Tasavvuf usül ve adabıyla ilgili bu eserde; hacimce küçük ve fakat ulaşmış olduğu kitle, yapmış olduğu tesir ve güncelliğini koruması bakımından oldukça büyük iki adet risale bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; Nakşibendîliğin Hâlidiyye kolunun müessisi Hâlid-i Bağdâdî tarafından tarikat âdâb ve erkânı hakkında kaleme alınmış olan risâledir. İkincisi ise Mehmed Said isimli bir zât tarafından yazılmış tarikatin zâhirî, bâtınî ve sâir yirmi âdâbının açıklandığı bir risâledir. Adı geçen her iki risale de Mehmed Zahid Efendi tarafından “tenkîhan” sadeleştirilmiştir. (Tenkîh; bir şeyin iyisini kötüsünden, faydalısını fazla ve gereksiz kısımlarından ayıklama anlamına gelir.)
Bu eser, merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan’ın Miraç Kandili dolayısıyla yapmış olduğu sohbetlerin derlemesi olup bu konuda kaleme almış olduğu başyazı ve makaleler ile Miraç kandilinin ihyası ve Miraç gecesinde yapmış olduğu dua ve yakarışları da içermektedir. Eser hazırlanırken konuşma dili korunarak mümkün olduğunca tekrarlardan kaçınılmış, başyazı ve makaleler aynen yer almıştır. Ayet ve hadisler ışığında ibretli ve hikmetli noktaları güzelce izah eden, günceli yakalayan, özlü bilgiler veren, son derece sade, akıcı ve anlaşılır bir üsluba ve gönül diline sahip olan bu eser manevi yolculuğunuza rehberlik edecektir.
Bu eser, merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan ‘ın Kadir Gecesi dolayısıyla yapmış olduğu sohbetlerin derlemesi olup bu konuda kaleme almış olduğu başyazı ve makaleler ile Kadir gecesinin ihyası ve Kadir gecesinde yapmış olduğu dua ve yakarışları da içermektedir. Eser hazırlanırken konuşma dili korunarak mümkün olduğunca tekrarlardan kaçınılmış, başyazı ve makaleler aynen yer almıştır. Ayet ve hadisler ışığında ibretli ve hikmetli noktaları güzelce izah eden, günceli yakalayan, özlü bilgiler veren, son derece sade, akıcı ve anlaşılır bir üsluba ve gönül diline sahip olan bu eser manevi yolculuğunuza rehberlik edecektir.
Bu eser, merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan’ın Ramazan ayı dolayısıyla yapmış olduğu sohbetlerin derlemesi olup bu konuda kaleme almış olduğu başyazı ve makaleler ile Ramazan ayının ihyası ve Ramazan ayında yapmış olduğu dua ve yakarışları da içermektedir. Eser hazırlanırken konuşma dili korunarak mümkün olduğunca tekrarlardan kaçınılmış, başyazı ve makaleler aynen yer almıştır. Ayet ve hadisler ışığında ibretli ve hikmetli noktaları güzelce izah eden, günceli yakalayan, özlü bilgiler veren, son derece sade, akıcı ve anlaşılır bir üsluba ve gönül diline sahip olan bu eser manevi yolculuğunuza rehberlik edecektir.
Bu eser, merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan’ın Regaib Kandili dolayısıyla yapmış olduğu sohbetlerin derlemesi olup bu konuda kaleme almış olduğu başyazı ve makaleler ile Regaib kandilinin ihyası ve Regaib gecesinde yapmış olduğu dua ve yakarışları da içermektedir. Eser hazırlanırken konuşma dili korunarak mümkün olduğunca tekrarlardan kaçınılmış, başyazı ve makaleler ise aynen yer almıştır. Ayet ve hadisler ışığında ibretli ve hikmetli noktaları güzelce izah eden, günceli yakalayan, özlü bilgiler veren, son derece sade, akıcı ve anlaşılır bir üsluba ve gönül diline sahip olan bu eser manevi yolculuğunuza rehberlik edecektir.
Bilgeliğin sadece sözde ve soyut bir tavır olarak kalmaması, aksine günlük hayatımızın bir parçası ve yaşam pratiğimizin bir değeri olması gerektiği düşüncesiyle yola çıkan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Bilgelik Psikolojisi 1-2 adını verdiği iki eserle 21. yüzyılın en temel değeri olarak gördüğü bilgeliği masaya yatırıyor. “Rasyonel İnanç, Spinoza’nın Yanılgısı ve Evrimin Evrimi” alt başlığını taşıyan Bilgelik Psikolojisi 1 kuantum sonrası dönemde bilimin ulaştığı veriler ışığında inancın rasyonel akılla nasıl da ortak temellere dayandığını, Higgs Bozonu-Tanrı Parçacığı tezinin bilimsel temelini, Yaratılış ve Evrim ikilemi gibi konular eşliğinde bugün gelinen noktada bilimin yaratılışı hesaba katmasının bilimsel etik açısından bir zorunluluğa dönüştüğünü kanıta dayalı verilerle aktarıyor. “İyi, Doğru ve Güzeli Bulma Sanatı” alt başlığını verdiği Bilgelik Psikolojisi 2 ise Batı’nın Pozitif Psikoloji olarak tanımladığı bilgelik öğretisinin orijinal kökenlerine atıfta bulunarak ego-ben kavramlarına bilgelik temelli bir bakış getiriyor. Bilgeliğin dinamiklerine, aile, toplum ve liderlik konuları özelinde pratik hayata aktarılmasına ve tasavvufla bağına dair kapsamlı bilgiler sunuyor. Küresel ölçekte bir pandeminin hüküm sürdüğü gezegenimize adalet ve barışın hakim olması için, aklın rehberliğinde, vicdan ve hesap verebilirlik kavramlarının eşliğinde bir bilgelik paradigmasına ihtiyaç olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Bilgelik Psikolojisi 1-2 adlı çalışmasında teori ve pratiği bir araya getirerek yüzyılımıza çare olabilecek bir teklif sunuyor.
Bilgeliğin sadece sözde ve soyut bir tavır olarak kalmaması, aksine günlük hayatımızın bir parçası ve yaşam pratiğimizin bir değeri olması gerektiği düşüncesiyle yola çıkan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Bilgelik Psikolojisi 1-2 adını verdiği iki eserle 21. yüzyılın en temel değeri olarak gördüğü bilgeliği masaya yatırıyor. “Rasyonel İnanç, Spinoza’nın Yanılgısı ve Evrimin Evrimi” alt başlığını taşıyan Bilgelik Psikolojisi 1 kuantum sonrası dönemde bilimin ulaştığı veriler ışığında inancın rasyonel akılla nasıl da ortak temellere dayandığını, Higgs Bozonu-Tanrı Parçacığı tezinin bilimsel temelini, Yaratılış ve Evrim ikilemi gibi konular eşliğinde bugün gelinen noktada bilimin yaratılışı hesaba katmasının bilimsel etik açısından bir zorunluluğa dönüştüğünü kanıta dayalı verilerle aktarıyor. “İyi, Doğru ve Güzeli Bulma Sanatı” alt başlığını verdiği Bilgelik Psikolojisi 2 ise Batı’nın Pozitif Psikoloji olarak tanımladığı bilgelik öğretisinin orijinal kökenlerine atıfta bulunarak ego-ben kavramlarına bilgelik temelli bir bakış getiriyor. Bilgeliğin dinamiklerine, aile, toplum ve liderlik konuları özelinde pratik hayata aktarılmasına ve tasavvufla bağına dair kapsamlı bilgiler sunuyor. Küresel ölçekte bir pandeminin hüküm sürdüğü gezegenimize adalet ve barışın hakim olması için, aklın rehberliğinde, vicdan ve hesap verebilirlik kavramlarının eşliğinde bir bilgelik paradigmasına ihtiyaç olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Bilgelik Psikolojisi 1-2 adlı çalışmasında teori ve pratiği bir araya getirerek yüzyılımıza çare olabilecek bir teklif sunuyor.
İman; herkesin bildiği gibi bir itikad, bir inanç ve bir tasdikten ibarettir. Lâkin bütün ibadetlerin başı, kökü, esası ve temelidir; bu olmadıkça hiçbir ibadet sahih ve makbul olamaz. Öyle kuru iman değil, olgun ve kâmil bir iman lazım. Bu da ancak ibadet ve taatlere hem de ihlâsla birlikte devamla mümkündür! Bugün görüyoruz ki birçok insan menfaatleri icabı hemen yön değiştirmektedirler. Akşam müslüman, sabahleyin küfre dönen ne kadar insan ararsın; bunların bir kısmı da hâlâ kendini müslüman sayar; çok acayip! Fikir değişikliği -Allah korusun- hep iman zâfiyetinden ileri gelmektedir.Bugün insan dövme ve öldürme hadiseleri de yine ya tamamen imansızlığın veya çok zayıf bir imanın, amelsiz bir imanın mahsulü olsa gerektir ki müslüman bu gibi cinayetleri katiyen irtikab edemez. Çünkü Müslümanlık tam bir hürriyet dinidir. Müslüman, kimseye ne eliyle ne de diliyle ezâ ve cefâ edemez. Zira bu gibi çirkin hareketler Müslümanlıkta yasaktır, haramdır. Evet, iman başka, amel başka; âmennâ. Lâkin can başka, ceset de başka. Amma ikisi birleşmedikçe hiçbir şey olmaz. Nasıl ki ölümle,can cesetten çıkınca o cesedi hemen mezarlığa götürüp toprağın içine atmaktayız. Çünkü artık işe yaramaz. Neden? Zira asıl olan ruh çıktı, cesedin işi de bitti. Öyle ise aziz ve muhterem kardeşim!İmanını amelsiz bırakma ve bir de imanına zarar verecek olan günahlardan çok sakın. Zira günahların en büyük zararı, kulu Rabbinden uzak etmesidir. Cehennemdeki en büyük azap da kulun Hâlıkından uzak kalmasıdır ki bu azap cehennemin ateşinden yüz binlerce fazladır. Bu dünya dâr-ı imtihândır, burada ne kadar yaşarsan yaşa, sonu ölüm! Ölüm ise mü’min için bir rahmet, bir lütuf ve bir ihsân-ı ilâhîdir. Dinsiz ve imansız için de pek acı bir felaket ve pek büyük bir azaptır. Şimdi fırsat senin elinde! Bu fırsat elinden gitmeden seçeceğin yeri iyi düşün ve bu dünyaya iyi bak ki kimseye kalmamıştır…
İman; herkesin bildiği gibi bir itikad, bir inanç ve bir tasdikten ibarettir. Lâkin bütün ibadetlerin başı, kökü, esası ve temelidir; bu olmadıkça hiçbir ibadet sahih ve makbul olamaz. Öyle kuru iman değil, olgun ve kâmil bir iman lazım. Bu da ancak ibadet ve taatlere hem de ihlâsla birlikte devamla mümkündür! Bugün görüyoruz ki birçok insan menfaatleri icabı hemen yön değiştirmektedirler. Akşam müslüman, sabahleyin küfre dönen ne kadar insan ararsın; bunların bir kısmı da hâlâ kendini müslüman sayar; çok acayip! Fikir değişikliği -Allah korusun- hep iman zâfiyetinden ileri gelmektedir.Bugün insan dövme ve öldürme hadiseleri de yine ya tamamen imansızlığın veya çok zayıf bir imanın, amelsiz bir imanın mahsulü olsa gerektir ki müslüman bu gibi cinayetleri katiyen irtikab edemez. Çünkü Müslümanlık tam bir hürriyet dinidir. Müslüman, kimseye ne eliyle ne de diliyle ezâ ve cefâ edemez. Zira bu gibi çirkin hareketler Müslümanlıkta yasaktır, haramdır. Evet, iman başka, amel başka; âmennâ. Lâkin can başka, ceset de başka. Amma ikisi birleşmedikçe hiçbir şey olmaz. Nasıl ki ölümle,can cesetten çıkınca o cesedi hemen mezarlığa götürüp toprağın içine atmaktayız. Çünkü artık işe yaramaz. Neden? Zira asıl olan ruh çıktı, cesedin işi de bitti. Öyle ise aziz ve muhterem kardeşim!İmanını amelsiz bırakma ve bir de imanına zarar verecek olan günahlardan çok sakın. Zira günahların en büyük zararı, kulu Rabbinden uzak etmesidir. Cehennemdeki en büyük azap da kulun Hâlıkından uzak kalmasıdır ki bu azap cehennemin ateşinden yüz binlerce fazladır. Bu dünya dâr-ı imtihândır, burada ne kadar yaşarsan yaşa, sonu ölüm! Ölüm ise mü’min için bir rahmet, bir lütuf ve bir ihsân-ı ilâhîdir. Dinsiz ve imansız için de pek acı bir felaket ve pek büyük bir azaptır. Şimdi fırsat senin elinde! Bu fırsat elinden gitmeden seçeceğin yeri iyi düşün ve bu dünyaya iyi bak ki kimseye kalmamıştır…
“İmanım var, inancım var.” demekle ne kadar övünür dururuz. Fakat onun işe yarayıp yaramadığına hiç bakmayız. Peygamberimiz’in bize öğrettiği dualardan birisi de; “Yâ Rabbi! Fayda vermeyen ilimden, korkmayan gönülden, kabul olunmayan amelden, dinlenmeyen ve kabul olmayan duadan sana sığınırım.” demesi ne kadar güzeldir.
Öyle değil mi aziz kardeşim?
Bu dünyaya her gün bir sürü insanın gelip bir sürü insanın da mezarlara konmakta olduğunu hepimiz görüp bilmekteyiz. Eğer “Öldükten sonra iş bitti.” dersen iman ve İslâm’dan çok uzak olduğunu iyi bil…
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in Cenâb-ı Hakk’tan istediği her hayrı biz de isteriz. Onun Hakk’a sığındığı bütün şerlerden, biz de Hakk’a sığınırız. Hakkımızda hayırlar ihsan buyursun. Dünya ve âhiretin bütün şerlerinden muhafaza buyursun. Âmîn.
Daha önce İlâhînâme, Mantıku’t-tayr isimli latin harfleriyle Türkçe’ye tercüme edilmiş eserleri bulunan Nişaburlu Feridüddîn-i Attâr, tasavvuf ve şark klasiklerine meraklı Türk münevveri için hiç de yabancı bir isim değildir. Hicrî 513-627, Miladî 1119-1230 yılları arasında Nişabur’da yaşayan büyük mutasavvıfın eserleri, o zamanlarda Belh’ten hicrete mecbur edilen Mevlânâ oymağı vasıtasıyla Anadolu’ya gelmiş, hatta çocuk denecek bir yaşta kendisiyle tanışıp elini öpen Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye ithaf ve hediye ettiği Esrârnâme’yi Mevlânâ hiç yanından ayırmamıştır. Böylece 700 seneye yakın bir zamandan beri Anadolu’da ismi zikrolunan ve tasavvuf erbabınca tanınan Feridüddîn-i Attâr, Mevlânâ gibi o devrin Moğol istilası ve benzeri içtimaî zelzeleleri karşısında kan ve ateş kokan havasını aşk ve şiirle yumuşatmış, zamanın şekillerinden istifade ederek insanlara en güzel yolları işaretle en iyi ahlâkı telkine çalışmıştır. Esasen Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan göç yolları üzerinde bulunan Nişabur, yurdumuzun Oğuz ve Selçuk medeniyeti havasını uzun zaman fikren beslemeye devam etmiş bir kültür merkezi olmakla, Feridüddîn-i Attâr’ın eserlerinde kendimize çok yakın sezişler, vak’alar, insanlar bulmaktayız. Bu defa takdim ettiğimiz Tezkiretü’l-evliyâ, kısa bir “evliyâ menkıbeleri” kitabıdır. Burada binbir faydalı mânalarla dolu kerametler, vaaz ve nasihatler ve büyük sözler kaydedilmiş, böylece güzel bir ahlâk kitabı meydana getirilmiştir. Feridüddîn-i Attâr’ın, latin harfleriyle takdim ettiğimiz bu eseri daha önce eski harflerle Türkçe’ye çevrilmiş nüshalardan birinin kopyasıdır. Bu sebeple eserin aslı ile bu kopya arasında bazı farklar bulunabilir. Elden ele geçerek biraz da anonim bir mahiyet almış olabilir. Biz, bazen onbeşinci asır Anadolu Türkçesini hatırlatan üslubu bozmaktan kaçınarak yaşayan dilin canlı ifadesiyle bu eseri bir halk kitabı olarak düşündük ve dilini de halka yakın bulduk. İlmî bir tetkikten ziyade içinden hisseler çıkarılabilen bir kıssalar kitabı olsun istedik. Tezkiretü’l-evliyâ’sı 1905’te Nicholson tarafından İngilizce’ye de tercüme edilmiş bulunan büyük mutasavvıfın diğer eserlerinin de kütüphanemize kazandırılması yolunda bu deneme, bir hareket uyandırırsa kendimizi bahtiyar addedeceğiz.
Merhum Prof. Dr. M.Es’ad Coşan Hocaefendi; kendisine gelen yoğun talepler ve bazı manevi işaretler neticesinde, hâl-i hayatında Tefsir Dersleri yapmaya başlamıştı. Bu tefsir dersleri Bakara suresi 223. ayete kadar devam edebilmişti. Ancak emr-i Hak vaki oldu, Rabbine yürüdü. Ömrü vefa etmedi, Kur’an-ı Kerim’in tümünün tefsirini tamamlamak mümkün olamadı. Ses kaydı olarak elde mevcut olan bu tefsir dersleri metne dönüştürülüp kitap olarak yayınlandı. Fatiha Sûresi Tefsiri ve Bakara Sûresi Tefsiri (5 cilt) olmak üzere toplam 6 cilt olarak istifadenize sunuyoruz. M. Es’ad Coşan Hocaefendi’nin ilk defa yayınlanan bu eserlerini ilim, fikir ve irfan hayatımıza sunarken kendisini rahmetle yâd ediyoruz. Mevlâ ruhunu şâd ve mesrur, mekrad-i pâkini pür-nûr, mânevî makâmını âlâ eylesin.
Kur’ân-ı Kerîm, Yaradanımız’ın bütün insanlara gönderdiği cihanşümûl, son ve en mükemmel talimat ve tebligâtıdır. Onu insanların, özellikle inananların dilinden kalbine aksedip hayatına hâkim olması için indirmiştir. Allah’ı tanımak, Kur’an’ı tanımakla; Kur’an’ı tanımak ise onu okumak, ilke ve esaslarını hayata geçirmekle olur. “Allah var” deyip de yokmuş gibi yaşamanın; Kur’an’a inandığını söyleyip de Kur’an’sız bir yaşantının doğuracağı tehlikeden kendimizi ve neslimizi korumak mecburiyetindeyiz. Bütün kitap ve dinleri içine alan, son ilahî kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, sadece zihnimize hitap eden ve zihnen ilgi duymak ve inandığımızı söylemekle yetinmemiz gereken bir kitap değildir. O, bütün eylemlerimizde kendisine yönelmemiz ve yaşantımızda uygulamamız gereken bir kitaptır. Çünkü katılaşmış/taşlaşmış kalpler onunla yumuşar, çağlara açılan yol bu hakikat nuruyla aydınlanır. Kur’ân-ı Kerîm’in en doğru şekilde anlaşılması ve yaşanmasıyla ilgili olarak yıllardır ileri sürülen en büyük bahane “okuduğumu anlayamıyorum” idi. Bugün bu mazereti ortadan kaldıran nitelikli bir çalışmaya kavuştuk. Uzun yılların emeği ve birikimiyle hazırlanan, sade ve anlaşılır bir Türkçe ile yazılmış, gerekli görülen yerleri anlamayı kolaylaştıracak kısa tefsirlerle zenginleştirilmiş, iniş gayesini ve Allah’ın muradını anlamayı hedeflemiş ender bir çalışma: Feyzü’l-Furkân… Mealde, gerekli fıkhî, itikâdî, tarihî ve sosyolojik açıklamalar yapılarak birçok parantezsiz/çıplak meallerin doğuracağı tehlike önlenmeye çalışılmış, böylece âyet ve açıklamalarını her seviyedeki insanın rahatlıkla anlaması ve anlatması sağlanmıştır. Kur’an’ın anlamıyla ve ruhuyla buluşmak, O’na uygun bir yaşam sürmek isteyenler için bu eser kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor…
Nefis can, insanın bedeni, arzu, benlik, aşağı duygular, ruh gibi pek çok anlamda kullanılan bir kelimedir. Kur’an-ı Kerim bu kelimeyi sekiz ayrı manada kullanmıştır. Tasavvufi bir terim olarak nefis, kulun kötü huyları, çirkin vasıfları, kötü his ve huyların mahalli olan latife anlamlarına gelir. Bu yönüyle nefis ruh ile beden arasında bir araçtır.
Kur’ân-ı Kerîm Yaradanımız’ın bütün insanlara gönderdiği cihanşümûl son ve en mükemmel talimat ve tebligâtıdır. Onu insanların özellikle inananların dilinden kalbine aksedip hayatına hâkim olması için indirmiştir.Allah’ı tanımak Kur’an’ı tanımakla; Kur’an’ı tanımak ise onu okumak ilke ve esaslarını hayata geçirmekle olur. “Allah var” deyip de yokmuş gibi yaşamanın; Kur’an’a inandığını söyleyip de Kur’an’sız bir yaşantının doğuracağı tehlikeden kendimizi ve neslimizi korumak mecburiyetindeyiz. Bütün kitap ve dinleri içine alan son ilahî kitabımız Kur’ân-ı Kerîm sadece zihnimize hitap eden ve zihnen ilgi duymak ve inandığımızı söylemekle yetinmemiz gereken bir kitap değildir. O bütün eylemlerimizde kendisine yönelmemiz ve yaşantımızda uygulamamız gereken bir kitaptır. Çünkü katılaşmış/taşlaşmış kalpler onunla yumuşar çağlara açılan yol bu hakikat nuruyla aydınlanır. Kur’ân-ı Kerîm’in en doğru şekilde anlaşılması ve yaşanmasıyla ilgili olarak yıllardır ileri sürülen en büyük bahane “okuduğumu anlayamıyorum” idi. Bugün bu mazereti ortadan kaldıran nitelikli bir çalışmaya kavuştuk. Uzun yılların emeği ve birikimiyle hazırlanan sade ve anlaşılır bir Türkçe ile yazılmış gerekli görülen yerleri anlamayı kolaylaştıracak kısa tefsirlerle zenginleştirilmiş iniş gayesini ve Allah’ın muradını anlamayı hedeflemiş ender bir çalışma: Feyzü’l-Furkân…Mealde gerekli fıkhî itikâdî tarihî ve sosyolojik açıklamalar yapılarak birçok parantezsiz/çıplak meallerin doğuracağı tehlike önlenmeye çalışılmış böylece âyet ve açıklamalarını her seviyedeki insanın rahatlıkla anlaması ve anlatması sağlanmıştır.Kur’an’ın anlamıyla ve ruhuyla buluşmak O’na uygun bir yaşam sürmek isteyenler için bu eser kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor…
Çocuklarla Başbaşa, Merhum Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’nin Gülçocuk dergisinde kaleme aldığı yazıların tamamından oluşmaktadır.
Hocaefendi’ye göre, ihmal edilmemesi gereken en önemli kesim çocuklardır. Çünkü onlar dünyanın en güçlü insanlarıdır. En kalabalık nüfus onlarındır. Onlar başımızın tacı, gözümüzün bebeği, gönül bahçemizin tatlı meyvesi, geleceğimizin güzel umudu, yarınlarımızın sahipleri ve bekçileridir. Bu yüzden asla ihmal edilmemelidirler.
Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi, çocukları ideal şekilde eğitebilmek için anaokulları, özel ilk, orta ve yüksek eğitim müesseseleri kurulmasını teşvik etmiş, önayak olmuş ve bu amaçla çok sayıda eğitim kurumu hayata geçmiştir. Bu amaçla bir başka hizmet tarzına daha öncülük ederek 1987 yılının Mayıs ayında aylık Gülçocuk dergisini çıkartmış, derginin başmakalelerini de bizzat kendisi kaleme almıştır.
Bugünün büyükleri, çocukluğunun tatlı günlerini onunla yaşadı. Gülçocuklar büyüdü, hayırlı birer anne-baba oldular. Şimdi sıra sizin çocuklarınızda…
Cennet güllerine nasihat ve tavsiyelerin yer aldığı bu değerli eseri çocuklarınız büyük bir keyifle okuyacak.
Mehmed Zahid Kotku rahmetullâhi aleyh yakın tarihimizin mânevî büyüklerinden, âbide şahsiyetlerinden biridir.
19. yüzyılın sonunda dünyaya gözlerini açmış, bir asra yakın hayat sürmüştür. İstanbul’un önemli medreselerinde ilim tahsilinde bulunmuş, 1920 senesinde Gümüşhâneli tekkesine devam etmiş ve devrin önemli ilmî, fikrî, siyâsî ve tasavvufî simalarından olan Ömer Ziyâüddîn-i Dağıstânî hazretlerine intisap etmiştir.
Mehmed Zahid Kotku rahmetullâhi aleyh sade, yalın, mütevazi, iddiasız… yaşayış ve duruşuna rağmen, ülkemiz irfan, siyaset ve sosyal hayatında derin tesirler, kalıcı izler bırakmıştır.
Bu eser halefi Merhum Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’nin onun hakkında çeşitli vesilelerle, farklı zaman ve mekânlarda yaptığı konuşmalardan oluşmaktadır.
Bu eserle Mehmed Zahid Kotku rahmetullâhi aleyh’i daha yakından tanıyıp onun feyizli âleminde seyrine doyulmaz bir gezintiye çıkarken, Merhum Mahmud Es’ad Coşan Hocaefendi’nin İslâm’a, insana ve tasavvufa bakışına dair de ipuçları yakalayacaksınız.