Fatma Barbarosoğlu, 1962 Afyonkarahisar doğumludur. Orta öğrenimine son yılına kadar İstanbul'da devam etmiştir. 1980 yılında Afyon lisesinden mezun olmuştur. 1984 yılında da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünden mezun olmuştur. Fatma Barbarosoğlu, yüksek lisansını aynı bölümde "Türk-İslam Felsefesinde Tasavvufi Eğitimin Değerlendirmesi" başlıklı bir tez hazırlayarak 1987 yılında tamamlamıştır. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyal Yapı-Sosyal Değişme Ana bilim Dalında "Modernleşme Sürecinde Moda-Zihniyet İlişkisi" başlıklı tezi ile sosyoloji doktoru olmuştur. Fatma Barbarosoğlu'nun söz konusu tezi, "Moda-Zihniyet" adı ile İz Yayıncılık tarafından 1995 yılında yayınlanmıştır. Akademik çalışmalarının yanı sıra edebiyat ile de meşgul olan Fatma Barbarosoğlu roman, hikaye ve deneme türünde birçok kitap kaleme almıştır.
Çelebi kim bilir hangi duygularla, “Gün akşamlıdır devletlüm; dün doğduk, yarın öleceğiz,” der. Günün akşamlı olduğunu bilmek, sükût ve sükûn içindeki bir akışın temposunu ayarlar. Gün akşamlıdır ve her gecenin bir sabahı vardır. Günün ayarı, güneşin elinden alınıp mesai saatlerinin hizmetine verildiğindendir belki, şimdi bütün günler akşamsızdır. Fatma Barbarosoğlu bu kitabında, bitimsiz bir biçimde şimdiki zamanı yaşayanların serüvenlerini anlatıyor.
“Gidişleri özleyen bir Gülsun yaşıyor hâlâ içimde. Gurbet iklimlerinde üşümüş Gülsun’a inat yaşayan. Bu şehirden kimin için gidilirdi? Kime gidilirdi? Kime kaçılırdı? Lüks otellerin çay salonlarında, uzak diyarların iklimini kadehlerine karıştırıp yudumlayanlara dalıp gitmiş bir Gülsun. Kazanılan bir burs. Uzak diyarların iklimini koklatan… O kokunun karşısına annenin gözyaşları çıkar. Babanın dudağı hayır demek için bile aralanmaz. Kız başına, tek başına gâvur memleketlerine gitmek…” Fatma Barbarosoğlu gidemeyenleri, ne geldiği ne gittiği yere ait olamayanları, yarım kalmış aşkları, başkasının hikâyesinde acı bir hatıra olarak zapt edilmiş hayatları anlatıyor…
Fatma Barbarosoğlu Eleştiri Üzerine Yedi Söyleşi kitabında edebiyat, kültür ve eleştiri tarihimizde kendine özgü bir dil, tarz ve üslup geliştiren isimlerle eleştirinin temel çerçevesini çiziyor. Tarık Buğra, Memet Fuat, Fethi Naci, Tahsin Yücel, Gürsel Aytaç, Ayşe Şasa ve Mustafa Kutlu eleştirinin tüm yönlerini ortaya koyarken eleştirimizin yakın/uzak tarihini de yeniden düşünme imkânı sunuyor. Türk edebiyatındaki, dolayısıyla kültür dünyamızdaki süreklilik ve kopuşları kapsamlı bir şekilde kavrama fırsatı veren çalışma okura, edebiyat ortamından eleştiri geleneğine, iz bırakan dergilerden anlama ufuklarına değin geniş bir alanda rehberlik ediyor. Eleştiriyi anlamak, bilmek, keşfetmek odaklı söyleşiler 1990’ların edebî kamusunun bugüne kıyasla pek de kırılgan olmayan yapısına dair ipuçları verdiği gibi soruyu soranın bireysel tarihine dair işaretler de taşıyor. Sorular aşağı yukarı aynı frekansa sahip iken cevaplayanların meşreplerini ve mizaçlarını ortaya koyan “farklı frekanslar” okuyucunun dikkatinden kaçmayacak nitelikte. Eleştiri Üzerine Yedi Söyleşi, sadece eleştiri yordamlarıyla değil; kültürle, düşünce tarihiyle, sosyoloji ve sinemayla ilgilenenlerin de dikkatini çekecek derinlikte tartışmalar barındırıyor.
Her kuşak çocukluğunun renklerini kendi çocuklarına armağan olarak saklamayı düşünür. Her kuşak dünü bugüne, bugünü yarına taşıyacak toplumsal çerçevenin kavi olmasını talep eder. Barbarosoğlu ve Şişman, neoliberal politikaların inşa ettiği yeni ebeveyn kültürünü, anne baba olmanın tarihî tecrübesi üzerinden değerlendirerek günümüzde çocuk yetiştirmenin neden giderek zorlaştığını hem genç anne babaların hem de eski kuşakların anlaması için bir izlek ortaya koyuyor. Adı Konmamış Çağda Yeni Anne Babalar, çağdaş çocuk yetiştirme süreçlerine ve ebeveynlerin karşı karşıya olduğu güncel sorunlara, tecrübe ile bilgiyi harmanlayan bir bakış açısı ile yaklaşıyor. Gelecek kuşakları yetiştirme sorumluluğunu sadece anne babalara yükleyen toplumsal çerçevenin artıları ve eksileri, filmler, romanlar, hikâye ve masallar üzerinden analiz ediliyor.
1890’ların dünyası ona ziyadesiyle aşina idi.
Namı sadece Osmanlı coğrafyasında değil İngiltere’de, Fransa’da, Amerika’da da duyuldu. Kitapları Arapça, Fransızca ve İngilizceye çevrildi.
Ortadoğu’nun bütün kadınları bir kale gibi Fatma Aliye’ye yaslandı.
Sonra.
Olanlar oldu.
İttihat Terakki ile silinmeye çalışılan adı, Cumhuriyet döneminde tamamen unutuldu.
Adı ne antolojilerde yer aldı ne edebiyat tarihlerinde.
Ta ki Uzak Ülke yayınlanana kadar.
Fatma K. Barbarosoğlu, “Uzak Ülke” dedi. Uzak Ülke’ye kelimelerden seferler düzenledi.
Fatma Aliye’yi artık herkes Barbarosoğlu’nun kaleminden tanıyor.
devamını oku
Otoritesi eleştirilmezlik üzerine kurulu olan moda, güzelin tarifini değiştirdi: “Moda olan güzeldir.” En çok tartışılan ve göze batan zevkler ve renkler bile, modanın şemsiyesi altına girdiğinde “zevkler ve renklerin tartışılmazlığı” payesine yükseldi. Kitle kültürü içinde milyonlarca insan aynı şekilde giyinip aynı şeyleri tüketirken modacılar, modanın “oluşmayan sınır”ını hareket ettirip durdular. Çalışma modanın eleştirilebilirliğine bir kapı aralıyor.
Anlam dünyasının farklı uçlarında yer alan iki kavram; şov ve mahrem. Postmodern dönemde, “mahrem” olanın sınırları “şov” tarafından aşındırılıyor ve şov, mahremi esir alıyor. Kitle kültürünün içine sıkışmış insan, varolmanın yolunu “fark edilmekte” buldukça görüntülere sığınıyor Kimlikler imajlar üzerinden inşa edilirken dinî/ahlakî normların yerinin modanın lokomotifliğinde tüketim kriterleri alıyor. Artık sokaklar sahne, insanlar oyuncu. Oyunu yazanlarsa “kamusal alanın mübarekleri” yani modacılar. Kutsalını kaybeden dünya, yeni kutsallar arayışında modacılara teslim oluyor. Mahremiyet sınırlarında kalması gerekenlerin teker teker “şov” malzemesine dönüştürüldüğüne bir dönemde Sosyolog Fatma Barbarosoğlu, çağımızın çelişkisi üzerine yazdı; Şov ve Mahrem.
devamını oku
İnsan, gezegenin en fâni şahidi. Tanıklıkların izi, her bireyin zihninde farklı resimlerle kayıtlı. Soldukça güzelleşenler de var durdukça çürüyenler de. Günün izi düne düştüğünde; hatırlananlar da farklılaşır hafızanın mahzeninde, saklananlar da… Unutmak istenenlerle muhafaza edilmek istenenler birbirine karışarak akar bilincin ırmağında. Fatma Barbarosoğlu 2020’nin hatıra ve hafıza kaydını, hayatın en saf, en dokunaklı anlarını öykülere yükleyerek tutuyor. Hatıra Kadar Narin Hafıza Kadar Zalim, zamanın akışını tecrübe üzerinden yakalayamayanlara sunulmuş bir armağan…
1970’lerden günümüze hatıralardan yansıyan latif bir iklim… Kişinin kendisiyle yüzleştiği aynaya düşen yaralı izler… Yaraların üzerinden berrak bir dere gibi akan cümleler… Herkesin kendinden, yakınlarından izler bulacağı, bulduklarını şarkılara yaslayacağı, olmak ile ölmek arasındaki gerilimi ince bir sızı olarak hissettiren hayat sahneleri… Bireyin araftaki yalnızlığına eşlik eden ekran tekinsizliği… Genç kızların kariyer imtihanları… Üçüncü kişiler tarafından denetlenip derecelendirilen evlilik hikâyeleri… Fatma Barbarosoğlu hayatın izini cümlelerle nakışlamaya devam ediyor.
“21. yüzyılda dünyanın yarısından fazlası karantina altında yaşarken, ekranlardan bize tarihe tanık olduğumuz söylendi ama büyük ihtimal, bu kitap elinize ulaştığında yaşadıklarınızı siz bile hatırlamakta güçlük çekeceksiniz. ‘O yaşadığımız neydi?’ diyeceksiniz. Maske ile sokağa çıktığınız ilk günü hatırlayacak mısınız mesela? Pencereden korku ile bakışınızı… Yazmadıysanız, yaşadıklarınıza bir dostunuzun kulağını şahit tutmadıysanız birkaç yıl sonra karantina günleri sadece bir cümle olarak kalacak zihninizde. Sonra belki o dahi silinecek…” Karantina Günlerinde Evin e-Hâli, yaşananlar “an”ın içinde tarih olurken okuyucuyu, sözlü kültürü yazılı formda muhafaza eden bir sohbet iklimine davet ediyor. Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman, 2020 mart, nisan, mayıs aylarında karantina altındaki gündelik hayatın kaydını tutuyor; eğitim, iş, alışveriş… her şeyin evlerde, uzaktan tecrübe edildiği bir ortamda “Olmakta olan nedir?” sorusuna cevap arıyorlar.
devamını oku
“İnsan kaderine doğru mu gider yoksa kaderi mi her hâlükârda insanı gelip bulur? Kader kendisine gittiğimiz midir, kendisinden kaçtığımız mı? Gidişlerin ve gelişlerin yolu sandığımız kadar net değil. Bazen gidiş zannettiğimiz şey, kaçmaya çalıştığımız yere hızlı bir dönüş olabiliyor.”
“Hakikat İncinmesin” dört kadının iç içe geçen hayatlarını; ölüm, mahremiyet, masumiyet, hatıralar, yaşlılık ve gençlik üzerinden başlatılan bir sorgulamaya dönüştürüyor. Fatma Barbarosoğlu bu romanında okuyucusunu yakın tarihin değil, yakan tarihin bellek duraklarında ağırlıyor.
‘’Bura’’da kimse yok mu !
Öteki, beriki, biz, siz, onlar, hepimiz ‘’ora’’ dayız.
Mutluluğunu / öfkesini başkalarına onaylatmaya kalkan herkes, ‘’bura’’ yı terk edip, bir başkası olarak ‘’ora’’ya, sanal aleme iltica ediyor.
İnsanoğlu, 19.yüzyılın teknolojisine uzuvlarını kaptırdı.21.yüzyılın teknolojisine ise duygularını ve benliğini kaptırıyor.
Dünya başkalaşıyor, değişiyor.Gündelik hayatın dijital kültüre yaslanan değişimini, öyküler üzerinden idrak etmek isteyenler için:
Her günü bir ölçek Mutluluk Onay Belgesi.
Fatma Barbarosoğlu’nun kaleminden ‘’Sanal Cumhuriyet’in yalnız vatandaşlarını okumak, kalbinize, aklınıza, fikrinize iyi gelecek.
Sosyolog Dr. Fatma Barbarosoğlu, İmaj ve Takva’da İslamcıların alternatif kamu arayışlarını; bu arayış esnasında kamusal alanı takvaya uygun olarak dönüştürme girişimlerinden vazgeçişlerini; hakim kamuya eklemlenme ve imaja sığınma süreçlerini yakın plan fotoğraflar eşliğinde tahlil ediyor. Tahliller, ateşin içinden umut çıkarmaya uğraşan bir kalbin, mesuliyet taşıyan bir bakışın ürünü olmaları sebebiyle dikkat çekici ve tarihi bir öneme sahip. Bu önem Barbarasoğlu’nun bir kadın olarak “kadın bakış açısı” içinde hapis olmama dirayetinden de kaynaklanıyor. Meselesine tümüyle vakıf bir kalemin “sözü yormayan” berrak bir ifadesi, İmaj ve Takva. Bu özelliğiyle hem imaj hem takva diyenler kadar, daima takva diyenlerin de vazgeçemeyecekleri bir kitap.
Marx’ın ‘’Kapitalizm , gölgesini satamadığı ağacı keser .’’cümlesi ile Efendimizin ‘’Hurma sizin halanızdır. ‘’ Hadis-i Şerif’ini aynı gün öğrendim. İlkini anlayacak kadar eleştirel bakışım gelişmemişti henüz.Efendimin cümlesinin anlamını içimde hazır buldum.
Her ağacı o gün bugündür akrabam bildim.
Ağaçların en çok gövdesine sarılmayı sevdim.
Ağaçların gövdesine sarılmayı sevdim . Çünkü canımın canı
Annem bulduğu her toprağa ağaç dikerdi.
Annemin, hayatın acılarına karşılık bir teselli olarak ağaç dikişini idrak ettiğimde, otuzlu yaşlarımı geride bırakmıştım.
Ömür denilen şeyin bir teselli arayışı olduğunu öğrenmeye henüz başlamıştım.
Işte tam o sıra Yusuf Hemedani’nin cümleleri mihmandarım oldu.
‘’Hayat Teselli Olmatır , herkes tesellisini kendi nev’inden arar ‘’ diyordu.
Yusuf Hemedani . Ben tesellimi kelimelerde buldum.
Son peygamber, Yaratıcıdan gelen son kitabı kullara ulaştırdıktan sonra, hangi zamanda yaşarsa yaşasın faniler kendi zamanlarını ahir bildiler. “Ahir zamana kaldık” diye dertlenen şairin yaşadığı devrin üzerinden yüzyıllar gelip geçti. Kendini bilen her fani zamanını ahir bildi. Hüznüne tebessüm, tebessüme hüzün ekti. Ahir Zaman Gülüşleri, “Hikaye merhemdir, usul usul geçer yaraların üstünden” diyen sosyolog-hikayeci Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun dördüncü hikaye kitabı Çağdaş hikayenin önde gelen isimlerinden olan Barbarosoğlu, Ahir Zaman Gülüşleri’nde değişimin hızı karşısında insan olma cevherini koruma çabası gösteren ahir zaman insanının trajik-komik hikayesini usta bir dille sunuyor okuyucularına.