Parti’nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (…) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu. George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.
Aşkı mezhep bilip kutsayan Fuzûli, “Aşk imiş her ne var âlemde” diyerek aşkı hem can hem yara olarak kabullenir. Aşk ki candaki yara, yaradaki candır. Bu dünyada var olmamızın ereği, öbür dünyaya göçtüğümüzde de künhümüzün ruh kuşlarıyla sonsuzluğa uçması ancak yanarak ve yaralanarak gerçekleşecektir. En sahici ve hakiki duygunun aşk olduğunu bilenler içindir bu dünya ve ötesi. Aşk ki kanadıkça yara, yandıkça yara, küle dönüşsek de yara… Dünya ki bir yara yurdudur. Bu diyara gelip yaralanmayan olmuş mudur? Ve şairler… Şairler bu diyarın en has evlatlarıdır. Şimdi 136 şairden 137 yara’lı şiirle huzurlarınızdayız ey okur. Şiire, dostlarınıza ve yaralarınıza sarılmanız dileğiyle…
J.G. Ballard bu dev eserinde teknolojiyle ilişkimizi tahrip ve tahrik ederek bizi bir “araba sevdası” distopyasına taşıyor. Kimi eleştirmenlerin türünün tek örneği olarak gösterdiği, kimilerinin ise mide bulandırıcı bulduğu bu makine-erotizm hezeyanının kahramanları gündelik hayatımızın ürkütücü derecede içinde, haz ve saplantılarının çarpık bağlantıları ise hep kıyısında durduğumuz bir uçurumun altında. İktidar, statü ve cinsellik sembolü olarak otomobilin fetiş nesnesinin ta kendisi haline geldiği satırlarda Ballard, bilimkurgunun yabancılaştırıcılığının karşısına, “Asıl yabancı gezegen dünyamızdır” görüşüne uygun olarak gerçeğin ve mümkün olanın dehşetini koyuyor.
David Cronenberg tarafından filme uyarlandığında büyük yankı uyandıran ve Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü aldığında büyük tartışmalar yaratan Çarpışma distopik edebiyatın en önemli örneklerinden biri.
Cemal Süreya, ilk kitabı Üvercinka 1958’de çıktığında, 27 yaşında, ilk şiiri (“Şarkısı Beyaz”) daha beş yıl önce yayımlanmış genç bir şairdi. Bu kitapla çağcıl Türk şiirinin en çok konuşulan, en çok tartışılan akımlarından İkinci Yeni’nin öncülerinden biri olacağını ne kendisi ne de bir başkası bilebilirdi.
Lirik, erotik, ideolojik… Sıcak, tılsımlı ve ölümsüz. ;
Türk şiirinin kavşak noktasında, tek başına ayakta duran bir kitap.
Mirac Cağrı Aktaş İlknur Mustu
Seni ”canımın içi” diye sevecek birini kaybettin.
Şimdi hiçbir can nefes olmayacak sana.
Daha çok sevileceğini umarak gittiğin yerde sıkışırsa kalbin, elini kalbine koy. Çünkü o acı benim.
O sıkışmayla sana, bizi bitirme çabalarını ve hiçe sayışlarını hatırlatmaya geleceğim.
Biliyor musun sevgilim? Seni sevdim.
Bir insan hayatında ne kadar çok ve ne kadar güzel sevebilirse, o kadar sevdim.
Bu da benim yenik zaferim…
Sen benim ilk çaresizliğim, sen benim ilk yenilgimsin.
“İbrahim Eyibilir, yazının başında dikkat çektiğimiz “sürekli şimdi” halini öyküleri aracılığı ile hissettirir. Malzemesini zamansal olarak genelde “geçmişten” seçse de onun derdi, içinde yaşadığı “hal”dir, yani “şimdi”dir. Bunu da “öykü anlatıcısının şimdisi” olarak öykülerinde kodlar. Dolayısıyla öykülerdeki “anlatıcı”ların bilinç halleri ve zamansal sapmalarından yola çıkan dikkatli okuyucu, yazarın “şimdisi” (hali) konusunda gerekli verileri elde eder. Bütün bu veriler de gelip şuna dayanır: İbrahim Eyibilir, öyküleriyle “ekran çağına” itiraz ediyor; yani bir tür hayatımızdaki bütün “değerleri ters-yüz eden modernizme başkaldırıyor. Bir sanatçı olarak yazarın böyle bir hakkı yok mudur?…”
Düş-gerçeklik, insan psikolojisinin derinlikleriyle hayatın basitlikleri, fizik ve metafizik arasındaki gerilimler Güneşe Koşan Adam’daki öykülerin temel karakteristiğini yansıtır. Ali Haydar Haksal bu kitabında kimi zaman insan ilişkilerinden kimi zaman da bireyin kendi iç çatışmalarından hareketle insanın varoluşsal sıkıntılarını işlemiştir.