ek ekebildiğin kadar, ne ekersen tutar…
Ama doğruluk ama dürüstlük ama iman… Yeter ki tohumun Allah rızası ile sulansın, çorak da olsa: O, isterse gülistan yapar. Eğit… Eğil ve diz çök! Bak gözlerin içine, öyle ki göz bebekleriniz birlikte yaşlansın. Onunla çocuk ol kimi zaman, Nebi (sas)’den tevarüs eden emri yerine getir her an.. O, hep ebe olsun; sen ise hep sobelen hayat saklambacında. “Önünü, arkanı, sağını, solunu” sünnetle donat ki Rasûlün ahlâkı çıksın her ağacın arkasından…
Anne! Baba!
Ve o güzel huylarınız!
Sobe!!!
Yayın Tarihi: 2018-02-02
ISBN: 6054952106
Baskı Sayısı: 1. Baskı
Dil: TÜRKÇE
Cilt Tipi: Karton Kapak
Kağıt Cinsi: 1. Hm. Kağıt
Boyut: 13 x 19 cm
Bartu, Necmettin ve Enes…
Biri Hz. Hamza kadar cesur, diğeri en az profesör kadar zeki, bir diğeri de hoca kadar bilgili…
Onları, ahırda süt sağarken, bir evi tamir ederken, belgesel çekerken ya da Çanakkale’de gezerken görebiliriz.
Üç arkadaş ile beraber maceradan maceraya koşmaya hazır mısınız?
Bartu, Necmettin ve Enes…
Biri Hz. Hamza kadar cesur, diğeri en az profesör kadar zeki, bir diğeri de hoca kadar bilgili…
Onları, ahırda süt sağarken, bir evi tamir ederken, belgesel çekerken ya da Çanakkale’de gezerken görebiliriz.
Üç arkadaş ile beraber maceradan maceraya koşmaya hazır mısınız?
Biri Hz. Hamza kadar cesur, diğeri en az profesör kadar zeki, bir diğeri de hoca kadar bilgili…
Onları, ahırda süt sağarken, bir evi tamir ederken, belgesel çekerken ya da Çanakkale’de gezerken görebiliriz.
Üç arkadaş ile beraber maceradan maceraya koşmaya hazır mısınız?
“Bugün gelişmiş ülkelerde iki tür politikacı vardır.
Birincisi, ülkesini dış sömürüden kurtarmak için çaba sarf eden politikacı.
Diğeri ise ülkesini dış sömürüye alabildiğine açık tutan, bundan çıkar sağlayan politikacı.”
Süleyman Arif Emre
“Bugün gelişmiş ülkelerde iki tür politikacı vardır.
Birincisi, ülkesini dış sömürüden kurtarmak için çaba sarf eden politikacı.
Diğeri ise ülkesini dış sömürüye alabildiğine açık tutan, bundan çıkar sağlayan politikacı.”
Süleyman Arif Emre
Bugün gelişmiş ülkelerde iki tür politikacı vardır.
Birincisi, ülkesini dış sömürüden kurtarmak için çaba sarf eden politikacı.
Diğeri ise ülkesini dış sömürüye alabildiğine açık tutan, bundan çıkar sağlayan politikacı.”
Süleyman Arif Emre
Siyaset; Allah’ın el-Velî isminin insanda tecelli etmesiyle yeryüzünde İslâm’ı hâkim kılmak ya da var olan hâkimiyetini devam ettirmek; insanların müstakim çizgiden saptıklarında onları tekrar sırat-ı müstakime yönlendirmek ve onların dünyada emniyetlerini ve huzurlarını sağlamak amacıyla yönetimi kurumsallaştırma sanatıdır. Hedefi insanı mutlu ve huzurlu kılmaktır. Bunun için de hayatın tüm sorunlarını vahiy eksenli çözmektir. En azından biz siyasetten bunları anlıyoruz. Böyle bir siyasetin değerini ve önemini kabul ediyoruz. Gazzali’nin deyimiyle siyasetin bu şeklinin “ilimlerin en şereflisi olduğuna” inanıyoruz. Bu ilme şeref kazandıran amacı ve temel dayanaklarıdır. Hedef, ümmeti nebevi kurallar çerçevesinde Hz. Peygamber’e vekâleten yönetmek olunca, yapılan işin de değeri artmış olur. Müslümanların siyaseti bu bağlamda anlamaları çok önemlidir. Bu anlayış sadedinde İslâm, siyasetin üst bir kurum olduğunu kabul eder ve sıradan insanların elinde oyuncak olmasını istemez.
Kitap, -sizleri sıkmadan- bakmaya alışık olmadığınız bir tarz ve üslupla hayatın birçok alanına dokunuyor.
Kitabın dili ve üslubunun yanı sıra içeriğindeki ilginçlikler ve kitaptaki Türkiye’de ilk olma özelliği taşıyan bazı sürprizler de sizleri şaşırtacak.
Kitap hiç bitmesin isteyeceksiniz…
Kitaptan dudak uçuklatan başlıklar:
Dindarlık; mübarek gecelerde kandil-sahur-iftar özel programlarıyla ekrana kilitlenmekten, sabaha kadar camide oyalanıp mevlit/kaside dinlemekten, afili cümlelerle şekilli, güzel tebrik mesajları yollamaktan, cennete sokup çıkarıp tekrar cennete sokan bol beğenili vaazlarla cûş u hurûş eylemekten ibaret değildir Kardeşim!
Dindarlık; kaliteli secdelerle Allah’a yaklaşmaktır. Cehennem ve kabir azabını düşündükçe korkudan tir tir titremektir. Dindarlık; faizden ve her türlü haram kazançtan uzak durmak, sömürmeye ve sömürülmeye karşı çıkmaktır. Ümmeti dert edinmek, İslam Birliği’nin hayalini kurmaktır. Dindarlık; bir yetimin başını okşamak, bir çocuğu sevindirmek, bir hastayı ziyaret etmektir. Dindarlık; mal/mülk/makam/mevki sahibi olmakla gönül sahibi olmak arasında tercih yapması gerektiğinde gönlü tercih etmektir. Ensar olmak, muhacir olmak, mücahit olmak, bir iyilik hareketinde aktif olarak görev almaktır. Hayatı Mevla’nın hakkı ve hatırı için yaşamak, son nefesine kadar esas duruşunu bozmamaktır.
gizle
Hz. Peygamberin sahâbîleri de vahyi Allah’a haberleşmek olarak algılamışlardır. Resulllah’ın vefatı üzerine çok üzülen ve gözyaşlarını günlerce tutamayan Ümmü Eymen adlı hanım, “Seni peygambere bu kadar ağlatan nedir?” diye sorduklarında o şu cevabı vermiştir. “Ben de biliyorum ki Resulullah ölecektir. Ben, onun irtihaline değil vahyin artık bizden kesilmesine ağlıyorum.” Hz. Peygamberin tüm sahâbileri biliyorlardı ki vahiyle birlikte yaşamak bizzat Allah’la yaşamaktır. Çünkü vahyin tecellisi olan Kur’an, Allah’ın indirilmiş kitabıdır. İnsanın nefsine, kalbine, fikrine ve ruhuna yöneltilmiş kelâmıdır.
Allah’ın kullarıyla vahiy şeklinde irtibat/ iletişim kurmasından amaç; insanın yaratıcısıyla ve evrenle olan çok yönlü ilişkilerin yüksek şuurunu onda uyandırıp, vicdanını biçimlendirip, kendi nefsine karşı uyanık kılmaktır. Bu izahtan sonra şu tespiti yapabiliriz; Kur’an’ın ilgi merkezi insan ve insanın ıslahıdır. Bu bakımdan Kur’an’ı, felsefî bir materyal, edebiyat, bilimi kıssa ve tarih bilgisi kitabı olarak ele almamak gerekir. Kur’an Yüce Allah’ın bütün varlıklara yaratılış düzenine uygun hareket etme tarzlarını bildirmek için gelmiş bir kitaptır.
Tarih boyunca insanlığı karanlığa boğacak batıl sistemler oluşmuştur. Bu batıl karşısında ise her dönem ve her ortamda insanlığın saadeti için, batıla karşı mücadele edip, Allah’ın kelamını ayakta tutmaya çalışan mücahede örnekleri bulunmuştur.
İşte bu kitapta bahsedilen yirmi üç örnek şahsiyet de diğer mücahede örnekleri gibi beşeri sistemde beşeri yasalara göre değil, Allah’ın sisteminde İslami yasalara göre yaşamak için mücadele ettiler.
Kimi Amerika sokaklarında “beyaz”ın “siyaha” üstün olduğunu söyleyenlere; kimi Türkiye’de kafasındaki sarığı kafaya takanlara, kimi ise Filistin’de siyonist zorbalara karşı mücadele etti.
“İbrahim Eyibilir, yazının başında dikkat çektiğimiz “sürekli şimdi” halini öyküleri aracılığı ile hissettirir. Malzemesini zamansal olarak genelde “geçmişten” seçse de onun derdi, içinde yaşadığı “hal”dir, yani “şimdi”dir. Bunu da “öykü anlatıcısının şimdisi” olarak öykülerinde kodlar. Dolayısıyla öykülerdeki “anlatıcı”ların bilinç halleri ve zamansal sapmalarından yola çıkan dikkatli okuyucu, yazarın “şimdisi” (hali) konusunda gerekli verileri elde eder. Bütün bu veriler de gelip şuna dayanır: İbrahim Eyibilir, öyküleriyle “ekran çağına” itiraz ediyor; yani bir tür hayatımızdaki bütün “değerleri ters-yüz eden modernizme başkaldırıyor. Bir sanatçı olarak yazarın böyle bir hakkı yok mudur?…”
Hayat,şerefle bitirilmesi gereken bir görev olduğundan,kazanmak yerine kazandırmak önceliğini omuzlarımıza yükler.Ne kazanacağını hesaplamadan ne kazandıracağını düşünen görev adamına ihtiyaç duyulan bir çağda taşıdığımız değer,önceliğimiz değeri kadar olacaktır.
Peygamber Efendimiz; “Sizin dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Kadın, güzel koku ve gözümün nûru namaz.” buyurmuşlardır.
Namaz, sadece ruhumuzu arıtmakla kalmaz; bize, kul olmanın en yüce bağış olduğunu da bildirir.
Namazda bütün ibadetler gizlenmiş ve toplanmıştır.
Namaz, yaratılmışların en şereflisi olarak insanın, bütün yaratılmışlar adına Rabbine boyun eğmesidir.
Namaza ilişkin öykü, anı ve menkıbelerden oluşan bu kitapla, günde en az beş kez yaşadığımız bu güzelliğin sırlarına bir kez daha varacaksınız.
“Bir kimse için dert olan şeyi, inandığı, güvendiği bir kimseye meselâ, kendisini tedâvi eden ruh hekimine söylerse, bütün şikâyet ve dertlerini ortaya dökerse yavaş yavaş normal ruh hâline döner ve iyileşmiş olur. Bu tedâvi şeklinde gerçek payı vardır. Dikkat edilecek olursa namazda bu tedâvi mekanizması kendiliğinden harekete geçirilmektedir. Tedâvinin temel ilkesi, hastanın inandığı, güvendiği bir şahsa içini açması olduğuna göre namazda Rabbinin huzurunda el bağlayıp duran bir musalli hâliyle içini Zât-ı Kibriyâ’ya açmakta, gizli âşikâr her hâlinin Rahman ve Rahim olan Rabbi tarafından en gizli noktasına kadar bilindiğinin idrâkine ermektedir.” Süleyman Arif Emre
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ayetinden mülhem “Müstakim Bir Hayat”ı kendisine yol edinmiş Nedim Urhan Hoca hem manevi yönü, istikameti ve İslami duruşuyla hem de öğrencileri sevmesi, öğrencilerle hemhal olması, babalık yapması yönüyle müstesna bir insandır.
Dünyayı takmayan, doğru bildiği yolda sebat eden, davasını her şartta taşıyan ve şartlara teslim olmayıp, Allah’a teslim olan bir Dava Adamı olarak tanıdık Nedim Urhan Hoca’yı.
Allah ve Rasulü’nün yolunda örnek bir hayatın, hepimize örnek olması temennisiyle…
Aile, toplumun çekirdeği ve sosyal hayata nefer hazırlayan ilk birim olması hasebiyle, onun temellerinin sağlam atılması ve aile hayatının, Yaratıcının muradına uygun sürdürülmesi gerekmektedir.
Ailenin temel unsurları olan erkek ve kadının da, yüce Allah’ın (c.c.) rızasını kazanabilmesi ve mutlu bir aile olabilmesi, hak ve hakikat üzere birbirleriyle uyum içinde olmalarıyla mümkündür.
İşte biz de, bu çalışmamızda hep bunun ehemmiyetine odaklandık, bunu vurgulamaya çalıştık. Bu düşünceyle hazırlanan eserden istifade edileceğini ümit ediyoruz.
Evvel zaman içinde Umutlu sinekler imparatorluğu adında bir imparatorluk varmış. Tüm sinekler orada huzur içinde yaşarmış. Ancak bir zaman sonra bu diyara yerleşen insanlar,sinekleri bir bir öldürmeye başlamış. Sinekler bir çare bulmak üzere toplanmaya karar vermişler.
Şimdi masal okuma zamanı
“Ruhu kalabalık bir dünyanın şiirini yazıyor Mehmet Özger. Namazsız evlerde kederleriyle baş başa kalan melekler, süslü kızların tanrıları, morgta kanı çekilmiş cesetlere dönüşen imkânlar, ıslak tütünler, her şey var bu dünyanın içinde. En önemlisi de hurûtatın tecellilerine dönüşen kadim aşklar…
Bir gök tiyatrosunda kadim hakikate çağrılar, sunaklar hazırlayan bir şair Özger. Onun şiirleri ezelden toprakla nikâhlanmış gibi. Üstü başı toprak kokan, toprağa; yani insana, yani hakikate, yani arayışa adanmış şiirler…”
Ahmet Edip Başaran
“Geleneğin şiirde işlenişi konusunda Özger’in şiiri, 2000’ler şiiri için bu işin nasıl yapılması gerektiğini işaret eden önemli ipuçları taşıyor. Aşk’ı aşka yüreklendiren Molla-yı Cünûn gibi onun şiirleri de modern çağın insandan en çok uzaklaştırmaya, kendisinden yoksun bırakarak soysuzlaştırmaya çalıştığı aşka yüreklendiriyor. Tek sığınak budur çünkü. O da elden gittiğinde artık insan da elden gidecektir. Özger, bu serencamı kendi kişisel menkıbesi çerçevesinde ortaya koyuyor. Onun şiirinde yapılacak kazıda mazmunlar, Galib sesleri, Zarifoğlu parlamaları, Sezai Karakoç ışıkları görülecektir. Hepsi de kendi sesi içinde erimiş bir halde.
Bu şiirlerin ardında derinlemesine bir yaşanmışlık, şiirin kaynaklarına inmek için gösterilen azami çaba; dahası Fuzulî’nin bir şiir için olmazsa olmaz saydığı ilim var. Akademisyen tarafı ozan kişiliğine zarar vermiyor, aksine onu besliyor. Marifetin iltifat görmediği zamanların yıkıcı etkisinden kendisini kurtarmış bir ilk eserle karşı karşıyayız. Şair, uzun süredir dinlendirdiği kanatlarını Türkçenin hür gökleri için açma kudretini bu ilk eserle kendisinde bulacaktır.”
Said Yavuz
Yağız Gönüler’in ikinci şiir kitabı Minnet Eylemem günümüz dünyasına itirazın en belirgin mısralarını taşıyor.
Mevlana’nın sadece dönemine değil, geleceğe de ışık tutan ölümsüz eseri Mesnevi’den; minik yavrularımızın hoşuna gidecek, küçük şeylerden büyük dersler çıkarmalarına yardımcı olacak bir hikaye… Minik Kuş
Mili Görüş iktidarı nedir? Milli Görüş iktidarı demek, Milli Görüş zihniyetine dayanan bir devlet düzenin kurulması ve bu düzenin Milli Görüş zihniyetine göre yürütülmesi demektir. Milli Görüş iktidarını ancak Milli Görüş zihniyetine vakıf olarak tanıyabiliriz. Milli Görüş zihniyetinin diğer zihniyetlerden temel farkı, hak anlayışındadır.
Yeryüzüne sığmayan gönlüyle, dört duvar arasına hepsedilen Mem, derin bir mutsuzluk kuyusuna düşmüştü.
Orada günlerce, haftalarca, aylarca umutsuz bir halde kalınca anladı, İbrahim (as) gibi batınca kaybolan sevgiliye gönül vermemek gerektiğini.
Acısı o denli büyüdü, o denli büyüdü ki artık küçücük bir keder hissetmemeye başladı.
Samed’in aynası olan Kalb’i gittikçe saflaştı, arındı.
Ve nihayet Gerçek Sevgili’ye çevirdi yüzünü.
Sadece Allah’ı zikirle meşgul olmaya başladı…
Bu kitaptaki makaleler Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken medeniyet kavramının içeriğinin civilisation’a ait anlamlarla yüklenmesini eleştirmeye yöneliktir. Kaleme aldığımız makalelerde “medeniyet”i kendi kültür ve inanç evrenimiz içinden yeniden anlamlandırabilme çabası ile hareket ettik. Bu kitapta Türkiye’de “medeniyet” kavramı etrafında düşünce veren çok değerli yazarların fikirlerini tahlil etmeye çalıştık. Batı ve Doğu’da Müslüman olmayan toplum havzalarında ortaya çıkmış teknik biçimlenmeleri ve iktisadî – politik organizasyonları “uygarlık” kavramı ile karşıladık. Müslüman toplumların uygarlığa dönüştükçe “medeniyet” olgusundan kopuşuna işaret ettik. İslâm Medeniyeti’nin doğuşu ancak ahkâmı yaşayan bir İslâm toplumunun ortaya çıkışı ile mümkün olacaktır. Medeniyet İslâm dininin ilkeleri ile yaşamayı seçmiş bir toplumun varlığı ile zuhur edecektir. Bu toplum kendi kültür ve tekniğini üretir ve bunu adalet / imar / iktisadî tesanüd haline getirdiğinde yeryüzünde ahlâk nizamı doğar. Bu manada medeniyetin sürekliliğinden bahsedilemez. Medeniyet, teknik-ilim değil; Müslüman halkların iktisadî, içtimaî dindarlığıdır. Teknikler, eşyalar, yol, köprü, vb. bilimsel gelişmeler, vs. konular ise kültürdür. Her din kendi oluşturduğu toplumun rasyonel düşüncesine göre kültür üretir. Asıl çatışma “uygarlıklar ile medeniyet” arasındadır. Medeniyet biz Müslümanların toplumsal dindarlığımızda tezahür etmektedir. Ev-mahalle-cami-bedesten-vakıf-şehir kuran fıkıh ve hukukun inşa ettiği adil nizamdır. Medeniyet, toplumu cemaatten (aileden) başlatır ve her halkada daha geniş bir cemaatle yapısallaşır. Uygarlıklar ise ya birey modelleridir ya da klan/aşiret sistemleridir. İslâm, hane temelli yapısıyla bu ikisinden de berîdir. Müslüman toplumsallığın yeniden inşası gerçekleşmedikçe bir “medeniyet” kurulamayacağı düşüncesi bu kitabın hareket noktasıdır.”
Mahallenin birinde tek başına yaşayan çok yaşlı bir kadın varmış. Ekmeğini mahallenin çocuklarına aldırır ve sepetle yukarı çekermiş. Gel zaman git zaman bu ekmek sepeti masal sepetine dönüşüvermiş. Nasıl mı?
Şimdi masal okuma zamanı
Evvel zaman içinde kasabanın birinde çok derin bir kuyu varmış.O kadar derinmiş ki hiç kimse inmeye cesaret edemezmiş. Kuyunun da sihirli olduğu da yıllardan beri söylenegelirmiş. “Söz var, icraat yok” gerçeği o zaman bile geçerliymiş. Kasabanın gençlerini bir meraktır sarmış. Ama ne merak? Yatsan yatamaz, kalksan kalkamazsın denecek türden bir merak. Kasabanın yaşlılarının tüm uyarılarına rağmen kuyunun sırrını araştırmaya karar vermişler.
Hayatın içinden konuşan yazar,kimi zaman yaşadığımız günlerin ironik yanlarına temas ediyor kimi zaman da okuru,insan ruhunun derinliklerine doğru bir yolculuğa davet ediyor.Duru bir dilin,sağlam bir kurgunun eseri olan öykülerden oluşan Maçı Kaybettik,yazarın ilk öykü kitabı…
Yok abi, bunlarla bir daha top oynamam ben.Bundan sonra Metin diye bi’ arkadaşımda yok benim.Siz ne yaparsanız yapın beni ilgilendirmez.Yüzünü bile görmek istemiyorum.Adını da duymak istemiyorum.O densizin ismini ağzınıza almayın benim yanımda.İşim olmaz benim onlarla.Gitsinler ilkokul çocuklarıyla oynasınlar.Madem hep kendi dedikleri olacak.Madem hep yenecekler,yenemediklerinde de kavga edecekler.Gitsinler çoluk çocukla oynasınlar.Hem yenerler hem de döverler.
-N’oldu lan buna?
-N’olacak oğlum,maçı kaybettik.
“Şuna inanmalıyız ki, şartlar ne kadar ağır olsada; bir imkân her zaman için vardır. Kuyunun derinliğine bakıp yese kapılmamalıyız. Kuyuya atılan Yusuf’u Mısır’a kral yapan irade, çağın Yusuflarını da kuyudan elbet çıkaracaktır. Şu bir gerçektir ki Allah (cc) isterse kuyundan da mümkündür.”
‘-Elveda, dedi.
– Elveda, dedi tilki. İşte sana sırrımı açıklıyorum. Gayet basit bir sır: Yalnızca kalbi ile bakan gerçeği görebilir.Aslolan asla gözle görülmez.Küçük Prens unutmak için ‘’ Aslolan asla gözle görülmez.’’ diye tekrarladı.
-Gülünü senin için önemli kılan onun için harcadığın zamandır. Küçük Prens unutmak için ‘’ Uğruna harcadığın zamandır.’’ diye tekrarladı.
-İnsanlar bu gerçeği unuttu. Ama sen unutmamalısın.Evcilleştirdiğin şeyin sorumlusu her zaman sensin.Gülünden sen sorumlusun. Küçük Prens unutmamak için ‘’ Gülümden ben sorumluyum.’’ Diye tekrarladı.
Türkçe karşılığı “el bombası” anlamına gelen “kumbara” yı çocuklarımızın eline küçükken verip yememeyi, dağıtmamayı, para biriktirmeyi, para şıngırtsını dinlemeyi öğreterek yetiştirirsek;büyüyünce paradan başka kavgası verilecek birşeyin olmadığını, para sesinden daha güzel bir sesin bulunmadığını iddia eden ve para için herşeyi yapmaya hazır, köle ruhlu bir nesil yetiştiririz.
ilk okuldan üniversite sonuna kadar, on beş senelik tahsil koşusunun sonunda ödül olarak hep ekmek gösterilirse;yetişen genç, maaş veya makama mahkum olmuş köledir.
Yayın Tarihi 2017-03-01
ISBN 6055000912
Baskı Sayısı 1. Baskı
Dil TÜRKÇE
Sayfa Sayısı 422
Cilt Tipi Karton Kapak
Kağıt Cinsi Kitap Kağıdı
Boyut 13.5 x 21 cm
Nedir bu telaşın, böyle nefes nefese nereye?
Ateş büyük, çok büyük, yayılmış her yöreye
Neyin ateşi bu söylesene?
Zulmün ateşi, bâtılın dinmek bilmeyen ateşi!
Zulmün en şiddetli anında, herkesin güçlüden yana olduğu bir zamanda, mazluma can üflemek demektir karınca nefesi.
Bütün zenginlikleri elinin tersiyle itip, Hak uğruna bir kırıntı ekmeğe muhtaç Mus’ab olabilmektir. Doğruluktan şaşmama uğrunda, yapayalnız ölmeyi göze alan Ebu Zer olabilmektir.
Sümeyye olabilmektir, işkenceler karşısında “Allah!” diye haykıran. Uhud’ta şehit oğlunu, babasını ve eşini gösterdiklerinde; “Bana Allah Rasûlü’nden haber verin, o sağ mıdır?” diye bağıran Sümeyra olabilmektir.
Cesaret ister, özveri ister, sadakat ister karınca nefesi. Çile demektir, hüzün demektir, acı demektir karınca nefesi.
Kitabımız, Hz. Mevlâna’nın meşhur eseri Mesnevî’den seçme hikayeler içermektedir.
Eyyüp Akyüz; bu soruyu şair, yazar, gazeteci, karikatürist ve entelektüellere sordu ve tam üç yüz on kişiden cevap aldı. Böylece ortaya, gençler için baş ucu kitabı olacak nitelikte bir eser çıktı. Yazarlara geçmiş muhasebesi yaptıran ve aynı zamanda mini bir otobiyografi özelliği taşıyan kitap; “keşke”ler, “iyi ki”ler ekseninde yazarları daha yakından tanımak isteyenlere de kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor.
“Enfes bir kitap. Geleceğe bırakılmış bir şişe gibi.”
Sultan Debşelîm, filozof Beydebâ’ya
“Birbirini seven iki dostun arasını açan yalancının bunu nasıl başardığına ve akıbetinin nasıl olduğuna dair hikayeyi senden dinledim. Şimdi de senden eğer uygun görürsen samimi dostların dostluklarının nasıl başladığına ve bu samimi dostların birbirlerinden nasıl istifade ettiklerine dair bir hikaye anlatmanı istiyorum” dedi.
Filozof Beydebâ:
“Akıllı kişi dostu hiçbir şeye değişmez. Zira dostlar hayrın işlenmesinde ve şerrin ortadan kaldırılmasında birbirleriyle yardımlaşırlar. Tasmalı güvercin, fareler, ceylan ve karga arasındaki dostluğun hikayesi bunun tipik bir örneğidir” dedi.
Debşelîm:
“Nasıldı o hikaye?” diye sordu.
Beydebâ anlatmaya başladı…
Kenti durdurmak istiyoruz.Bu kitabın temel hedefi bu topraklarda yaşayan insanları ”kentleşmenin” bize ait olmadığı fikrine döndürmektir.
Kentleşme ”kapitalist birey” felsefesinin bir neticesidir.Kentleri küçültmek / pazarları üreticiye açmak / mahalleler halinde yeniden örgütlenmek / çalışma kavramını yeniden tanımlamak (her hane sahibini istihdam etmek) insanı kaybettiği şeylere: cemaat, merhamet, inanç / emniyet kavramlarına kavuşmak istiyoruz.
Hayır hayır, olamaz! Gerçekten daha gerçekti gördüğü.
Güneş gibi apaşikar, ay gibi pırıl pırıldı.
Eşiğine fırlattı bedenini.
“Ey yazgımın gülü! Ey alnımın ak yazısı!” diye bağırdı, “Söyle bana, hangi bağın gülüsün sen?”
Peri dile gelerek, seslerin en güzeliyle,
“Ey yüreğimin sancısı!” dedi, “Keşiş dağının gülü, İriskin bağının sümbülüyüm ben. Sen de söyle bana, hangi rüzgâr attı seni buralara?”
Şehzade, anka kuşunun kanatlarına binmişti sanki,
“Ey nergis bakışlım! Ey hilal nakışlım! Gönlümün rüzgârı getirdi beni buralara…”
Elif ile lam gibi birbirlerine öyle bir sarıldılar ki… Ne gözler görmüş ne kulaklar işitmiş böyle bir kavuşmayı.
Telaşla koşarken bir şeyi unuttuğunu fark etti. Eliyle göğüs kafesini yokladı. Yanılmamıştı. Kalbiydi unuttuğu.
Sonra tüm ziller çaldı, tüm fabrikalar dumanlarını savurdu, koptu zembereği saatlerin.
Unuttu bunca telaşın içinde kalbini nerede bıraktığını.
Bulsa tamamlanacaktı hikayesi. Ufka baktığında gördü onu ve şöyle mırıldandı:
-Kalbim. Yenilgi saati.
Çocukluk, kalbimizdeki bir uçurtma gibi salınıp duruyor hayatımızın ortasında. Büyük şehirlerin beton gölgeleri arasında kendini bulmaya çalışıyor çocuklar. Birimiz hepimiz için diyerek el ele tutuşup kaybettikleri oyunlarını arıyorlar. Dostluk, kardeşlik, komşuluk gibi içimizde büyüttüğümüz ne kadar güzellik varsa çocukların kalbinde yer buluyor kendine. Bu hikâyelerde ailenin sıcaklığını, tarihin görkeminde büyümenin mutluluğunu, çocukların ışıldayan gözlerini bulacaksınız. çocuklar, kalbimize takılan en renkli uçurtmalar. Çocukluk denen cenneti yaşamak için çocukların sesine kulak verin, yeter.
Hangi renkten ve ırktan olursa olsun bütün insanlar peygamber torunudur, bir anne ve babanın çocuklarıdır. Öte yandan renkleri, ırkları, konuştukları dil farklı da olsa bütün Müslümanlar tek bir millettir: İslam milleti. İslam, her insanın yaşama hakkını, mülkiyet hakkını, akıl ve nesil emniyetini, inanç ve düşünce özgürlüğünü kutsal saymıştır. Müslüman, kendisi için istediğini kardeşi için de isteyen adamdır / kadındır. Müslüman, kendisi için istemediğini kardeşi için de istemeyen adamdır / kadındır. İslam, âlemlerin Rabbinin insanlara bir teklifidir. Müslüman bu teklife riayet edendir. Bu riayetin gereği insanlara inanç dayatmak çabası değil, bilakis hangi inanç ve düşünceden olursa olsun insanların haklarını koruma gayretidir. Bu gayret aynı zamanda ırkçılık, bölgecilik ve mezhepçilik eksenli anlayışlardan uzak olmaktır.
Hacı Kazım Ozan, gülümsemenin Türkçesinin de Kürtçesinin de Farsçasının da güzel olduğunu bilen bir yüreğe sahipti. Aynı şekilde ölümün Türkçesinin de Kürtçesinin de Farsçasının da hüzünlü olduğunu biliyordu. “Kardeşliğe Adanmış Bir Ömür” Arakan’dan, Orta Afrika Cumhuriyeti’ne kadar kaosun kol gezdiği bir coğrafyada en çok ihtiyaç olunan yitiğimizdir.
“Dış politikada doğru hak anlayışını temel alan D-8 çekirdekli, İslam Birliği çekirdekli ‘Yeni Bir Dünya’nın kurulması temel esastır. Gidip Batı’nın kapısına boynundaki zincirle bağlanmak diğer görüşlerin özellikleridir. Dış politikada ‘doğru hak anlayışı’nı temel alarak D-8’i çekirdek alarak ‘Yeni Bir Dünya’nın kurulması Milli Görüş’ü diğerlerinden ayıran bariz farklardan birisidir.”
Bu cümlelerle, İslam coğrafyasındaki Müslümanlar arasındaki siyasi ve ekonomik birlikteliğin önemine vurgu yapan Prof. Dr. Necmettin Erbakan; kurtuluşun da ancak yine bu coğrafyada Milli Görüş eli ile olacağını dile getiriyor.
Batı’nın, Siyonizm’in ve Emperyalizm’in batıl hak anlayışı ile; İslam coğrafyası içerisindeki Müslümanları(!) teşaron örgütleri kullanarak birbirine kırdırmak suretiyle hem buralardaki siyasi ve ekonomik birliği baltaladıkları hem de buraların yer altı ve yer üstü kaynaklarına, enerji nakil yollarına el koydukları gün gibi ortadadır.
Biz “doğru hak anlayışı”nı esas alan Müslüman’lar olarak bu durum karşısında ne yapmalı, nasıl davranmalıyız?
İmam-ı Âzam (r.aleyh) Hazretleri’nin yazmış olduğu “Fıkhu’l Ekber” İman Esaslarımız hususunda bize ışık tutacak bir kitaptır. Ebu’l Münteha Hazretleri bu kitabı madde madde tahlil, tahkik ve tetkikten sonra eserin önemine binaen en güzel şerhini meydana getirmiştir. Yusuf Yiğitalp, Ebu’l Münteha Şerhi’ni günümüz Türkçesi ile daha anlaşılabilir bir dil kullanarak okuyucularla buluşturmuştur. İslâm dininin, itikat esaslarından başlayarak geniş çapta temel bilgilere cevap vermiş, birçok ana meseleleri aydınlığa kavuşturmuştur. Tevfik sadece ve sadece Allah’tandır (c.c).
Bu kitapta mezhep-fırka tartışmaları yoktur. Gayemiz Ehlisünnet vel-Cemaat’in Kur’an ve Sünnet ışığında hangi yolu seçtiğini ve hangi konuda ne düşündüğünü izahtan ibarettir. Amacımız ise “Ben Müslümanım” diyen insanın itikat konularında Ehlisünnet vel-Cemaat’in görüşü budur diyebilmesini sağlamaktır.
Bir toplantı salonunda yüksek başarılar elde eden bir kişiyi alkışlıyoruz.İçinizden aynı başarıyı elde etmek geçiyor.O coşkuyu hissetmek istiyorsunuz ancak nasıl ve nereden başlayacağınızı bilemiyorsunuz.Aslında o alkışlanan kişinin yerinde veya yanında olabilirdiniz.Eğer görmek için ilgi, anlamak için bilgi, gerçekleştirmek için sevgi, sonuç için sabır, bunların tamamı içinse emek ve yüksek coşkuya sahipseniz siz de başarabilirsiniz.
Tarih şeridi gözden geçirildiğinde görülüyor ki dünyada bazen hakkı üstün tutan medeniyetler hâkimiyet kurmuş, adaleti sağlamış, hükmettikleri coğrafyaya barış ve huzur getirmişler; bazen de bâtılı üstün tutan medeniyetler hâkimiyeti ele geçirmiş ve ne yazık ki, dünyada zulüm, kan, gözyaşı ve ardı arkası kesilmeyen vahşetler işlemişlerdir.
Bugün itibariyle bakıldığında görülen o ki bâtılı ilke edinmiş medeniyet anlayışı, maalesef insanlığa acı ve ıstırap dolu günler yaşatıp duruyor.
Milattan sonraki üçüncü binli yılların, bilim ve teknolojideki bunca gelişmişliği karşısında insanlığın aslında mutlu bir hayat sürmesi mümkün iken, Ortaçağ karanlığının bir takım bağnazlıklarına ram edilmesi utanç verici bir durum değil de nedir?
Yaşanan bu zulüm düzeni insanlığı canından usandırmıştır. Artık temeldeki bu yanlışların yapılmayacağı, yeryüzünde huzur, barış ve adaletin tesisi için yeni bir yola girilmesi ve de doğrulara dönülmesi zorunluluğu apaçık ortadadır. İnsanlığın huzur ve rahata çıkabilmesi için ‘Yeni bir Dünya’ kurulması elzemdir ve bunu gerçekleştirmek vicdan sahibi her inanın üzerine önemli bir vazifedir.
Hz. Muhammed (s.)’in tilaveti, öğretim faaliyetleri, yaşamaya verdiği önem, hıfzı teşvik etmesi ve işi ehline vermede Kur’an-ı Kerim bilenleri öncelemesi ve Hz. Peygamber’in tefsir metodu kitabın ele aldığı konulardandır. Bu konuların büyük bir kısmı sünnetin tebyin, temsil ve teşri alanlarıyla ilgilidir. Konuyu mecrasından uzaklaştırmamak için işin bu tarafına girmedik ama şu tespiti de yapmadan geçemedik: Kur’an-ı Kerim’i dosdoğru anlamanın iki anahtarı vardır. Bunlar; Hz. Muhammed dönemi Arapçasını tüm yönleriyle -söz sanatları dâhil- bilmek, diğeri de Resulullahın sünnetine ve Kur’an’ın içerisinde nazil olduğu tarihe tamamıyla vakıf olmaktır. Bu iki önemli anahtar Kur’an-ı Kerim’i ehliyetsiz ve kötü niyetli insanların elinde oyuncak olmaktan koruyacaktır. Keyfî ve ön kabullü yaklaşımlardan muhafaza edecektir. Bu nedenle İslam dinini ana kaynaklarından en kuşatıcı şekliyle öğrenmek gerekir. Bu öğretimde dil bilmek de vardır; tefsir, hadis, fıkıh, kelam, İslam tarihi, ahlak/tasavvuf öğrenmek de vardır. Yaprağı bile öğrenmeden orman ve içeriği hakkında konuşmak sıhhatli bir yaklaşım değildir.
Gölge gibi takip ediyordu; fark edilmediğinden emindi. Kâh kalabalıklara dalmışlar, kâh tenha ara sokaklara sapmışlardı. O önde, kendisi arkada dur durak bilmeden yürüyorlardı.
Hiçbir yere uğramadı; hiçbir yere uğramadılar. Ne kalabalıklardaki insan simaları dikkatlerini çekmişti, ne mağaza vitrinleri. Acele yürüyordu; acele yürüyorlardı. Belli ki, işi vardı; belki bir randevusu, belki bir Programı… Amaçsız, avare gezmiyordu, besbelli. Öyleyken, nasıl olmuştu da dikkatini çekmişti; kendisi de anlayabilmiş değildi.
Selami Güder
Günümüzde hakka sahip çıkmak ancak Milli Görüşle olabilir. Milli Görüş herhangi bir zihniyet, herhangi bir hareket değildir. Öyleyse Milli Görüş nedir?
Milli Görüş, insanlığın aşırı derecede bunaldığı, zulümler içerisinde yaşadığı bir dönemde, bu zulüm dünyasından kurtularak yeniden saadet dünyasına geçiş hareketidir. Onun için çok mühimdir, çok değerlidir. Milli Görüş ”Yeni Bir Dünya”nın kurulma hareketidir.
Okurlar meraklıdır.
Sorarlar: Bunları yaşayarak mı yazdın?
Her yazdığın şeyi birebir yaşama olanağı yoktur. Olamaz. Bir cinayeti yazman için cani olman gerekmez.
Hem sonra birebir yaşadıklarını yazsan n’olacak?
Romanda, öyküde birebir yaşadıkların bile kurmacadır; artık birebir yaşadıkların değildir.
Kendimi yazdım desem -ki bir öyküde kendimi yazdım diyorum- kendimi değil ama kendimden bir şeyleri yazmışımdır.
Olayın kahramanının bir kadın, bir çocuk, bir kötürüm, sekeratta bir hasta olması hiç fark etmiyor. O kahramanın yaşadığı duygu nedir? Pişmanlık mı, keşkeler mi, özlem mi, korku mu, uyuşukluk mu? Kimin ağzından olursa olsun, bu duyguları taa iliklerime kadar hissederek yazmışımdır.
Hani derler ya işin hilesi dürüstlük diye, öykülerde bir yaşanmışlık tadı, bir sahicilik varsa, işin hilesi olayların değil ama duyguların yaşanmasında yatmaktadır.
Neyse, işin sırrını çok da faş etmek istemem. Ki, büyüsü kaçmasın.
Derler ki, güvercinler uyumazmış. Yorulduklarında, her an uyanacakmış gibi hafif bir uykuya dalarlarmış. Hatta bir gözü uyurken, diğer gözü nöbet tutarmış tehlikelere karşı. Bu yüzden çok kısa sürermiş uykuları.
İnsanoğlu, bir güvercin uykusu kadar kısa, hatta ebedi sonsuzluk karşısında güvercin uykusunun ta kendisi olan dünya hayatını tanımalı ve hesap verme vakti gelene kadar geçen kısa sürede aşkı arayıp aşk ile yaşamayı bilmeli.
Derviş’in de dediği gibi;
“Uyanmak lazım evlat! İnsanın gördüğü düşler hep bir güvercin uykusudur. Çok uzun sürmez. Anlıktır, bir nefes misali… Haydi, evlat uyan şimdi! Güneşi yarensiz bırakma… Yola çık, ölümsüz sevdalar için.
Bu hikâye, güvercin uykusundaki bir gencin ve onu uyandırmaya çalışan bir dervişin hikâyesidir.
Hz. Peygamber’in yolunu bilinçle ve ibadet anlayışıyla takip eden, Allah-u teala’nın velayetini tüm velayetlerin üzerinde gören ve bunun bir göstergesi olarak Resulullah’a ittiba eden, kâfirlere ve zalimlere en ufak bir sempati dahî göstermeyen, gök ehlinin sevgisini kazandığı için yeryüzü müminlerince de sevilen veliler, insaniyet makamının en büyük temsilcilerindendirler. İnançları, ibadetleri, ahlakları ve içtimai davranışlarıyla sünneti günümüze taşıyan, İslam’ın hayalî bir dünya görüşü olmadığını ispatlayan, Hz. Peygamberin yolunun canlılığını ve her zaman yaşanabilirliğini bizlere gösteren kutlu insanlardır.
“Genç kardeşim! Günümüzde Müslümanlık kalitesi namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin yanında internetle baş başa kaldığımız zaman gösterdiğimiz tavırla da yakından ilişkilidir. İnternet ve sosyal medya platformlarında sergilediğimiz davranışlarımız, beğenilerimiz, paylaşımlarımız ve arkadaşlıklarımız da İslami yaşantımızın bir parçasıdır. Namazlarına özen gösteren bir Müslüman genç olabiliriz, tesettürüne dikkat eden bir Müslüman hanımefendi olabiliriz ancak unutmayalım ki, namazımıza ve tesettürümüze bakacak olan Rabbimiz, internetle baş başa kaldığımız andaki tavırlarımıza da bakacaktır. Eğer imtihan bekliyorsak bilmeliyiz ki, modern dünyada en büyük imtihanlardan birini internet ve sosyal medya üzerinden yaşayacağız.” Abdülaziz Kıranşal
Kimden ve nereden geldiği belli olmayan bir mektup…
Mektubun gizemini çözmeye çalışan 2 arkadaş…
Acaba neydi önemli olan?
ÇOCUKLAR!
Düşündüren, heyecanlandıran, meraklandıran ve gülümseten bir kitap okumaya hazır mısınız?
DİKKAT EDİN!
Kendinizi bir an da kitabın sayfaları arasında Emir’e mektubun yerini söylerken bulabilirsiniz.
Acaba sizi duyacak mı?
Önümdeki zatın boynunun kenarından göz ucuyla bakayım derken bir an göz göze geldik. Kalemi elinden bıraktığı gibi üzerime doğru yürüdü. Önümde bulunanları yararak geçti ve boynumdan sıkıca tutarak diğer elinde bulunan dikenli, budaklı ağaç dalını yüzüme çarptı. Zincir vurulmuş ellerimi ızdırap ile yüzüme doğru götürdüğümde ortaya çıkan sesler, çadırın içinde yankılandı. Zincirin uçları da vücuduma çarparak ayrı bir acı oluşturdu. Ama en büyük acıyı babamın bu kaba hareketinden dolayı hissetmiştim.
Beni şiddetle ortaya çekti ve Allah’ın Resulü ile yüzyüze geldik. Olaylar çok hızlı gelişmiş, şaşkınlıktan kimse müdahale edecek fırsat bulamamıştı.
“İşte Ey Muhammed! Üzerinde seninle anlaştığım antlaşma gereğince bana geri çevireceğin kişilerin ilki!” diye bağırdı babam.
Ben ve çevremdeki herkes, Allah’ın Resulü’nün ne yapacağını merakla bekledik. Çok zor durumda olduğunu yüzündeki her mimik ele veriyordu.
“Biz, barış ve antlaşma yazısını daha imzalamadık!” dedi, ama babam gibi kurnaz ve akıllı bir kişiyi bu söylemle ikna edip beni yanında alıkoyabileceğine muhtemelen kendi de inanmıyordu.
İnançlı” olarak adlandırdığımız insanların, zamanla Allah’ın ayetleri ile hükmetmek yerine sekülerleşmesi sonucu bozulan ve yozlaşan bir toplum ile karşı karşıyayız. Her yaptığımız işin bir karşılığı olduğu bu dünyada, bu bozulma ve yozlaşmanın da elbette bir karşılığı olacaktır.
“Ey o bütün iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse duysun: Allah onun yerine öyle bir kavim getirecek ki Allah onları sever, onlar Allah’ı severler, müminlere karşı boyunları aşağıda, kâfirlere karşı başları yukarıda, Allah yolunda mücahede ederler, dil uzatanın levminden korkmazlar, işte o Allah’ın fazlıdır, onu dilediğine verir ve Allah vasi’dir, alîmdir.” (Maide 54)
Bu ayet de bunu apaçık ortaya koymaktadır.
Ekrem Doğanay Hoca’nın makalelerinden yola çıkarak hazırlanan bu eser dönemimizin fitnelerini bilmek bunlardan kaçınmak, herhangi bir fitneye sebebiyet vermemek ve yukarıda yazılı olan ayette -yanlışlıkla da olsa- “dininden dönen” kimselerden olmamak için çok önemli bir kaynak.
İşte bu noktada bize bir mihenk taşı, bir ışık olacağına inandığımız bu eserin siz değerli okuyucularımız ve en kıymetlimiz olan ailelerimiz için de bir yol gösterici olacağı düşüncesindeyiz.
Allah (c.c) hepimizi “fitne”ye bulaşmadan sınavını verenlerden eylesin.
“XVII. asır olarak kabul edilen Osmanlı Devleti’nin “gerileme ”süreci aynı zamanda modernleşme süreci olarak, Avrupa’da ortaya çıkan “ilerleme” söyleminin etkisi altında devam etti. Bu dönemde askerî ve ekonomik gücün yitirilmesi ve yaşanan toprak kayıplarıyla siyasî açmazlar dünya görüşlerinin yeniden biçimlenmesinde etkili olmuş ve Avrupa-merkezli bakış açılarının ağırlığı gözlemlenmeye başlanmıştı. Batılılaşma süreci olarak adlandırılan süreçte Osmanlı Devleti’ndeki kurumlar, Avrupa’dakilere benzer biçimde yeniden yapılandırılırken bilginin oluşturulması ve kullanımı açısından önemli bir yer tutan eğitim kurumu da Avrupa’daki örneklere bakılarak yenilenmeye çalışılıyordu. Medeniyet kavramı da bu dönemde tartışılmaya başlanmıştır.
Medeniyet ile karşılıanan ve Avrupa’da kullanılan “civilisation” kavramı, Osmanlı münevveri için “ilerleme”nin yönünü gösterir şekilde kavranıyordu. Bu durum, emperyalizm ve kapitalizm ile Avrupa devletlerinin ekonomik, askerî ve siyasî hegemonyasının uzantısı olarak değerlendirilebilecek modern bilginin ve ondan beslenilerek inşâ edilen uygarlık söylemine yaslanarak kurulmuş sosyal gerçekliğin Osmanlı münevveri açısından da kabul edilmişliğinin göstergesi olmaktadır. Bu sebeple medeniyet kelimesinin Osmanlı aydınları tarafından ilk olarak Tanzimat döneminde kullanılmaya başlanması tesadüf değildir: Medeniyet sözcüğünün dolaşıma ilk girdiğindeki anlamı Tanzimat ideolojisinin genel çizgisine paralel biçimde bilgi ve referans sistemi olarak Avrupa’yı esas alan bir anlamdadır ki bu anlam, modernleşme eğilimiyle de bütünleşiktir.
Geleneksel İslâm toplumsallığından yola çıkan bu çalışma; medeniyet yanı sıra medine, temeddün, umran gibi kavramlar dolayımında İslâm Medeniyeti kavramının tarihsel boyutunu ve modernleşmeyle ilişkisini göstermeyi amaçlamaktadır.”
Ortadoğuda yaşanan çileli hayatlar üzerine kurulan insan pazarı. Mülteci kamplarında ölüme terk edilen çocuklar;
hastalık, açlık, sefalet..
Mülteci olmak…
Yaşamları sınırlandırılmış hayatlar ve sınırlar arasına sıkıştırılmış dramatik hayat hikayeleri.
Mağdurların yaşadıkları sanıyorum ki bu kitabın tarihe kalacak en önemli bölümüdür. O nedenle biz, mağdurlardan gelen metinleri hiç değiştirmeden vermeyi istedik. Mağdurların bize gönderdikleri metinler sadece bunlardan ibaret değil. Çok sayıda metin var ve hepsini yayınlamak bu kitabın hacmini aşardı. Belki ileride müstakil bir kitap haline getirilebilir.
Hatta getirilmelidir de. Bunları okuyan bir kamu görevlisi “Bir daha asla böyle hatalara yol açmamalıyız.” demelidir. Hukuk Fakültesi 1. sınıf öğrencisi bu hikâyeleri okuduktan sonra “İleride hâkim veya savcı olursam kimseden korkmadan hukuku uygulamalıyım ki bir daha böyle acılar yaşanmasın!” diyebilmelidir.
Umarım yayınlayabildiklerimiz tarihten ders almamıza imkân verir.
Mağdurların yaşadıklarını yayınlamaktaki amacımızı açıklarken İlber Ortaylı’nın güzel bir sözünü buraya aktarmamız lazım: “Tarihi bilelim ama geçmişin kinini tutmaktan çok, geleceği daha iyi kavramak için.” diyor yazar.
‘-Heeeyyy burası benim Cumhuriyetim. Evet, buraların tek sorumlusu benim artık. (işaret parmağımla çocukları küçümsüyordum)
Hey siz zavallı halkım. Sadece benim için çalışacaksınız. İyi haber, artık okul yok! Kötü haber; ben varım hahahhhahha!
Çocuklar gülüyordu. Hasan; pek kıymetli efendimiz. Size Trabzon’dan en nadide çayları getireyim’ Dedikten sonra; in aşağıya hamsi kafa. Düşüp biyerunu kıracaksun.
Nadim: hey kardeşim dikkat et! Cumhutiyetini ilan ettiğin gün devrilme de aman!
Tuğberk ne dese beğenirsiniz! ya gelsene daha anlatacaklarım vaarr!
Uzaya kaçsam bağırır uzay mekiğinin arkasından. Anlatacaklarım bitmedi gel buraya!
Cihad her zamanki gibi tepkisiz dinledi dinledi çaktırmadan güldü sanki biraz.
-İn aşağıya in! Sen kursan kursan Ergenus Cumhuriyetini kurarsın! Demişti. Çok sevmiştim bunu. Baya güldük.
Ergenus Cumhuriyeti !
Hiç tuhaf değil.
-Sor evlat, hiç usanmadan, sadece sor Cevabın varlığı soruya muhtaçtır. Sormasını bilmezsen cevabı bulamazsın, aramazsan bulamazsın! Evini yıkan derviş kitabı ne kuru bir biyografi eğitimi, ne de tamamen hayal ürünü olan öyküler derlemesidir. Bu kitap daha çok okurun Zerdüşt ve Mahbe’deki ortak paye olan “aramak kavramının alev alev kavurucu yangınında daralıp, Selman’ın bulduğu vahada ferahlayabileceği ve bir solukta okuyabileceği bir eserdir. Günümüzden yüzyıllar evvel yaşanmış bu kıymetli olayların, bugünün inanç eksenli problemlerine ilk günkü sıcaklığıyla birtakım mesajlar verebileceğini düşündüğümüzden, kıymetini de tarihselliğinden ziyade manalarında görüyoruz. Bu açıdan Evini Yıkan Derviş kitabı okunmaktan çok düşündürmeyi amaçlamaktadır
Yerlilik kavramlaştırması, insanın “halifetü’l arz olarak yaradılışının neticesine bağlıdır. Herkes yerli olabilir mi? Bizim anlattığımız yerli’nin “Amerikan yerlisinden farklı olmasını sağlayan bir hususiyet var. Bir toprakta üç bin yıldan beri yaşamak sizi yerli kılmayabilir. Yerlilik, “halifetü’l arz olan insanın dünyadaki yürüyüşüdür. Bizi yeryüzünde, yer-li yapan şey, Âdem’in yer’e indirilişinden sonraki eylemlerini hatırlamamızı icbar etmektedir. Âdem (as)’in yeryüzüne indiğinde tesis ettiği üç kurumsal tavır, bütün nebilerce yeniden rücu edilen başlangıç noktası sayılmıştır: Mescid’in inşası, toplumsal akitler, maişetin ve pazarın tanzimi. Bizi yer-li kılan hakikat, inancımızın aramızdaki hukuka, helal lokmanın kaynağı olan üretimin – alım satımın zahir olduğu pazarın teşkiline, toplumsal değerlerimizin ibadetgâhlarımızın çevresinde inşasına yönelmiştir. Kitaptaki makale ve yazılar yer-lilik kavramından yola çıkan insanın ilk durağını yani “aile/ev/mahalle”yi ele almak gereğinden hareket ediyor. Özelde İslâmcı kadına ama umumiyetle yeryüzünün tüm kadınlarına “evsizliğini hatırlatan bu makaleler ile yer-li (“halifetü’l arz) olmanın gereğini işaret ettik. Müslüman erkek – kadına, “evine dön – kendine dön demek istedik. Modern dünyaya Müslümanca bir cevabımız var. “Halifetü’l arz biziz; Yer-li biziz.
Peki, sen, ey arkadaşım, sen!
Benim derdim seninle.
Senin özgürlüğün nereye kadar?
Sen ne zaman özgür olacaksın.
Ne zaman kurtulacaksın, seni kendine köle yapan sistemden?
Ne zaman kurtulacaksın, ömrünü kemiren boş işlerden?
Ne zaman isyan edeceksin, seni dünyaya her geçen gün daha fazla bağlayan hedeflere.
Biriktirmek, biriktirmek ve hiç paylaşmamak; zevke dalıp ümmeti unutmak nereye kadar?
Elbette biz, arkadaşım, biz. Bizim bu gidişimiz nereye kadar?
Fe eyne tezhebuun? Nereye bu gidiş? Nereye bu gidişimiz?
Tam 40 gün oldu.
Her gün geldim başucuna.Kendimi senin gittiğine inandırmak için her sabah koştum geldim.Bazen yalnız geldim,bazen Sema ile.Ama hep çantamda lacivert kaplı kitapla geldim.
İşte bugün huzurundayım.40 gündür sensiz lakin sabırlıyım.Elime aldığım günden beri açmaya cesaret edemediğim bu kitabın kapağını,senin huzurunda açmaya geldim.
Öyle bir okuyacağım ki kendim yazmış gibi değil kendime yazılmış bir kitap gibi.
Hiç girmediğim sokaklardan geçeceğim. Kesmetaş kaldırımların üzerinden, balkonların altından, ırmağın kıyısından, sesimin yankısını çoğaltarak geçeceğim geçilmez sanılan tüm
geçitlerden.
Bir İbrahim ateşi saracak bedenimi. Firavun’un beynine hücum edeceğim.
Geçeceğim ırmaklardan bir bir.
Bütün yanlış saatleri doğruya ayarlayıp, şehrin yıkık dökük sokaklarından üstüm başım toz içinde geçip, bu yeryüzü bizimdir bizim olacak diyerek çığlık çığlığa;
Ey Kudüs kalbim ol
Ey Kudüs kalbim ol diye diye
Gireceğim bir şehrin kapısından.
İşaretleri bilirseniz onları görebilirsiniz!
Neden kendilerine ”dul kadının oğulları” diyorlar?
Nasıl örgütleniyor, nasıl haberleşiyorlar?
Gizli şifreleri, esrarengiz işaretleri nelerdir?
Ergenekon’un masonik şifreleri!
150 yıl sonra hortlayan esrarengiz örgüt Ercümen-i Daniş!
Çırak dereceli ünlü mason!
Çekirdek kadrodaki şaşırtıcı isim: Doğu Bey!
TBMM’deki esrarengiz işaretler, kim tarafından nasıl konuldu?
Meclis binasını yapan mimarın büyük sırrı neydi?
Mimar Sinan’ın kafatası nasıl kayboldu, şimdi nerede?
Cadde ve sokak adlarını dahi onlar koyuyor, peki nasıl?
28 Şubat’ın arkasındaki kilit isim bir masondu!
Onları nasıl tanırsınız?
Nihai hedefleri ne?
İlk kez belge ve fotoğraflarıyla tarihin en gizemli örgütünün
şaşırtıcı hikayesi
Yıllar süren bir araştırmanın ürünü olan bu kitap hayata ve
olaylara bakışınızı değiştirecek.
Hiçbir şey tesadüfi değildir.
Artık yaşanan olaylara farklı bir gözle bakma zamanı geldi…
Bütün dünya ve onun dışında ne varsa her şeyin bir denge üzerine kurulduğuna ve yürüdüğüne şahit olacaksınız. Evet, sizi farklı bir dünya bekliyor. Hayatınızın olumlu yönde değiştiğini, bildiklerinizi unutacak ve hatta onlara yeniden şekil verdiğinizi hissedeceksiniz. Çünkü ezberinizi bozacak olayları peş peşe okuyunca, o harika sonuçların zihninizde yerini aldığını görecek ve çok güzel düşüncelere sahip olacaksınız.
Dünya meşakkatinin ağır yükleri altında zaman ayıramadığınız ve yarım bıraktığınız bilgiler yeniden filizlenecek. Dünyaya, bir de şu üç bölümden oluşan kitapları okuduktan sonra bakın!
İslamcılık muhafazakarlığın kıskacı altında kalmıştır. Kimine göre bu durum İslamcılığın sonu olmuşken kimine göre de İslamcılığın miadını doldurduğunun bir göstergesidir. Ancak tarihi tecrübelerimiz göstermektedir ki İslamcılığın ve İslamcıların suskunluğu yüseyseldir, geçicidir. Derinlerde, iktidar mahfillerinden uzakta, yaşanan sosyal ve toplumsal olayların yolunda gitmediğine dair büyüyen bir inanç ve söylem gelişmektedir
Şimdi yukarıdan bir bakış yaptığımız zaman ne görüyoruz? 69’da Milli Görüş çıkmış, parlayan yıldız olarak iktidar olmuş. Ne yapmış Siyonizm bunun karşısında? Türkiye rastgele bir ülke değil dünyanın kutbu. Clifford’u göndermiş. Clifford, ABD, CIA Başkanı. Sabah kahvaltısını Demirel’le, öğle yemeğini Ecevit’le beraber yapıyor. Biz hükümetteyiz, ağır sanayi hamlesini yapıyoruz.
Bunu karşılığında “…efendim seçimler hazirana alındı, MSP’siz seçim yapılacak, hükümet kurulacak…” diye bize sormadan ilan ettiler, birleştiler.
Buna mukabil biz Allah’ın lütfuyla eskisinden daha fazla oy aldık yeninden hükümet olduk. Yeniden iş başına geldik. Bunun üzerine Güneş Motel oyunu oynandı. Ecevit de seçimleri kaybedince Demirel’e geçti. Ama buna rağmen Dışişleri Bakanını düşürdük. 24 kişiyle Meclis’e hâkim olduk.
Baktılar ki bizi hükümetten uzaklaştırmaları yetmiyor, Meclis’ten uzaklaştırmak lazım. Öyleyse “İhtilal yapalım.” dediler. 12 Eylül İhtilali yapıldı.
12 Eylül İhtilali’nden sonra Milli Görüşçüler çalıştılar. 1996 Seçimleri’nde en büyük parti oldular. 54. Hükümet’i kurdular.
Türkiye “Yeniden Büyük Türkiye” yolunda mesafe kat etti. 54. Hükümet’te yukarıda bahsettiğim muazzam hizmetler yapılmıştı.
Önce bırakalım başarısız olsun dediler. Sonra baktılar ki bunlar “Yeni Bir Dünya”yı kuruyorlar. Öyleyse ne yapıp edip engellememiz lazım dediler. Sonra hükümetimize 28 Şubat’ı yaptılar.
28 Şubat, dış güçlerin bir tertibidir. 28 Şubat’ta MGK’da geldiler, Makovsky’nin planını Hükümet’e tavsiyemiz diye okudular.
Biz yükseliyoruz onlar hile yapıyorlar. Biz demokratik olarak yükseliyoruz onlar hile yapıyor. Peki efendim tekrar işbaşına geldiğiniz zaman tekrar size müsade etmezlerse ne yapacaksınız? Askerimizi eğiteceğiz. Askerlerimiz de bu vatanın evladı, olan biteni gözleriyle görüyor. Bu sebepten kendilerine Milli Görüş’ü anlatacağız. Kurutuluşun Milli Görüş’te olduğunu ne yapıp yapıp tanıtacağız.
Allah Teâlâ’nın bize verdiği en büyük nimetlerden biri de çocuklarımızdır. Bu nimetin büyüklüğüne oranla imtihan edildiğimiz de bir gerçektir. Bu imtihan süreci henüz onlar dünyaya gelmeden eş seçimiyle başlamakta ve dünyaya geldikten sonra da devam etmektedir. İmtihanı başarıyla sonuçlandırabilmek için onların here anlarıyla bir yöntem dâhilinde ilgilenmek zorundayız. Eğer bu ilgi bir an bile kaybolacak olursa çocukların yaşadıkları çevre/sokak onları istediği gibi yetiştirebilmektedir. Bu anlamda “sokak çocuğu” deyimi eğitiminden anne-babanın elini çektiği metruk çocuklar için kullanılan bir ifadedir. Gerekli eğitim ve öğretim verilmediği zaman köşklerde ve sırça saraylarda yetişen çocuklar dahi niteliksel anlamda “sokak çocuğu” olabilirler.
Zihnimden aşağı yığılan cümlelere aradığım hikayeleri buldum. Damıttığım küçük hikayelerden yürek dolusu öyküler doğdu. Nabzının ritmini virgülleyecek, bilincini sürükleyecek sonra da bir kenara geçip seni dinleyecek.
Evet! Evet!Kayıp hikayeler var bu sayfalarda. Kırmızı bodur tramvayın ardına sen de takılacaksın. Bronz tenli küçük bir kızın el izleri, şehidin kapanan perdesi, gölgeye sarılan yürekler, kışı baharla silecek umutlar var. Bıçak ağzı gibi keskin, şalın rengi gibi narin, ruhunda iz bırakacak ortak öyküler var. Hepsi benden değil burada senin de hikayen var. Hadi sayfaları çevir ve soluklan.
Sahi kırmızı bodur tramvaya bindin mi hiç?
O gün hepimiz için unutamadığımız bir gün oldu. Hepimiz duygulandık. Mustafa Hoca’nın kapanışta okuduğu “Sen
bir devsin, yükü ağırdır devin!/ Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!” mısralarında geçtiği gibi, kendimizi birer dev gibi hissediyorduk. Dünyayı değiştirecek, zalimlere haddini bildirecek bir güç ve kuvvette, bir Battal Gazi, bir Ulubatlı gibi gazaya hazır, dünya ağır sıklet boks şampiyonu, Muhammed Ali Clay’ın dediği gibi, “Arı gibi sokmaya, kelebek gibi uçmaya.” hazır idik.
Şikâyet makamında değilim, tüm rütbelerimi kuru temizlemeye verdim. 15 gün içerisinde alınmayan elbiselerden sorumlu değiliz yazıyordu duvarda. “Siz sorumlu değilseniz ben hiç sorumlu değilim.” Ben gökyüzüne bakacağım bundan sonra. Siz ne haliniz varsa görebilirsiniz.
Bir Buçuk Günde Seyr-i Âlem, akıcı üslupla kaleme alınmış kısa bir Filistin tarihi: Hakaret, tecavüz, katliam… Zulme inat bitmeyen isyan: İman, sabır, gayret… Gazze’den Ürdün’deki Gazze Mülteci Kampı’na taşınan dramatik hayatlar: İşgal, tehcir, iltica… Yurtlarından edilen ve savrulan insanların yeniden şekillenen hayatları: İhya, inşa, umut… Her şeye rağmen dimdik ayakta kalan Filistinliler: İnanç, azim, mücadele…
Bir Buçuk Günde Seyr-i Âlem, seksen yıl boyunca idealleri uğrunda yaşamış ve bedel ödemiş Filistinli bir doktorun hikâyesidir. Bombaların ağır yükü altında kalan Gazze’ye, mahrumiyetin ve yoksulluğun ağır yükü ile eşlik eden Gazze Mülteci Kampı’nda insanları bilinçlendirme adına çalışan Yakub’un hikâyesidir
Her insan, her yaşam özeldir…
Doğumla ölüm arasında kimi zaman koşuşturma kimi zaman derin bir sessizlik içinde geçip giden yaşamımızda, sevindiğimiz, hüzünlendiğimiz, pişman olduğumuz, sükûnetle veya heyecanla karşıladığımız sayısız anlarımız vardır.
An vardır, ışık olur, rehber olur hepimize; gönülden gönüle çoğalıp, yol bulup gider.
An vardır, bir ömür hatırlanması ruh ve bedene ağır bir yüktür.
An vardır, tebessümle dilden dile aktarılıp hayata coşku katar.
Ve an vardır, güldüğümüz, ağladığımız, hayata tutunduğumuz, unutamadığımız, umutlandığımız olaylar barındırır.
Bu kitapta Anadolu insanımızın yaşadığı anlardan bir demet yer almaktadır.
Kim bilir belki siz de bir anınızı burada bulacak veya yaşanan bir anıdan kendinize bir pay çıkaracaksınız.
Elinizdeki eserde bana, sana, ona dair hikâyeleri okuyacak, bulacaksınız.
Anlatılanlar hepimizin hikâyesi…
Irkçı Emperyalizm, Siyonizm ve Haçlı işbirliği ile uygulanan baskı, zulüm ve işgallerle Müslüman coğrafyasının adeta bir yangın yerine döndüğü, işbirlikçi kukla yönetimler, ekonomik ambargolar, krizler ve çeşitli taktiklerle Müslüman halkların ezildiği bir dönemi yaşıyoruz. Allah’ımızın büyük günahlar olarak saydığı ve kesin olarak yasakladığı, geçmiş kavimlerin de helakına sebep olan birçok haramın alenen işlenen sıradan işler haline dönüştüğü zamanlardan geçiyoruz.
İçki, kumar, zina, faiz gibi, Kur’an’ın kesin hükümlerle yasakladığı bu haramların kurumsallaştığına, resmi koruma altına alındığına, ciddi bütçelerle reklâmı yapılarak gelirlerinden vergi alınıp meşrulaştırıldıklarına şahit oluyoruz. İşte böyle bir zaman diliminde davet ve tebliğ günümüz Müslümanının öncelikli gündemi olmak zorundadır.
Göklerin merhamet dolu olduğuna inanıyorum. Biz ise nefsimizin beton çatısını tepemize dikmiş yaşamayı öğreniyoruz. Merhamet… Alem bu temel üzerinde. Eğer toprağa, tohuma hatta kire, lekeye merhamet olmasaydı, su olur muydu? Rengi merhamet, sesi merhamet, pırıltılı, şırıltılı su. Ne duruyorsunuz? Sökün sahte su borularını. Ev ev merhamet şebekesi kurun. Tepelerinizdeki çatıları da yıkın. Göklerle temasa geçin. O zaman göreceksiniz ki acı su borularından kendi kendine tatlı su akacak. Ve başlar üstünde güneşe yol veren kubbeler yükselecek.
Adil Düzen’de faiz olmaz. Çünkü faiz, haksızlıktır, zulümdür. Üretmeyenlerin üretenlerin elinden faiz miktarı kadar malı zorla almalarıdır. Kapitalist Düzen’de faiz nedir? Malı üretiyorsunuz, toplumun faydasına arz ediyorsunuz. Buna karşılık üretiminize eşdeğer tüketme hakkınızı gösteren senedinizi yani paranızı alıyorsunuz. Kapitalist Düzen’de bu parayı bir bankaya koyuyorsunuz. Bir yıl sonra faizinin ilavesi ile beraber bu para size iade ediliyor. Siz bu bir yılda yeni bir üretim yapmadınız. Buna mukabil size üretim yapmadan ilave bir tüketim hakkı veriliyor. Kapitalist Düzen bu tüketim hakkını nereden veriyor? Ya açıktan para basarak veriyor. Bu takdirde bu herkesin hakkını alıp size vermek demektir. Çünkü açıktan basılan para arz-talep kaidesine göre mevcut malların fiyatlarını yükseltir. Veyahut da başka bir üretenin hakkını alıp size vermektedir. Bu da o kimsenin yani üretenin, yani emekçinin, yani fakir fukaranın hakkını alıp, getirip size vermek demektir. Her ikisi de haksızlıktır ve zulümdür. Bunun için faiz yiyen insan, fakir fukaranın gözyaşını içen, etini ve kanını yiyen insan gibidir. Kan içen bir vampir durumundadır. Saadeti başkalarının ızdırabında arayan insan durumundadır.
Bu risalenin gayesi Mü’min’in sürekli hatırda tutması ve uygulaması gereken bazı ahlakî ve manevi vazifelerini sade ve sistematik bir şekilde hatırlatabilmek, Mü’min’in günlük muhasebesini yapmasına yardımcı olmak, ahlaki tavırlarını denetleyebilmesine katkı sağlamak, sünnete uygun nafilelerle maneviyatına destek olmaktır.
Yaşamak, ele geçen parayı kitap ve dergilere yatırmaktır. Sahilde bir bankta Milli Gazete okumaktır. Meydanın orta yerinde, güvercinlere yem vermektir. Şehrin işlek caddelerinde, bisiklete binmektir. Ekranlara inat Oğuzhan Asiltürk’ü sevmektir. Mütevazı bir kulübeyi lüks bir daireye tercih etmektir. Ruhi Su’dan “Geçti Dost Kervanı”nı dinlemektir. Bir yetimi sevindirmek, ihtiyar bir amcaya hatır sormaktır. Aya, yıldızlara ve güneşe bakmaktır. Mona Roza’yı okumaktır. Ahmet Uluçay’dan “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmini izlemektir. Çoğu zaman meteliksiz kalmak, para bulduğunda da “yemekler benden” demektir. Her seçim yenilgisinden sonra “İslam Birliği’’ne daha çok inanmaktır. İki kişiden biri kaybedecekse, kazanan olmaktan imtina etmektir. Tenhalarda hüzünlenmektir. Muhtelif ebat ve çapta günahlarla, Allah’tan mağfiret beklemektir.
Sovyetlerin yıkılmasından sonra tek kutuplu dünya oluşturuldu ve NATO toplantısında alınan bir kararla komünizm tehlike olmaktan çıkartılarak tehlikenin yönü İslam’a çevrildi. Körfez Harekâtı, Bosna Savaşı gibi İslam dünyasına karşı operasyonlar başlamışken Türkiye’de Refah Partisinin en büyük parti haline gelip İktidara büyük ortak olarak gelmesi küresel çevrelerde rahatsızlık oluşturdu. Her ne kadar operasyon ismini 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısından alıyor olsa da aslında çok daha önceden başladığını ve nasıl kirli bir şekilde yapıldığını dönemin Adalet Bakanı ve en yakın şahitlerinden olan Şevket Kazan’ın kaleminden okuyacak karanlık perdeyi bir aralayıp gerçeklere ulaşacaksınız.
Yıllar yılı CHP’nin adaletsizliklerinden yakınanlar, insanların durumlarını ve haklarını gözetmeden benzer bir durum içindedirler. Bu, bulaşıcı bir hastalık mı, bir sorun mu? İnsanı kurtarma gibi bir çaba neden gösterilmez? Neden bağışlayıcı olunmaz, karşı cephe güçlendirilir? CHP’nin hak ve adalet çabasının karşılık bulması hiç mi düşündürmüyor insanları?