Ketebe Yayınları

  • Bir Rüyayı Hatırlar Gibi Savaştan Önce Suriye

    Bir Rüyayı Hatırlar Gibi: Savaştan Önce Suriye, bugün artık kaybolup gitmiş ve darmadağın olmuş bir derinliğin izlerini sürüyor. 2011’den önce Suriye’de hayat nasıldı? Tarihî ve kültürel miras ne durumdaydı? Suriye’nin uzak ve yakın tarihinin dönüm noktaları nelerdi? Ülkenin iç dinamikleri nasıl şekillenmişti? Din adamları ile siyasetin ilişkisi hangi seviyedeydi? Suriye toplumunun çok çeşitli katmanları arasında nasıl bir irtibat vardı? Bir Rüyayı Hatırlar Gibi: Savaştan Önce Suriye, işte bu ve benzeri sorular çerçevesinde, en uzun kara sınırını paylaştığımız güney komşumuzun ayrıntılı ve çok boyutlu bir haritasını çizmeyi deniyor. Hem Suriye’yi yakından tanıma hem de Suriye topraklarında yaşayan insanların zaman içinde sürüklendiği farklı serüvenleri kavrama adına. Ve elbette, tüm bunların sınırın bu yakasıyla bağlantılarını da kurarak… Taha Kılınç, kitabı neden kaleme aldığını ve yazmakla neyi amaçladığını şöyle anlatıyor: “…Tasvir etmeye çalıştığım manzaranın, bizim şahit olduklarımızı ancak kitaplardan okuyacak olan gelecek nesillere, kendi tarihlerini yazarken ışık tutacağını ve yol göstereceğini ümit ediyorum. Biz kendi dönemimizde sadece ‘şahitlik’ yapmakla yetinmek durumunda kaldık. Belki onlar, bizim tecrübelerimizden de çıkaracakları derslerle, kendi dönemlerinde belli hataların tekrarlanmaması için gerekli tedbirleri almayı başarırlar. Tarihi okumaktan ve yazmaktan murat, zaten başka nedir ki?”

    9,90
  • Bir Ömür Ramazan Ruhun Ziyafeti

    ÖMRÜ RAMAZAN OLANIN AHİRETİ BAYRAM OLUR Kemal Özer, modern dünyanın dayattıklarına inat Ramazan ruhuna uygun beslenme anlayışını sofralarımızın baş köşesine buyur ediyor. Bu sofra sadece bir arınma değil aynı zamanda ebedî bir bayramın müjdecisi. “Günümüzde insanlar hem iftar hem de sahurda diğer günlerden daha fazla yiyerek orucun sıhhatine zarar verebiliyor. Ramazan’a 75 kilo giren bir kimse Ramazan’ı kilo alarak tamamlıyorsa veya bayrama hâlâ 75 kilo olarak ulaşıyorsa, o kişi orucun kendisine sağlayacağı yararlardan bedenini mahrum etmiş demektir. Bilakis bedenin istirahat ve arınma hakkını engellemiş ve kendine zulmetmiştir. Şayet Ramazan ayı ile diğer aylar arasında hem fizyolojik hem de ruhî bir değişim olmayacaksa oruç tutmanın bir mânâsı olabilir mi? Kullarının aç kalmasından Allah’ın hâşâ bir menfaati olmadığına göre, oruç tutarak aç kalmamız maddî ve mânevî bir arınma sağlamayacak ise niye kendimizi bazı nimetlerden mahrum edelim ki? O hâlde orucu nasıl tutmalı? Orucun maddî ve mânevî arınmasından nasıl yararlanmalı? Normal günlerde çoğu kimse için iki öğün yeterken oruçlu iken dört beş öğün yemekten nasıl korunabiliriz? Bu soruların cevabını Ramazan sofralarımız ile tüketme biçimimizi gözden geçirerek verebiliriz.”

    6,79
  • Kayıp Halka İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Anlam Küresi

    Bu topraklarda bizim mensup olduğumuz kültür nasıl bir nazarî düşünce tecrübesi yaşamıştır? Bu kültüre mensup insanlar ne düşünüyorlardı, nasıl düşünüyorlardı, niçin düşünüyorlardı? Başka bir deyişle, ne tür soru ve sorunlara sahiplerdi; dertleri ne idi; bu sorunları, dertleri nasıl kavramsallaştırıyorlardı; hangi yöntemleri kullanıyorlardı ve çözümlerini üretirken ne tür bir kendilik bilincinin içinde hareket ediyorlardı? Muhtelif zamanlarda kaleme alınmış altı makaleden oluşan bu kitap işte bu soruların yanıtı için genel bir çerçeve çizmeye, bir kılavuz oluşturmaya çalışıyor.

    9,09
  • Derin Yapı / İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Kavram Çerçevesi

    İslam medeniyetinde tarihî süreç içinde, siyasi iktidarların değişmesine karşın ulemanın yüklendiği bir ilmî süreklilik söz konusudur. Söz konusu ilmî süreklilik İslam medeniyetindeki hem hayat görüşü hem de dünya resmi kavramlarındaki sürekliliğin de temelini oluşturur. Ancak derin-yapıdaki bu süreklilik, aynı zamanda nazarî ve istidlâlî yöntemlerle üretilen kavram ve yargılardaki değişim ve oluşumların da nedenidir. Değişik zamanlarda kaleme alınan bu çalışma, hem İslam-Türk felsefebilim tarihindeki derin-yapının nazarî ve istidlâlî kavram ve yargı uzayında yaşadığı değişim ve oluşumları tarihî bağlamı içinde ele alıyor, hem de gelecekte İslam hayat görüşü çanağında yeniden üretilecek felsefe-bilim bakış-açılarının nazarî ve istidlalî kavram ve yargı imkânlarına tarihî deneyimi yorumlayarak işaret ediyor.

    9,09
  • Akıllı Türk Makul Tarih

    İnsan tabiata doğar, hayatı ise kurar. Hayat hafızayla, geçmişle, tarihle hayat bulur. Tarihi bilmeyen insan, geçmişi bilmeyen insan demek değildir; geleceği bilmeyen, hayatı ön-göremeyen insan demektir. 1000 yıldır bu topraklarda tarih yazmış Türkler, ancak tarihi tecrübelerine mensubiyet; inşa ettikleri medeniyete aidiyet duymakla dik durabildiler. İşte bu deneme Türk kimliğini teşrihe çalışıyor. İnsan olmaklığı en temel varoluş tarzı olarak benimseyen, bu yüzden de sırtlanların arasında yalın-ız kalmış ama dik-duruşunu, yürüyüşünü, kısaca kendilikini koruyarak yeni bir hayatı teklif ve temsil etmeye çalışan Türk’e, bu gayreti kemale taşıyacak ilkeleri ve hedefleri işaret eden yazılardan oluşuyor.

    7,94
  • Tarihe Tanıklığım Otobiyografik Kayıtlar

    “Buradakiler hayatımın belirli kesitleri çünkü hayatımın tamamının bazı kısımlarını unuttum, bazı kısımları da bana özeller. Geriye kalanlar ise biyografiden çok tarihi kronoloji mahiyetinde. Hayatımı takip eden hadiselere ilişkin hikayeler, gerçek şekilde, kendimize ait hikayeler ne kadar samimi ve doğru olabilirse o ölçüde anlatıldı. Hatıraların nasıl kaleme alındığını bilmiyordum. Meşhur Churchill’in eserini okurken edebiyatın bu türünde, Churchill’in kendisinin de ifade ettiği üzere, yazarın tarihteki siyasi ve askeri gelişmeleri kendi şahsi tecrübeleriyle bağlantı kurarak yazdığını anladım. Bu nedenle de hatıralar her zaman subjektif görüşlerdir. Bu tarih değildir ve tarih, onu yaşayanlar tarafından yazılmamalıdır. Kitap metninin nisbeten büyük bir kısmı, o döneme ait mektuplar veya mektupların kesitlerinden, konuşmalardan ve mülakatlardan oluşuyor.Bunlardan bazılarını bütün olarak almayı veya geniş şekilde sunmayı gerekli gördüm zira bunlar benim cereyan eden hadiselere mesafesiz, hızlı ve bazen de anlık tepkilerim. Bunu yaparken, geçmiş olaylara şahitlik etmenin en aslına uygun yolunun bu olduğunu düşündüm. Üstelik bu sayede buna benzer yazılarda sıklıkla görüldüğü gibi kendimi olduğumdan daha akıllı göstermekten de kaçınmış oldum. Kısacası, bundan sonra gelenler tarihimizin zor bir dönemine ilişkin benim doğrularımdır.”

    11,39
  • Fuzulî Ne Demek İstedi?

    Bu kitabın amacı İslâm-Osmanlı-Türk entelektüel tarihine ilişkin bir okumanın nasıl yapılabileceğini bir beyit üzerinden göstermeye çalışmak ve bu beyit edebî ve meşhur olduğu için de elden geldiğince geniş bir kesimle irtibat kurabilmektir. Söz konusu amacın gerçekleştirilmesi için “mahsûs olmadan Doğa üzerine, ma’kul olmadan Tanrı üzerine, menkûl olmadan Din üzerine, mısdâk olmadan Kavram üzerine konuşulmaz” ilkesi benimsendiğinden, öncelikle mefhumların dünyasına kısa bir seyahat gerçekleştirildi, daha sonra beytin yapısını oluşturan; ilim, ışk, âlem ve kîl ü kâl terimleri sırasıyla incelendi. “Yorum doğru anlamaktan daha çok, yanlış anlamamak için verilen bir uğraşıdır” cümlesinin fehvasınca hareket edildiğinden ve doğru anlama, yanlış anlamamak için gösterilen uğraşının bizzat kendisi olarak görüldüğünden kadîm yanıtların arkasındaki sorular, kaygılar ve korkuların neler olduğu söylenilenlerin amacı açısından incelendi. Akabinde, farklı kültürlerde, benzer soru-kaygı-korku sürecinin yarattığı yanıtlardan bir demet sunularak insan olmanın ortak yanı gösterilmeye çalışıldı.

    7,94
  • Soruların Peşinde

    Soru sormak insanlığın mukavvim bir unsurudur… İnsanın mâ-cerâsı bir soruyla başladı; soru ile muhatap alındık; mesul ve mükellef kılındık. İnsan da bir sorudur; henüz tamamlanmamış, örüntü hâlinde, tüketilemeyen… Ve en büyük sorumuz: Varlık, insanı var-kılmakla ne demek istiyor? Uğraşımız, bu denmek-isteneni tespit etmek, yani manâyı, yani anlamı. İnsanın nihaî devası da bu anlamı bulmaktır; ancak insan için, bulmak değil aramak esastır. Aramak, yani yola çıkmak, yani sormak; fakat her yanıtın bir menzili vardır; o menzile varmadan o yanıt nâzil olmaz; çünkü nuzûl, menzile tâbidir…

    7,94
  • Kendini Bulmak

    İnsan bir kendilik arayışıdır. Kendilik-bilincine ermiş insan, çağdaş dünyada anlamın yitimini (dis-enchanment) en derinden yaşamış birey ve tür olarak varlığını korumak için var oluşunu, var olmayı ve hayatı yeniden anlamlı kılmalıdır. (re-enchantment) Nasıl? Kendi olmuş, kendilik bilincine ermiş, ferdiyetini kazanmış kişioğlunun alâmet-i fârikası “âmentu bi…” diyerek iyi, doğru ve güzel/yüce ile bağını en sahih biçimde kurmak; bir meta-fizik var olan olarak kendini yani emâneti yani akletmeyi yüklenmek; hesabı verilmiş bir hayat görüşü içinde yaşam ile ölümü bir süreklilik içinde idrâk etmek; madde ile manâyı birbirinin yerine ikame etmeksizin sahiplenmek… Ve dahi geçmişiyle geleceğinde buluşmak için teklif sahibi olmak; verili, hazır reçetelerden medet ummadan halis niyetle yola çıkmak ve yolda hatalarını doğrularına azık kılmak… İşte bu deneme, böyle bir yola çıkışın azığı olmayı mütevazı bir biçimde teklif ediyor…

    7,94
  • Hasta Değil Susuzsunuz

    Bu kitap, insanların su ile ilgili en temel sorularına cevap veriyor: Hangi su iyi, temiz ve sağlıklı? Hangi suyu içmeli, hangilerinden de uzak durmalı? Çocuklarımıza hangi suyu içirmeli? Sıhhî suyu hangi zamanda ve ne kadar içmeli? Su içmemenin yol açtığı hastalıklar neler? Suları kirleten unsurlardan nasıl korunuruz? Bu sorular son derece mühim, çünkü sularımız gözle görülemeyen çok tehlikeli maddelerle kirletiliyor. Ev ve endüstriyel çöplerin yanı sıra özellikle yoğun ve yaygın olarak kullanılan tarım zehirleri, bazı maden faaliyetleri toprağı, su kaynaklarını kirletiyor. Bitkileri ve hayvanları dolayısıyla insanları toksik maddelere mâruz bırakıyor. Bunlar yetmezmiş gibi ister şehir şebeke suları, isterse de ambalajlı ticari sular olsun hem tehlikeli maddelerle dezenfeksiyon işlemlerine tabi tutuluyor, hem de ambalajlarında BPA ve fitalat yüzünden başta insan olmak üzere tüm canlıları kanser olmasına, kısırlaşmasına ve engelli doğumlara yol açıyor. Evet, SU sadece okulda öğretilen H2O formülünden ve pH değerinden ibaret değil. SU, organik ve inorganik maddelerde ihtiva eden bir hayat membaı. Yâhut da hastalık üreten bir silah… Ayrıca su kodlanabilen ve kodlanarak şifa veya derde yol aça bilen bir madde. Bu nedenle suların biyolojik, kimyevî ve radyolojik kirlilik taşımaması gerekir. Öte yandan besin cevherleri yani mineraller açısından da zengin olması şart. İşte bu eser, zemzemden musluk suyuna, ambalajlı sulardan mâden sularına kadar tüm su çeşitlerini bu yönleriyle ele alıyor, en sıhhî suyu tarif ediyor. Zemzemi dünyanın en mükemmel suyu kılan nedenleri ve iyileştirici gücünü sıralıyor. İbn-i Sina’dan Muhammed Şirvânî’ye İslam ve Osmanlı hekimlerin suya dair görüşlerini aktarıyor.

    11,39
  • Mişkatü’l-Envar Nur Metafiziği

    Mişkâtü’l-Envâr, İslâmî ilimler ve İslâm düşüncesi tarihinde bir dönüm noktası teşkil eden Gazzâlî’nin, Nûr Sûresi’nin 35. âyetine yazdığı bir nevi tefsirdir. Bu eser, tasavvufî ve felsefî bir bakış açısını bir ayetin tefsirinde birleştirmesi ve tüm varoluşu nûr-zulmet ayrımına dayanan bir metafizikle temellendirmesi açısından yazıldığı tarihten itibaren çok etkili olmuş, İşrâkîliğin kurucusu Sühreverdî başta olmak üzere İslâm düşüncesinin üç büyük ekolü olan tasavvuf, kelâm ve felsefeyi temsil eden düşünürleri derinden etkilemiştir. Mişkâtü’l-Envâr/Nur Metafiziği, ayrıca zâhir ile bâtın, görünen ile görünmeyen arasında kurmuş olduğu irtibat ile her devrin düşünen Müslümanları için ölümsüz bir eser olma özeliğini daima muhafaza etmiştir.

    6,79
  • Hakikat Arayışı el-Münkız Mine’d-Dalal

    İslam düşüncesinin zirve isimlerinden olan İmam Gazzâlî’nin, yüzyıllar boyunca tartışmaların odağında olmuş meşhur eseri el-Münkız Mine’d-Dalâl, kendi çağındaki İslâm düşüncesi fikir ve inanç hareketlerini ele almasının yanı sıra şüpheciliğe dair ortaya koyduğu ve o güne kadar benzeri görülmemiş yorumuyla da İslâm düşünce tarihinin en özgün metinlerinden birisidir. Kısaca el-Münkız olarak bilinen bu meşhur eser, Gazzâlî’nin kendi düşünce dünyasındaki büyük değişim ve gelişimi anlattığı bir tür otobiyografik metindir. Elinizde tuttuğunuz metin, dünyanın çeşitli kütüphanelerinde çok sayıda yazma nüshası bulunan el-Münkız’ın bilinen en eski nüshası baz alınarak ve diğer nüshalarla karşılaştırılarak hazırlandı. Gazzâlî’nin hakikat arayışının bir çeşit günlüğü de olan bu büyük eser, erken dönemlerden itibaren hem İslâm dünyasında hem de Batı’da büyük bir ilgiyle karşılanmıştır.

    6,79
  • İbn Tufeyl ile Akıl Adasında Bir Başına

    Bir zamanlar Gırnata, geceleri zeytinyağı kandilleri ile aydınlatılırdı. Şehrin, tepelerden aşağılara doğru uzanan daracık sokakları vardı. Eğer yaratılmasaydı, hiçbirimizin, “Orada serin şavkı ile parıldayıp duran bir semavî cisim olsaydı; uyuyanların uykularını bölmeden, usul usul ağaçların, uzak tepelerin, evlerin, el-Hamra’nın arkasından yükselip, karanlığı aydınlatsaydı. Ne güzel olurdu!” diyemeyeceği Ay’ın ışığı altında, erimiş gümüş ırmakları gibi parıldayan bu sokaklar, portakal çiçeği kokardı. İbn Tufeyl, Ay’a baktı. Ve onu, aranan bir cevap kadar güzel gördü. İçinden, bu portakal çiçeği kokulu geceye bir şiir bırakmak arzusu geldiyse de, “Şimdi şiirin sırası değil!” dedi. “Bugün yaşadıklarım, beynimin orta yerinde, içi ateş karıncaları ile dolu bir küpün ağzını açtı sanki…” ••• Bu kitapta okuyacaklarınız, İbn Tufeyl’in, Hayy b. Yakzan kitabını yazmadan önce aklından ve kalbinden geçenlere dair kurgusal bir hikâyedir. Onu böyle bir eser yazmaya götüren yolculuk acaba nasıl başlamıştı? Yolculuk süresince aklından neler geçmiş olabilirdi? Bu kitapta hayalimizi, aklımızı ve kalbimizi yanımıza alarak İbn Tufeyl’in düşüncelerinin ayak izlerini bulmaya çalışacağız. Elbette bu hayali bir yolculuk ama kim gerçek olamayacağını söyleyebilir ki…

    6,79
  • Coğrafyamızı Adımlarken Hatırda Kalanlar

    Her seyahat ayrı bir serüvendir. İnsan bir kere yola çıkmaya görsün, bambaşka dünyaların ve tecrübelerin içinde bulur kendini. Yolculuk bitip de eve döndüğünde ise artık ufku genişlemiş, bilgisi artmış, dünyanın gidişatına dair benzersiz müşahedelerle donanmıştır. Eski nesiller, ulaşım ve konaklama şartlarındaki onca imkânsızlık düşünüldüğünde, akıl almaz coğrafyalara seyahat etmişler. Bitip tükenmez bir merak ve öğrenme hissiyle, sürekli keşif halinde olmuşlar. Bugün elimizde bulunan ilmî ve kültürel birikimi neredeyse tamamen onların bu gayretine borçluyuz. Peki biz, ulaşım ve konaklama imkânları böylesine gelişmişken, yeryüzünde yeterince yol tepiyor muyuz? Yola düşmek için merak ve heyecanımız mevcut mu? Bunlar, üzerinde düşünülmesi gereken sorular. Özbekistan’dan Endülüs’e, Mısır’dan Kafkaslara gezi notlarını ihtiva eden “Coğrafyamızı Adımlarken Hatırda Kalanlar”, okuyucuyu yola çıkmaya teşvik için hazırlandı. Kitap bittiğinde yüzlerde belirecek tebessüm ve kalplerde oluşacak rahatlama, yazarının da en büyük mutluluk sebebi olacaktır.

    8,90
  • Gölgelerin Peşinde: 50 Portre

    Her insan, ayrı bir hikâyedir. Ve her hikâyeden alınacak büyük dersler ve ibretler vardır. İnsanların gölgelerini dikkatle takip ettiğinizde, atılan her adım ve bırakılan her iz, size yeni bir şey öğretir. Gölgelerin Peşinde, Mağrib’den Doğu Türkistan’a kadar, İslâm coğrafyasının farklı ülkelerinden, bambaşka serüvenlere sahip 50 şahsiyetin ayrıntılı portresini içeriyor. Siyasetçiler, askerler, sanatçılar, lider eşleri, iş adamları, kanaat önderleri, akademisyenler… Aralarında çok ünlüler de var, belki ismini hiç duymadıklarınız da. Taha Kılınç, hepsinin birbirinden dikkat çekici hayat hikâyelerini anlatırken, ait oldukları bölgenin yakın ve uzak tarihindeki kırılma noktalarına da atıflarda bulunuyor. Böylece her bir isim, kendi ülkesinin ve döneminin tanığına dönüşüyor. Her bölümün sonuna eklenen “ileri okumalar” başlıklı kitap tavsiyeleri ise, merakını uzun soluklu araştırmalara dönüştürmek isteyen okurları, İslâm dünyasının dününde ve bugününde keyifli bir yolculuğa davet ediyor.

    9,90
  • Köle Olmayacağız Konuşmalar 1990-1995

    “Her şeye kadir olan Allah’a and olsun ki asla köle olmayacağız!” Aliya İzetbegoviç’in çeşitli zaman ve zeminlerde yaptığı konuşmaları ihtiva eden bu kitap, Bosna savaşının yarattığı yıkımı Aliya’nın kendi dilinden gözler önüne seriyor. İzetbegoviç’i kimi zaman bir seçim mitinginde Bosna halkına, kimi zamansa uluslararası bir komisyonda bürokratlara hitaben konuşurken buluyoruz. Tüm bu konuşmalar sırasında Aliya gerçek bir önder olarak karşımızdadır. “Bu fırtına bir gün dindiğinde kendimize dönmek zorunda kalacağız.” diyerek, halkının yalnızca savaşla ilgilenmesinin önüne geçiyor; bir lider olarak insanların daha çok hayatla, sanatla, edebiyatla olan ilişkisini kuvvetlendirme çabası veriyor. Harareti gittikçe artan bir savaş ortamında dahi barış konusunda ısrar etmekle Aliya, Bosna’ya sahip çıkmanın herkes için vicdani bir vazife olduğunu haykırıyor. İşin özü Aliya, konuşmaları boyunca tüm dünyadan esaslı bir duruş bekliyor…

    9,09
  • Niyet Felsefesi İnsan Fiillerinde Sorumluluğun Doğuş Aşaması

    İslam düşünce geleneğinin üzerinde en çok durulan başlıklarından biri de hiç şüphesiz “kader meselesi”dir. Salih Aydın’ın elinizde tuttuğunuz bu çalışması bir yandan oldukça netameli bir konu olan kader, irade, özgürlük meselelerine bir yandan da bütün bunlara cevaplar veren çeşitli ekoller boyunca okuru geniş oylumlu bir düşünsel tartışmaya davet ediyor. Küllî irade-cüzî irade meselesinin “niyet” üzerinden ele alındığı bu çalışma bir yandan felsefi derinliği oldukça yüksek bir tartışma yürütürken bir yandan da dini ve dolayısıyla ahlaki umdelere sadakat göstermeyi de ihmal etmiyor. Bu anlamıyla, ahlakın ontolojik boyutuna dair okuyucuya önemli bir perspektif sunuyor.

    9,09
  • Ortadoğu’ya Dair Yirmi Tez

    Tarihin ve coğrafyanın merkezini teşkil eden Ortadoğu, -hepsi de gayet somut ve gerçek birçok nedenden ötürü, dünyanın en önemli bölgesidir. Bu bölgede yaşayan insanlar olarak, bizlerin birinci sorumluluğu, Ortadoğu’yu gerçekçi, makul ve derinlikli bir bakışla kavramaktır. “Ortadoğu’ya Dair Yirmi Tez”, ismindeki ‘tez’ sözcüğünün de ifade ettiği şekilde, iddia barındıran, çıkarımlar yapan, bazı noktalarda neticelerin ancak istikbalde ortaya çıkacağı tahminler içeren 20 ayrı bölümden oluşuyor. Bölgeye neden ve ne zamandan beri ‘Ortadoğu’ dendiğinin açıklamasıyla başlayan anlatım, Türkiye’nin de içinde yer aldığı coğrafyanın tarihindeki çeşitli dönemleri, tarihten günümüze taşınan unsurları, bugün ilk bakışta belki fark edemediğimiz ama kesinlikle aktüel hayatın tam ortasına denk düşen somut gerçeklikleri gözler önüne seriyor. Ortadoğu’nun belkemiğini oluşturan dört ülkenin (Türkiye, Mısır, İran ve Suudi Arabistan) tarihine sıklıkla atıfların yapıldığı kitabın temel hedefi, coğrafyanın kendi iç dinamiklerine işaret etmek. Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri genellikle “dış güçler”e hamleden genellemeci ve kolaycı bakıştan kaçınmaya çalışarak, “dış güçler” dediğimiz ülkelerin aslında içerideki bazı dengeler ve yerli unsurlar yardımıyla iş gördüklerini izah çabası, kitabın ana fikrini oluşturuyor.

    9,09
  • Kendini Aramak

    İnsan başlangıç ile son arasında bu-ara-da seyrettiği, kendiyle başlayıp yine kendiyle bitirdiği hayat yolculuğunda kendi olmak, kendi kalmak, kendi ölmek için ne yapabilir? Kendilikiyle sımsıkı bağlı bilgiye erişmek, edindiği bilgiyle eylemek onu nereye taşıyabilir? Vahşi kapitalist dünya; duyu, duygu, düşünceden mürekkep insanın hangi zaafları üzerinde yükselir? Din, felsefe, bilim ve sanat insan olmaklıka nerede, ne zaman ve nasıl hizmet eder? Bu deneme tüm bu sorular ile 21. yüzyılın muzdarip ikliminde insan olmanın, kendi olmanın kıymetini bilerek, tanıyarak ve inanarak yola çıkıyor ve “düşünmek yolda olmaktır” ilkesiyle Hz. İnsan’ı arıyor…

    7,94
  • Doğu Batı Arasında İslam

    Son yüzyılın en önemli Müslüman düşünür ve devlet adamlarından birisi olan Aliya İzetbegoviç’in başyapıtı sayılan Doğu Batı Arasında İslam, büyük bir bilgi birikimini derin bir tefekkür ile harmanlayarak geniş bir bakış açısı sunuyor. Felsefe, sanat ve sosyoloji gibi disiplinlerin kültürel öğelerle etkileşimlerini temel alan bir düşünce sistematiği inşa eden İzetbegoviç, İslam’ın kuşatıcı ve dönüştürücü özüne doğru bir yol izliyor. Doğu’da ve Batı’da, İslam’ın bütün güzelliklerini tıpkı güneşin hareketlerini takip eder gibi modern dünyanın karanlık yanlarına ulaştırmak isteyen bu eser aynı zamanda örnek bir yaşamın da ürünü.

    8,90
  • Ölüm Tacirleri Organ Nakli Hakkında Gizlenen Gerçekler

    Beyin ölümü’ ve ‘organ nakli’, çağımızın ‘bıçak sırtı’ konularından biri. İlk bakışta, ‘çürüyüp gideceğine birini yaşatsın’ cümlesinin ‘mâsumiyeti’ karşısında hepimiz gönüllü organ bağışçıları olabiliriz. Hatta ‘annenin yavrusuna organlarını vermesinden daha büyük iyilik mi olur’ diye de düşünebiliriz. Lâkin bazı meseleler cümlede durduğu kadar basit ve sıradan değil. Söz konusu Allah’ın en mükerrem varlığı olan insanın hayatı olduğunda sıradan bir hüküm cümlesi kurulamaz, kurulmamalı. Bazı şeyler reklam edildiği, iddia edildiği ve tavsiye edildiği kadar basit ve sıradan da değildir. Çünkü herhangi bir yerden herhangi bir eşya alıp veriyor değiliz. Neticede konuştuğumuz konu, alanın da, verenin de, dînî, ahlâkî ve hukukî yani dünyevî ve uhrevî mesuliyetleri olan candır, hayattır, hayatiyettir. Bazı meseseler vardır ki, ahlâkî ve dînî olanla, ilgili sektörlerin tabi oldukları normlarla tezat teşkil edebilir. Organ nakli ve beyin ölümü meselesi de ‘tıp sektörü’nün baktığı kadar basit ve vak’a-i adiyeden bir mesele değil. Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Başkanı, gazeteci Kemâl Özer, hastalığa ve sağlığa bakışımızı değiştirecek bu kitabında ‘beyin ölümü’ ve ‘organ nakli’ konularını masaya yatırıyor. Yaradan’ın insana verdiği bedeni “yedek parça deposu” hâline getiren 21. yüzyıl bilimine ve tıbbına farklı bir perspektiften bakmamızı sağlıyor.

    9,09
  • Sermayem Yok Derdimden Başka

    Olmanın bilgisi kitaplarda vardır ama kendisi olanla hemhal olmadan ele geçmez. Hal sirayet eder demişler. Derdin ne ise,ona sahip olanlarla beraber ol ki derman bulasın. Eşkıya olmak istiyorsan evliya eşiğinde tüketme ömrünü, velayet derdine düşmüşsen kendi kalbine eşkıyalık eyleme ! Kişi sevdiğinin kaderinden pay alırmış, hemderdini öyle bir sev ki derman senin olmamaya utansın !

    7,94
  • Ada

    Eşekler ve köpekler ölür. Fırtınalar kopar. Aşk çok uzaktadır artık, kendisi için geriye ancak hayıflanma ve hasret kalan insan umduğu kahramanlığı hiç gösteremez. Adasını terk edemez. Özgür atlar vardır var olmasına ama avcılar dört bir yandan kuşatır onları, kementlerle avlar, köleleştirir. Özgürlük eski, silik bir rüyadır artık. Fallarda acı, hazin sonlar görünür hep. Balkan edebiyatının önemli isimlerinden Meşa Selimoviç’in gidemeyenleri, ızdırapla hatırlayanları, çılgınca özleyenleri, akıbetini öfkeyle bekleyenleri, kabullenemeyenleri anlattığı Ada, ilk kez Türkçede. “Günün birinde gideceğim.” “Nereye?” “Neresi olursa.” “Ne zaman?” “Hiçbir zaman.”

    10,24
  • İslam Deklarasyonu ve Tarihi Savunma

    Aliya İzetbegoviç’in fikir dünyasının temel taşı, 1969 yılında kaleme aldığı ve ertesi yıl kendi imkânlarıyla, zorlu şartlar altında Belgrat’ta yayınlattığı, İslam Deklarasyonu’dur. Bu eser, hacim itibariyle küçük olsa da, hem yerel ölçekte, hem de dünya çapında etkili olmuş, büyük yankı bulmuştur. Öyle ki, eski Yugoslavya’nın Tito rejimi tarafından açık bir tehdit olarak algılanmıştır. 1983 yılında Saraybosna’da görülen Genç Müslümanlar (Mladi Muslimani) davasının en önemli delili olarak sunulmuştur.
    İslam Deklarasyonu’nu kıymetli kılan; Saraybosna’da yaşayan bir Bosnalı tarafından kaleme alınmış olmasına rağmen, tüm İslam dünyasına hitap etmesidir. Aliya İzetbegoviç, sadece Yugoslavya Müslümanlarının değil, tüm dünya Müslüman halklarının sorunlarına dair tespitlerde bulunmuş ve reçeteler önermiştir. Bu tespit ve reçeteler bugün de geçerliliğini korumaktadır.
    Aliya İzetbegoviç’in, 1983 yılında verilen 14 yıllık mahkûmiyet kararı aleyhindeki kanun yararına bozma başvurusu yani ünlü savunması ise ilk kez Türkçeye kazandırılarak, kitabın ikinci bölümünde yer almaktadır.

    gizle

    6,79
  • Hakikat Çağrısı Ey Oğul – Eyyühe’l-Veled -Ledünni İlim Risalesi

    Elinizdeki eserde İslâm düşüncesi tarihinde bir dönüm noktası olan Gazzâlî’nin iki metni bir arada yer alıyor. Risalelerden ilki olan Ey Oğul / Eyyühe’l-Veled, Gazzâlî’nin talebelerinden birisinin sorduğu bazı sorulara cevap olarak kaleme alınmıştır. Soruları soran kişi, yıllar boyunca öğrendiği ilimlerden hangilerinin kendisine ahirette faydalı olacağını merak etmekte ve bununla ilgili meseleleri hocasının küçük bir risalede özlü ve derli toplu bir biçimde kaleme almasını rica etmektedir. Bu metin, ahiret yolunda yürüyen bir mü’mine kılavuzluk etmek üzere gerekli ilkeleri içeren ve yüzyıllar boyunca çok okunmuş olan bir risaledir. İkinci risale, tasavvuf ehlinin keşif ve ilham yoluyla elde ettikleri ledünnî ilmin imkânını ortaya koymak üzere kaleme alınmıştır. Dostlarından birisi ledünnî ilmi kabul etmeyen birinden bahseder, bu kişi ilimlerin ancak çalışılıp öğrenilerek elde edileceğini savunmaktadır. Dostu, Gazzâlî’den bu konuyu temellendiren bir metin yazmasını rica eder. Gazzâlî de bu istek üzerine bilgi teorisi ve psikolojiyle alakalı olan bu önemli metni kaleme alır.

    6,79
  • İslami Yeniden Doğuşun Meseleleri

    Bir halkın yükseliş ve düşüşünün sebepleri her zaman karmaşık ve çok yönlüdür. Bu sebeplerden sadece bir kısmı ölçülebilir niteliktedir ve bu şekilde analiz ve keşfe açıktır. Diğer nedenlerse insanların kalplerinde ve iradelerinde gizli olduğu için erişilemez ve izah edilemezler. Hayatını, İslamiyet’i bir hayat nizamı olarak kalplere nakşetmeye adamış büyük devlet adamı Aliya İzetbegoviç, İslami Yeniden Doğuşun Meseleleri’nde İslami uyanışımızdaki yanlışlara dikkat çekiyor. İslamiyet’in salt teolojik bir yaklaşımdan ibaret olmadığını, dini mesajlar vererek kutsallaştırıp sonrasında da putlaştırılamayacağını tarihi gerçeklerle ortaya koyuyor. İslam’ın dış dünyayı düzenleme ve değiştirme rolünün unutulup, geleneksel ve folklorik bir zaviyeden ele alınışıyla Müslüman toplumların barbarlarca nasıl kolay bir av haline geldiğini gösteriyor.

    6,79
  • Türkçe Ezan ve Menderes Bir Devrin Yazılamayan Gerçekleri

    Mustafa Armağan, Türkçe ezanın okunduğu günleri ve Başbakan Menderes’in Arapça ezanı serbest bıraktırdığı günü yaşayanları konuşturarak yakın tarihimizin bu unutturulmuş döneminin perdesini aralıyor.

    “İnsaf ediniz, diyorlardı. “Allahuekber” dedi diye insan tutuklanır mı? Caminin içinde Arapça okumak suç değil. Fakat minareye çıkınca suç oluyor. Keza minareden ezan yerine küfür edilse yine suç değil. Fakat Allahuekber denilince hapishane hazır. Bu bizim 1300 yıllık geleneğimiz. Biz 1300 yıldan beri Allahuekber demeğe alışmışız. Mademki laikiz, neden ezan okurken “Tanrı Uludur” yerine “Allahuekber” dediğimiz için bizi hapse atıyorsunuz? Bir Hıristiyan, ibadetini istediği lisanla yapınca ses çıkartmıyorsunuz da, bizim Allah huzuruna çıkışımızda alıştığımız lisanda konuşmağa neden müsaade etmiyorsunuz?”
    (Bir Türkçe ezan mağdurunun sözleri…)

    10,24
  • Bilinmeyen Yönleriyle İsmet İnönü Gerçeği

    Geldi İsmet, kesildi kısmet
    Mustafa Armağan, İnkılap Tarihi’nin hesabı verilmemiş dosyalarından birini daha açıyor. Karşınızda “Tek Adam”ın “İkinci Adam”ı İnönü’nün gerçek yüzü.
    Görünüşte hep kazanmış gibiydi. Genelkurmay Başkanı, Garp Cephesi Kumandanı, Hariciye Vekili, Lozan “kahramanı”, Başvekil, bir daha Başvekil, CHP Genel Başkanı, Milli Şef, Reisicumhur, bir daha Başvekil…
    Bir zamanlar hakkında kahramanlık destanları yazılırdı. Karşılığında da kise-i şahaneden binlerce lira ihsanlar dağıtırdı İsmet Paşa. 1950’lerde Demokrat Parti karşısında üç seçim kaybederek hezimete uğradı. Milletin kendisini istemediğini anlamamakta inat etti. Tabii iktidardan düştükten sonra etrafı tenhalaştı, Tek Parti devri boyunca baskıyla mühürlenen ağızlar açıldı, eleştiriler ve suçlamalar birbirini takip etti. 27 Mayıs o cenazeyi diriltmeyi denedi, silah zoruyla yeniden başbakan yapıldı. Sonra kendi partisi ona isyan bayrağı açtı ve nihayet bu defa CHP’deki koltuğunu Ecevit karşısında kaybetti. Böylece daha hayattayken tarihin en büyük ‘loser’larından biri unvanını mezar taşına kazıttı.
    Ne o halkını sevdi, ne de halkı onu. Geldi İsmet, kesildi kısmet sözü 1940’larda halkın dilinden düşmedi.
    Mustafa Armağan, İnönü efsanesini belgeler ve bilgiler ışığında çürüttüğü kitabında “Zafersiz Kahraman”ın iç yüzünü olanca çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
    9,09
  • Kızıl Elma Peşinde Bir Ömür Fatih Sultan Mehmed

    FATİH’İN İÇİNDE YANAN KOR’A DOĞRU BİR SEYAHAT
    İçinden kayıklar geçiyor bu kitabın, ilim adamlarıyla dolu. Coğrafyaları bir gerdanlık gibi birbirine rapteden altın halkaları tespit ediyor. Harita tutkusuyla iç dünya teknolojisini bir araya getiren engin bir ufka yelken açıyor. Yazar için Fatih’in ve fethinin maddesi kadar, belki de daha fazla, ifade ettiği mana önemli.
    Ne arıyordu bu genç Sultan, Bizans İmparatoru’nun efsanevi kütüphanesinde? Ya Delfi mabedinin kâhini Plutark’ın biyografi kitabını neden istinsah ettirmişti? Yaptırdığı onlarca Füsûsu’l-Hikem şerhindeki hikmetlerin, içindeki hangi boşluğa deva olacağını bekliyordu? Bunları yeterince bilmiyoruz. Bildiğimiz şey, onun içinde bir korun yanmakta olduğu.
    Bu kitap, okurunu o kor’a bir adım olsun yaklaştırabilirse vazifesini büyük ölçüde yerine getirmiş sayacaktır.

    12,54
  • Cemil Meriç Konuşuyor

    Çağımızın sancılı ve tutkulu düşünürü Cemil Meriç, titizlikle derlenmiş söyleşileriyle bu defa yazmıyor, konuşuyor. Bu konuşmalar, onun fikirlerinin yanı sıra kişiliği ve özel hayatıyla ilgili ipuçlarını da ele veriyor. Cemil Meriç’in bilge sesine kulak verin.
    Antakya Lisesi’nden bir adam çıkıyor ve yalnız Avrupa Kültürü üzerinde değil, Hind kültürü üzerinde de, sadece Batı klasikleri üzerinde değil, bizim klasiklerimiz üzerinde de hakkaniyetle durarak önümüze cömert kapılarını açıyor kültür ve düşünce dünyasının. Balzac ile İbn Haldun kol kola onda. İhvan-ı Safa, adeta risalelerini yeniden yazıyorlar onun kalemiyle. Ali Şeriati ve Bediüzzaman Said Nursi de, Victor Hugo ve Proudhon da, Marx ve Weber de, Tevfik Fikret ve Mehmed Akif de beraber, dostça geziniyorlar onun binbir çiçekle müzeyyen bahçesinde. Clslubunun şimşeğinden yayılan kıvılcımlar atom parçaları gibi sayfaların arasına dağılıyor, sloganikmiş gibi görünen hikmet ve arzu yüklü cümlelerle soluğu alıyor ve yazılarını içenlerin kanına karışıyordu birkaç dakikada. Sonra damarlardan patlama sesleri duyuluyordu içten içe. İşte bu, halis muhlis Cemil Meriç üslubunun ta kendisiydi.

    12,54
  • Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı 1

    İlk çıktığı 2006 yılından beri baskı rekorları kıran ve yeni nesle Sultan 2. Abdülhamid sevgisini aşılayan en önemli kitap Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı gözden geçirilmiş yeni baskısıyla Ketebe’de. 34 yaşındaki genç Sultanın ülkesinin etrafını çevirmiş aç kurtlarla ve yerli işbirlikçileriyle 33 yıllık efsanevî savaşı ve ölümünden sonraki pişmanlar kafilesi. Yeniden diriliş döneminde mutlaka okunması gereken eskimeyen bir klasik. Son Sultan’ın bugüne mesajını işitmek isteyenlere

    9,09
Open chat
Size nasıl yardımcı olabiliriz?