Mevzu (uydurma) hadisler konusunda Türkçe’de telif ya da tercüme muhtelif neşriyat bulunsa da Aliyyü’l-Karî’nin eseri ihtilâftan uzak, ittifakla uydurma olduğu kabul edilen hadisleri söz konusu etmektedir. Uydurma Hadisler; Peygamberimiz’e yamanan, uydurulmuş, asılsız sözler ya da onun mübarek sözü olmadığı halde ona nisbet edilen başka zevata ait güzel sözlerdir. Sahabe ve Tabiîn döneminden sonra dini lekeleme ve karalama amacıyla kasıtlı olarak hadis uyduranlar olduğu gibi, ticarî kazanç arzusuyla hadis uyduran çıkarcılar, yöneticilere şirin görünmek amacıyla hadis uyduran dalkavuklar veya insanları ibadete, hayra, iyiliğe davet etme gibi kendilerine göre iyi niyetle hadis uyduran safdil kimseler de olmuştur. Ancak mütehassıs, münekkıd, müttekî İslam âlimlerinin ihlaslı gayretleriyle hadis uydurmacıları ve uydurdukları hadisler tek tek tesbit edilmiş, dinin nezaheti ve sâfiyeti asırlar boyunca aynen korunmuştur. Bu kitapta gerçekten asılsız uydurma hadisler ele alındığı gibi; halk arasında veya ilim dünyasında “Hadis” olmadığı halde çeşitli sebeplerle “Hadis” diye nakledilen sözler de ele alınmaktadır. Bir kısmı manâ itibariyle doğru olan, büyük zevata ait güzel sözler, zaman zaman halkın dilinde ya da bazı eserlerde, yazarlarının derinliğine inceleme imkânı bulamamaları sebebiyle olsa gerek, hadis olarak nakledilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v)’in mübarek lisanından sâdır olmayan sözlerin, güzel sözler olsa bile, onun adına nakledilmesi, o söylemiş gibi kabul edilmesi, bu sözlerin “Uydurma Hadis” kapsamında değerlendirilmesi sonucunu doğurmaktadır. Türkçe’ye ilk defa tercüme edilen el-Masnu’ fî Ma’rifeti’l-Hadisi’l- Mevzû isimli bu kitap, uydurma hadisler konusunda yapılan ilmî çalışmaların özü ve hulâsası niteliğinde bir eser olup müellifi Molla Aliyyü’l-Karî’nin hassasiyet ve titizliği, merhum muhakkik Abdülfettah Ebu Gudde’nin dikkat ve itinası sebebiyle ilim dünyasında takdirle anılan eserlerden biridir.
“Mesafeli durduğumuz konular, sadece ideolojileri, fikirleri, yaşantıları içermiyor; neye mesafeliysek, o mesafelerin bedensel sembolü olarak gördüğümüz insanlardan da uzak duruyoruz. Oysa hepimizin bir arada yaşamak gibi bir sorumluluğu var ve bu sorumluluk sadece bize benzeyene, bizimle aynı fikirde, aynı dinde, aynı cinsiyette, aynı sınıfta, aynı kültürde olana karşı değil; bize hiç benzemeyene karşı da bir sorumluluktur. Herkesin herkesi kendisine benzetmeye çalışarak sadece benzerleriyle yakın bağ kurduğu bir toplumda, farklı olanlar tehdit olarak algılanabilir. Ama tanışıklığın çok olduğu bir toplumda, kimlikler ötekileştirilmeden, huzurla ve birlikle yaşamak mümkündür. O hâlde bugün, tam da şimdi, sorular sormaya, konuşmadıklarımızı konuşmaya başlamalıyız…” Arda Erel, toplumu var eden dille ve hem ayrıştırmayı hem de birleştirmeyi başarabilen kelimelerle zamanın kaydını tutuyor. Aşk ve toplum üzerine yazdığı denemelerle tüm okurlarını konuşmaya, duvarları yıkarak aynı gökyüzünün altında buluşmaya davet ediyor…
“Zafer Algöz’ün ilk kitabı Haşırt Dı Bilekbord satış rekorları kırdı. Haftalarca en çok okunanlar listesinin en tepesinde kaldı. Üniversitelerde, kitap fuarlarında her yaştan, her kesimden okuyucuları ellerinde kitaplarıyla metrelerce kuyruk oluşturdu. Eminim ki, şu an elinizde tuttuğunuz ikinci kitabı Keş On Dı Teybıl ilk kitabından çok daha fazla okuyucuyla buluşacak. Zafer Algöz artık sadece Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük aktörlerden biri değil, o aynı zamanda kalemi eline aldığında okuyucusuna eşi benzeri olmayan ziyafetler sunan müthiş bir yazar.” Candaş Tolga Işık Zafer Algöz’ün hem çok güldüren hem de çok şaşırtan ilk kitabı Haşırt Dı Bilekbord’da başlayan kahkaha tufanı Keş On Dı Teybıl’da sürüyor! Zafer Algöz, Keş On Dı Teybıl’da okurlarını Ertuğrul İlgin, Cüneyt Gökçer, Fikret Hakan, Öztürk Serengil, Nur Subaşı (ve elbette kedisi Siyami Bey), Süleyman Seba, Kamran Usluer, Cem Yılmaz, Can Yılmaz ve daha birçok önemli isimle yaşadığı ilginç anılara davet ediyor. Sinema ve tiyatro dünyasında yaşanan komik, hüzünlü, daima şaşırtıcı ve hiç bilmediğiniz yeni maceralara hazır mısınız?
“Zafer Abimin bu yazılarını okurken gerçekten çok güldüm. Mal güzel. Müthiş bir zamanlama ile yazılmış performanslar gibiler. Bazen bu performanslara canlı tanıklık da ettim, çok şanslıyım. Hem esnek hem beton gibi sağlam öyküler. Peki, hiç düşündünüz mü nedir bunun sebebi? Ben düşündüm. İyi şeyleri ancak iyi çocuklar yapar. Zafer Abim de hiç yaşlanmayan o iyi çocuklardandır.” Cem Yılmaz Zafer Algöz; Kemal Sunal’dan Sadri Alışık’a, Öztürk Serengil’den Fatma Girik’e, Erkan Can’dan Cem Yılmaz’a pek çok sanatçıyla setlerde, sahnede ve dost meclislerinde yaşadıklarını anlatıyor. Haşırt Dı Bilekbord güldürüyor, hüzünlendiriyor ve sanat dünyasının önemli isimlerini daha yakından tanıma fırsatı sağlıyor. Usta bir oyuncunun tanıklıklarıyla sese ve zamana soluk veren öyküler…
“Gerçek bir şaheser! Teknik ve psikolojik olarak mükemmel! Öldürmek mi bağışlamak mı ikilemini en iyi veren roman.” Yaşar Kemal “Livaneli, dönemin saplantılı siyasal inançlarını, roman akışı içinde ustalıkla yedirerek anlatıyor.” Doğan Hızlan Türkiye’nin üretken kalemi Zülfü Livaneli’nin yazmaya başladıktan 29 yıl sonra bitirdiği romanı: Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölü. Ünlü yazar, bu romanıyla dünyanın farklı yerlerinden, Stockholm’e sığınan devrimcilere odaklanıyor. Tüm yaşamları sınavlarla ve kayıplarla geçen bu insanların “biraz güvenlik biraz can sıkıntısı” olarak tanımladıkları mutluluk arayışlarına odaklanıyor. Türkiye’den Stockholm’e iltica eden Sami, yaşadıklarının sorumlularından biri olan eski bakanla kaldığı hastanede tesadüfen bir araya geliyor. Bu karşılaşma, intikam ve affetme gibi temel psikolojik ikilemleri tartışırken, cezalandırma ve yargılama gibi devlet mekanizmaları ekseninde ülkenin ahlaki iklimine de değiniyor. 2001 Yunus Nadi Roman Ödülü’ne layık görülen Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm okurları alışılmışın dışında bir roman tekniğiyle tanıştırıyor. Usta edebiyatçı Zülfü Livaneli, yazar-karakter çatışmasını oldukça şeffaf ve özgün bir şekilde göz önüne seriyor. Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm enternasyonalizm, mültecilik, şiddet, cinayet, aile ve anadil üzerine cesur bir düşünüş biçimi sunuyor.
Kendine iyi bak…
Ama en önemlisi, içine dönmekmiş.
En son da içime yaptığım yolculukla birleştirdim tüm parçaları… Ve aradığımı buldum sonunda…
Sonra istedim ki, bu arayışım bir kitap olsun ve ulaşsın binlerce kalbe…
Hayat yolculuğunda kalbine misafir olmayı çok isterim…
Söylediklerim kadarını biliyorsun. Bir de hissettirdiklerini bilsen…” “Hayatımın en kötü döneminde içimden bir ses internette yazmamı söyledi. Belki yalnız olmadığımı görmek istiyordum, belki de başkalarına, ‘Bak Arda da benim yaşadıklarımı yaşıyor,’ dedirtmek için istiyordum yazmayı.” İçindeki sese kulak verip yazmaya başlayan Arda Erel’in o günden sonra sosyal medyada takipçi sayısı bir milyona ulaştı. Çırılçıplak aktardığı hisleri samimiyetinin de etkisiyle binlerce yüreğe dokundu. Başına gelen her kötü şeyin daha iyisi için zemin oluşturduğunu düşünen Arda, Senin İçin bu kitabı yazdı. Elinde tuttuğun bu kitabı nereye koyduğunu unutma, çünkü ne zaman kendini kötü hissetsen o sana omuz olacak.
Bir uygarlık çevresine girme aşamasındaki toplum, model aldığı toplumun kendine göre bir resmini çizer, o uygarlıkta ve hayat tarzında kendine göre demirleme alanları, referans noktaları saptar. Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm yapı ve kurumlarıyla bir bütün olarak yaşadığı modernleşme olgusu da bu çizgiden hareket etmiştir. 23 Aralık 1876’da Osmanlı İmparatorluğu artık anayasal bir monarşi oldu ve ömrünün son 46 yılını bu rejimle tamamladı. İlber Ortaylı’nın Osmanlı kurum ve cemaatlerinin modernleşme çabalarını irdeleyen eseri Batılılaşma Yolunda Tanzimat, Tanzimat devri basını, Osmanlı parlamentosundaki millet temsili, anayasal rejim sorunu, taşra bürokrasisi, idari modernleşme, mahalli idareler, diplomasi, Osmanlı’da laiklik hareketleri, Osmanlı idaresi altındaki dini gruplar, Alevîlik, Nusayrîlîk, Ortodoks Kilisesi ve Musevîler gibi pek çok konuyu tarihsel perspektifi içerisinde ele alıyor.
Ebû Zer evlenmiş ve mescidden ayrılarak kendi evine yerleşmişti. Evine gelip gidenler evde hiçbir şey göremeyince eşyaların nerede olduğunu soruyordu.
– Eşyalarımızın güzel olanlarını gönderdiğimiz bir evimiz var, diye cevaplıyordu Ebû Zer.
– Neden hemen o eve taşınmıyorsun öyleyse?
– Çünkü evin sahibi bizi dâvet etmiyor.
Ebû Zer adama bakıyor ve devam ediyordu.
– Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, hanımlarınıza kulak verip evlerinizi eşya ile doldurmazdınız. Allah’tan hep beni meyvesinden istifade edilen bir ağaç olarak yaratmasını istedim.
– Böyle olması senin dünyadan nasibini almana mâni mi?
– Rasûlullah demiştir ki: “Ebediyyet yurduna inanan ama aldatıcı dünya için çalışıp çabalayan birine ne kadar şaşarım!”
…
– Ya Rasûlallah, yolda yalnız başına yürüyen bir adam var!
Müslümanlardan biri gördü Ebû Zer’i.
– Ebû Zer olmalı, dedi Rasûlullah.
Yolcu kampa yaklaşıyordu. Gerçekten de Ebû Zer idi gelen. Rasûlullah:
– Allah Ebû Zer’e merhamet etsin. Yalnız yürür, yalnız ölür ve yalnız haşr edilir, buyurdu.
“Kendi kendimizin doruğuna yükseldiğimiz zaman; hayattan, ölümden, sonsuzluktan konuşmak ne kadar kolay, ne kadar doğal gelir. Sonradan, o izlerin üstüne yeniden düştüğümüzde, böyle konuşmuş olduğumuza nasıl şaşarız. Hayır, iyice farkındayım, Creezy ile beraber olduğum sürece beni bir öte dünyanın, sadece sisler içinde belli belirsiz seçebildiğim bir acunun eşiğine kadar götüren bir şeylere dokunuyordum. Ama neydi o dokunduğum? Bilmiyorum. Belki de hiçbir zaman bilmeyeceğim. Biz hepimiz metnini bilmediğimiz ya da metni bizim için okusak da anlaşılmaz kalan bir piyeste oynuyoruz; deney bir işe yaramıyor bu oyunda. Mutluluk ya da mutsuzluk elimizden kaçıp giden o şeyin iki karanlık yüzünden ibaret.
KENDİNE BİR SÖZ VER
Hayatın hızlı temposu içinde isteklerimiz, hayallerimiz, planlarımız günbegün erteleniyor,
hepsi aklımızın bir köşesinde kalıp gizli, saklı dualara dönüşüyor. Hiçbir şeye yetişemiyoruz,
hiçbir şeye yetemiyoruz. Kendimiz olmaktan bile uzaklaşıyoruz.
Uzaklaşma, bir dur ve kendine bir söz ver!
Önce sadece kendin için bir şeyler yapmaya ne
dersin? Gülümse, aynaya bak, konuş, yazı yaz, daha
çok oku, inan… Kalbinin anahtarına ulaşınca
açamayacağın kapı kalmayacak. Çünkü
Kalbin Anahtarı, mutluluğun anahtarıdır…
RUHUNA DOKUN KALBİNİ DİNLE
Yaşadıklarına şükret; iyisiyle, kötüsüyle.
Acının da, mutluluğun da üzerine doğar her yeni gün. Zaman geçer sen yenilen diye.
Yarın neler olacak diye düşünmekten daha iyisi,
yarın neler yapman gerektiğini bilmektir.
Bil, düşün, yardım et, sev, dokun, yaşa.
Her yaşadığın aslında seni sen yapıyor;
çünkü mutluluk varış değil,
yoldaki mücadelenle gelendir.
Bu yolda Kalbin Anahtarı 2 sana rehber olacaktır.