Stefan Zweig

İlk şiirlerini lise yıllarında yazdı. Hugo Von ve Paul Verlaine şiirlerini Almanya ’caya çevirdi. 1.Dünya Savaşında gönüllü olarak Viyana’da savaş karargâhında Arşiv Memuru olarak çalıştı. Savaş bittikten sonra Avusturya’ya döndü Salzburg’a yerleşerek Frederike Von Winternit ile evlendi. Patlak veren savaş tüm dünyayı yakmaktaydı buda en çok Zweig’i üzüyordu. Büyük yazar Zweig Alman bir şair olan Kleist kendini ve eşini silahla vurarak intihar etmesinden etkilenmiş ve karısı Lotte ile bu benzerliği yaşamak ister. Zweig bunun sonucunda bir soda şişesine bol miktarda Veronal denilen zehri ilave eder ve bu şişeden üç yudum alarak eşine şişeyi uzatır şunları söyler’ Yanıma gelmek arzusundaysan eğer bunu istediğin zaman yapabilirsin der’ Bunun üzerine Lotte ona son olarak ‘ beni seviyor musun’ diye sorar Zweig evet cevabını verir. Lotte şişenin tamamını içer ve eşinin yanına uzanır. Son uykularına yatarlar. Hitlere karşı nefret duyan Zweig çiftinin intiharına neden olmuş fakat tarih tekerrür ederek 3 yıl sonra Nazilerin Rusya’ya karşı yenilmesinden sonra Hitler eşi ile birlikte intihar etmiştir.

  • Satranç

    Stefan Zweig, en çok okunan eserlerinden olan Satranç’ta, bir geminin seçkin yolcuları üzerinden toplumsal düzenin karmaşasını, bugünün geçmişin izlerini nasıl silinemez şekilde içinde sakladığını ve acımasız siyasi otoritenin yarattığı travmaların beklenmedik sonuçlarını, aklın sınırlarını zorlayan bir dönemin gerçekliği içinde anlatıyor. Satranç şampiyonu Czentovic’te, cehaletin içindeki gizli dehayı; Doktor B.’nin aklının soyut düzleminde oynadığı satrancında ise sessizce katlanılan bir acizliği görüyoruz.

    4,49
  • Ay Işığı Sokağı

    20. yüzyılın en hümanist yazarlarından Stefan Zweig’ın bu eseri üç farklı öyküyü içeriyor: “Ay Işığı Sokağı”, “Kadın ve Manzara” ve “Leporella”. “Ay Işığı Sokağı”, Fransa’nın bir liman kentinde tanımadığı insanların acılı hayatlarına tanıklık etmek durumunda kalan bir seyyahı; “Kadın ve Manzara”, güneşin kasıp kavurduğu bir yaz günü yağmuru ve şefkati arayan çölleşmiş yürekleri; “Leporella” ise uyumsuz ve yabani bir hizmetçinin patronuna gösterdiği takıntılı itaatin dehşet verici sonuçlarını ele alıyor. Zweig bu öykülerde, saplantılı düşünce ve deneyimlerin, bireylerin hayatlarını nasıl kolayca değiştirebileceğini gösteriyor.

    4,49
  • Brezilya (Karton Kapak) Geleceğin Ülkesi

    Zweig, ırkçı cinnete kapılmış felakete sürüklenen Avrupa’dan kaçıp sığındığı Brezilya’da ütopik bir cennet bulmuştu. Uçsuz bucaksız verimli toprakları, sonsuz kaynakları, muhteşem doğası ve barındırdığı potansiyelle; kaygısız ve dost canlısı halkıyla Brezilya onu büyülemişti. Farklı ırkların barış içinde bir arada yaşadığı ve geleceğe umutla bakabildiği bu çok renkli düş ülkesi, o sırada kaosa teslim olmuş Avrupa ile tam bir tezat içindeydi. Zweig’ın Brezilya’ya ilanıaşkı, farklı tepkiler aldı. Yabancı bir yazarın coşkulu övgüsü Brezilya halkını sevindirirken, kitap bir yandan da ülkenin gerçekleriyle bağdaşmadığı ve siyasi iklimini yansıtmadığı gerekçesiyle eleştirilere hedef oldu. Petrópolis’teki evinde eşiyle birlikte inzivaya çekilen Zweig, dostlarından ayrı düşmüş, sürgündeki diğer Avrupalı entelektüellerle mektuplaşması savaş nedeniyle sekteye uğrayınca daha da yalnızlaşmıştı. Onu asıl kahreden, sadece anayurdundan değil yapıtlarını verdiği anadilinden de sürgün edilmiş olmasıydı. Brezilya, 22 Şubat 1942’de yaşamlarına son veren Zweig çiftinin son durağı oldu.

    6,79
  • Geschichte eines Unterganges

    Geschichte eines Untergangs ist eine frühe Erzählung von Stefan Zweig aus dem Jahr 1910. Madame de Prie war eine der einflussreichsten Mätressen auf dem Hofe von Louis XV. Mit Intrigen und manipulativen Spielen versucht sie ihren Platz in der Pariser High Society zurückzuerobern. Sinn und Zweck des Ganzen: Sie will bewundert werden, im Mittelpunkt stehen, prominent sein, begehrt werden.

    5,64
  • Scharlach

    Scharlach ist eines der allerersten, nie in Buchform veröffentlichten Novellen Stefan Zweigs. Es entspricht dem psychologischen Feingefühl, den geheimen Wünschen, Leidenschaften seiner Figuren und zieht seine Fallstricken der Wirklichkeit nach.

    Der Medizinstudent Bertold Berger kommt mit seinem Leben an der Universität, im Medizinstudium und in der Studentenverbindung nicht zurecht. Er droht zu scheitern. Dann erkrankt die Tochter seiner Vermieterin an Scharlach und er entdeckt die Liebe zum Arztberuf.
    devamını oku

    5,64
  • Die Mondscheingasse

    “Das Schiff hatte, durch Sturm verzögert, erst spät abends in der kleinen französischen Hafenstadt landen können, der Nachtzug nach Deutschland war versäumt. So blieb ein unerwarteter Tag an fremdem Ort, ein Abend ohne andere Lockung als die einer melancholischen Damenmusik in einem vorstädtischen Vergnügungslokal oder eines eintönigen Gespräches mit den ganz zufälligen Reisegenossen…”

    Dieses Buch enthält 2 weitere kurze Erzählungen von Stefan Zweig: Die Frau und die Landschaft und Leporella.

    5,64
  • Angst

    Als Frau Irene die Treppe von der Wohnung ihres Geliebten hinabstieg, packte sie mit einem Male wieder jene sinnlose Angst. Ein schwarzer Kreisel surrte plötzlich vor ihren Augen, die Knie froren zu entsetzlicher Starre, und hastig mußte sie sich am Geländer festhalten, um nicht jählings nach vorne zu fallen. Es war nicht das erstemal, daß sie den gefahrvollen Besuch wagte, dieser jähe Schauer ihr keineswegs fremd, immer unterlag sie trotz aller innerlichen Gegenwehr bei jeder Heimkehr solchen grundlosen Anfällen unsinniger und lächerlicher Angst.

    5,64
  • Chess Story

    Chess Story, also known as The Royal Game, is the Austrian master Stefan Zweig’s final achievement, completed in Brazilian exile and sent off to his American publisher only days before his suicide in 1942. It is the only story in which Zweig looks at Nazism, and he does so with characteristic emphasis on the psychological. Travelers by ship from New York to Buenos Aires find that on board with them is the world champion of chess, an arrogant and unfriendly man. They come together to try their skills against him and are soundly defeated. Then a mysterious passenger steps forward to advise them and their fortunes change. How he came to possess his extraordinary grasp of the game of chess and at what cost lie at the heart of Zweig’s story.

    5,64
  • Korku

    Hayatını lüks bir şekilde idame ettirebilmek için bütün imkânlara sahip ama hayatla bir türlü barışamayan güzel ve alımlı bir genç kadın olan Irene, bir müzisyenle tanışır. Evliliğinde mutludur ama karşı konulamaz biçimde müzisyeni hayatına dâhil eder. Heyecan, tutku, beğenilme arzusu benliğini ele geçirir. Her şey yolunda giderken korkuyla tanışır Irene. Tanımadığı bir kadının tehdit ve şantajıyla üzerine salınan bu yabancı duygu, hayatını bir anda altüst eder. Kaçtıkça bataklığa saplanır. Hâlbuki hiçbir kaçış, cezadan daha ağır değildir. Oysa cezaya razı olmak, ruhu özgür bırakır. Irene ise bunu çok geç anlayacaktır.

    4,49
  • Mecburiyet

    Hayatı boyunca savaş ve kıyıma karşı duran Stefan Zweig’ın kısa öyküsü Mecburiyet’te kendi düşünce dünyası oya gibi işlenmiştir. Savaş sebebiyle İsviçre’ye sığınan Ressam Ferdinand’ın resmî evrakla askerlik için ülkesine çağrılması sanatçıyı inanç ikilemine sokar. Karısı Paula ile girdiği derin tartışmalar sayesinde; kutsiyet atfedilmiş bazı kavramların vicdanımızla dünya gerçekliği arasında sıkışıp kalmamıza sebep olduğunu fark ediyoruz. 1920’lerden bugüne değin çok az şeyin değiştiğini kabullenmeye “mecbur” kalıyoruz. Almanca aslından titiz bir çalışmayla çevrilen Mecburiyet, savaşın ezici tahakkümünden çok çekmiş bir yazarın sancılarını taşıyor: “İnsanlıktan başka vatanım yok ve amacım insan öldürmek de değil.”
    devamını oku

    4,49
  • O Muydu?

    Dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Stefan Zweig, “O muydu?” adlı öyküsünde, polisiyeyi anımsatan bir kurguyla “şüphe” duygusunu, hikâyenin kahramanlarının iç dünyasından okuyucuya yansıtıyor. Okur, telafisi ve çözümü pek de kolay olmayan şüphenin, bir insanın bütün hayatını nasıl etkilediğine şahit oluyor.
    Huzurlu bir İngiliz kasabasında geçen bu elim ve kimsenin görmediği olayın faili gerçekte kimdi? Psikolojik açıdan yoğun karakterlerin yazarı Zweig, bu hikâyesinde de kıskançlık, sadakat, çaresizlik ve sevgi gibi insana özgü duyguları, hayvan sevgisi ve nefretiyle birleştirerek, okuyucunun dikkatine sunuyor

    devamını oku

    4,49
  • Brief Einer Unbekannten

    Du erkanntest mich nicht damals. Und als zwei Tage später Dein Blick mit einer gewissen Vertrautheit bei erneuter Begeg- nung mich um ng, da erkanntest Du mich wiederum nicht als die, die Dich geliebt und die Du erweckt, sondern bloß als das hübsche achtzehnjährige Mädchen, das Dir vor zwei Tagen an der gleichen Stelle entgegengetreten. Du sahst mich freundlich überrascht an, ein leichtes Lächeln umspielte Deinen Mund.

    6,79
  • Dönüşüm

    İlk kez 1915’te “Die Weissen Blaetter” adlı aylık dergide yayımlanan Dönüşüm, Kafka’nın en uzun ve en tanınmış öyküsüdür ve yayımlanmasının üzerinden nerdeyse bir asır geçmesine rağmen hâlâ tüm dünyada en çok okunan kitaplar arasındadır.
    17 Ekim 1912’de Felice Bauer’e gönderdiği mektupta Kafka Amerika romanı üzerinde çalıştığını, ilerleyemediğini görünce sıkıldığını ve yataktan kalkamaz hale geldiğini, bu nedenle bir öykü yazarak ara vermek istediğini yazar. Dönüşüm işte böyle ortaya çıkar.

    Kumaş pazarlamacısı olan Gregor Samsa’nın uykusundan kocaman bir böceğe dönüşerek uyanmasıyla başlayan Dönüşüm, giderek gerçeklikle kurmacanın sınırlarını zorlayan müthiş bir anlatıma dönüşür.

    4,49
  • Karmaşık Duygular

    Zweig insani duyguları büyük bir ustalıkla çözümleyebilmesini keskin gözlemciliğine ve psikolojik derinliğine borçludur. Benzersiz maceralar, büyük sırlar, marazi saplantılar, duygusal ikilemler ve gerilimler, bu sayede çağları aşarak, her devrin okuruna hitap edebilen anlatılara dönüşür. Bu derlemedeki novella ve öykülerinde de, duygudaşlığı elden bırakmadan insan doğasının en iyi ve en kötü yanlarını gözler önüne serer. Bunlar sevgiye, ölüme, yitirilen ve yeniden canlanan umuda, yeniden kazanılan inanca, gençliğe ve insanın kendini keşfine dair yapıtlardır.

    6,79
  • Kızıl

    Zweig gençlik dönemi yapıtlarından Kızıl’da öğrenim için Viyana’ya giden genç bir tıp öğrencisinin büyük kentin gerçekliğine uyum sağlama ve yetişkinliğe adım atma sürecini anlatır. Kendini birdenbire ailesinden uzakta soğuk bir odada yapyalnız bulan bu “çocuksu” genç adam, zamanla girdiği bunalımın etkisiyle hayallerinden, başlangıçta büyük bir hevesle sarıldığı tıp eğitiminden vazgeçme noktasına gelmiştir. Tam da o günlerde kızıla yakalanan ve yardımına ihtiyaç duyan bir kız çocuğu onu hayata geri çağırır… 1908 yılına ait bu anlatı, Zweig’ın daha o zamanlar çoktan bir novella üstadı olup çıktığının kanıtıdır adeta. Üstelik, yazarın sonraki yapıtlarında sıklıkla karşılaştığımız bir temanın peşine henüz kariyerinin başındayken düştüğünü; gaddar bir dünyada varoluşunu sürdüremeyecek kadar kırılgan insanların acılarını baştan beri dert edindiğini ortaya koyar.

    4,49
  • Geçmişe Yolculuk

    Zweig’ın 1920’li yıllarda yazdığı tahmin edilen bu novellanın el yazması ölümünden sonra oldukça geç bir tarihte, 1970’lerde gün ışığına çıkarıldı. Ve aşkın sınır tanımazlığı üzerine yazılmış en yoğun, en etkileyici metinler arasında yerini aldı.    Geçmişe Yolculuk, zamana, mekâna ve değişen koşullara direnen yasak ve tutkulu bir aşkın hikâyesidir. Bu çılgın aşk önce okyanusun ve daha sonra da Birinci Dünya Savaşı’nın araya girmesiyle dokuz yıllık bir kesintiye uğrar. Yıllar sonra yeniden buluşan iki sevgilinin hayatları büyük bir değişime uğramıştır. Önlerinde uzanan belirsiz geleceğe, geçmişin sürekli aralarına giren gölgesine rağmen, aşk doludizgin sürmektedir…

    4,49
  • Ay Işığı Sokağı

    Fransa’nın bir liman kentinin denizci mahallesinde gezinirken duyduğu arya söyleyen sesi izleyerek tanımadığı insanların marazi hayatlarına dalan bir gezgin; patronuna kölece bağlılığı yüzünden korkunç bir eyleme sürüklenen karanlık, itici ve yabani bir hizmetçi; 1810 yılında İspanya’daki savaşta yaralanan, düşman bir ülkede amansız bir hayatta kalma mücadelesine girişen bir Fransız albay; 1918 yılının bir yaz gecesi Leman gölünde bulunup kurtarılan, ancak sonra yüreğini kavuran yurt özlemine yenik düşen bir Rus savaş esiri; yaşıtları üniversiteye giderken hâlâ liseye devam eden avare bir gencin öğretmeninin otoritesine isyan ettikten sonra ödediği ağır bedel. Zweig bu öykülerde insanı insanlıktan çıkarıp en uç noktalara sürükleyen deneyimlerin izini sürerken, okuru da ister istemez karakterlerinin ruh çalkantılarının içine çekiyor…

    4,49
  • Twenty-Four Hours in the Life of a Woman

    It traces a woman through a single day, but that day is simultaneously the most vividly wonderful and ultimately terrible of her life. She is an English widow who becomes mesmerised by the almost suicidally reckless gambling of a failed Polish diplomat one evening in Monte Carlo. From this first spark of interest, she is drawn into his troubled, unstable life.
    4,49
  • Fantastic Night

    Zweig exquisitely skewers an almost lost culture of the Vienna between the wars. And he does so with the precision of a master short storyteller: concisely, intimately and dramatically. Immersed in his highly mannered world, you simply can’t resist the sharply observed characters and crises of Fantastic Night.

    4,49
  • The Burning Secret

    The train, with a shrill whistle, pulled into Summering. For a moment the black coaches stood still in the silvery light of the uplands to eject a few vivid human figures and to swallow up others. Exacerbated voices called back and forth; then, with a puffing and a chugging and another shrill shriek, the dark train clattered into the opening of the tunnel, and once more the landscape stretched before the view unbroken in all its wide expanse, the background swept clean by the moist wind.
    4,49
  • Clarissa

    Zweig hayatının son dönemlerinde başladığı, taslağı 1981’de gün ışığına çıkarılan ve yayıncısı tarafından tamamlanan Clarissa’da, 1902 yılından Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine kadar geçen dönemde, dünyanın halini genç bir kadının gözünden anlatır. Avusturyalı bir subayın kızı olan Clarissa bir manastır okulunda büyümüş, eğitimini tamamladıktan sonra Viyanalı ünlü bir sinir hastalıkları uzmanının yanında çalışmaya başlamıştır. Lozan’daki bir kongrede barışsever Fransız öğretmen Léonard’la tanışır. Birbirlerine âşık olurlar. Savaş yüzünden ayrılmak zorunda kaldıklarında Clarissa hamiledir. Üstelik karnındaki bebeğin babası aynı zamanda düşmanıdır da. Milliyetçi bir histerinin kol gezdiği parçalanmış Avrupa’da bu bebeği doğurmak yalnızca kişisel bir karar değildir artık.

    5,64
  • Yakıcı Sır

    Kısa bir tatil için Avusturya Alplerine giden bir baron, zamanını zararsız bir flörtle renklendirmenin yollarını aramaktadır. Kendine fazlasıyla güvenen ve gönül maceralarına her zaman açık olan bu müzmin kadın avcısı, kısa sürede kendisine bir av bulmakta hiç zorlanmayacaktır. Tanışıp yakınlaşmak istediği kadının on iki yaşındaki oğluyla ahbaplık kurarak işe koyulur. Yakıcı Sır annesini elde etmek isteyen bu narsist çapkın tarafından kullanılan bir çocuğun hikâyesidir aslında. Ne var ki, yetişkin dünyası bazen masum çocuklara büyüklere göründüğünden çok daha berrak görünmektedir…

    4,49
  • Schachnovelle

    Vielleicht, überlegte ich, könnte ich mir in meiner Zelle eine Art Schachbrett konstruieren und dann versuchen, diese Partien nachzuspielen; wie ein himmlischer Wink erschien es mir, daß mein Bettuch sich zufällig als grob kariert erwies.

    5,64
  • Bir Çöküşün Öyküsü

    Bu son derece çarpıcı çöküş öyküsü, XV. Louis döneminde Fransız sarayında epey etkili olmuş aristokrat bir kadının gerçek yaşamına dayanır. Madame de Prie günün birinde gözden düşer ve kral tarafından Normandiya’ya sürülür. İktidar sahibi ve ilgi odağı olduğu hareketli ve eğlenceli Paris günlerinden sonra, ne kadar süreceği belli olmayan, kendisiyle baş başa kalacağı bir sürgün dönemi beklemektedir onu. Ancak iktidar savaşları, entrika ve eğlenceden ibaret boş saray hayatı varoluşuna anlam katan tek şeydir. Hem kendini hem çevresindekileri sürekli kandırma eğilimindeki bu sığ ve kibirli kadın, malikânesinde gösterişli eğlenceler düzenleyerek Paris’teki hayatını yeniden canlandırmaya çalışır. Giderek mantıklı düşünme yetisini bütünüyle yitiren Madame de Prie, yeniden bütün dikkatleri üzerine çekebilmek için inanılmaz bir plan yapar.

    4,49
  • Lyon’da Düğün

    Lyon’da Düğün Fransız Devrimi sırasında yaşanan kargaşa ve zulüm günlerinde ölüme yaklaşan insanlara umut veren bir aşkın hikâyesidir. 1793’te kentte kurşuna dizilmeyi bekleyen karşı devrimcilerin toplandığı hapishane tuhaf bir nikâha sahne olur. İki Yalnız İnsan, acı çeken iki çaresiz insanı buluşturur. Birinin yüreğinden kopan çığlık diğerininkinde karşılık bulurken, farkında olmadan birbirlerinin yıllar süren yalnızlığına son verirler. Wondrak ise yazarın savaş karşıtı yapıtlarından biridir. Bohemya’nın küçük bir kentinde çirkinliğiyle sürekli alaya maruz kalan bir kadın tecavüze uğradıktan sonra doğurduğu çocuk sayesinde yaşama tutunmuştur, ama patlak veren Birinci Dünya Savaşı yüzünden oğlunu askere alarak ondan koparmaları söz konusudur. Zweig bu öykülerde toplum dışına itilmiş karakterleri üzerinden insanlık durumunu analiz eder. Karakterlerinin başlarından geçenler “yazgı” değil, insanlığın iflasının sonucudur.

    4,49
  • Mürebbiye

    Mürebbiyeleri katı bir ahlak anlayışının kurbanı olurken, yetişkin dünyasının gaddarlığıyla tanışan iki masum çocuk; Como gölü kıyısındaki bir otelin dingin ortamında gözüne kestirdiği bir genç kıza imzasız aşk mektupları yazarak zalimce bir oyuna girişen görmüş geçirmiş beyefendi; Tirol Alplerinde küçük bir lokantada gençliğinin platonik aşkıyla karşılaşan, artık düşkün ve yaşlı olan bu adama yıllar öncesinden duyduğu gönül borcunu ödeme fırsatı bulan evli bir kadın; bir genç kızın yarı histerik şefkat arayışında ifadesini bulan susuzluktan kurumuş toprak ve sıkıntılı yağmur bekleyişi. Zweig bu öykü derlemesinde, dönüştürücü deneyimleri sağlam anlatılara dönüştürmekteki ustalığıyla yine insanın kusurlarını, özlemlerini, karşılaştığı engelleyici durumları empatiyle çözümlüyor.

    4,49
  • Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

    Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920’li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun “gönderen”inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: “Sana, beni asla tanımamış olan sana”. Kadın büyük tutkusunu hep bir “bilinmeyen” olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde “taraflar” değil, sadece tek bir “taraf” vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi? Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda “mutlak aşk” kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal!

    4,49
  • Korku

    Rahat ve korunaklı bir yaşam süren saygın bir kadın, sekiz yıllık evliliğinden sıkılmış, burjuva dünyasının kozasından çıkarak kendini genç bir piyanistin kollarına atmıştır. Ancak bu gizli ilişkiden haberdar olan bir şantajcının ansızın zuhur etmesiyle, hayatında yeni farkına vardığı bütün güzellikleri yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır ve kahredici bir korkunun pençesine düşer. Korku insanı bilinçdışına itilmiş utanç verici deneyimlerden, bastırılmış pişmanlıklardan özgürleştirebilecek güçte bir yapıt.
    6,79
  • Mecburiyet

    Savaş karşıtı görüşleriyle tanınan Zweig I. Dünya Savaşı boyunca bu görüşlerini yaymayı kendine misyon edinmişti. Avrupalı ve “dünya vatandaşı” kimliğine büyük değer veren yazar, yapıtlarında savaşın yıkıma uğrattığı “eski dünya”nın değerlerinin kayboluşunu büyük ölçüde dert edinmiştir. Mecburiyet ’in ana karakteri ressam Ferdinand da savaş sırasında askere alınmamak için İsviçre’ye kaçmıştır. Bir gün askerliğe elverişliliğinin tespiti için konsolosluğa davet edildiğinde, karısının şiddet karşıtı duruşuna ihanet etmemesi yolundaki telkinlerine karşın kendini gitmek zorunda hisseder. Görev duygusu, savaş karşıtı düşünceleri ve karısına duyduğu sevgi arasında sıkışıp kalmıştır. Ferdinand her ne kadar “insanlığın ötesinde bir vatanı” olmasa da, “yirmi milyon insanı boğan o zinciri” kıramayacağını düşünür…

    6,79
  • Amok Koşucusu

    Amok Koşucusu doktor olarak yardıma ihtiyaç duyan bir insana el uzatmanın vicdani yükümlülüğüyle kendi karmaşık duyguları arasında sıkışıp kalan bir adamın hikâyesidir. Hollanda Doğu Hint Adaları’nda görev yapan bir doktor, dara düşüp kendisine başvuran çok zengin bir kadının “yardım” talebini geri çevirir. Zira kadının mağrur ve hesapçı tavrı karşısında büyük bir öfkeye kapılmış, gururuna yenik düşmüştür. Ancak söz konusu olan insan hayatıdır. Kısa süre içinde pişmanlığın pençesine düşer. Kadına yardım etmeyi saplantı haline getiren doktor, Malezya halkında rastlanan bir nevi öldürücü delilik olan hummanın, amokun etkisi altına girer.

    6,79
  • Macellan Bir İnsan Bir Yaşam

    Çevresini dolaşarak dünyanın yuvarlak olduğunu kesin olarak kanıtlayan Portekizli denizcinin biyografisi, Yeniçağ’ın bu en önemli kâşifini kararlı, cesur, mağrur bir kişilik olarak tanımlıyor. Tarihte iz bırakmış kişilerin yaşamöykülerini kendine öz¬gü bir üslupla kaleme alan Zweig, Macellan’da, dünyanın pek çok coğrafi bölgesine bugün bildiğimiz adlarını veren Portekizli kâşifin, her biri apayrı bir macera olan keşiflerini kişiliğiyle bütünleştirerek anlatıyor.
    Colombus’un başarısı Avrupa’da müthiş bir şaşkınlık yaratır. Bir süre sonra da yaşlı dünyamızın daha önce hiç tanık olmadığı bir macera ve keşif heyecanı patlak verir: Tek bir cesur insanın başarısından, tüm bir kuşağa yetecek şevk ve cesaret doğar, bu daima böyledir. Avrupa’da sınıfından ve konumundan hoşnut olmayan, haksızlığa uğradığını düşünen ve beklemek için fazla sabırsız olan herkes, küçük oğullar, işsiz subaylar, büyük efendilerin piçleri, kanun tarafından aranan karanlık tipler, hepsi de Yenidünya’ya gitmek ister.

    10,24
  • Olağanüstü Bir Gece

    Olağanüstü Bir Gece, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikâyesidir. Sıradan bir Pazar gününü at yarışlarında geçirirken, belki de ilk kez burjuva ahlakından saparak “suç” işler. Böylece yeniden “hissetmeye” başladığını, kötücül ve ateşli hazları olan gerçek bir insan olduğunu fark eder. İçindeki haz dolu esrime, aynı günün akşamında onu gece âleminin son atıklarının arasına, “hayatın en dibindeki lağımlara” sürükleyecek, varış noktası ise ruhani bir uyanış olacaktır.

    6,79
  • Satranç

    Stefan Zweig, çok geniş bir psikoloji birikimini eserlerinde bütünüyle kullanmış ender yazarlardandır. Onun dünya edebiyatında bir biyografi yazarı olarak kazandığı haklı ünün temelinde de bu özelliği, yani yazarlığının yanı sıra çok usta bir psikolog olması yatar. Satranç, Zweig’ın psikolojik birikimini bütünüyle devreye soktuğu bir öyküdür ve bu öykünün baş kişileri, tamamen yazarın biyografilerinde ele aldığı kişileri işleyiş biçimiyle sergilenmiştir.

    Zweig ölümünden hemen önce tamamladığı birkaç düzyazı metinden biri olan Satranç’ı kaleme aldığı sırada, karısı Lotte Zweig ile birlikte göç ettiği Brezilya’da yaşamaktaydı. Satranç’ta da, olay yeri olarak New York’dan Buenos Aires’e gitmekte olan bir yolcu gemisini seçmiştir. Bu gemide tamamen rastlantı sonucu karşılaşan üç kişi: yeni dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic, sıradan bir satranç oyuncusu olan anlatıcı ve bir zamanlar çok usta bir satranç oyuncusu olan, ama hayli zamandır satrançtan uzak kalmış bulunan Dr. B., öykünün aktörleridir.

    4,49
Open chat
Size nasıl yardımcı olabiliriz?