Yavuz Bahadıroğlu

Gazeteci yazar Yavuz Bahadıroğlu 1945 senesinde Rize'de dünyaya geldi. Gazetecilik mesleğine ise 1971 yılında başladı. İlk olarak Yeni Asya-Yeni Nesil gazetesinde muhabirlik yapmaya başlayan Yavuz Bahadıroğlu araştırma, röportaj ve fıkra yazarlığı yaptı. Gazetecilik mesleğinin yanı sıra dergi ve şirket yöneticiliği de yapan yazar gazetecilik dönemlerinde çocuklar için eserler üretti. Yazarın yüze yakın çocuk romanı ve hikayesi yayınlandı. Bu eserlerini yayınlarken Yeni Asya gazetesinde köşe yazarlığına devam etti. yavuz Bahadıroğlu'na popülerlik kazandıran Sunguroğlu romanı ve ardından Buhara Yanıyor romanı ile Türkiye'nin en çok satan romanlarının yazarı olarak ün yaptı. Yetişkinler için yayınlandığı romanlarda konu genelde Osmanlı dönemini ele almıştır. Bu alanda yazdığı 30 kadar eseri vardır. Günümüzün en üretken yazarlarından biridir. Yurt içi ve yurt dışında sayısız konferans veren yazarın bir çok ödülü de bulunmaktadır. Yazar şuan Yeni Akit gazetesinde yazmaktadır.

  • Mimar Sinan Mimarideki Osmanlı Mührü

    Sinan camileri böylesine bir bütünsellik içerir: Mermeri sanatla, sanatı hayatla buluşturur. Daha avluda şaşırıp büyülenmeye başlarsınız. O şaşkınlık ve hayranlık deminde, kapıya ve pencerelere bakın: Pencerelerle duvarların büyüleyici uyumunu, kündekârı kapının kubbelere yükselişini, kudret eliyle serpiştirilmiş hissini veren “çil çil kubbe”lerin yer yer minareleşip gözü hiç rahatsız etmeden sonsuzluğa ulaşımını seyredin… Sonra, Yahya Kemal’in şiirinin içine girer gibi, camiye girin, kürsünün mihrapla, mihrabın minberle, hem birbirinden bu kadar farklı ve bağımsız, hem birbirine bu kadar yakın, böylesine derin ve huzurlu bir iç içeliğin nasıl sağlandığını düşünün… Kubbelerdeki sadelikle duvarlardaki renk cümbüşünün zıt gibi duran karakterlerinde Sinan’ın ruh halini çözmeye çalışın: İmkânsıza âşık olan dehâ, her eserinde “imkânsız”ı denemiş ve gerçek hayatta yapamadığını yapıp “zıtların estetik uyumu”nu yakalamıştır! “Ve minel aşk!” Unutmayın: Sanat, “sonsuz”un ve “aşk”ın adıdır.

    5,64
  • Sultan-ı Cihan Abdülhamid Han

    Kimi “Kızıl Sultan” dedi, kimi “Ulu Hakan”; Sultan II. Abdülhamid, “ifrat” ile “tefrit” arasında kaldı.
    Hâlbuki o, bütün tanımlamaların ve yakıştırmaların dışında, sadece devletini korumaya çalışan, bunu yaparken de sürekli ihanetlerle, suikastlarla karşılaşan, buna rağmen çok zor bir dönemde en zor görevi 33 yıl fasılasız sürdüren “Son İmparator”dur!
    Temelde kendisi gibi inanan insanların bile hışmına uğramış, o “devlet” derken “hürriyet” diyenler tarafından hırpalanmıştır. Derme-çatma “Hareket Ordusu”nun İstanbul’u kuşatması karşısında “Kardeş kanı dökülmesin” diye tahttan çekilmeyi kabul etmesi bile tam manasıyla anlaşılamamış. Bir taraf “korktu-bıktı-kaçtı” derken, diğer taraf “kişisel fedakârlık yaptı” demiştir.
    Biz ise muhaliflerinin ve taraftarlarının öne sürdükleri gerekçelerle ona/zamana bakıp hiçbir hüküm vermeden onu ve zamanını okumaya/anlamaya çalıştık. Günümüzü kavramak için bu bir zarurettir.

    7,94
  • Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul’un Fethi – Gençler İçin

    Osmanlı’da saltanat sırası Sultan II. Murad’a gelmişti. O da kuşattı İstanbul’u, fakat Peygamber müjdesi şehir, Peygamber adaşını bekliyordu:

    “Hz. Muhammed (sav) Peygamber’in müjdesini Sultan Mehmed gerçekleştirecekti.”

    Sultan II. Murad, ya bunu hissettiği ya da birileri (bazı kaynaklar Hacı Bayram-ı Veli olduğunu yazar) kulağına fısıldadığı için en verimli çağında tahtı terk etti. Bu görülmemiş derecede büyük fedakârlıkla müstakbel fatihin (oğlu Sultan II. Mehmed) önünü açtı. Ama kaderden henüz izin çıkmamıştı. II. Murad, bir süre sonra saltanat makamına dönmek zorunda kaldı. Yenmesi gerekeni yenip, alması gerekeni aldıktan sonra, her fani gibi o da “terk-i dünya” eyledi.
    Şimdi sıra onundu…

    Sünnet yolundan Peygamberinin müjdesine yürüyecek, “alınmaz”ı alıp “Fatih” olacaktı. Henüz yirmi yaşındaydı. Çocuktu, ama yüreğini inancıyla bütünleyerek atom çekirdeğine dönüştürmüştü. Ya alacak ya da ölecekti! Ölmedi, aldı.
    Çünkü o, gemileri karadan yürütmeyi düşünecek kadar geniş ufukluydu…

    9,09
  • Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman

    ‘Zigetvar sahasında dağ ve gök Zülfikar kılıcının şeklini alarak
    yatarlarken, hilalin nazlı yükselişi yorgun Kanunî’ nin zihnine serin alevler vererek bir nebze coşturmuştu. Bilal’in ezanı kulağında uğuldarken, Hâlid’in nârası, Saad’ın satveti Kâbe’nin kokularıyla karışarak bir bad-ı sabanın kollarında gelip hüzünlü bir ferahlıkla etrafını aldı, kutlu bir davetin müjdesini getirdi.
    Hasta Padişah için uzun geçen bir geceden sonra sabaha karşı toprak üzerindeki karanlık örtü canavardan kaçan sürüler gibi
    dağılırken, onun ardından bembeyaz gümüşî sabah perdesi
    son bir kere daha yeryüzüne geriliyordu.’

    Osmanlı’ yı gücünün ve ihtişamının doruğuna çıkararak Viyana
    kapılarına kadar dayanan, Anadolu’ dan Hristiyan Avrupa’ nın
    göbeğine aralıksız akınlar düzenleyerek dünya haritasını yeniden
    şekillendiren, Akdeniz’ i tam bir ‘’Türk Gölü’’ haline
    getiren, Süveyş’ te kurduğu donanma ile Kızıldeniz’ i ve Kutsal Mekke-Medine topraklarını emniyet altına alan, 71 yaşında ve
    hasta bir haldeyken bile ordusunun başında sefere çıkan, Zigetvar kalesi’ nin zaptı sırasında top sesleri arasında şehid olan
    SULTANLAR SULTANI…

    11,39
Open chat
Wie können wir Ihnen behilflich sein?