-
Kitaplar ve Sigaralar
Kitap satmayı meslek edinmek ister miyim peki? Her şeyi hesaba katarsak, işverenimin nezaketine ve dükkânda mutlu günler geçirmiş olmama rağmen – hayır. Kitap alma alışkanlığı, sigara tiryakiliğinden gerçekten daha mı pahalı? Kitaplar ve Sigaralar, George Orwell’in yıllar içinde şu veya bu şekilde edindiği kitapların ve kişisel geçmişinin bir envanterini çıkararak bu soruya ironik bir dille yanıt aramasıyla başlıyor. Bir yazıda çalıştığı sahafı ziyaret eden ilginç tiplere dair gözlemlerini anlatırken, bir başka yazıda çağlar boyu değişmeyen bir eleştirmen tiplemesinin profilini çiziyor. Dünyaya bakışını ve soluduğu edebiyat atmosferini yansıtan bu denemelerde Orwell kıvrak kalemi ve ince mizahıyla ifade özgürlüğünü, bir nesne olarak kitabı, vatanseverliğin ne anlama geldiğini ve “hafif” edebiyatı tartışıyor. Kitaplar ve Sigaralar, bir kitapseverin kaleminden bir seçki. #kitap #kitapçılık #edebiyat #yazarlık #ifadeözgürlüğü #savaş #ekonomi
-
Kırık Hançer/Akıncılar Kutsal Hançerin Peşinde
Siva’nın Şimşeği Kırık Hançer! Hinduların uğruna canlar feda ettiği, onu korumak için her türlü fedakarlığı gösterdiği kutsal silah sahibine büyük güç ve kudret verdiğine inanılan, Karşısına çıkan ağaç, taş, demir her şeyi parçalayan olağanüstü güç. Gazneli Mahmut’un ordusuna karşı kullanılacak olan bu tehlikeli silah Hinduların elinden alınmalıydı. Ama nasıl? Ele geçirmek isteyenleri korkunç bir sona sürükleyen kırık hançeri kim yok edebilir? Kırık hançeri ele geçirmek için verilen amansız mücadele sizleri macera dolu, keyifli bir tarih yolculuğuna çıkarıyor. Bu romanda heyacan, bilgi ve tarihi olayları iç içe bulacak, Ahmet Yılmaz Boyunağa’nın usta kaleminden zevkle okuyacaksınız.
-
Kırıldığın Yerden Çiçek Açacaksın
Kaybetmenin tadına bir defa olsun bakmak gerekiyordu. Ancak kaybettikçe kazanmaya başlıyordu insan. Senden istediğini koparana kadar mücadelesi bitmiyordu yaşamın ve sadece, senden istediklerini koparmış insanlarla yol devam ediyordu. Diğerleri güven yoksunu birer budalaydı. Güven, istediğini verdiğin kişilerle var oluyordu. Değiştiklerinde anlıyordun unutmaktan başka seçenek bırakmadıklarını. Onlarsız hayatın nasıl da akıcı olduğunu yeniden keşfetmenin hazzı ile salıveriyordun kendini dinginliğe. Dikine çatlamış bir bardaktan sızan kaynar çay gibi koyveriyordun tüm birikmişlikleri durduk yere. Tahammül sınırını çoktan aşmış fikriyat ve kalbin, güvensizlik sinyali veren tüm lüzumsuzları devre dışı bırakıp hak edilmiş mutluluklar sıkıştırıyordu onların yerlerine. Bugüne kadar gelişigüzel tıkıştırdığın her şey oraya buraya savrulurken yırtık bir cepten fırlarcasına, umursamadan yürümeye devam ediyordun. Umursadıkça umursanmayan olduğunun idrakine vardığından beri daha kolay çizik atmayı öğrenmiştin yürek fihristine. Bu noktada geriye dönüp bakma gereksizliğinin bilincinde, ileri adım attığın sürece başarıya bir adım daha yaklaşıyordun. Kırıldıkça çiçekleniyor, çiçek açtıkça güçleniyordun. Çünkü biliyordun ki her yenilgi, kendini bulman için bir öğretiydi ve sen bunca olumsuzluk içinden yepyeni, umut dolu kazanımları alıp, yürek heybene koyup yola öyle devam edecektin. Etmek zorundaydın hatta. Aksi hâlde olumsuzluklara takılı kalmak, içinden çıkılamayacak koca bir kaos ve zaman kaybı olacaktı. Yol varmak için değildi, mücadele ettikçe ulaşılmaz oluyordu. Yaklaştıkça bir miktar daha uzuyor ama bir türlü varılmıyordu. Güvenlik ihlali yapan güvensizler de çıkmıştı hayatından fakat bir türlü istenilen dengeyi sağlayamıyordun. Peki, ne yapmak gerekiyordu yolun hedef kısmına varmak için ve ne eksikti? İşte bu kitap, sana eksikliklerini göstermesi ve şifa olması için yazıldı. Sadece oku ve cümlelere sımsıkı sarıl. Çünkü okuyunca Kırıldığın Yerden Çiçek Açacaksın!
-
Kış Bilgisi
Ben geçerdim kaşık bala gömülüyor gibi ağır Bir çocuğa bir rüya damlıyor gibi hafif Hayır, anlatamadım.
-
Kısmetse Olur
Sabret! İşleri zora çeviren de Allah, Zordan çeviren de… Sen umudunu yitirme! Güzel şeyler olmadan önce, İşler her zaman ters gider. Kışın en çetin günleri yaşanmadan, Baharın gelmediği gibi… Sakın umutsuz olma! Ve unutma; “Hiç kimse kendisi için gizlenen müjde ve mutluluğu bilemez.” (Secde sûresi/17)
-
Kızıl
Zweig gençlik dönemi yapıtlarından Kızıl’da öğrenim için Viyana’ya giden genç bir tıp öğrencisinin büyük kentin gerçekliğine uyum sağlama ve yetişkinliğe adım atma sürecini anlatır. Kendini birdenbire ailesinden uzakta soğuk bir odada yapyalnız bulan bu “çocuksu” genç adam, zamanla girdiği bunalımın etkisiyle hayallerinden, başlangıçta büyük bir hevesle sarıldığı tıp eğitiminden vazgeçme noktasına gelmiştir. Tam da o günlerde kızıla yakalanan ve yardımına ihtiyaç duyan bir kız çocuğu onu hayata geri çağırır… 1908 yılına ait bu anlatı, Zweig’ın daha o zamanlar çoktan bir novella üstadı olup çıktığının kanıtıdır adeta. Üstelik, yazarın sonraki yapıtlarında sıklıkla karşılaştığımız bir temanın peşine henüz kariyerinin başındayken düştüğünü; gaddar bir dünyada varoluşunu sürdüremeyecek kadar kırılgan insanların acılarını baştan beri dert edindiğini ortaya koyar.
-
Kızıl Elma / Anadolu
Zafer, inanmaktır kâri. Ve bazıları ölseler de zafer kazanırlar… Bu millet asırlardır bir sancağın altında ve bir bayrağın gölgesinde yaşadı. O gölge var oldukça ve o sancak elde durdukça kardeşlik daim oldu. Çok eski vakitlerde safran sarısı bozkırlarda atlarını güneşin battığı yöne süren atalarımız bizim yaşadığımız bu vakitleri ve bu toprakları hayal ettiler. Hayallerinin uğrunda her şeylerini terk ettiler. Bu bayrak dalgalansın ve Allah’ın ismi gök kubbede yankılansın diye çok acı çekti, çok can verdi ve çok çileye katlandılar. İslam sancağını ellerine alıp, Allah’ın adaletini dünyaya yaymak için zalimin karşısına dikildiler. … Şimdi bu sayfaları araladığında seni asırlar öncesine götüreceğim ve bu diyarlarda nasıl geldiğimizi fısıldayacağım kulağına… Orta Asya bozkırlarından çıkıp İstanbul önlerine kadar at koşturan ecdadın içini yakan fetih ateşini ve “Kızılelma” mefkûresini anlatacağım. Sesleri duyuyor musun? Şöyle diyorlar: “Davamız nizam-ı âlem, menzilimiz Kızılelma ve maksadımız i’la-yı kelimetullah’tır…”
-
Kızıl Elma 2 / Ayasofya
Ayasofya, İstanbul’un tapusudur kâri. Neden çekineyim ki! Hatta bu topraklarda “inandım” diyerek yaşayan her kim varsa hepsinin namusudur. Ayasofya hayali gönülden giderse yahut bir daha secdeye eğilmezse başlar, orada hayal, dava, gaye tükenmiştir. Ki şimdi tam da öyledir işte. Kendi vatanında, kendi şehrinde ve kendi mabedinde başını secdeye eğemiyorsan söz de tükenmiştir. Hem biliyorum sen de ben gibi hissedersin kâri. Lakin sormak icap eder şimdi; bir benim mi ağrıma gidiyor ecdadın başlarını secdeye koyup da ibadet ettikleri yerlere ayakkabılarla basıyor olmak? Bence hayır, senin de benim de ve biz gibi pek çoğunun da ağırına gidiyor biliyorum. İşte belki de bunun için Ayasofya’yı açmak ölümden uyanmak gibi, Ayasofya’yı açmak yeniden doğmak gibi… Bu okuyacağın, Ayasofya’da alnını secdeye koymadan ruhunu teslim etmekten korkan birinin duasıdır. Belki de bu duaya ‘’âmin’’ denilsin diye yazılmıştır bu kitap.
-
Kızıl Veba
Jack London, 1912 yılında İngiltere’de London Magazine’de yayımlanmaya başlayan Kızıl Veba yapıtıyla “kıyamet sonrası” edebiyatın öncüleri arasına girmiştir. Nüfustaki, bilim ve teknikteki, ekonomideki sıçramaların büyüsüyle gözlerin kamaştığı bir çağda yazar, uygarlığımızın kırılganlığını anımsatır. Yapıtı milyonlarca insanın doldurduğu şehirlerin ve kırların ıssızlığa teslim oluşundaki hızı bütün çarpıcılığıyla ortaya koyar. Yalnızca nüfusun değil, bilginin, üretimin, hatta dilin yitirilişi, eski uygarlıkla köprü olan bir profesörün gözünden yeni insanlığa anlatılır. Peki yeni insanlık bu ihtiyara kulak verecek midir? Kızıl Veba’da yirminci yüzyılın başından yüz yıl sonrasına, 2010’lar dünyasına bakan Jack London’ın öngörülerindeki keskinlik, kitabı bir klasik olmanın ötesinde, günümüz için hâlâ canlı bir eleştiri kılıyor.
devamını oku -
Kızım Olsan Bilirdin
Kızım Olsan Bilirdin, Cihan Aktaş’ın, aileler, dağılmalar, kaybetmeler, geçmiş güzellikler, hatırlamalar, geri gelmeyecek olana yapılan hüzünlü yolculuklar ve elbette hatırlayamamak hakkında incelikle kurduğu öykülerinden oluşan bir kitap. Öykülerde aile büyüklerinin Alzheimer’a düşmüş akıllarının hatırlayamadıkları, evlatların görmezden gelmelerinin karşısına çıkan duvara dönüşüyor. Kaybolanın, yitirilenin ardından okura düşen ağır bir hüzün oluyor. Unutmanın yaşamamış olmak anlamı taşıyıp taşımayacağını sorgulayan yazar, akıl ile kalp arasındaki bağa dikkat çekiyor.
-
Koçyiğit / Seyit Battal Gazi
Elenora, Abdüssamed, Ahmer, Anastasya, Mesleme ve diğerleri… Farklı Kültürlerden de gelseler hepsi ona hayrandı. Kahramanlıkları nesilden nesile anlatılan Koçyiğit Seyit Battal Gazi’nin giriştiği destansı mücadelenin romanı… Anadolu’nun bağrından Kız Kulesi’ne uzanan sürükleyici bir maceraya hazır mısınız? Battal’ın destanını Ahmet Yılmaz Boyunağa’nın kaleminden okurken, “Telefonuma mesaj gelmesin!”, “Kimse beni rahatsız etmesin!” siyeceksiniz.
-
Kod Adı: İstanbul Sözleşmesi
Tantanalı törenlerle tanıştırıldık kendisiyle. Efsunlu kelimelerle, süslü cümlelerle ve de altın tepside sunuldu bize. AB, yarım asır sonra Aralık 2004’te ülkemize “tam üyelik için müzakere tarihini” lütfettiğinde hani… Hani Başkent Ankara’da “AB Şöleni” düzenlemişti de, gündüz vakti havai fişek atılmıştı ya… Hatırladınız değil mi? İşte gündüz vakti o havai fişekleri attıran o coşkuyla, o çılgın sevinçle karşıladık kendilerini. Hazretlerinin sayesinde vatan toprağını küffardan kurtardığımız gibi, memleketin kadınını da memleketin erkeğinden kurtaracaktık ne de olsa. Kadın artık şiddet görmeyecekti! Kadınların yetiştirdiği erkeklerden kadınları kurtaracaktık (!) gibi “kutsal” bir görevin üstesinden gelinmiş, zafer kazanılmıştı. “Kadının bayramı” ilan edilmişti vatana buyur ettiğimiz. Allığı sürülmüş, pudrası iyice yedirilmiş; envai türden boya sürüp sürüştürülmüş; aksesuar namına ne var ne yok takıp takıştırılmıştı. Gizlenmesi gereken; görülmemesi, duyulmaması lazım gelen en küçük ayrıntı bile saklanmıştı. Makyaj da görüntü de tamamdı… Artık kadına bayramdı. “Kadına Şiddetin Önlenmesi” ifadesi bile her şeyin üstünü örtmeye yetiyordu. Bu kez, kadının kendisi bir projeye makyaj malzemesi yapılmıştı.
-
Kökler
Çocuklara büyükannelerinin anlattıkları öykülerden başlayıp büyükbabaların babalarına, onların da atalarına kadar uzanan ve ‘Afrika’ denen siyah adamda son bulan uzun bir tarihsel araştırma, Amerikan kitap piyasasında satış rekorları kıradursun, yazarı Alex Haley’e de ‘Pulitzer Roman Ödülü’nü kazandırdı ve günün adamı yaptı. Haley’in Roots (Kökler) adlı bu yapıtı, bir süre önce, ABD televizyonlarında 12 dizilik programlar hâlinde yayımlanmış ve rekor düzeyde seyirci toplamıştı. İlk, 1976 Ekim’inde yayımlanan Roots bugüne kadar 14 baskı yaptı. Son kez piyasaya çıkarılan bir milyon baskı da mart ayı içinde kapışıldı. Haley, kendisine Pulitzer Ödülü’nü kazandıran yapıtı hakkında şunları söylüyor: ‘Roots’un doğumu kolay olmadı. Tam 12 yılımı aldı. Bu arada 1 milyon kilometre yol katettim. Bu yapıtla, ‘Afrikalı’ ve ‘Siyah Amerikalı’nın adı da dünya tarihine gerçek yönüyle yazılmış oldu. Kunta Kinte; Batı Afrika’nın Juffure yöresinden 1767 yılında, 16 yaşında kaçırılıp Amerika kıtasına, Virginia tarlalarına sürülen bu Afrikalı, bugüne kadar peşinden altı nesil koşturdu. Bunlar sırasıyla kölelik, çiftçilik, nalbantlık, değirmencilik, tren yolu işçiliği, kapıcılık, avukatlık, mimarlık yaptılar ve sonunda yazar oldular. İşte o yazar benim.’ ” ‒Milliyet Gazetesi “Kökler, bir ırkın ezilişinin serüvenidir. İki yüzyıldan beri direnen, horlanan, aşağılanan ama gene de dimdik yaşayan kara derililerin öyküsü. Yalnızca köle gözüyle bakılan ve sömürülen bu ırk kimi zaman aşağılanmaya teslim olmuş, aşağılayanlara baş eğmiş kimi zaman da dinin rahatlatıcı atmosferine sığınmıştır.” ‒Doğan Hızlan Artık her gece milyonlarca Amerikalı televizyonlarının karşısındaki koltuğa âdeta mıhlanıyorlar. Atalarının kara derili vatandaşlarına yaptıkları zulmü utançla seyrediyorlar. Kimi eleştirmenlere göre ‘Rüzgâr Gibi Geçti’nin 21 milyonluk rekorunu ‘Kökler’ kıracak.” ‒Time “New York Times’ın Bestseller listesinde 50 hafta en çok satanlar arasında kalan Kökler’de Alex Haley, zenci kölelerin öyküsünü anlatıyor. İnsan, ırkçılığa karşı duyulan nefretin ve insan avının bu denli edebî bir pırıltı içinde verildiğini görünce, ‘Bu kitap Mallarmé’nin bir şiirinden ya da Proust’un bir yazısından daha mı az şiirsel?’ diye sormaktan kendini alamıyor.” ‒Der Spiegel “Umut ülkesindeki, umutsuz insanları anlatan Kökler, Fransa’da hâlâ en çok satan kitaplar listesinde 1 numara. Alex Haley yıllarca süren bir araştırmanın ürünü bu yapıtı ile birçok ödüller kazanmaya adaydır.” ‒L’Express
-
-
Konuşmalar
Bir konuşma mı? Tam da zamanı… Doğrusu böyle bir şeye hiç gelemem. Çok uzun zamandır sadece yazmaktan başka edebiyatla hiçbir ilgim yok. Seyrek olarak, elime geçtikçe, dostlar yolladıkça bazı dergileri okuyorum. Ben zaten fazla düşünmem. Muayyen konularda, muayyen sorulara derli toplu, kuru ve sistemli karşılıklar verecek şekilde düşünmem. Onun için sorulu cevaplı bir konuşma yerine sohbet edelim, notlar alınır, sonra ben onları gözden geçiririm. Yarı sohbet, yarı röportaj, yarı düzyazı bir şey çıkar ortaya, yayınlarsınız onu.
-
Köpek Kalbi
Bulgakov Köpek Kalbi’nde sokak köpeği Şarik’in öyküsünü anlatır. Dünya çapında bir bilim insanı olan Profesör Filipoviç, evine götürüp beslediği Şarik’i ameliyat ederek, er bezlerini ve hipofiz bezini adi bir suçlununkilerle değiştirir. Köpek arsız, yüzsüz, şehvet düşkünü ve kaba saba bir insana dönüşür. Şarik insan haliyle profesörün hayatını cehenneme çevirse de, Sovyet bürokrasisinde kendine bir konum edinebilecektir.
Komünistlerin küçük burjuva değerlerinin üstünde yeni bir Sovyet insanı yaratma ideallerini hicveden Köpek Kalbi, Bulgakov’un en çok tartışılan yapıtıdır. -
Körduman
Sağırdere (1955) romanının devamı niteliğindeki Körduman (1957), Kemal Tahir’in dikkatini Anadolu insanına yönelttiği önemli eserlerden biri. Cumhuriyet devri Türk romanının genel olarak iki cepheden birini seçip ele aldığı şehir-köy / İstanbul-Anadolu ikiliğinde daha objektif bir bakış açısı bulma çabasıyla “monoklu” değil de “gözlüğü” tercih eden Kemal Tahir’in köy romanına ilişkin sözleri hâlâ üzerine düşünülmeyi bekliyor:
-
Korku
Hayatını lüks bir şekilde idame ettirebilmek için bütün imkânlara sahip ama hayatla bir türlü barışamayan güzel ve alımlı bir genç kadın olan Irene, bir müzisyenle tanışır. Evliliğinde mutludur ama karşı konulamaz biçimde müzisyeni hayatına dâhil eder. Heyecan, tutku, beğenilme arzusu benliğini ele geçirir. Her şey yolunda giderken korkuyla tanışır Irene. Tanımadığı bir kadının tehdit ve şantajıyla üzerine salınan bu yabancı duygu, hayatını bir anda altüst eder. Kaçtıkça bataklığa saplanır. Hâlbuki hiçbir kaçış, cezadan daha ağır değildir. Oysa cezaya razı olmak, ruhu özgür bırakır. Irene ise bunu çok geç anlayacaktır.
-
Körlük
Adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir kentinde, arabasının direksiyonunda trafik ışığının yeşile dönmesini bekleyen bir adam ansızın kör olur. Ancak karanlıklara değil, bembeyaz bir boşluğa gömülür. Arkasından, körlük salgını bütün kente, hatta bütün ülkeye yayılır. Ne yönetim kalır ülkede, ne de düzen; bütün körler karantinaya alınır. Hayal bile edilemeyecek bir kaos, pislik, açlık ve zorbalık hüküm sürmektedir artık. Yaşam durmuştur, insanların tek çabası, ne pahasına olursa olsun hayatta kalmaktır. Roman, kentteki akıl hastanesinde karantinaya alınan, oradan kurtulunca da birbirinden ayrılmayan, biri çocuk yedi kişiye odaklanır. Aralarında, bütün kentte gözleri gören tek kişi olan ve gruptakilere rehberlik eden bir kadın da vardır. Bu yedi kişi, cehenneme dönen bu kentte, hayatta kalabilmek için inanılmaz bir mücadele verir. Saramago’nun müthiş bir gözlem gücüyle betimlediği bu kaotik dünya, insanın karanlık yüzünün simgesi. Körlük, ürkütücü bir roman, beklenmedik bir felaketi yaşayan bir toplumun nasıl çöktüğünün, nasıl bencilleştiğinin ve değer yargılarını yitirdiğinin hikâyesi. Konusunun ürkütücülüğüne rağmen olağanüstü bir şiirsellikle anlatılmış bu unutulmaz roman, usta yazarın belki de en etkileyici yapıtı.
-
Körün Parmak Uçları
Bir günah işle ve onu öldür geçmeden bir deniz kenarından bir günah işle ve onu öldür takmadan köpüklerini peşine ahtapotları, denizatları ve yıldızlarıyla mürekkep balıklarını kurutmadan gidişi bir günah işle ve onu öldür.