-
Ömer’in Çocukluğu (Günümüz Türkçesiyle)
Muallim Naci, nam-ı diğer Ömer, sekiz yaşına kadarki çocukluk hatıralarını pek sevimlice, neredeyse o yaşından anlatıyor. Babası, abisi, annesi, kedisi Fındık, Hoca Efendi, mahalledeki komşular… Bir çocuğun çevresindeki herkes var bu anlatıda. Sokakta karşılaştığı köpeğin saldırması üzerine yaşadığı korku, eve alınan oğlakla bahçede geçirdiği keyifli vakitler, oynarken düşüp yaralanması, babasıyla ders çalıştığı saatler, mektepte falakaya yatıran Hoca Efendi’den ve karanlıktan korkusu, bilmediği bir yerde kaybolduğunda duyduğu çaresizlik… Muallim Naci, hepimizin çocukluğundan tanıdığı bu duyguları öyle canlı anlatıyor ki tek başımıza gidemeyeceğimiz bir mazinin içine bizi bırakıveriyor; üstelik eski İstanbul da semtleri ve yaşayışıyla yanımızda olarak.
Muallim Naci (Ömer) (1850-1893) Muallim Naci, Saraçhanebaşı’nda saraçlık yapan Ali Bey ile Fatma Zehra Hanım’ın oğulları olarak Fatih’te dünyaya geldi. Babasının vefatı üzerine annesi ve kardeşleriyle Varna’ya, dayısının yanına yerleştiler. Fatih Fevziye Mektebi’nde başlayan eğitimine Varna’da devam eden Naci, bir yandan medrese eğitimi görürken bir yandan da özel hocalardan Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Hattatlıktan icazet aldı. Muhayyelat-ı Aziz Efendi romanındaki Naci karakterinden etkilenerek bu adı kendisine mahlas olarak seçti ve ilk şiirlerini de Naci mahlasıyla bu dönemde yazdı. Tercüman-ı Hakikat’e şiirlerini gönderen Naci, Varna’dan İstanbul’a döndüğünde bu gazetenin edebi sütunlarını yönetmeye başladı. Burada yayımladığı eski tarz şiirler eski-yeni tartışmasında bir kutuplaşma yarattı ve gazetenin sahibi Ahmet Mithat’ın tepkisini çekti. Arkadaşlarıyla beraber gazeteden ayrılan Muallim Naci Saadet ve Mürüvvet’te yazılarını yayımladı; Mecmua-i Muallim dergisini yönetti. Mekteb-i Sultani ve Mekteb-i Hukuk’ta edebiyat öğretmenliği yapan Muallim Naci, Tanzimat Dönemi edebiyatımızın meşhur ve önemli simalarındandır. Yeni kültüre sahip, milli değerlere bağlı, edebiyatta eskiyi savunur görünmekle beraber dilin sadeleşmesi ve edebiyatın yenileşmesine hizmet etmiş bir yazardır. Şairliği, sözlük çalışmaları, çevirileri ve yazarlığıyla Tanzimat edebiyatının yine çok yönlü isimlerinden olan Muallim Naci’nin seçme eserlerine Türk Edebiyatı Klasikleri Dizisi’nde yer vermeyi sürdüreceğiz. -
Onlar Da Kahramandı
Güce boyun eğmediler. İtaatin adeta kutsandığı bir kültürde medeni cesaret gösterip “hayır” diyebilenler de elbette kahramandır! Kültürümüzde itaat kavramı çok güçlüdür. Üstelik ilkelerden ziyade “baş” kabul edilen kişilere itaat adeta bağımlılık düzeyindedir. Siyasi tarihimize damgasını vuran davranış kalıbı kayıtsız şartsız itaattir. Emir demiri keser, sürüden ayrılanı kurt kapar… Ama tarihimizde güce boyun eğmeyen ilkeli davranış örnekleri de az değildir. Taha Akyol bu kitapta tarihimizde yüksek otorite karşısında hukuku üstün tutan, yanlışa boyun eğmeyen yargıçlardan ilçe ve il belediye başkanlarına, devletin zirvelerine, milletvekillerine kadar, insanların itaat ile hürriyet, menfaat ile fazilet arasında sınandığı kritik makamlarda bulunmuş onurlu, prensipli, şahsiyetli kahramanları anlatıyor. Onlar da Kahramandı, bağımsız birey olma şuurunun, hürriyet fikrinin ve eleştirel düşüncenin gelişmesine bir katkı olması amacıyla kaleme alındı…
-
Onlarlaydım Ama Onlardan Değildim
“Hava soğuk. Saçım kirden bir top yumağı. Gece karanlık. Havlum yok. Duşlar boş. Su muhtemelen soğuk, çok soğuk olmalı, Isıtma da yoktur şimdi. Sıra da yok. Bu saatte duş alsam, kesin hasta olurum. Kesin. Biliyorum canım… Hem eşyalarımı nereye koyacağım ki? Sabun mabun da yoktur şimdi. Taa çadırların orada var. Çantamda… Kim gidecek ki şimdi oraya? Boş ver, şimdi burada başıma gelebilecek en son şey hastalık zaten. Kirli kalalım canım, ne olacak ki? Kaşınmıyorum da. Karışmıyorum! Kaşınmamalıyım.” -
Osman Gazi Çınarın Gölgesinde
Ertuğrul Gazi döneminde süren barış ortamından sonra Türk’ün kılıcını düşmana sallayan, yakınlarının üzerine gölge yapan eli kesen, mevzu Kayı olduğunda amcası Dündar Alp’in dahi ihanetine aman vermeyen bir yiğidin hikâyesi bu… Moğolların varlığına rağmen karşısına dizilenlerin yine en çok korktuğu Osmanlı’nın doğuşu… Yayılmaya başlayan Kayı boyunun karşısına çıkan onca farklılık selamla karşılanırken namertliğe karşı acımasızlığına şahit olduğumuz Osman Gazi’nin yazdığı destansı tarihin ilk adımları… At üstünde gösterdiği hüner, düşman karşısında gösterdiği cesaret, hısım karşısında gösterdiği sabır ona koca bir çınar bağışlıyor… Türkiye’nin en çok okunan tarihi romanlarının yazarı, eserleri Arapça, Azerice, Endonezce ve Boşnakçaya çevrilen, okurları tarafından “günümüzün Peyami Safa’sı” olarak anılan Okay Tiryakioğlu, Osmanlı’nın Söğüt’te başlayan kuruluş hikâyesinin baş kahramanı Osman Gazi’yi anlatarak tarihin sayfalarını yeniden aralıyor. Osman Gazi-Çınarın Gölgesinde… Bir kuruluş destanını hakkını vererek okumak isteyenler için…
-
Otomatik Portakal
Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum…” Karabasan gibi bir gelecek atmosferi… Geceleyin sokakları terörize eden, yaşamları şiddet üzerine kurulu gençler ve bu hikâyenin anti-kahramanı Alex… Yayımlandığı günden bu yana “kült roman” özelliğini kaybetmeyen Otomatik Portakal’ın 15 yaşındaki kahramanı, “iyi ya da kötü nedir?”, “İnsan özgür iradesiyle kaderini seçebilir mi?” gibi soruların yanıtlarını kurcalarken, şiddet dolu sahnelere Beethoven’ın, Mozart’ın müziği eşlik ediyor; Alex ve “çete kardeşleri” Pete, Georgie ve Aptalof, yarattıkları yepyeni dilin kelimelerini okurun zihnine kazıyorlar. Ünlü yönetmen Stanley Kubrick tarafından 1971’de filme de çekilen Otomatik Portakal tüm zamanların en sarsıcı romanlarından. “Cockney dilinde (İngiliz argosu) bir deyiş vardır. ‘Uqueer as as clockwork orange’. Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya’da ‘canlı’ anlamına gelen ‘orang’ sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve kokusu hoş bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikâyeye çok iyi oturduğunu düşündüm.” Anthony Burgess
-
Oyuncak Tamirhanesi
Uzmanlıklar çağında yaşıyoruz. İvan İllich’in deyimiyle “kabiliyetsizleştirici uzmanlıklar çağı”nda hem de… Her konuyu “uzman”lara bırakırken, fıtratın sesi de, vahyin sesi de duyulamıyor kulaklarımızda. Bunca gürültü arasında, kendi iç sesimizi dahi duyamaz haldeyiz. Oyuncak Tamirhanesi bu duruma karşı yürekli bir isyanın ifadesi. Özelde psikolojizmin insana tahakkümüne meydan okuyan Metin Karabaşoğlu, şu gerçeği seslendiriyor: İnsanı tanımak, bir “uzmanlık” konusu değildir. Kendi iç sesine ve vahyin sesine beraberce kulak veren bir kişi, hayatın anlamı, aile, çocuk, insan-insan ilişkileri konusundaki temel doğruları pekâlâ kavrayabilir!
-
Özgürlüğün Fecri
Abdullah Galib Bergusi. Türkiyeli okur onu “Yoldaki Mühendis” kitabıyla tanıdı. Filistin’in yaşayan efsanevi komutanlarından birisi olan Bergusi İsrail tarihinde 67 müebbet ve 5200 yıl hapisle en çok ceza verilen kişi. Bergusi Özgürlüğün Fecri ismiyle Türkçe’ye çevirdiğimiz bu yeni kitabında Filistinli bir direnişçi genç kızın hikayesini anlatıyor. “Özgürlüğün Fecri… Fırtınalı bir havada, dalgalı denizin ortasında kalan bir genç kızın hikâyesi… Allah’a olan imanı ve davasına sadakati sayesinde sahili selamete ulaştı; yoksa çoktan boğulmuştu. Macide; daha genç yaşta Siyonist işgalin kasvetine ve merhametsizliğine, dalgalı denizlerin karanlığına maruz kalmıştı. Öyle bir savaşa girmişti ki en güçlü adamların bile girmeye cesaret edemediği bir savaş… Bu çetin savaşa her ne kadar ilk başlarda istemeden girmiş olsa da sonradan Filistin direnişin en güçlü neferlerinden birisi oldu. En karanlık anda bile asla yeise düşmedi. Aydınlık sabahların bir gün geleceğine hep inandı. Macide; şehit kızın annesi, direnişçi kocanın eşi ve kendisi de bir direnişçi… En karanlık anda bile asla yeise düşmedi. Aydınlık sabahların bir gün geleceğine hep inandı. Bu hikayeyi 2003 yılından beridir tutsak olduğum hücremde kaleme aldım.” Abdullah Galib Bergusi Ramle Hapishanesi – Filistin
-
Özgürlük Savaşçısı Şeyh Şamil
General Vorontsof, Şeyh Şamil karşısında bir şey yapamayacağını anlamıştı. Perişan bir şekilde geri dönerken, Dimitri’ye: “ Koskoca Rus İmparatorluğu’nun ezici kuvveti ve büyüklüğü karşısında, bir tek adamın, bir avuç insanla nasıl olup da mücadeleye devam ettiğini ve her defasında saldırı halinde olduğunu anlayamıyorum!” diyerek aczini belirtti. Özgürlüğünü kaybedenlerin sonu köleliktir, diyen Şeyh Şamil’in bağımsız yaşamak uğruna verdiği insanüstü mücadeleyi ibret ve heyecanla okuyacaksınız. Ayrıca kitabın sonunda romanla ilgili soruların bulunduğu bir bulmaca bulabileceksiniz.
-
Papirüs’ten Başyazılar Bütün Yapıtları
Elinizdeki kitap Türk şiirinin önde gelen adlarından Cemal Süreya’nın aralıklarla elli üç sayı yayımladığı dergisi Papirüs’teki başyazılarını bir araya getiriyor. Kavrayıcı bir zekâ ve geniş bir kültürün sanat ve edebiyattan düşünce ve siyasete uzanan geniş bir alandaki değerlendirmeleri. “Türk edebiyatını, özellikle de şiirimizi çok iyi biliyordu Cemal Süreya. Papirüs’ün başyazıları buna tanıktır. Bu yazılarda şair Cemal Süreya’yı düşünce adamı kimliğiyle görürüz. Araştıran, soran, değerlendiren, hesaplaşan bir Cemal Süreya’dır bu. Ve hiçbir zaman yetinmeyen.” Atilla Özkırımlı “Türk edebiyatına çeşitli açılardan bakan, o açılardan gördüklerini değerlendiren, sorunlara bir düşünür, bir denemeci, bir şair olarak yaklaşan ve çözüm arayan, çözüm getiren önemli yazılardır Cemal Süreya’nın yazıları.” Muzaffer Buyrukçu
-
Paranormal Hikayeler
Siz hiç yaşlanan bir oyuncak bebek gördünüz mü? Ya da kafatasında gerçek bir insan beyni taşıyan kukla? Peki çocukları kaçırdığı iddia edilen Slender Man efsanesini biliyor musunuz? Tavşan adamı, gülen köpekleri, lanetlenmiş sandalyeyi, ağzı yırtık kadını, boşluktaki kızı hiç duydunuz mu? Paranormal ve korku hikayelerinin ünlü ismi Işıl Işık, birbirinden ürkütücü ve merak uyandırıcı paranormal hikayeleri sizler için derledi. Gizemli olaylardan lanetli bebeklere, şehir efsanelerinden korku dolu hikayelere kadar birçok tüyler ürpertici hikâye sizleri bekliyor.
-
Paris ve Londra’da Beş Parasız
“Beş parasız kalmaktan o kadar çok bahsetmiştiniz ki; eh, işte beş parasız kaldınız ve hâlâ ayaktasınız.” Paris ve Londra’da Beş Parasız, 20. yüzyılın en büyük romancılarından George Orwell’in, Avrupa’nın iki büyük şehrinde, Paris ve Londra’da yaşadığı sefaleti olanca gerçekliğiyle anlattığı, son derece önemli bir eser. Bir gün Paris’in orta yerinde meteliksiz kalan genç yazar, yoksulluk ve açlıkla mücadele etmeye başlar. Rehineciler, iş bulma kurumları, umut tacirleri, karın tokluğuna günde on yedi saat çalışılan karanlık otel mutfakları arasında sürüp giden Paris macerası, yazarın güç de olsa kendini Londra’ya atmasıyla sona erer ama Londra’da onu çok daha ağır şartlar beklemektedir. Orwell, modern insanın ısrarla görmezden geldiği bir dünyanın kapısını aralıyor. İşsizlik, evsizlik, açlıkla damgalanan bu dünyanın insanları izbe pansiyonlarda, berduş barınaklarında yaşıyor, hayata bir ucundan tutunmaya çalışıyorlar. Paris ve Londra’da Beş Parasız, köleliğin hiçbir zaman, modern zamanlarda bile ortadan kalkmadığını, sadece görünüm değiştirdiğini anlatıyor.
-
Passages Choısıs De Kutadgu Bilig
La cruaute est comme un feu qui se consume La loi est comme l’eau si elle coule elle procure des bontes O maitre si tu veux reigner longtemps dans ton pays Utilise la loi correctement et protege le peuple
-
Peltek Vaiz
Peltek vaiz, hani senin cem’atin Bak öteki bülbül gibi şakıyor Hele hutbede duruyor saatin İteklesen bir saniye gitmiyor. Gizlesen de dilindeki kamburu Çıkmak için bir yolunu buluyor S yılan z kuyu, evet kanguru Gibi harfler, ah nasıl da zıplıyor.
-
Pera Palasta Gölge Oyunu
Tarihin gizemli gerçekleriyle şifreli ipuçlarını bir araya getiren macera yüklü bir İstanbul polisiyesi! Şifre Bilimci Milas Ulukan, uluslararası bir polisiye edebiyatı organizasyonu için Beyoğlu’nun incisi Pera Palas Oteli’ne davet edilmiştir. Etkinlik içeriğine uygun bir güzellikte devam ederken beklenmedik bir olay gerçekleşir. Otelin “Demir Leydi”si olarak adlandırılan asansörünün içinde bir cinayet işlenmiştir. Bu gizemli cinayetin perde arkası ise tarihin tozlu raflarında saklıdır. Şifreli bir kalem, üzerinde “Agatha Christie” yazması gereken ancak “II. Abdülhamid Han” yazılı esrarengiz bir anahtar ve yüz yıllık emaneti taşıyan tarihi bir sandık…
-
Perde ve Mana Akıl Üzerine Bir Tahlil
Aklın amel defteri bir hayli kabarık. Sevabı mı yoksa günahı mı daha çok, söylemek zor. İnsanların hayatını kolaylaştıran icatları yapan da Elhamra Sarayı’nı ve Selimiye’yi inşa eden de akıl, milyonlarca insanın ölümüne neden olan savaşları yöneten de kitlesel imha silahlarını yapan da akıl. Elbette farklı akıllar bunlar. Dolayısıyla temel soru şu: Bu fark nereden geliyor? Akıl, kendi özündeki iyiliği unutup neden kötülüğe râm oluyor? Kötüyü kutsayan ve meşrulaştıran akıl nasıl bir varlıktır? Kendi tabiatına ihanet eden bir akılla nasıl mücadele edilir? Elinizdeki kitap bu sorulara cevap ararken akıl, kalp, ruh, mânâ, hakikat ve varlık kavramlarını yerli yerine oturtmayı ve aralarındaki bütünleyici ilişkiyi ortaya koymayı hedefliyor.
-
Pergelin Yazmaz Sivri Ucu
İsmet Özel’in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının yedincisi olan “PERGELİN YAZMAZ SİVRİ UCU” kitabı neşrolundu. “Şiiri edebiyat tarihinden uzak tutuşumuzun sebebi beşer veya insan olarak bu iki işin hakkından gelirken uğradığımız şartlanmaları aşamayışımızdır. Nasıl basarsak daha iyi yürürüz veya yürüyüşümüze hangi düzeni kazandırırsak salim kalabiliriz sualleri biz bir yıl yaşadıktan sonra kendimizce belli olmuştur. Bizim konuştuğumuz dilin neresinde olduğumuz, dahası dilin bizim neremizden neşet ettiği biz daha on yıl yaşamamışken kendimizce biliniyordur. Sualler de gizlidir, cevapları da. Bunların gizliliği yoklukları demek değildir. Pergelin yazmaz sivri ucunun bütün sanatçılara; ama bilhassa şairlere battığını hatırlamamız imkânsız. Neredeydik ve hangi zamanı idrak ediyorduk? Bunları bilsek bile açığa çıkaramazdık. Çünkü bir insanın derinliği ölçülebilir gibi değildir. Bir sanat eseriyle kurduğumuz temas bir defineyle kurduğumuz temasa benzer; ama tıpatıp aynısı değildir. Karşımıza sanat eseri olarak çıkan definenin kapağını her açtığımızda daha değerlisinin daha derinde olduğunu işaret eden mümessillerle karşılaşırız. Sanat eseri bizi hiç yanıltmamıştır.”
-
Peygamber’in Aynaları
Güneş, yakın yıldızlarını biraz daha yaklaşmaya çağırdı kendine. Sonra abasının kanatlarını açıp şefkatle sardı onları. Olacak gibi değil ama oldu, güneş sisteminin en parlak yıldızları bir örtünün altında toplandılar. Dudakları kilitlendi heyecandan. Nefesleri kalp çekicinin altında şekilden şekle girdi. Işıklarını aldıkları kaynağa bu kadar yakın olmamışlardı hiç. Aynı abanın altında olmak, evrendeki değerlerini yeniden belirlemişti. Yalnız onlar değil, bütün kâinat nefesini tutmuş güneşin dudaklarının kımıldamasını bekliyordu. Peygamber’in Aynaları, otuz üç sahabinin hayatını merkeze alarak asıl merkez olan Son Peygamber’e yaklaştırıyor bugünün okurunu. Edebiyatın büyülü çatısı altında asırlar aradan çekilerek Asr-ı Saadet bütün güzelliğiyle yeniden kuruluyor.
-
Pir / Pir-i Türkistan Ahmed Yesevi’nin Romanı
İnandığın gibi mi yaşıyorsun, yoksa yaşadığın gibi mi inanıyorsun? “İnandığın gibi yaşa” diye ömrünü bir kuş kanadına asanlar ve ‘var’ denen nesi varsa hepsini feda edenler var. Şükür ki, onlar var. Zira hayat, neyi feda ettiğinle tarif ediliyor. Seni sırlı bir yola çağırsam gelir misin kâri? Hayali sen olanların, senin için ölenlerin ve belki düşlerinde seni görenlerin yaşadığı bir vakte çağırsam seni, gelir misin? Dervişleri, erenleri, alperenleri görmek ister misin? Ahmed Yesevi’yi anlatsam sana… Karanlıklarda kaybolma diye ışık tutuşunu anlatsam. Dervişleriyle yollara düşürsem seni… Hem sen de dua eder misin kâri? Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi gibi meselâ, onun gibi dua eder misin: “Beni her ne eylersen eyle, lâkin âşık eyle Allahım…” Pîr, hayatlarını aydınlattığı dervişlerini dört bucağa salıp nice coğrafyaları aydınlatmış bir mânâ erinin, Hoca Ahmed Yesevî’nin romanı…
-
Posta Kutusundaki Mızıka (Ciltsiz)
Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. Yüzümü yıkarken acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba “insan” denince hatırlanıyor muyuz?
-
Puslu Kıtalar Atlası
“Yeniçeriler kapıyı zorlarken” düşler üstüne düşüncelere dalan Uzun İhsan Efendi, kapı kırıldığında klasik ama hep yeni kalabilen sonuca ulaşmak üzeredir: “Dünya bir düştür. Evet, dünya… Ah! Evet, dünya bir masaldır.” Kendini saran dünyayı düşleyen bir haritacının, düşlerinden devşirdiklerini döktüğü Puslu Kıtalar Atlası adlı kitap oğlunun eline geçtiğinde onu kendisinin bile tahmin edemeyeceği maceralara sürükler, oysa yaşayacakları elindeki kitaba çoktan yazılmıştır. Geçmiş üzerine, dünya hali üzerine, düşler ve “puslu kıtalar” üzerine bir roman. Hulki Aktunç’un önsözüyle…