-
Düğün / Bir Alman Dosta Mektuplar
Can Yayınları bu kitapta Albert Camus’nün iki yapıtını bir arada sunuyor. Bunlardan birincisi, Düğün, tıpkı Tersi ve Yüzü gibi bir gençlik yapıtı, ama gene Tersi ve Yüzü gibi sanatçının benliğini ve dilini yaşamı boyunca besleyen bir kaynak aynı zamanda. Gerçekten de Düğündeki denemeler Tersi ve Yüzüyle aynı dönemde yazılmış olmaları ve aynı kaynak çevreyi, Cezayir’i, yansıtmaları yanında, aynı yalın, duru ve somut anlatımla, aynı keskin bakışı, aynı anlama tutkusunu, aynı yaşam ve yeryüzü aşkını ortaya koymakta. Bir Alman Dosta Mektuplar ise İkinci Dünya Savaşı döneminin ürünü. Bir yandan temelsiz bir üstünlük deneyiminden yola çıkarak dünyayı egemenliği altına almaya kalkan bir ulusla bağımsızlığını onurla savunan bir başka ulusun tutumunu karşı karşıya getirirken, bir yandan da gerçek yurttaşlığın, gerçek toplumsal ahlakın niteliklerini sergiliyor. Başkaldıran İnsanı muştulayan küçük boyutlu bir büyük yapıt.
-
Dünya Bir Deplasman Biz De Yetimler Gibiyiz
Sabah oluyor. Uyanıyorum. Bu bizim vardiyamız. Gezegenin bir tarafı uykuda. Yedi milyar üç yüz milyon insanla oturup konuşmamız lazım. Böyle her gün uyanıp uyanıp ne yapıyoruz? Sonra işte bu omurgalı-omurgasız hayvanlar, çiçekli-çiçeksiz bitkiler, mantarlar, protistler, bakteriler, arkeler vesaire, onlar ne yapıyor?
-
Dünyalar Savaşı
Dünyalar Savaşı’nın Pearson’s Magazine’de tefrika edildiği 1897 yılında, Kraliçe Victoria’nın tahta çıkışının altmışıncı yılı törenlerle kutlanmıştı. Büyük Britanya İmparatorluğu, Kanada’dan Yeni Zelanda’ya uzanan, Afrika’nın büyük bir kısmıyla Hint yarımadasının tamamını kapsayan geniş topraklarıyla gücünün doruğundaydı. Dünyalar Savaşı, Wells’in İngiliz emperyalizmi üzerine bir yorumu; 20. yüzyıl başında imparatorluğun genişlemesinin muhtemel sonuçlarına ilişkin kaygıları yansıtan felsefi ve ideolojik öyküsüdür. Mars’tan gelip tuhaf araçlarıyla imparatorluk topraklarında gezinen, yollarına çıkan her şeyi ölümcül ısı ışınlarıyla yerle bir ederken tüm yaşamı da sona erdiren yaratıkların istilası, belki de Victoria dönemi okurunun bu kaygılarına denk düşmüştü. Orson Welles’in 1938’de romandan uyarladığı bir radyo oyununu gerçek sanan dinleyicilerin panik içinde sokağa dökülmesi, yapıtın imgelemi tetikleme gücünü ortaya koydu. Çeşitli film ve dizi versiyonları yapılan Dünyalar Savaşı birçoğuna da esin verdi. Wells’in capcanlı imgelemiyle özgün ve gerçekçi anlatımı, uzay yolculuğu ve başka gezegenlerden dünyamıza yönelik istilalar konusuna artık hiç de yabancı olmadığımız bugün de her kuşaktan okuru cezbetmeye devam ediyor.
-
Dünyasızlar
“Gökyüzünde hepimizin yarasına yetecek kadar yıldız var…” Yüzünü kaybeden bir kız… Esrarengiz bir cinayet… Ve büyülü bir kış yolculuğu… Günümüz İstanbul’undan İkinci Dünya Savaşı yıllarının Sovyetler’ine uzanan Dünyasızlar, modern bir Harut ile Marut hikâyesi. Butimar ve Uzakların Şarkısı romanlarıyla on binlerce okura ulaşan ödüllü yazar Kaan Murat Yanık, yolu edebiyat ve sanattan, Stalin ve Hitler’den, Bakü ve Leningrad’dan geçen bir hikâye anlatıyor. Dünyasızlar… Sürükleyici bir macera, akıldan çıkmayacak sarsıcı bir aşk masalı. Sırlarını kuyuya fısıldayanlara, yıldızını aramaktan vazgeçmeyenlere… İÇİNDEN ÇIKAMAYACAKSINIZ!
-
Dürr ve Sadef Hz. Muhammed’in (sas) İlk Yedi Yılı
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem inci tanesiydi. Annesi Sadef. Dürr ve Sadef’in, Esmaü’l Hüsna ile çerçevelenmişti emsalsiz hayatları. Rahman’ın nazarı üzerlerindeydi. O’nun gözetimindeydiler. Hiçbir oğul annesini O’nun kadar sevmedi. Ve hiçbir anne, Âmine Hatun kadar, hayat yolunu kalpteki ateşten taşlara basarak yürümedi… Dürr ve Sadef, anne karnındayken bile olayların gidişatını değiştiren canımız ve cânânımız Sevgili Resul’ümüzün ve muhterem annesinin romanıdır.
-
Düşerken
“Bir sabah kimselere bir şey söylemeden, göç vaktini kaçırmış, suskun, yorgun ve kederli bir kırlangıç gibi alıp başını uzaklaştı. Biraz daha bekleseydi kanatlarında o dermanı bulamayacaktı. Umut niyetine sırtında taşıdığı bir çift kanat, zaman geçtikçe zayıflayacak, gitgide çürüyecek ve ruhunu zehirleyen bir belaya dönüşecekti.”
Düşerken, başka dünyalardan bir kadınla bir erkeğin zamansız karşılaşmasını ve giderek karmaşıklaşan yol hikâyesini anlatıyor.
“Nereye?” diye düşünmeden gitmek isteyenlerin varabilecekleri tek yer geçmişleridir.
Tarık Tufan’ın çok katmanlı kurgusu ve ustalıklı anlatımıyla gün yüzüne çıkan Düşerken, uyumsuzluğun, arayışın, kapanmamış yaraların ve bir dizi keskin hesaplaşmanın romanı…
( function () { const contact_forms = document.getElementsByClassName('contact-form'); for ( const form of contact_forms ) { form.onsubmit = function() { const buttons = form.getElementsByTagName('button'); for( const button of buttons ) { button.setAttribute('disabled', true); } } } } )(); -
Düşün-me Konuş-ma Yap-ma
Düşün mü, konuş mu, yap mı? Ne yapacağını bilemiyor insan. Ne yapacağını belirleyemiyor. Yapıp ettiklerimiz gerçekten hür irademizle verdiğimiz kendi kararlarımız mı? Kendi zihin dünyamızın öz üretimi üzerinden mi yoksa beynimizi çepeçevre saran algı kuşatması üzerinden mi konuşuyoruz ya da yapıp ettiklerimiz tamamen bize mi ait? Hayatımız kendi ellerimizde mi yoksa kendi ellerimizden akıp giden varlığımızı mı izliyoruz? Yoksa birileri bizimle dalga mı geçiyor? Aklımızla alay ederken keyif kahvesi mi içiyorlar? Düşünme, konuşma ve yapma derken ne anlamamız gerekiyor. Aklımızı kullanalım mı yoksa tam tersini mi yapalım? Geçim derdinden başka derdimiz olmasın mı? Kendi gemimizi kurtarmaktan başka düşüncemiz olmasın mı? Sadece işimize gelen şeyleri mi konuşalım? Eğer bir şey çıkarımıza değilse asla yapmayalım mı? İnsan bazen gerçekten bilemiyor. Bazı şeyler üzerine biraz düşünmek istemez misiniz? Yeniden ve tekrar, ardı ardına, bir kez daha düşünmek, biraz dinlendikten sonra tekrar düşünmek insanın en büyük ihtiyacı olsa gerek. İnsan her dönemde hatalı olduğunu, yanlış yerde durma ihtimali olduğunu unutmamalı. Her şeyin yolunda gittiğini düşündüğümüz zamanlar, hayatımızın en büyük hatalarını yaptığımız dönemler olabilir. Olan biten ne varsa, her şeyi tekrar gözden geçirmek istemez misiniz?
-
Düşüş
Albert Camus çağdaş düşün ve yazın dünyasındaki saygın yerini yalnızca oyunlarıyla da, yalnızca Sisifos Söyleni ve Başkaldıran İnsan’la da alırdı belki. Ama Camus’yü Camus yapan öncelikle anlatı yapıtlarıdır, Yabancı (1942), Veba (1947) ve Düşüş’se (1956) bu yapıtlar arasında üç büyük doruktur. Ancak, kimi yazınseverler bu üç başyapıt arasında daha çok Düşüş’ü yeğlerler. Bu kitap, herhangi bir düşünce ya da savı özellikle öne çıkarmaya çalışmadan, yalın bir anlatım ve özgün bir kurgu içinde, zengin bir düşünce ve duygu yüküyle, çağdaş dünyayı ve insanlarını derinlemesine sorgulayıp yargılar, çirkinliklerini ve düşkünlüklerini sergiler. Ama, aynı zamanda, bu dünyada yaşayan, dolayısıyla şu ya da bu biçimde, şu ya da bu ölçüde onun sorumluluğunu taşıyan bireyler olarak tek tek her birimize bir ayna tutar, eski avukat Jean-Baptiste Clamence’ın öyküsü aracılığıyla, bize kendini tehlikeye atmadan yaşayanların, yani hepimizin ve her birimizin benzersiz öyküsünü anlatır. Düşüş’ün yayımlanmasından bir yıl sonra Camus’nün Nobel Ödülünü kazanması bir rastlantı olmasa gerek.
-
Dutlar Yetişmedi
Kemal Tahir, şüphesiz ki edebiyatımızın en önemli isimlerinden biri. O, yazdığı tüm eserlerde insana bakan, onu evvela anlamaya ve elbette okura anlatmaya çalışan ve bunu hakkıyla yapan nadir yazarlardan. Dutlar Yetişmedi, çoğunlukla romanlarıyla tanıdığımız bu büyük yazarın öykülerinden oluşuyor. Bizi oluşturan ne kadar değer, duygu ve erdem varsa onları işliyor Kemal Tahir. Okur bu öykülerde Kemal Tahir’in insana bakışını, toplumsal duyarlılığını ve hepsinden öte dil hassasiyetini görecek.
-
Duygusal Eğitim
XIX. yüzyıl Fransız edebiyatının başyapıtlarından biri sayılan ve XX. yüzyıl romanını şekillendiren, hatta çağdaş romanın öncüsü olma niteliğini taşıyan Duygusal Eğitim, arka planında Flaubert’in en ince ayrıntısına kadar gözlemleyip analitik bir zekâyla kusursuzca aktardığı Temmuz Monarşisi, 1848 Devrimi ve II. Cumhuriyet dönemiyle tarihçilerin de başvuru kitaplarından biri olmayı başarmış bir yapıttır. Paris’e eğitim almak üzere gelen on sekiz yaşında taşralı bir genç olan Frédéric Moreau’nun, sanatı, siyaseti, dostluğu, iktidar hırsını ve saf aşkı öğrenip deneyimlemesinin; monarşi, cumhuriyet ve imparatorluk arasında gelgitler yaşayan Fransız toplumunda kendine bir yer edinme arayışının, başka bir deyişle kayıp bir gencin hikâyesidir. Zengin bir sanat tüccarının eşi olan Madam Arnoux’ya duyduğu aşk ve içinde yaşadığı dünyayla kurduğu ilişkiler sonucunda, birer birer yanıp kül olan hayallerin ve yanılsamaların büyüttüğü Frédéric’in hikâyesi, aynı zamanda yürekleri hınçla dolu tüm gençlerin de hikâyesidir.
devamını oku -
Düzceli Mehmet
Hiçbir kural tanımayan, sıradışı bir gencin nefes kesen öyküsü. Hayalden, kurgudan uzak, tamamen yaşanmış gerçek bir hayat hikayesi. Manevi hiçbir inancı ve kuralı kabul etmeden yaşarken, öğretmeninin sevgi ve şefkat dolu ilgisiyle dönüş yapan Düzceli Mehmet, bambaşka bir insan olur. Geçirdiği bir trafik kazasından sonra hayatı büsbütün değişen Düzceli Mehmet’in ibret dolu hikayesi, birbirinden ilginç olaylarla devam eder. Düzceli Mehmet, defalarca okuyacağınız enfes bir kitap.
-
Edebiyat Üzerine
Ütopya yaratıcılarının neredeyse hepsi diş ağrısı çeken ve o yüzden mutluluğu diş ağrısı çekmemekle bir tutan kimselere benzer. Onlar değerini sürekli olmamasından alan bir şeyin sonsuz devamını sağlayarak kusursuz bir toplum var etmek isterler. Oysa insanlığın belli çizgilerde hareket etmesi gerektiğini, ana stratejinin belirlenmiş olduğunu, ama ayrıntılı kehanetlerin bizim işimiz olmadığını söylemek daha akıllıca olurdu. George Orwell’in 1929-1948 yılları arasında Tribune dergisi için kaleme aldığı “Dilediğim Gibi” başlıklı köşesi dahil olmak üzere, farklı dergi ve gazetelerde yayımlanan edebiyat yazılarını derleyen Edebiyat Üzerine, yazarın kültür-sanat üzerine düşüncelerinin yıllar içerisinde nasıl geliştiğini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda iki savaş arasında Avrupa’nın düşünsel hayatında meydana gelen cereyanları da gözler önüne seriyor. Orwell’in ülkesindeki okuryazarlık kültürü, dönemin ideolojilerinin edebiyata olan etkisi, toplumsal hayatta yazarın varlığına dair fikirlerinin; Jean-Paul Sartre, Arthur Koestler, Jack London ve Rudyard Kipling gibi çağdaşları hakkındaki yorumlarının, 1984 ve Hayvan Çiftliği gibi kitapların düşünsel temelini oluşturan yazılarının bir araya geldiği bu kitap, Orwell’in dönemini edebiyat ve edebiyatı dönemi üzerinden düşünen güçlü bir eleştirmen olduğunu da kanıtlıyor. #kurgudışı #eleştiri #ideoloji #düşünce #edebiyat #roman #edebiyatyazıları
-
Efsane Bir Barbaros Romanı
Efsaneler bazen denizden, Bazen aşktan ve ateşten gelirler. Aşktan ve ateşten ve denizden gelenler, Bazen ışık olurlar ve bütün zamanı aydınlatırlar… Efsane kurmak kadar, efsaneyi yazmak da efsaneye dâhildir. Bir çağı haritalarda bulamazsınız. Derine, insana ve tarihin denizlerine açılmak gerekir. Girdaplarda yüksek idealler saklanabilir. Bu kitapta İstanbul, Gırnata, Madrid, Roma ve Akdeniz; aşk diliyle kuşatıldı. Akdeniz, aşk kaleminin haritasıyla yeniden çizildi. Kılıç kılıca, cevher çeliğe çarptı, varlık da yokluğa. Ve hep bir yol vardı kalplerden denizlere. Derin denizler, büyük aşklar için atlas olup dokundu. İskender Pala, bir çağı ve o çağın efsanelerini dile döktü. Barbaros Hayreddin Paşa’yı… Sonra, bir gül sepeti getirdi. Isırılmış üç elmayı anlattı.
-
Efsane Komutan Tarık Bin Ziyad
Tarık Bin Ziyad O, hedefe ulaşmadan asla geri dönmeyi düşünmeyen bir komutan O, tek yolun zafer olduğuna inanan bir komutan O, gemileri yakan bir komutan O, Tarık bin Ziyad Çarpışma yaklaşıyor ve gerilim sürüyordu. Düşman sayı ve silah bakımından çok üstün durumdaydı. Ama o, mutlaka zafere ulaşmalıydı. İşte tam bu noktada Tarık bin Ziyad, öyle bir karar verdi ki bütün orduyu hedefe kilitledi. Efsane Komutan, nefes nefese okuyacağınız gerçek olaylarla örülmüş bir roman. Ayrıca kitabın sonunda romanla ilgili soruların bulunduğu bir bulmaca bulabileceksiniz.
-
Efsun
Dupduru, yer yer hüzünlü, yer yer coşkulu ama hep çağıldayan, insana kendini iyi hissettiren bir anlatım… Olanca ışıltılarıyla ilginç karakterler… Acının mizahla harmanlanışı… Üç kuşak boyunca anlatılan, sonunda mutlaka kapanacak olan bir hesap… İlmek ilmek dokunmuş, sürprizlerle dolu bir olay örgüsü… Çağdaş bir aşk hikayesi olarak da nitelendirilebilecek olan Efsun, Selahattin Demirtaş’ın artık iyice demini almış edebiyatçılığının son ürünü.
-
Eğlencesini Yitiren Ülke
Betonun, makinenin, soğuk teknolojinin kararttığı şehir hayatının gündelik ama sıradan olmayan ayrıntıları…
Savaşın, diktatörlüklerin gölgesindeki uzak şehirler… Sokaklar, evler, neon ışıklarının renklendiremediği bir örnek hayatlar…
AVM’ler, ufku kaplayan gökdelenler, artık bizim olmayan parklar, semtler, mahalleler…
Birbirinin sonunu hızlandırmak için kavgaya tutuşan siyasetçiler, bağırtılar, vasatistler. Partililer, cemaatçiler, operasyonlar, algılar…
Bir ülke hızla yitiriyordu eğlencesini… ve gazeteci yazıyordu bu yitirilmiş eğlenceyi, yeni gelen hüznü, içinde taşıdığı umudu…“Yeni Türkiye”nin eski hikâyesini.
-
Einstein Seyahatnamesi
DÜNYACA ÜNLÜ BİR DÂHİNİN
DOĞU’YU VE AKDENİZ’İ KEŞFİ…“1922’nin sonbaharında, Albert Einstein dünyanın en meşhur insanlarından biriydi. Bilim sayesinde şöhret elde etmişti. Nobel Ödülü’nü almak üzereydi. Japonya, Çin, Singapur, Filistin ve İspanya’ya yaptığı seyahatlerin notlarından oluşan bu muhteşem seyahatname Einstein’ın insani tarafını göstermektedir. Einstein Belgeleri editörü Ze’ev Rosenkranz verdiği açıklamalarla seyahatnamede yazanları bağlamına oturtarak hem araştırmacılar hem de Einstein’ın sevenleri için bir hazine sunmuştur.”
Walter Isaacson, Tulane Üniversitesi, Einstein: His Life and Universe kitabının yazarı“Einstein’ın 1922-1923’de Uzakdoğu, Filistin ve İspanya’ya yapmış olduğu seyahatlerle ilgili en yoğun ve kapsamlı bilgiler sunan kitap Einstein Seyahatnamesi’dir. Einstein’ın biyografilerinden hiçbiri seyahatleri hakkında bu denli anlaşılır ve önemli bir katkı sunmamıştır. Titizlikle belgelendirilmiş olan bu kıymetli kitap Einstein’ın hayatına ilişkin önemli bir boşluğu doldurmaktadır.”
Danian Hu, China and Albert Einstein kitabının yazarı1922’nin sonbaharında Albert Einstein, eşi Elsa Einstein ile beş buçuk ay sürecek bir Uzakdoğu ve Ortadoğu seyahatine çıkmıştı. Daha önce bu bölgeleri hiç ziyaret etmeyen dünyaca ünlü fizikçinin güzergâhları arasında Hong Kong, Singapur ve Sri Lanka vardı. Çin’de de kısa süreliğine bulunan Einstein, daha sonra hayran olduğunu belirteceği Japonya’ya giderek burada müthiş yoğunlukta dersler vermişti. On iki gün Filistin’de kalan Einstein, seyahatinin son üç haftasını ise İspanya’da geçirmişti.
Elinizdeki kitap Albert Einstein’ın söz konusu tarihî seyahati esnasında tuttuğu tüm notları eksiksiz biçimde barındırıyor. Kısa kısa tutulmuş günlük notları ve telgraf metnini hatırlatan üslubunun eşliğinde Einstein’ın bilim, felsefe, sanat ve siyaset hakkındaki düşüncelerini en samimi biçimde okumak mümkün. Ayrıca Kudüs’teki İbrani Üniversitesi’nin kurulacağı alanda verdiği açılış niteliğindeki ders, Japon İmparatoriçesi’nin ev sahipliği yaptığı bir bahçe partisi, İspanya Kralı ile tanışması ve birçok önde gelen bilim ve devlet adamı ile görüşmesi gibi hadiselerde hissettikleri de yine metinler arasındaki en ilgi çekici konuları oluşturuyor. Einstein’ın farklı milletlere mensup insanlar ve ırk kavramı hakkındaki tartışmaya açık fikirleri ise günlüğün belki de en sarsıcı tarafı.
Çok sayıda fotoğraf, mektup, kartpostal, harita ve çizelge de içeren Einstein Seyahatnamesi, Doğu ve Akdeniz coğrafyasıyla karşılaşan bir dâhinin düşünce dünyasına yol alma imkânı sunuyor.
devamını oku -